Skip to content
Menu

Baltimore’un karanlık tarafı

baltimore

CEMAL TUNÇDEMİR

30 Nisan 2015

Birçok Amerikan şehrinin öyküsü, ‘iki şehrin öyküsü’dür. Bunlardan biri olan Baltimore’da da iki şehir var. Birincisi, John Hopkins Üniversitesinin, sanat müzesinin, özel okulların, elit semtlerin etraflarındaki sokak ve caddelerle yer aldığı ‘şirin Baltimore’.

Diğeri, Freddie Gray’ın yaşayıp, polis otosunun arkasında ‘kendi kendine omurgasını kırıp öldüğü‘ diğer Baltimore. Günümüz Baltimore nüfusunun nerdeyse üçte ikisi Baltimore’un karanlık tarafında ve yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Freddie Gray’ın polis otosunda öldürülmesinden sonra pazartesi günü isyanın ilk başladığı bölgede resmi işsizlik oranı yüzde 20. Bu yakada her iki lise öğrencisinden biri liseyi bile bitiremiyor. Baltimore’da bir yaşından küçük siyah bebeklerin ölüm oranı, beyaz bebeklerin ölüm oranının yaklaşık 10 katı.

Beyaz ve nezih Roland Park ile siyah ve damgalı Mondawmin arasında sadece birkaç kilometre mesafe var ama bu iki semtin ortalama ömür süreleri arasında 20 yıl fark var. Roland Park’taki çocuk, bölgedeki sayısız özel okulda dünya standartlarında eğitim alırken, Baltimore’un karanlık yakasındaki çocuğun, asla böyle bir şansı yok. Eğitimin, bir çocuğun bu fasit daireden çıkabilmesinin tek yolu olduğu düşünüldüğünde, on binlerce gencin nasıl bir çaresizliğe mahkum olduğu daha iyi anlaşılır.

Gilmor Homes, Freddie Gray’ın vahşi bir şekilde gözaltına alındığı semt, Baltimore’un en yoğun polis varlığı olan bölgesi. Burada, devlet, ne sağlık, ne eğitim ne de sosyal yardım anlamına geliyor… Gilmore Homes gettosunda devlet, sadece Baltimore Polis Teşkilatından ibaret. Bu bölgede görev yapan polislerin de önemli bir kısmı, hukuka bağlı bir asayiş personelinden çok, işgal ordusu psikolojisine sahip.

Siyah gettoların nasıl oluştuğunun öyküsünü daha önce özetlemeye çalışmıştım. Baltimore, bu şehirlerden sadece biri. Siyah Cleveland’ın yüzde 35’i, ondan daha siyah Detroit’in yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. ABD’nin federal başkenti Washington DC’de bile şehrin bir yarısında işsizlik oranı yüzde 5.4 iken karanlık yakasında yüzde 16.5. Ferguson olaylarıyla gündeme gelen St Louis de öyle… Son 60 yılda defalarca yağma ve isyanlara sahne olmuş Chicago ve New York‘ta da böyle…

Bu şehirlerin atmosferleri, ağır eşitsizliğin, yoksulluğun, çaresizliğin saldığı gazla dolu ve bir kıvılcıma bakıyor. Baltimore’da bu kez kıvılcımın adı Freddie Gray’dı. 12 Nisan’da polis tarafından gözaltına alındıktan bir saat sonra, ‘gizemli şekilde’ komalık olan Gray’ın nasıl öldüğünün, birkaç saatlik bir soruşturma ile pekala aydınlatılabileceği halde resmi bir açıklaması haftalar sonra bile hala yok. Çünkü Maryland eyaleti, dünyadaki benzeri birçok sorumsuz devlet otoritesi gibi, yetkilerini acımasızca istismar eden polisleri korumayı, o yasadışı şiddetin mağduru olan bir vatandaşının yaşamını korumaya önceliyor. Olayı gerçekten aydınlatmaya değil, bu tür yönetimlerin hep yaptığı gibi ‘inceleme başlattık’ klişesiyle zamana yayıp polislerini kurtarmaya çalışıyor. Bu ne ilk ne de son vukuatları…

Atlantik dergisinin Baltimore’lu yazarı Ta-Nehisi Coates, şehir yönetiminin, polisin uyguladığı vahşeti, hukuk mercilerinden saklayabilmek için harcadığı parayla yıllık 30 çocuk parkı, oyun sahası, sanat merkezi yapılabileceğine dikkat çekiyor.

