Skip to content
Menu

Mangıristan diye bir ülke…

Viktor Yanukoviç’in bugün artık ‘yolsuzluk müzesi’ haline getirilmiş, gazeteci Oliver Bullough’un ‘’Zevksizliğin mabedi, sonradan görmeliğin katedrali, israf kavramının özeti’’ şeklinde tasvir ettiği sarayının salonlarından biri.

CEMAL TUNÇDEMİR
23 Kasım 2018 

Ukrayna, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra yıllarca bir ayağı Rusya’da bir ayağı Avrupa’da bir ülke olarak dengede durmaya çalıştı. Ta ki dönemin devlet başkanı Viktor Yanukoviç’in 2014 yılında ülkenin iki ayağını birden Rusya zeminine kaydırma kararına kadar… 

Yanukoviç, Avrupa Birliği ile, ülkede ekonomi ve devlet gücü üzerinde denetim mekanizmaları getirecek anlaşmalar serisini askıya aldı. Rusya’nın oligarkları ve yolsuzluk paralarıyla, şeffaflıktan denetimden uzak keyfi bir ticari ve ekonomik yapıyı tercih etti. 

Bu yönelim, özgürlükler, hukuk ve demokrasi konusunda duyarlı kesimlerin protetoslarına neden oldu. Protestolar büyüdü. Yanukoviç rejiminin protestolara karşı şiddeti de… Ancak rejimin orantısız şiddeti, protestoları bastırmak yerine kitlesel öfke seline dönüşmesine yol açtı. Halk sokaklara döküldü. Yanukoviç bu beklemediği gelişme karşısında apar topar ülkeden kaçmak zorunda kaldı. 

Yanukoviç, sadece bir el çantasıyla bindiği helikopter ile Rusya’ya kaçarken, Ukrayna da o güne kadar somut şekilde görme olanağına sahip olmadığı Yanukoviç gerçekleriyle yüzleşmeye başlıyordu. Yanukoviç’in resmi görüntüler dışında hiçbir detayı bilinmeyen lüks yaşamı, saraylarına halkın ve medyanın girmesiyle gözler önüne serildi. 

Ukrayna’daki karışıklıkların, uzun yıllar Rusya merkezli gazetecilik yapmış Gallerli gazeteci Oliver Bullough’un dikkatini çekmesi çok uzun sürmemişti. Yanukoviç’in ülkeden kaçtığı gün Kiev sırtlarında, Dinyeper Nehri kıyısına kurulu saraya gidenlerden biri de gazeteci Bullough’du. Duvarları aşıp sarayın bahçesine girdiğinde gördükleriyle ağzı açık kalacaktı. Yapay göller, nehir kıyısında bir yat limanı ve 17’nci yüzyıl İspanyol kalyonu, dışarıdan avlanması için getirilen yaban hayvanlarının salındığı bir orman, fıskiyeler, yapay şelaleler, tavus kuşlarının gezindiği bahçeler, tenis kortu, golf parkuru, mermerler, altın kaplamalar, barok koltuklar, antika vazolar, lüks otomobiller, pahalı Rus tabloları… O anki şaşkınlığını NPR radyosuna, ‘Bahçe duvarını geçince adeta harikalar diyarına geçmiş gibi hissettim’’ diye anlatıyor.

Bullough, Yanukoviç’in diğer mekanlarını da gezdikçe şaşkınlığı öfkeye dönüşmeye başladı. Ukrayna halkı yoksul bir yaşam sürüyordu. Ülkede bir çok karışıklık ve sorun vardı. Ama devletin yöneticisi, saraylarında, ortaçağ krallıklarında bile görülmeyecek, dudak uçuklatıcı bir lüks içinde yaşıyordu. Bullough’a göre dünyadaki tüm mafya babalarının, organize suç örgütü liderlerinin ve yolsuz otokratların ortak zevkini yansıtan bir lükstü. Bugün ‘yolsuzluk müzesi’ olarak kullanılan sarayı, ‘’Zevksizliğin mabedi, sonradan görmeliğin katedrali, israf kavramının özeti’’ şeklinde tasvir ediyor. 

Yanukoviç’in avlanma köşklerinden birini beraber gezerken, Bullough, Ukraynalı arkadaşı Anton’a, ‘’Nasıl böyle bir şeye izin verdiniz ki?’’ diye sorar. Anton’un yanıtı, ‘Bilmiyorduk ki…’ şeklinde olur.

Sonraki cümleleri ise Bullough’un şaşkınlığını iki katına çıkarır: 

’Hem bilemezdik. Çünkü bu saray Ukrayna’da değil ki… Araştır göreceksin’’. 

Bu son cümleyi anlamlandırmakta zorlanan Bullough, gazeteci refleksiyle biraz araştırdığında Yanukoviç’in sarayının sahibi görünen Ukrayna firmasınin aslında bir İngiliz firmasına ait olduğunu görecekti. O İngiliz firmasının sahibi ise bir başka İngiliz firmasıydı. Ve o ikinci İngiliz firmasının sahibi ise Avrupa’nın ‘vergi cennet’lerinden biri olan Liechtenstein’da kurulu bir vakıf görünüyordu.

Oliver Bullough’un, ‘harikalar diyarı’na, sarayın bahçe duvarını aştığında değil, asıl şimdi girdiğini farkettiği andı bu… Yerin altından veya bulutların üstünden, ülke sınırlarını, ulusal yargı ve vergi yetkilerinin pençesinden uzak şekilde sınır tanımayan bir dünya vardı. Bu karanlık dünyaya geçebilmek için surlarında mutlaka bir delik bulmalıydı…   

Yanukoviç, 21 Şubat 2014 günü aniden ve can havliyle kaçmak zorunda kaldığı için, her belgeyi yok edecek zamanı yoktu. Canı daha tatlıydı. O aceleyle, özel odasındaki belge tomarlarını suda bozulup kaybolsunlar diye sarayın bahçesindeki bir göle attırmıştı. Birkaç saat sonra sarayına binlerce kişi girdiğinde, göl yüzeyinde bazıları henüz batmamış belgeler de farkedildi. Dalgıçlar göle dalıp suyun altına çökmüş kağıtlardan okunabilecek olanları da çıkarttı ve kuruttu. Kurtarılanların çoğu banka ve para transferi belgeleriydi. O andaki telaş içinde çoğu kişi bu belgelerinin öneminin farkında değildi. Oliver Bullough ise, bu belgelerin aradığı delik olabileceğini görmekte gecikmedi. Parayı takibe koyuldu…

Bullough, Yanukoviç’in parasının izlerini takip ederken aklında hep Anton’un, ‘bu saray Ukrayna’da değil ki..’ sözü yankılanıyordu. 

Ukrayna’da değilse nerede? 

Yanukoviç’in belgelerinde para transferi yaptığı bir şirketin yerini buldu. Adres, Londra’da Harley Street 29 numarayı gösteriyordu. Bu karanlık finans dünyasına ait ilk kez fiziksel bir mekan bulmanın heyecanı ile hemen söz konusu adrese koştu. 

Kapıyı çaldı, bir genç adam kapıyı açtı. Gazeteci olduğunu öğrenince hemen onu bir toplantı odasına aldılar. Genç bir kadın geldi ve ‘biz burada gazetecilerden hoşlanmıyoruz’ dercesine, ‘sadece sorularınızı bize e-mail ile iletirseniz yanıt verebiliriz’ dedi ve hemen kapıya uğurlandı. Tabii ki e-maillerinin hiç birine yanıt verilmedi. İnternetten söz konusu adresi araştırmaya başladı. Bu küçük binanın resmi adının Formations Houseolduğunu öğrendi. Ve biraz daha fazlasını… Örneğin sadece birkaç odadan oluşan bu küçücük evin, 2000’den fazla şirketin merkezi olduğunu… Evet tam 2157 şirketin merkeziydi burası…

Bu ev, ihtiyacı olan müşterilerine kağıt üzerinde şirketler yaratan bir şirketti. Bu evde sadece son 10 yılda yüzbinlerce şirket kurulmuştu. İngiltere’de bir şirket kurmanın bütün maliyeti 25 dolar civarındaydı. Ukrayna diktatörü Viktor Yanukoviç’in bu evde kurulan iki şirketinin isimleri ise Astute Partnersve Blythe Europe’du. 

