Skip to content
Menu

Trump neden göçmenlerden ‘böcek’ veya ‘hayvan’ diye bahsediyor?

AMERİKA BÜLTENİ (20 Haziran 2018)

Donald Trump’ın ‘sıfır tolerans’ politikasıyla Mayıs ayından itibaren ABD tarihinde nadir görülen bir düzeye taşıdığı kaçak göçmenlerle mücadele politikasında en fazla tartışma yaratan konulardan biri de ABD başkanının, göçmenlerden bahsederken kullandığı dil.

Örneğin Trump, Salı günü attığı Tweet’te, ‘’Asıl problem Demokratlar‘’ diye yazarak ekledi; ‘’Suçlar umurunda değil ve kaçak göçmenlerin gelmesini istiyorlar. Ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, ülkemizi istila ederlerse etsinler umurlarında değil’’. Trump’ın Tweetinde kullandığı ‘infest’ sözcüğü, insanların istilası için kullanılan bir tabir değil. Fare, böcek, tahtakurusu, parazit istilası gibi durumlarda kullanılan bir sözcük.

Bu tek örnek değil.

Trump, Orta Amerika ülkelerindeki mafyatik veya ekonomik koşullardan kaçan bu insanların ‘insan’ görülmemesi gerektiğini sıkça belirtiyor. Nerdeyse tamamı Amerikan yurttaşlarından oluşan birkaç sokak çetesinin adını vererek, sanki bu çetelerle mücadele ediyormuş imajı oluşturmaya çalışıyor. Yerel polisin kaçak göçmenleri yakalayıp federal göçmenlik dairesine teslim etmeyi reddettiği için ‘sığınak şehirler’ olarak anılan şehirler için de ‘suç istilası’ altında şehirler olduğunu söylerken yine ‘infest’ sözcüğünü kullanacaktı. Nisan ayındaki bir Tweetinde bu göçmenlerin bulundukları yerlerde ‘üremeleri’nden duyduğu endişeyi dile getirdi.

New Republic dergisi, Trump’ın bu dilin ilk yaratıcısı olmadığına dikkat çekiyor. Modern tarih, bir sosyal kesimi ezmek veya yok etmek isteyen otoritelerin, bu uygulamalarına karşı kendi tabanlarında oluşabilecek reaksiyonu azaltmak için, söz konusu kesimi, ‘istilacı hayvan’, ‘parazit’, ‘virüs’ gibi insanlıkdışılaştıran yaftalamalarının örnekleriyle dolu. Bu uygulamalar ‘Holokost’ gibi en aşırı örneklerinde soykırımlara kadar uzayabiliyor.

Michigan Eyalet Üniversitesi iletişim profesörü William Donohue, New Republic dergisine yaptığı açıklamada Trump’ın kullandığı dili yorumlarken, ‘’Soykırımların en ortak noktalarından biri, uygulamasını sosyal tabanının gözünde meşrulaştırmadır. Bu kadar kitlesel ölçekte insan öldürebilmek için, yeterince insanın, bu yapılanı onaylaması gerek. Yani her türlü soykırım bu şekilde bir meşrulaştırma süreciyle başlar’’ dedi. Donohue, Ruanda’da 1994 yılında meydana gelen soykırım öncesinde kullanılan dil ile ilgili araştırmalarıyla biliniyor.

Soykırımın liderlerinden Hutu politikacı Leon Mugesera, soykırıma giden yoldaki en önemli konuşmalardan birinde, Tutsileri, ‘kirli böcekler’ olarak nitelendirecekti. 1992’deki konuşmasında, ‘hamam böcekleri’ dediği Tutsilerin, defolup Etiyopya’ya geri gitmesi gerektiğini söyleyecekti. Hutu radyolar iki yıl boyunca Tutsiler hakkında sürekli olarak,  onların insan olduğunu unutturan, böcek veya hamaböceği ifadelerini kullandılar. Daha sonra soykırımı soruşturan insan hakları yüksek konseyi ve Donohue’ya göre, 1994 Nisan’ın da yüzbinlerce Tutsi’nin görüldükleri yerde kolayca kesilerek öldürülmelerinde onları insanlıkdışılaştıran bu dil önemli rol oynadı.

