Skip to content
Menu

‘’Junk Food’’ ve ‘fast-food’ zannedildiği kadar ucuz mu gerçekten?

AMERİKA BÜLTENİ (27 Eylül 2011)

Amerika’da özellikle yoksul kesimlerde çok fazla aşırı kilo sorunu yaşayan insan olmasının nedenleri açıklanırken, ‘junk food’un ucuzluğunun gerekçe gösterilmesi nerdeyse genel bir reflekse dönüştü. Sokaktaki insanın yanı sıra birçok uzman da, bir paket cipsin, bir deste brokoliden ucuz olduğunu, ya da 4 kişilik bir aileyi fast-food restoranında beslemenin, evde yemek yapmaktan daha ucuza geldiğini sıkça dile getiriyor. Ancak New York Times gazetesinde yer alan bir analiz bu konuda ezberi bozacak bilgiler içeriyor.

Analizi kaleme alan Mark Bitmann, örneğin dört kişilik bir ailenin McDonalds’ta normal birer menu almasının en az 28 dolara geleceğini, ‘Happy Meal’ saatinde indirim yakalanırsa bunun en fazla 23 dolara inebileceğini yazıyor ve ekliyor: Bunun yerine evde bir tavuğun sebze ile pişirilmesi en fazla 14 dolara mal olacak ve çıkacak yemek de 4 kişilik değil en az 6 kişilik olacak.

New York Times hazırladığı grafikle 'junk-food'un mutfakta yemek yapmaktan kesinlikle çok daha pahalı olduğunu gösteriyor

Bitmann, ‘junk food’un alternatifinin de zannedildiği gibi, pahalı organik yiyecekler olmadığını, normal süpermarketlerden de, sağlıklı ve yeterli kaloriye sahip yiyeceklerle beslenilebileceğini kaydediyor: Kola türü gazlı içeceklerin (soda) alternatifi Bordeaux şarabı değil sudur. ‘Junk food’un alternatifi, özel çimle beslenmiş kuzu eti ya da özel bitkiler değil, normal pirinç, tahıl ürünleri, makarna, konserve, balık, tavuk, şarküteri ürünleri, fıstık ezmesi, ekmek ve evde pişirilebilecek binlerde çeşit gıdadır.

“What to Eat” kitabıyla ünlü NYU profesörü Marion Nestle de gazeteye yaptığı açıklamada, haftada bir kere bile evde yemek pişirmenin, hiç pişirmemekten iyi olduğunu vurgulayarak, bunu egzersize benzetiyor: Çok azdan iyidir. Az hiç yoktan iyidir’’

Gerçek şu ki, halkın büyük bölümü, gerçek gıdalarla beslenebilecek gelire sahip. Hatta, eskiden ‘food stamp’ denen ‘’Supplemental Nutrition Assistance’’ Programı ile geçinenler bile, kişi başı verilen 5 dolar ile gerçek gıdayla beslenebilir. Yani gerçek gıda ile beslenememenin aslında gerçek sebebi birçok kişi için maddi olanaksızlık değil, sosyal alışkanlıklar…

Ancak, gerçek gıda ile beslenme konusunda fiziki engellere sahip milyonlarca Amerikalı da yok değil. ABD’de yaklaşık 2 milyon kişi ‘gıda çölü’ olarak adlandırılan kırsal bölgelerde yaşıyor. ABD Tarım Bakanlığı, her hangi bir supermarket ya da bakkala 10 mil ya da daha uzak mesafedeki alanlara ‘food deserts (gıda çölü)’ diyor. Yine yaklaşık 5 milyon arabasız Amerikalı ise herhangi bir gıda dükkanına yarım milden uzakta yaşıyor.

Mark Bitmann, ‘’Eğer yakındaki fast-food restoranına arabayla gidebiliyorsanız, markete de gidebilirsiniz. Burda gerçek sorun ulaşım değil, yemek yapmak. Birçok yoksul kişi, yemek yapacak zamanım diyor. Ancak, 2010 yılı istatistiklerine göre yarım saatten az televizyon izleyen çok az Amerikalı var’’ diyor.

New York Times hazırladığı grafikle 'junk-food'un mutfakta yemek yapmaktan kesinlikle çok daha pahalı olduğunu gösteriyor

California Üniversitesi gıda uzmanlarından Julie Guthman da, ‘Fast-food’ kültürünün yayılmasında gerçek sebebin ekonomik değil, yemek yapmak istenmemesi olduğunu vurgulayarak, ‘’İnsanlara bunu hatırlattığınızda, bırak da şu yediğimin keyfini çıkarayım ve bana ne yapmam gerektiğini söylemeyi bırak tepkisi veriyorlar. Gerçek şu ki yemek yapmak zorunda değiller’’ yorumunda bulunuyor.

ABD’de her gıda marketine karşılık 5 adet fast-food restoranı bulunuyor. Fast-food restoranlarının 2010 yılında reklama harcadığı para 4,2 milyar dolar. Bu muazzam reklam bombardmanı da insanları daha fazla teşvik ediyor.

Uzmanlar, ABD’de yeni bir kültür devrimine ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor. Yemek yapmak, tavuk pişirmek, yumurta haşlamak, salata yapmak yeniden popüler bir alışkanlığa dönüştürülmeli. Bu konuda akıllı kampanya, McDonalds’ı daha sağlıklı ürünler üretmeye zorlamak değil, insanların yemek yapmaktan yeniden keyif almasını sağlamaya çalışmak.

Peki nasıl mücadele edilecek? ABD’de bu konuda değişik mücadele yöntemleri gelişiyor. Örneğin Oakland’taki People’s Grocery adlı market zinciri düşük gelirli müşterileri için özel gıda reyonları hazırlıyor artık. Los Angeles ise şehirde obezliğin yaygın olduğu semtleri, ‘fast-food restoranı açma yasak bölgesi’ ilan ediyor. FoodCorps ve Cooking Matters gibi ululsal çapta organizasyonlar, ücretsiz olarak nasıl tarım yapılabileceğini ve nasıl yemek yapılabileceğini öğretiyor. Çocuklarını ‘fast-food’ kültürüne kaptırmak istemeyen bazı ailelerin, arabayla McDonalds ve diğer fast-food restoranlarının önünden geçerken, çocuklarına restoranı yuhalattığı bile oluyor.

Ancak bu ve benzeri çabaların hepsi henüz çok az bir kesime ulaşabilmiş durumda. Detroit gıda güvenliği uzmanı Malik Yakini de kültürün değişmesi gerektiğinin altını çiziyor: Fast-food’ta yemek yerken, bakacaksın ve ne yiyorum ben böyle, bu gıda değilki, laboratuvarda üretilmiş bir madde. Bunun farkına varınca alışkanlıklarını değiştiriyorsun.

Gerçek şu ki, ‘fast-food’ sanıldığı kadar ucuz değil ve sanıldığı kadar az vakit almıyor. Ailenize ve çocuklarınıza, beslenmenin gerçek ve geleneksel yolunun en güzel yol olduğunu gösterin. Restorana giden yol değil, mutfağa giden yol bu…