Baltimore’un protestoların başladığı karanlık yakasının sakinlerinin ise, Gray’ın neden öldüğünü bilmek için resmi bir açıklamaya ihtiyacı yok. Keyfi polis şiddeti onların günlük rutinleri. Gray’ın omurgasının neden kırıldığını bilebilecek kişisel deneyime sahip birçoğu.

İşte yasal görevini, ‘barışçıl’ ve ‘şiddetsiz’ yerine getirmek için bırak çabayı en ufak bir niyet bile sergilemeyen Baltimore otoritesinin, Baltimore’lu yağmacı gençlere ‘şiddetten uzak durun’, ‘derdinizi barışçıl anlatın’ haklı çağrılarının protestocular üzerinde tam tersi bir etki doğurması bu ikiyüzlülüklerinden…

Polis memurları, 12 Nisan’da ”polisle göz göze geldikten sonra yolunu değiştirip aksi yönde gitmesi” gerekçesiyle durdurdukları 25 yaşındaki Gray’ın üstünde bir sustalı çakı buldu. Bunun üzerine sert şekilde dengesizce yere yatırıp şiddet uygulayarak ellerini bağladılar. Görgü tanıkları, Gray’ın yüzüstü yerdeyken nasıl boyun ve ayaklarının ters yönde kıvrılarak ‘katlandığını’ ürpertici şekilde aktarıyor. Gray’ın acıdan inlemelerine aldırmadan tutuklayıp polis arabasının arkasına attılar. Bu sırada defalarca sağlık yardımı istemesini ciddiye bile almadılar. Yarım saat sonra, ellerinde kalacağını anlayınca hastaneye götürdüklerine omurgası ciddi şekilde zarar görmüş, felçli ve komalı bir yarı cesetti artık. Bu halde bir hafta hayatta kaldıktan sonra 19 Nisan günü öldü.

Bütün bu acımasızlığı yapan polis memurlarına bin dereden mazeret uydurmaya çalışan bir yasal otorite, her hangi bir günde, Freddie Gray olmaya bir polis şüphesi uzaklıktaki öfkeli grubun, ‘derdini şiddetsiz savunmamasından’ yakınıyor. Bu ikiyüzlülüğü sürdüren bazı medya organları, polise taş atan oğlunu tokatlayan anneyi kahraman ilan ederken, bir başka annenin 25 yaşındaki oğlunu öldüren polisine tokat bile atamayan otoriteyi görmezden gelebiliyor.

Baltimore Polis Birliği’nin başkanı, olaysız sona eren ilk protestolara katılanları, ‘linç çetelerine benziyorlar‘ diye niteleyebildi. ‘Linç’ kelimesinin her siyahi Amerikalının bilinçaltında nasıl bir çağrışıma sahip olduğundan habersiz olamazdı bu polis şefi. New York Times gazetesinden Charles Blow’a göre bazı gençleri barışçıl protestolardan koparak şiddet olaylarına yönlendiren de bu söz oldu.

Baltimore şehir yönetimi, dünyadaki birçok sorumsuz ve ahlaksız otorite gibi, olayların ‘dışarıdan gelen ajitatör ve provokatörlerce tırmandırıldığını‘ iddia etme kolaycılığına sığındı. Baltimore’daki siyahların yaşamlarından mutlu olduğu ve hiçbir rahatsızlıkları olmadığını ima eden bir sahtekarlıktı bu. Bu iddianın acı ironisi şu ki, Baltimore Polis Teşkilatı’ndaki polislerin yüzde 70’i Baltimore dışında yaşıyor. Onlar hergün şehre dışarıdan geliyor ve büyük çoğunluğu beyazlardan oluşuyor. Bununla beraber son olaylarda yaralanan, tutuklanan göstericiler arasında Baltimore’da yaşamayan tek bir kişi bile yok.