Trump yönetimi veya göçmenlik karşıtlarının, kaçak göçmenlerin öldürülmesi gibi bir talebi yok. Ancak Donohue’ye göre ‘böcek istilası’, ‘mikrop’ gibi nitelemelerin politik bir bağlamı var;

‘’Bir grup hakkında bu metaforları kullandığınız her zaman, bu gruba acıma veya merhamet duyulmamasını sağlamayı amaçlarsınız. İnsanlar da bu insanların merhameti haketmediklerini düşünür. Bu o gruptaki insanları bir tür nesneleştirmedir’’.

Ülkeye kaçak girmeye çalışırken yakalanan insanların kitlesel şekilde kafeslerde veya çocuk yaştakilerin ‘çocuk bakımevleri’nde hapsedilerek uzun süre tutulmaları da, politikayı eleştirenlerce Hitler dönemi ile kurulan bir başka benzerlik. Nitekim California Senatörü Dianne Feinstein, ‘’Burası Amerika Birleşik Devletleri, Nazi Almanyası değil’’ tepkisinde bulundu.

Uzun Bir Gece; Toplama Kamplarının Küresel Tarihi’ kitabının yazarı Andrea Pitzer, ise dergiye yaptığı açıklamada, göçmen kampları ile Nazi Almanyasındaki toplama kampları arasında benzerliğin çok da uygunsuz olmayacağını belirtiyor: ‘’Çokça unutulan gerçek şu ki, Nazi hükümetinin Yahudileri kitlesel olarak tutuklamaya başlamasıyla, toplama kampı sistemini kurması arasında beş yıl var. Bu beş yılda, Yahudilerin vatandaşlıklarını elinden alan, iş bulmalarını veya kamu hizmetlerinden yararlanmalarını imkansız hale getiren yasala düzenlemeler yapmakla meşguldüler.”  

Antisemitik politikalara toplumsal zemin kazanmak için de Nazi rejimi propagandayı yoğun şekilde kullandı. Aryan ırkından beyaz Alman aileler, malları ve canlarıyla tehdit altındaymış gibi sunuldu. Yahudiler ise sürekli, ‘fareler, domuzlar, böcekler’ gibi hayvan terminolojisi ile isimlendirildi. 1940 tarihli ‘Sonsuza kadar Yahudi’ adlı Nazi propaganda filminde, Yahudilerin dünyadaki göç haritası, hastalık virüsü taşıyan farelerin küreyi istilası şeklinde gösterildi.

Aslında Amerikan tarihi de bazı insan gruplarını ‘insanlıkdışılaştırma’ örneklerine sahip. 18’nci yüzyılda ve 19’ncü yüzyılın önemli bir kesiminde, Afrika kökenlilerin ‘tam insan olmadıkları, insansı oldukları’ yaygın bir görüştü. Kuzey – Güney savaşında Konfederasyon yanlıları da bu iddiayla kendilerini savunuyordu. Aynı bakış açısıyla Amerikan Yerli kabilelerine karşı da acımasız politikalar uygulandı. Başkan Andrew Jackson, Kızılderilileri izole eden politikayı, Kızılderilerin kendi kaba kültürleriyle yaşam şekillerini, uygar Hristiyan toplumdan ayırmak olarak sunabilecekti.

The Republic dergisinin analizinde Donald Trump’ın da Andrew Jackson’ın bıraktığı yerden devam ettiği vurgulanarak, Meksikaları ‘tecavüzcü’ olarak nitelemesiyle başlayan ve artık onlar hakkında sürekli ‘animal’ ifadesini kullandığı yolun sonunda şimdilik toplama kamplarına geldiğine dikkat çekildi.

Toplama kampları tarihçisi Andrea Pitzer, ‘’elbette korku pompalamak doğru bir tutum olmaz, ama şiddet retoriğinin nasıl somut şiddete kolayca dönüşebildiğini de bilmek lazım’’ diye uyararak ekliyor:

‘’Toplama kampları da şiddete giden yolu açar. 2015 Temmuz ayında Rohingya’daki toplama kamplarına gittim. Ayrıca, Rohingyalıların toplumdan dışlanmasını savunan yerel halkla konuştum. İki şey bana çok çarpıcı geldi; Budist aşırıların retoriklerinin 1930’lar Nazi propagandalarına benzerliği ve onların söylediklerinin Donald Trump’ın seçim kampanyasının ilk haftalarında -ki benim gezimden kısa süre öncesiydi- söylediklerine benzerliği…’’

AMERİKA BÜLTENİ‘ni Twitter‘dan ve Facebook‘tan takip edebilirsiniz