Skip to content
Menu

Devlet düşmanı sanatçı ve yazarlar

rek-media

CEMAL TUNÇDEMİR
29 Ağustos 2015

8 Mart 1971 gecesi bütün Amerika’nın Muhammed Ali ile Joe Frazier arasındaki dünya ağır sıklet boks şampiyonluk maçına kilitlendiği dakikalarda, çoğu akademisyen 8 Amerikalı sıradan yurttaş, FBI’ın bir teşkilat ofisinin kapısına gizlice geldiler.

Kendilerini ‘’Vatandaşın FBI’ı Soruşturma Komisyonu’’ diye anacak bu grubun üyesi sekiz aktivist de, Amerikan tarihinin, devlet gücünün suistimaline karşı en etkili vatandaş direnişini gerçekleştirmek üzere olduklarının farkında değildiler.

Boks maçı devam ederken, Philadelphia’nın 20 kilometre batısında Media banliyösündeki FBI ofisine gizlice girerek, FBI’ın karanlık tarafını ülkenin gözleri önüne serecek 1000 kadar belgeyi çaldılar. Eylem günü itibarı ile 47 yıldır FBI’ı yöneten J. Edgar Hoover, devlet içinde devlet haline gelmiş ama buna rağmen hala politikacılar ve kamuoyunda saygı gören bir isimdi. Bu saygıdeğer devlet büyüğü hakkında ‘Bildiğiniz gibi biri değil’ diye uyarmaya çalışanlar ‘marjinal solcular’ olduğu için kimse dikkate almıyordu.

Bu sekiz aktivistin el koyduğu belgeler, FBI ve Hoover’ın 1924 yılından beri oluşturduğu imajı sarsacak gerçekleri içeriyordu. Media Belgeleri olarak tarihe geçecek belgeler, iki ayrı FBI olduğunu gözler önüne seriyordu.

Birincisi, Amerikan kamuoyuna görünen haliyle, Amerikan halkını suçlulardan koruyan, vatandaşın ve özgürlüklerinin koruyucusu milli FBI’dı… İkincisi, Media aktivistleri ifşa edene kadar, sadece kurum içindeki bazı yetkililerin görebildiği FBI’dı.

Aktivistlerin ele geçirdiği gizli belgelerde, sivil topluma yasalarla verilen veya verilecek özgürlükleri torpillemeye çalışan; sanatçıları, aydınları, yazarları, politikacıları takip ve taciz eden, fişleyen; siyahların tamamını ülkeye ve topluma potansiyel tehdit gören; tehdit gördüklerine karşı illegal şiddeti gerekli gören bir FBI vardı. Devletin ajanlarına, sokaktakinden bakanlıklardakine kadar insanların yatak odalarını gözetleme, açıklarını bulma talimatları veren bir FBI vardı. Muhalifleri korkutup, aykırı sesleri bastırmaya çalışan bir FBI’dı bu…

Örneğin aktivistlerin elde ettikleri ve bizzat Hoover’ın imzasını taşıyan bir belgede, o dönemdeki bütün Vietnam Savaşı karşıtlarına bir şekilde ulaşılıp, bu muhaliflerde, ‘her posta kutusunun arkasında FBI var ve sizi takip ediyor’ paranoyası oluşturmaları talimatı vardı.

FBI’ın arşivindeki belgelerin sadece yüzde 1’i kurumun yasal varlık sebebi olan organize suçlarla mücadeleye aitti. Geri kalan yüzde 99, hiçbir suça bulaşmasalar da muhalif kişi ve derneklerin yasadışı takip ve fişlemeleri ile kamuoyu algısı oluşturulmasına ait belgelerdi.

Ele geçirdikler belgeler çok ciddiydi ve bu sekiz aktivist bunların ciddiyetini hemen anlayabilecek donanımdaydı. Bu nedenle, eylemlerinden bir hafta sonra belgeleri gazetelere anonim imzayla postalamadan hemen önce, hiçbir kimse ile eylemlerini konuşmayacakları ve kimliklerini ifşa etmeyecekleri üzerine birbirlerine söz verdiler.

Gazeteci Betty Medsger’in 2014 yılında yayınlanan ‘The Burglary’ adlı kitabına kadar da sözlerinde durdular. Tam 43 yıl kimse o aktivistlerin kim olduğunu öğrenemedi. FBI da, binaya kimlerin girip gizli belgeleri çaldığına ilişkin soruşturmasını hiçbir isim tespit edemeden 1976 yılında kapatmak zorunda kaldı.

Amerika, bu sekiz aktivistin bazılarının kimliğini nihayet 2014 yılında öğrendiğinde ise yeni bir şok daha yaşayacaktı. Belgeleri çalanlar ne profesyonel eylemci, ne de marjinal gruplara üye insanlardı. Haverford Üniversitesinin ılımlı karakteriyle sevilen fizik profesörü William Davidon’un liderliğindeki çoğu akademisyen sıradan orta sınıf yurttaşlardan oluşan bir gruptu bu. Davidon, Medya Belgelerini çalan grubun liderinin o olduğu ortaya çıkmadan bir kaç ay önce, 8 Kasım 2013 günü 86 yaşında ölmüştü. Keith Forsyth, 2017 yılı Kasım ayında ölen ilahiyat profesörü John C. Raines ve akademisyen eşi Bonnie Raines kendilerini ifşa eden diğer üyeler oldu. Grubun iki üyesi hala isimlerini ifşa etmeyi kabul etmiş değil. “Susan Smith” ve “Ron Durst” takma adları ile yazar Medsger’e röportaj verdiler. Grubun üyelerinden Judi Feingold‘un ise eylemden sonra gördüğü belgelerden dehşete düşerek ABD’den yurt dışına kaçtığı ve 43 yıl boyunca arkadaşlarıyla bile iletişimini kopardığı anlaşıldı. Feingold, arkadaşlarının kendi kimliklerini ifşa edeceğini öğrenince 2013 yılında Medsger’e ulaştı ve yazara kendi kimliğini ifşa etti.

Bilim insanı olmanın karakter haline getirdiği ‘delil bulma’ motivasyonuyla hareket eden sekiz aktivist, Hoover’ın bürokrasi ve evrak saplantısını bildikleri için Media’daki FBI ofisine gizlice girerken, Hoover’ın yasadışılıklarını ispatlayacak nitelikte bir kaç belge bulabilecekleri umudundaydılar. Çok çok daha fazlasıyla karşılaştılar. Gördükleri belgeler, onlara daha binadayken, ‘Evreka’’ diye çığlık attırmıştı.

Eylem, sabah saatlerinde Reuters haber ajansına telefonla, Vatandaşın FBI’ı Soruşturma Komisyonu adına yapılan bir açıklama ile duyuruldu. Bu açıklamada, Amerikan vatandaşlarına karşı çok ciddi suçlara ilişkin belgeler ele geçirildiği belirtilerek, ”Biz, demokrasiye ve demokratik topluma yönelik bu tahribatın, sadece bazı liderlerin kişisel kötülüğünün, egoizminin ve zaafiyetlerinin sonucu olduğuna inanmıyoruz. Bu yıkım, demokratik olmayan sosyal, ekonomik ve politik kurumsallığın bir sonucudur” denildi. Eyleme karısı ile katılan Temple Üniversitesi din profesörü John Raines, 43 yıl sonra, Reuters’a o telefonu, eylemden dönerken sabah saatlerinde bir ankesörlü telefon kulübesinden açtıklarını ifşa edecekti.

Sekiz aktivist, 9 Mart sabahı hemen belgelerin fotokopilerini çekip, gazetelere ve o sırada Demokrat Partide başkan adaylığı mücadelesi veren senatör George McGovern‘a gönderdiler. Dönemin ABD Adalet Bakanı John Mitchell, apar topar yayınladığı basın açıklamasında belgelerin ABD’nin istihbarat kapasitesine zarar vereceğini savunarak, kimlere bu belgeler ulaştırıldıysa derhal FBI’a geri iade etmeleri çağrısı yaptı. Gazetelerin bir kısmı ellerine ulaşan belgeleri FBI’a iade etti. Senatör McGovern da belgeleri FBI’a iade edenler arasındaydı. Çoğu gazete okurlarına, ellerine böylesi belgeler ulaştığından bile bahsetmedi. Bir gazete hariç…

Ben Bradlee yönetimindeki Washington Post bu belgelerle ilgili haberler yayınlayıp, açıklama talep etmeye başladı. Washington Post’ta o gün bu belgelerin haberini yapan muhabir, grubun ismini 43 yıl sonra kitabında dünyaya açıklayacak gazeteci Betty Medsger’dı. Diğer gazeteler de ondan aldıkları cesaretle haberi yayınlayınca kamuoyu oluştu ve ABD Kongresi kamuoyu baskısıyla harekete geçti. Media Belgeleri sonradan, tarihinde ilk kez FBI hakkında Kongre soruşturması açılmasına sebep oldu. 1975 yılında açılan bu soruşturma sonucunda, ABD’de FBI dahil tüm istihbarat ve güvenlik kurumlarının her faaliyetini, Amerikan halkı adına sürekli denetleme gücüne sahip iki Kongre komitesi kuruldu.

Media aktivistlerinin çaldığı belgeler, FBI’ın aydınları, muhalefeti ve sivil toplumu hedef alan çok gizli bir programı olduğunu da ilk kez deşifre etti.  FBI’ın yüzlerce yazar, sanatçı ve aydını takibe aldığı, yerli politik organizasyonları, aktivist hareketleri, sosyal grupları itibarsızlaştırmak için uyguladığı programın adı, ‘Counter Intellligence Program‘ın kısaltması olarak ‘COINTELPRO’ydu.

Sözde ‘ırkçı terörizm’ ve ‘terör’ gruplarıyla mücadele gerekçesiyle başlatılan programın asıl hedefi ise bütün sivil toplum ve muhalefetti. Bir numaralı hedef ise Martin Luther King gibi isimlerin başını çektiği ‘Sivil Haklar Hareketi’ydi. Programın kağıt üstündeki gerekçesi dış güçlere karşı ‘ulusal güvenlik’ti ama takip ve taciz edilen aydınların, hareketlerin tek bir tanesi bile yabancı değildi.

1972 yılında ölünceye kadar FBI’ı 48 yıl boyunca paranoyak bir zihin yapısı ve kirli yöntemlerle yöneten Edgar Hoover, 1963’teki Washington DC yürüyüşünden sonra Martin Luther King’i, ‘’gelecekte ulusumuzu tehdit edecek en tehlikeli zenci’’ diye fişleyecekti. Washington Post’un bir haberine göre FBI en azından bir kez King’e ‘intihar et’ mesajı göndermişti. Tarihçi Taylor Branch’ın kaydettiğine göre, King’e, FBI tarafından, anonim olarak 21 Kasım 1964 günü gönderilen ‘intihar paketi’nde, King’in özel hayat ilişkilerine ait bazı belgeler ile, ‘’Bundan tek çıkış yolun var. Kirli, sahtekar kişiliğin ulusa ifşa edilmeden önce sen kendi canını al kurtul’’ notu yer alıyordu. COINTELPRO programının sadece karakter suikastı değil doğrudan cana kast yetkilendirmeleri yaptığı da çok sonradan ortaya çıktı.

Sekiz akademisyenin büyük cesaret sergilediği 1971 yılına kadar kamuoyunun bu programdan haberi yoktu. Onların çaldığı belgelerin tetiklediği Kongre soruşturması, FBI’ın arşivinde yüzlerce sanatçı aydın hakkında tutulan dosyaları da gün yüzüne çıkardı.

ABD’nin 20’nci yüzyıldaki en önemli yazarlarından biri olan James Baldwin’in dosyası tam 1884 sayfaydı. Richard Wright’ın dosyası 276 sayfa, Truman Capote’ninki 110 sayfaydı. Henry Miller’dan John Lennon’a kadar herkesin dosyası vardı.

20’nci yüzyıldaki en önemli Afrikan-Amerikan aydınlarından biri olan James Baldwin, politikayla bütün bağını ‘tanıklık’ olarak nitelemişti. Ancak, kendisine ‘devlet’ diyen bir devlet içi odak, onu ‘devlet düşmanı’ olarak görüyordu. Temmuz ayında raflarda yerini alan All Those Strangers adlı biyografide yayınlanan belgelere göre, Baldwin, her adımında FBI tarafından takip edilmiş, taciz edilmiş ve hatta sansür edilmiş. Biyografinin yazarı, araştırmacı Douglas Field, 1884 sayfalık FBI dosyasını sayfa sayfa incelediğinde, Baldwin’in telefonlarının dinlendiğini, Fransa, İngiltere ve İtalya gezilerinde bile ajanların oto pazarlamacı veya yayıncı kılığında onu adım adım takip etmeye devam ettiğini görmüş.  8 Mart 1971 gecesine kadar kimse bunun farkında değildi.

James Baldwin’in biyografisini yazan Feild’in FBI belgeleri içinde farkettiği en çarpıcı detaylardan biri de, FBI’ın dosyasında Baldwin’in yaşamıyla ilgili en temel bilgilerin bile yanlışlıklarla dolu olmasıydı. Örneğin bir belgede siyahi Baldwin, ‘beyaz, 20’li yaşlarında, 1.85 boyunda’ tarif edilmişti. Bir başka belgede, “Go Tell It to the Mountains” ve “Another World” romanlarının yazarı olarak fişlenmişti. Oysa Baldwin’in ilk ve üçüncü romanlarının gerçek adları, ‘Go Tell It On The Mountain’ ve ‘Another Country’ şeklindeydi.

Baldwin, kendi döneminin en önde gelen romancılarından biri, deneme yazarı ve eleştirmeniydi.

Peki, koca bir devlet kurumunu bir roman yazarının peşine takan neydi?

Deri rengi siyahtı, cinsel kimliği belirsizdi, politik olarak sola eğilimliydi ve en önemlisi sivil haklar hareketine destek veriyordu. İşte Baldwin’in bütün ‘devlet düşmanlığı’ bu dört özelliğinde gizliydi. Devlete bir şekilde hakim olmuş Hooverian paranoya için bunlar ‘devlet düşmanlığı’ için yeter de artardı. Baldwin, FBI’ın kendisini çıldırmışcasına takip ettiğinin farkındaydı. Bir defasında Edgar Hoover için, ‘’tarihin en yüksek maaşlı röntgencisi’’ diye yazacaktı.

FBI’ın hedefindeki isimlerden biri ise efsane komedyen George Carlin’di. Dosyası, mesleğinde küresel bir marka olan Carlin’in devletin gözünde bir ‘terörist’ olarak görüldüğünü gösteriyor. Oysa Carlin yaşamının hiçbir döneminde şiddete olumlu bakmadı, bir araç olarak görmedi. Onu kendisine ‘devlet’ diyen bu hastalığın gözünde ‘terörist’ yapan tek şey keskin diliydi. Devlet politikalarını, sistemi her fırsatta etkileyici şekilde eleştiriyordu. Carlin’in, FBI’ın radarına ilk kez girme şekli ise onun mizahına uygundu. 1969 yılında katıldığı bir televizyon programında Hoover ile ilgili bir şaka yapmıştı. Bu şaka, FBI’ın onu da takibe almasına yetmişti. Fişleme notuna göre, ‘Carlin, Büro ve onun direktörünü satirik şekilde bahse konu” etmişti. Dahası, Carlin’in konuk olduğu bu programdan sonra sunucuya ve kanala gönderilen çok sayıdaki protesto içerikli seyirci mektubu da aslında FBI ajanlarınca yazılmıştı.

O karanlık dönemde, FBI’ın raporları, fişlemeleri ve engellemeleri nedeniyle çok sayıda aktör sahne bulmakta, çok sayıda yazar yayıncı bulmakta, çok sayıda müzisyen konser salonu bulmakta zorluklar yaşadı. Ama o yazar ve sanatçıların tamamının adı bugün büyük bir saygıyla anılıyor. Hoover’ın bir numaralı devlet düşmanı ilan ettiği Martin Luther King Jr, bugünkü ABD’de İsa, Kolomb ve George Washington ile beraber doğum günü ulusal resmi bayram olan dört kişiden biri. Hoover’ın adı ise, tetikçileri ve destekçileri ise tarihin çöplüğünde, Amerikan tarihinin utanç galerisinde sergileniyor…

Yazar Hannah Gold, FBI’ın Baldwin dosyasını, ‘’Devlet tarafından yazılmış çoğu kurgusal uzun ve berbat bir roman’’ diye nitelendiriyor. Kimsenin okumak bile istemeyeceği bir utanç dosyası. James Baldwin’in adı ve eserleri, bugün devlet okullarının ders kitaplarında öğretiliyor.

Yazardan, aydından, sanatçıdan devlet düşmanı olmaz. Devletin en büyük düşmanı, kendi içindedir. Her zaman.

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz

Bu kış komünizm gelecek mi?