Polislerin hergün uyguladığı keyfi ve orantısız şiddete en ufak itirazı olmayanların, yasal kılıflı ahlaksız ve yer yer ırkçı bir şiddeti meşru görenlerin, şiddetsizlik çağrıları, şiddetsiz bir toplum hedefine en büyük ihanete dönüşüyor. Gelir ve fırsat eşitsizliklerinin yarattığı bunalımlara çare aramaktan kaçınan, sırf deri renginden dolayı, aksini ispat edinceye kadar kriminal görülmenin ne demek olduğunu anlamak istemeyen bu bayağı ikiyüzlülük, sonu gelmez bir kısır döngü yaratıyor ABD’de… Bir şehirdeki isyanı bir başka şehirdeki takip ediyor.

Bu gerçekleri dile getirmek, Baltimore’da oluşan şiddeti onaylama anlamına gelmiyor. Bir orman yangını ne kadar akıllı veya haklı bir savunma şekliyse şiddet de o kadar akıllıca bir savunma yöntemi. Zaten Baltimore’da bunu savunan da yok. Nitekim Gray’ın cenazesine de, ilk günlerdeki protesto gösterilerine de binlerce kişi katıldı. ‘Yaşamsal’ bir aciliyeti haykırmaya çalıştılar.

Ama maalesef, Ferguson protestolarından beri sloganları olan ‘Siyahın canı da candır (BlackLivesMatter)’ bile kamuoyu vicdanını, kırılan  dükkan ve polis arabası camları kadar harekete geçirmeye yetmedi. Onları duyan olmadı. Baltimore’daki polis şiddeti ve bu protesto gösterileri günlerce iç sayfa detay haberi olduktan sonra, Salı günü konu manşetlere çıktı. Ama manşetlere olayın öncesi yani ırkçı polis şiddeti ve bunu protesto eden binlerce kişi değil, bir AVM, bir alkollü içki dükkanı ve bir eczaneyi yağmalayan, çoğu 20 yaşından genç birkaç yüz yağmacının fotoğrafları çıktı. Baltimore’un bu karanlık çaresizlik girdabından birkaç yüz yağmacının çıkabilmesinden dehşete düşmüştü ‘duyarlı’ kamuoyu. Haberlerde, şiddet ve yağma yapan grubun, barışçıl protestocuların yanında çok küçük bir azınlık kaldığına bile doğru dürüst dikkat çekilmiyor.

Bir grubun yağma fotoğrafları, polisin, kendisine dönük haklı protestolara karşı mağduru oynamasına ailet ediliyor. Bütün siyahlara karşı şiddet kültürünü, ayrımcılığını meşrulaştırması için yeni bir vesileye dönüşüyor. Tıpkı, dünyanın dört bir tarafındaki ahlaksız ve vicdansız otoritelerin, muhabirlerini apar topar Baltimore’a gönderip, bakın ABD’de de devlet gösterilere bu şekilde müdahale ediyor diyerek kendi ülkelerindeki ahlaksızlıklarını meşrulaştırması, kendilerine muhalefeti, o birkaç yüz yağmacının davranışlarına benzetmesi şarlantanlığı gibi…

Bu küresel ahlaksızlarla, Amerika’daki ‘bu siyahların kültürü böyle, polis ne yapsın, fırsat vermeyeceksin’ diye söylenen ırkçı beyazları ve devlet bütçesinden yüz milyarlarca dolar batık şirketlere peşkeş çekilirken alkışlayıp, birkaç dükkanın yağmalanmasından dehşete düşen ana akım medya naivliğini birleştiren şey, işte bu: Baltimore’u basit bir ‘vandallık’ öyküsüne indirgeyip, ahlaksız ve hukuksuz bir işleyişi sürdürmek.

Bir grup yağmacı ile polis arasındaki çatışmalardan çok çok daha fazlası var Baltimore’un öyküsünde… Sona ereceğine dair hiçbir emare olmayan sorumsuz, orantısız ve ayrımcı bir polis şiddeti var. Gettolarda eşitsizliğe, çaresizliğe, kurtulması imkansız bir siyahlığa mahkum yüzbinlerce yaşam var.

Baltimore’un görmediğimiz, gösterilmeyen karanlık tarafı çok şey anlatıyor. Tabii ki içtenlikle bakana… İçtenlikle anlamak isteyene…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz