Skip to content
Menu

ABD ve Kızılderililer ilişkisinin kısa tarihi

1865 yılında çekilmiş bu fotoğrafta bir grup kabile reisi bir arada.
1865 yılında çekilmiş bu fotoğrafta bir grup kabile reisi bir arada.

CEMAL TUNÇDEMİR

13 Aralık 2013

Kızılderilileri‘, kendi kuşağımdan bir çok kişi gibi filmlerde izleyerek, çizgi romanlarda okuyarak tanıdım. Yine kendi kuşağımdan bir çok kişi gibi, bu filmlerdeki negatif imajlarına rağmen pek sevdim. Hayatımda bir ‘Kızılderili’ ile şahsen ilk kez, 2000’lerin başında New York, Long Island’ta tanıştım. New York şehir merkezinin iki saat kadar doğusundaki Southampton‘daki Kızılderili Bölgesinde (Indian Reservation) tanıştığım ve pek de filmlerde gördüklerime benzemeyen yerliyle, etnik kimlikleri üzerine sohbetimiz biraz ilerleyince, Türkiye’de kendilerini nasıl adlandırdığımızı sordu? Hiç düşünmeden hemen o güne kadar çok sempati duyduğum adı söyledim: “Kızılderili“. Bir iki kez telaffuzunu tekrar etmek isteyip de başarısız olunca “Zor bir kelimeymiş. Tam olarak İngilizce karşılığı ne?” diye sordu. İşte bu isimlendirmedeki tuhaflığı da hayatımda ilk kez o an farkettim. Biraz da sıkılarak, “red skin” diye tercüme ettim. ‘Red skin’ sadece deri rengine atıf yapan ırkçı bir adlandırma olmanın yanı sıra, acı tablolarla dolu bir tarihsel ilişkiyi hatırlattığı için de sorunlu bir adlandırma.

Avrupalılar kıtaya ilk kez geldiğinde Meksika’nın kuzeyinde kalan Kuzey Amerika’da yaklaşık 10 milyon Kızılderili yaşadığı tahmin ediliyor. Bugün ABD’deki Kızılderili nüfusu(Alaska yerlileri dahil) 5.2 milyon. Yani, 1492’de yüzde 100’ü Kızılderililerden oluşan Kuzey Amerika nüfusunun bugün sadece yüzde 2’si Kızılderililerden oluşuyor. ABD’nin 50 eyaletinden 14’ünde Kızılderili nüfusu 100 binden fazla. Bu eyaletler, California, Oklahoma, Arizona, Texas, New Mexico, Washington, New York, North Carolina, Florida, Alaska, Michigan, Oregon, Colorado ve Minnesota. Alaska yüzde 20 ile en yüksek yerli oranına sahip eyalet.

Amerikan Nüfus İdaresi’ne göre, 1 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile, federal hükümetin resmen tanıdığı 566 kabileye mensup 4,5 milyon Kızılderili yaşıyor.  Orta Amerika ve Güney Amerika’da ise, yerli nüfusu ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Peki nereye gitti onca “yerli”?

Kızılderili soyunu uzunca bir süre en çok kırıma uğratan Avrupalıların eski dünyadan yanlarında getirdiği mikroplar oldu. Yüzyıllar içinde oluşan bağışıklık sistemi sebebiyle eski dünya insanları için öldürücü olmaktan çıkan, çiçek, su çiçeği, kızamık ve nezle mikropları, bunlara karşı hiçbir bağışıklık sistemi olmayan Kızılderililerin en ölümcül düşmanı oldu. “Salgın” nedir bilmediklerinden, nezle, çiçek ve kızamık bulaştığı köyü haritadan siliyordu. Bazı tarihçilere göre, bazı kabilelerin yüzde 80’i, Avrupalılarla ilk karşılaştıkları birkaç yıl içinde bu hastalıklara yakalanarak öldü.

Avrupalı yerleşimcilerce, topraklarından alışık olmadıkları iklimlere zorla göç ettirilmeleri de bir başka etken. Yüzyıllarca devasa kıtada bir birlerinden uzakta ve ilgisiz yaşayan Kızılderili kabileleri, bu göçler nedeniyle yakın komşu olmak zorunda kaldılar. Bu da sonu gelmez kabile savaşlarına yol açtı.

Beyazlarla evlilikler de (çoğunlukla beyaz erkeklerin kızılderili kadınlarla) yerli nüfusunu bitiren kayda değer bir başka etken olarak anılıyor.

Ve tahmin edileceği üzere, bir de onlara karşı uygulanan devlet şiddeti…

Keşif doktrini ile kaybedilen topraklar

ABD’nin kurulmasından sonra, federal hükümetle bazı Kızılderili kabileleri arasında 100 yıldan fazla sürecek savaşlar başladı. Günümüz Amerika’sında, Kızılderili nüfusunun neredeyse yüzde 90’ı Mississippi Nehrinin batısında yaşıyor. Bunun en önemli nedeni, 1830 yılında çıkarılan Kızılderili Tehcir Yasası (Indian Removal Act). Bu yasa, Avrupalı göçmenlere ve yerleşimcilere yer açmak bahanesiyle, Mississippi nehrinin doğusunu Kızılderililerden arındırmayı amaçlıyordu. Atlantik sahili eyaletlerindeki yaklaşık 100 bin Kızılderili zor kullanılarak ülkenin orta kesimlerine sürüldü.

1823 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi, federal hükümetin yerlilere karşı toprak politikasının temeli haline gelen ünlü içtihadını kabul etti. “Johnson v. M’Intosh” adlı dava, aynı toprağı biri o toprakların yerlisi Kızılderili kabilesinden, diğeri ise Amerikan hükümetinden satın almış iki çiftçinin hak mücadelesini içeriyordu. Temyizler sonucunda davanın önüne geldiği Yüksek Mahkeme, Kızılderililerin topraklarını yerleşimcilere satamayacaklarını, çünkü o toprakların hukuki sahibi değil sadece meskunu olduklarını ilan etti. Mahkeme, kararının gerekçesinde, hükmünü, Avrupa’nın 300 yıllık “keşif doktrinine (discovery doctrine)”, yani, “keşfettiğin toprak senindir” anlayışına, yani, bildiğimiz sömürge politikasına dayandırdığını açıkça kaydetti.

Ancak, ABD devleti 20 yıl sonra bu korkunç yaklaşımdan geri adım attı. 1851 yılında Kızılderililerin yönetimine bırakılan toprak parçaları oluşturuldu. Gerçi bu kez de, kendilerine yaşamaları için verilen toprak parçalarına yerleşmekte direnen kabilelerle bir 20 yıl daha sürecek savaşlar yaşandı.

Halen varlığını devam ettiren “Indian Reservation” denen bu alanlar, bugün eyalet yönetimlerinden bağımsız konumdalar ve doğrudan federal hükümetin İçişleri Bakanlığı Kızılderili Dairesine (Indian Affairs) bağlılar. Bu topraklarda, kimlik, ehliyet vermek, yerel vergileri toplamak ve benzeri tüm iç yetkiler, kabile yönetimlerine ait. Günümüzde ABD’de Federal hükümet tarafından resmen tanınan 325 adet ‘Indian Reservation’ var. Sadece eyalet yönetimlerince resmen tanınanlar da dahil edildiğinde ise bu bölgelerin sayısı 618’e kadar çıkıyor. 300 yıl önce kıtanın tamamının sahibi olan Kızılderililer, 9,5 milyon kilometrekarelik ABD toprağında bugün sadece 225 bin kilometrekare toprağa sahipler.

Bu Kızılderili bölgeleri, vergilerden ve eyalet yasalarından muaf oldukları için, 1980’li yıllardan itibaren kumarhane merkezleri olmaya başladı.

2010 yılı nüfus sayımına göre Kızılderili nüfusunun sadece yüzde 22’si bu özel bölgelerde yaşıyor. ABD Federal Nüfus Dairesi verilerine göre evde hala bir yerli dili konuşan Kızılderili oranı ise yüzde 21.

‘Kızılderili’den kurtulmanın zamanı mı? 

İşte bu tarihi süreçten dolayı, ‘Red Skin (kızılderili)’ adlandırmasına karşı haklı bir reaksiyon var. Nitekim son dönemde ABD’de bu adlandırma etrafında hararetli tartışma da sürüyor. Aslında ABD’de yerlilerden kamusal alanda ‘red skin’ diye bahseden, onlar hakkında bu ismi kullanan artık kimse yok. Tartışmanın odağında ise bir spor kulübü var. Amerikan Futbolu Ligi NFL takımı Washington Red Skins (Washington Kızıl Derilileri) kulübünün adı yüzünden. Ülkenin başkenti Washington DC’nin NFL’deki temsilcisi Red Skins’in adını değiştirmesi için başta Amerikalı yerliler olmak üzere bir çok kesim on yıllardır sürdürdükleri mücadeleye son aylarda yeniden hız verdi.

‘Kızılderililer’, 1992 yılında ABD Patent Dairesi bünyesindeki Ticari Marka Davaları ve Temyiz Kurulu’na(TTAB), ABD yasalarının, aşağılama, ahlaksız, skandal içeren kelimelerin marka olarak kullanılamayacağını öngördüğü gerekçesiyle başvuruda bulundular. Başvuruyu haklı bulan TTAB, 1999 yılında verdiği kararla ‘Red Skins’ marka adı tescilini iptal etti. Ancak futbol kulübü bu kararı temyize taşıdı ve Washington DC Temyiz Mahkemesi, 2003 yılında kurul kararını, usul hataları gerekçesiyle iptal ederek, kulübün ismi kullanmaya devam etmesinin yolunu açtı. Bu konuda açılan ikinci dava ise sürüyor.

Son dönemde kampanyaya tekrar hız veren ‘Kızılderililer’ ve duyarlı çevreler takımın adını ve logosunu değiştirmesi için radyo ve televizyonlara reklamlar veriyorlar, gösteri, konferans ve paneller organize ediyorlar. ABD genelinde, Red Skins adını kullanan 70 kadar da lise, üniversite takımı daha var aslında. ‘Kızılderililer’, bunu, NFL takımının gençleri kötü etkilemesinin ispatı olarak gösteriyor. Ama Washington Red Skins’in sahibi Daniel Snyder kulübün adını değiştirmemekte ısrarlı olmaya devam ediyor.

Niçin Kızılderili deniyor?

‘Red skin (kızıl derili)’ isimlendirmesinin başlama hikayesi ise görece masum aslında. Kökeni tam kesin değil. Bir teoriye göre, beyazlarla anlaşma törenlerine yüzlerini kırmızıya boyayarak geldikleri için, ilk yerleşimcilerce bu şekilde anılmışlar. İngilizce Oxford sözlüğe göre ise, bazı kabilelerin derilerinin kırmızıya çalan esmerliği sebebiyle. Ancak kesin bir şey var, bu adlandırmayı ilk kullananlar Kızılderililerin kendisiydi. Bir çok belgede Kızılderililer kendilerinden ‘kızıl derili’ ve karşılarındaki Avrupa kökenlilerden ‘beyazlar’ diye bahsediyor. Sadece İngilizce kaynaklarda değil, Fransız hakimiyeti döneminde de ‘Peau-Rouge (kızıl derili)’ isimlendirmesi içeren yığınla tarihi kayıt var.

Resmi kayıtlarda ilk kullanım kaydı ise 19’ncu yüzyıl başına ait. ABD’nin dördüncü başkanı James Madison, 1812’de ülkenin değişik yerlerinden gelmiş Kızılderili kabile reislerini kabulde şöyle konuşmuş:

‘’Kızıl evlatlarım, babanızı görmek için uzak yolddan geldiniz. Sizi buraya sağ salim ulaştırana şükrediyorum. Büyük bir adadaki 18 bölgede beyazlar ile birlikte yaşayan kızıllar, aynı ruha sahiptir. Tek fark renktir.’’

Ancak, bu konuşmayı, 19’ncu yüzyılda ‘deri rengi’ ve ‘ırk’ konusundaki algı ile günümüzdeki algının farklı olduğunu gözönünde tutarak okumak lazım. 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren bir çok yerli aktivist hareket bu isimlendirmeye karşı tepkilerini yükseltti.

Peki ‘Kızılderili’ yerine ne denmeli?

1960’lı yıllarda modern yerli hareketleri başlayınca ‘American Native (Yerli Amerikan)’ tabiri de yaygınlaşmaya başladı. Bununla beraber Birleşmiş Milletler’in de 2002’den beri kullanmaya başladığı ve Latince ‘yerli’ anlamından gelen ‘’indigenous’’ ifadesi de var. Ancak Amerikan yerlileri, genel olarak ‘American Indian’ tabirini, çok uzun süredir kullanılması ve her biri ayrı bir etnik topluluk olan kabileleri ortak adlandırması gibi gerekçelerle kabullenmiş durumdalar.

Indian‘ isimlendirmesi de aslında tarihi bir yanlış anlamanın ürünü. Kristof Kolomb, 1492 yılında Karayip denizindeki adalara ilk defa ulaştığında yola çıkış hedefine yani Hindistan’a ulaştığını sanıyordu. Hayatı boyunca da burayı Hindistan sandı. Bu nedenle de burada karşılaştığı yerlilere, Hintli anlamında “Indian” dedi. İngilizcede Amerikan yerlilerine bugün bile “Indian” denmesinin sebebi Kolomb’un yanılgısı. Bizim karayip Adaları dediğimiz ada ülkelerinin insanları bugün bile ABD’de ‘West Indies (Batı Hintlileri)’ olarak anılıyor. Doğu Hintlilerinden (Hindistan) ayrım için…

Amerika yerlilerinin genel adlandırmalarındaki yanlışlık bununla da sınırlı değil.  Kabile isimlendirmelerinde de birçok sorun var. Kıtanın yerlileriyle özdeşleştirdiğimiz birçok isim de ya Eski Dünyalılarca ya da düşman kabilelerce takılmış aşağılayıcı isimler.

Örneğin ‘Kızılderili’ denince çoğumuzun aklına gelen ilk kabilenin yani Apaçilerin asıl adı “Dine kabilesi”. Onlara Apaçi adını verenler, düşmanları Zuni kabilesi. Zuni dilinde Apaçi, “düşman” demek. “Dine” ise ‘halkımız’ demek. Dinelerin diğer kolu Navajo kabilesine ise bu ismi, düşmanları olan Pueblo kabilesi vermiş. Navajo, “hırsız, mülk işgalcisi” demek. Dakota’ları mesken tutan Lakota kabilesini ise bugün “Sioux” ya da “Siyu” diye anıyoruz. Lakota, halkımız demek. Sioux ise, “yılan” demek ve Fransızlar onlara bu ismi verdi. Yine örneğin bizim “Eskimo” dediğimiz Alaska yerlileri de kendini “Inuit” olarak adlandırıyor. Inuit, kabile dilinde ‘halkımız’ demek. “Çiğ et yiyen” anlamındaki eskimo adını onlara veren ise, düşmanları Cree kabilesi.

Kızılderililerin Amerikan topografyasında bıraktıkları iz ise bugünkü nüfuslarının çok üzerinde bir görünüme sahip. Örneğin ülkenin 50 eyaletinden 26’sının adı Kızılderili kabile dillerinden geliyor. Mesela, Texas, Caddo dilinde ‘arkadaş’ demek. Ohio, Seneca dilinde güzel nehir anlamına geliyor. Michigan, Ottowa kabile dilinde ‘büyük su’ anlamına gelen isimden bugünkü haline evrilmiş. Mississippi,  Algonquian dilinde ‘büyük nehir’ ve Massachusetts de, yine  Algonquian dilde ‘büyük tepenin yanı’ demek. Malibu’dan (Bitmez tükenmez dalga sesi) Manhattan’a (çok tepeli ada), Miami’den (nehrin aşağısı), Chicago’ya (yaban soğanı tarlası) ve Seattle’a (bir reis adı) kadar çok sayıda şehrin, dağın, nehirin adı Kızılderili dillerinden geliyor.

Haklı olarak diyeceksiniz ki, ”hem ‘Kızılderili’ adlandırmasının yanlışlığına dikkat çekiyorsun hem bütün yazı boyunca ‘Kızılderili’ demişsin”. Yıllar içinde ‘Kızılderili’ye oluşan sempati ve alışkanlık, bu isimlendirmeyi bir anda bırakmayı zor hale getiriyor. Ancak artık Türkçe’yi de ‘Kızılderili’den temizlemenin vaktidir. Bu adlandırmaya olumsuz bir anlam yüklemek bir yana pozitif bile bulsak da, bu şekilde adlandırma sonuçta o toplumu rencide ediyor. Bu şekilde isimlendirilmemek onların isteği.

Kızılderililerin çok önemli bir isteği daha var. Bir kaç yıl önce New York’ta katıldığımız bir etkinlikte gösteri yapan bir Kızılderili folklor grubunun lideri şu ricada bulunmuştu:

‘’Bizi görünce hemen herkes hemen elinin içiyle ağzını kapatarak ‘lu lu lu lu..’ yapıyor. Nedir anlamıyoruz. Bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi yok. Yapmayın.’’