Bu iki şirketin tek bir çalışanı bile yoktu. Yaptıkları tek bir faaliyetleri, aldıkları veya sattıkları tek bir ürün bile yoktu. Bütün varlık nedenleri, gerçekte Yanukoviç’in sahibi olduğu mülklerin ve servetin kağıt üstünde sahibi görünmekti. 

Gölde çıkan belgeler daha yeni izlere kapı açtı. Yanukoviç’in kömür şirketlerinin sahibi olan şirketi Karayiplerdeydi. Sağlık sektöründeki işlerini yöneten şirketin merkezi Kıbrıs’taydı. Yasadışı silah satışı işlerinde kullanılan şirket İskoçya’da, tasarım ürünleri satan firmanın merkezi Şeysel Adalarındaydı. 

’Yanukoviç’in tepesinde olduğu yolsuzluk sisteminin müthiş karmaşıklığı, anlamakta zorlanılan çok zor bir matematik problemi gibi, ayağımın altında kayan toprağın açtığı bir uçurum gibi başımı döndermeye başladı’’diye yazıyor Bullogh. Yanukoviç’in ve işadamı veya politikacı kılığıyla saltanatına ortak olan 45 yol arkadaşının toplam servetleri sadece bir kaç yılda, Ukrayna ekonomisinin yarısına eşit hale gelmişti. Oysa ki kağıt üstünde maaşı aylık 2000 doları hiç geçmemiş bir kamu görevlisiydi…   

Bullough’un geçtiğimiz Eylül ayında yayınlandığından beri küresel bir fırtına koparan, ‘Neden günümüz dünyasına hırsızlar ve haydutlar hükmediyor ve dünyayı geri nasıl kurtarabiliriz’ alt başlıklıMoneyland” adlı kitabı, işte gazeteci merakıyla Kiev’de açılan delikten geçip Karayiplere, Londra’ya, New York’a ulaşacağı bu yolculukta görecekleriyle doğdu. Ukrayna ekseninde olup bitenler deryada bir damlaydı. 

Parasal kaynağını Pekin’den Moskova’ya, Tahran’dan Riyad’a, Kuala Lumpur’dan Caracas’a, Orta Asya başkentlerinden Ortadoğu ve Afrika başkentlerine uzanan bir coğrafyadan alıp, Delaware, Nevada, Karayipler, Jersey Adası, Man Adası, Malta, Karayipler gibi yerlerde işlemden geçirilip, Londra’da New York’ta, Miami’de, Los Angeles’te, Monako’da, İsviçre’de, Hong Kong’ta lüks harcamalarla uçları yüzeye çıkan bu küresel farazi ülkeye, ‘paranın ülkesi’ anlamında ‘Moneyland’ adını verdi Bullough. Benim bu yazıda Mangıristan diye anacağım isim bu… 

Mangıristan, yasal ticaretin, yasal ekonomilerin ötesinde işleyen, ulusal yargı yetki alanları ve ülke sınırlarını tanımayan, küresel bir karanlık ülke. Fiziki coğrafyası, fiziki sınırı yok. Dünyanın, ABD ve Çin’den sonra üçüncü büyük ekonomisi Mangıristan…  

Yolsuzluklardan elde edilmiş, rüşvetlerden elde edilmiş, kamu ihalelerinin komisyonlarından elde edilmiş, kağıt üzerinde başkasına ait gösterilen şirketler aracılığı ile elde edilmiş veya büyük şirketlerce, zenginlerce vergiden kaçırılmak istenen devasa miktarda paranın, ‘offshore’ adıyla veya paravan şirketler (shell companies) aracılığıyla dünyanın bir yerlerinde gerçek sahipleri görünmez hale getirildikten sonra, dünyanın finans, alışveriş ve kültür merkezlerinde yüzeye çıkıp harcandığı küresel bir kanalizasyon sistemi. 

Mangıristan evrenindeki paraları vergilendirecek, denetleyecek, kaynağını sorgulayacak hiç bir mekanizma yok. Bu evrenin zengin ve muktedir sakinleri hangi yasaya, hangi ülkeye, hangi para sistemine tabi olacaklarına kendileri karar verebilme olanağına sahip. Bu ülkenin sakinlerinin çoğunlukla, küreye yayılmış karmaşık bir düzene sahip olmaları bundan. Bu paralel dünyada, çocuklarınız ve okulları İngiltere’de, pasaportunuz Malta ve St Kitts and Nevis Federasyonu’na ait, günlük harcamalarınız için kullandığınız banka hesaplarınız İsviçre’de, gizli servetiniz Marshall Adaları veya Nevada’da kurulu bir sermaye emanet fonunda olabilir. Hem de hepsi aynı anda… ‘’Buradaki temel nokta şu’’ diyor Bullough, ‘’Hiçbir yerde var değilsiniz. Aynı anda o kadar farklı yerlerdesiniz ki adeta bulutların üzerindesiniz.’’  

Bu karanlık para evreni, son çeyrek yüzyılda tarihte görülmemiş oranda büyüdü ve bugün demokrasiyi, hukuku, ülkelerin refahını yutacak boyuta geldi. Mangıristan’a geçiş yapılabilen kapılar, her hangi bir ifşanın zincirleme ifşalara yol açma riski nedeniyle sıkı sıkıya kapalı. Özellikle de bu ülkenin en büyük iki büyük düşmanına; Gazetecilere ve hukukçulara. Son on yılda kürenin her yerinde medyayı itibarsızlaştırma ve bağımsız yargıyı erozyona uğratma dalgasının sırlarından biri de Mangıristan’ın yükselişinde gizli. Dünyada son 10 yılda yaşanan bir çok gelişmeyi anlamayı kolaylaştırabilecek diğer sırlar gibi… 

Örneğin Rus milliyetçisi oligarklarla, Amerikan milliyetçisi türedi politikacıların veya Ortadoğu’nun İslamcı otokratları ile Doğu Avrupa’nın İslamofobik otokratlarının nasıl olup da bu derece kanka olabildiklerini açıklayabilecek sırlar… Donald Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasını yöneten Paul Manafort’un Ukrayna’da Yanokoviç’in danışmanlığını yapmış bir isim olması artık tuhaf gelmeyebilir. Manafort’un kendisinin de Kıbrıs’ta kurulu merkezi İngiltere’de şirketleri aracılığı ile gezegende para dolaştırması da… Yine, Karayiplerde, Saint Vincent veya Grenadines adalarında şirketleri olması da… Başkanlık seçiminde, ABD tarihinde görülmemiş oranda bir din-iman-vatan-millet-bayrak kampanyası yürüten bu aşırı yerlici politik karakterin ABD’de kurulu, ülkesine bir kuruş bile olsa vergi veren, tek bir şirketi olmaması da…  

Mangıristan’ın hızlı büyümesi sadece, bir suç kültürünün değil, bir suç fırsatının da eseri aynı zamanda. Ülkelerde hukuk ve denetim mekanizmaları yok edilip her şey bir kişinin iki dudağı arasına girdikçe, servet sahipleri de, meşru yollardan kazanmışlarsa bile servetlerini sessizce bu ‘offshore’ merkezlere aktararak güvence altına alıyor. Vergi cennetleri konusunda bir başka uzman isim olan Gabriel Zucman’ın hesaplamasına göre bugün Rusların sahip olduğu servetin yüzde 52’si, Rusya’da değil bu denizaşırı ‘offshore’ merkezlerde. Yani ülke servetinin yarısından fazlası… 

İronik şekilde hem Asya ve Afrika’nın yolsuz diktatörleri kendi başında oldukları otoriter sistemin yarınında emin olamadıkları için yağmaladıkları milyarlaca doları ‘offshore’a taşıyor hem de bu otokratların bir gün şirketlerine çökmesinden korkan muhalif zenginler… Yani kürede hızla yayılan, hukuka, gerçek demokrasiye ve medyaya düşman popülist otoriterler dalgası, bir yandan ‘uluslararası güçler bize karşı‘ ve ‘yerlilik‘ edebiyatı yaparak halkı her türlü muhalefete ve hukuksal talebe karşı korkuturken, diğer yandan da Mangıristan sisteminin en büyük sponsorları olarak bu küresel karanlık soygunun muhafızlığını yapıyorlar.  

‘Para sınırları kolayca aşıyor, yasalar aşamıyor’

’Evvel zaman içinde bir devlet yetkilisi yetkilerini suistimal ederek yolsuzluk yapar’’ diye tanıtımına başlıyor kitabın yayınevi ve şöyle devam ediyor:

 ‘’Bu parayla yapabilecekleri çok sınırlıydı. Ya bir araba veya yeni bir ev alabilirdi. Ya da parayı aile üyelerine ve arkadaşlarına dağıtabilirdi. Yolsuzluğa devam etse parayı evde istiflemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Ta ki evinde de yer kalmayıncaya kadar. Belki de fareler kemirecekti para balyalarını… Derken, Londralı bankerlerin aklına parlak bir fikir geldi.’’

O parlak fikir ‘offshore’ sistemiydi. 

Sınırları 1944’de New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods hotelindeki zirvede belirlenmiş küresel finans sisteminde 1970’lerin sonuna kadar paranın sınır aşırı hareketleri oldukça kısıtlıydı. Herkesin bir ülkede kazandığı para neredeyse tamamı ile o ülkede kalıyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşından sonra para sahiplerinin ülkeler arasında fink atarak kur dengelerini ve ekonomileri alt üst etmesi küresel krizi tetiklemiş; Bu durum Almanya başta olmak üzere bazı ülkelerde aşırı hükümetlerin iş başına gelmesine yol açmış; Ve bu da İkinci Dünya Savaşına yol açmıştı. Bretton Woods sistemi bunun bir daha tekrarlanmasını engellemek için kurulmuş bir mekanizmaydı. 

Ancak, Londra’yı mesken tutan bankerler bu işleyişten hiç kar edememekten rahatsız olup yeni bir yol açmaya başladılar. Onların çabalarıyla Bretton Woods sistemi 1970’lerin sonunda çöktü. Sermaye üzerindeki kontrol mekanizmaları kaybolmaya başladı. Vergi cennetleri boy verdi. Bir ülkedeki serveti, offshore sistemi veya paravan şirketler aracılığı ile kürenin başka yerlerine aktarmak çok kolaylaştı. Politikacılar için, diktatörler için, kriminal zenginler için yolsuzlukla, usülsüzlükle, ihalelerle, vergi kaçırırarak elde ettikleri devasa paraları ülkelerinden, milletlerinden gizlemek imkanı oluştu. Yolsuz politikacılar ile onlarla iş yapan haydut zenginlere Bullough’un deyimi ile ‘hiç bir doyma hissi vermeden sonsuza kadar yeme’ olanağı sunan Mangıristan böyle doğdu.  

1990’lardan önce Mangıristan’daki para nerdeyse tamamı ile Batılı ülkelerden kaynaklı paraydı. Sovyetlerin çöküşü ve Çin’in ekonomik yükselişi ile bu tabloda dramatik bir değişim daha meydana geldi. Sovyetlerin enkazından veya Çin’in yükselişinden çoğu haydutluk ve yolsuzlukla elde ettikleri servetlerini güvenli yerlerde saklamak isteyen Avrasyalı bir zengin sınıfı türedi. Mangıristan’ın limitsiz oranda serveti tüm gözlerden saklayabileceği keşfedildikçe, Ortadoğu’nun Afrika’nın Asya’nın yoksul ülkelerinin varlıkları, yönetilerince adeta yağmalanmaya başlandı. İç içe geçmiş bir paravan şirketler zincirinde iz bulmak da, zincirde hangi şirketin sahibinin kim olduğunu aramak da gerçek sahibe ulaşmak da olağanüstü zorlaştı. Bullough, servetini bu şekilde bir paravan şirketler zincirinde saklamayı, ‘gezdirdiği köpeğinin sokağa yaptığı dışkısını plastik eldiven aracılığı ile toplamaya’ benzetiyor; ‘Eliniz bu işten asla kirlenmez’. 

‘Çal-sakla-harca’

Bullough, Mangıristan’daki işleyişi, ‘çal-izini kaybettir-sonra harca’ döngüsüyle açıklıyor. Yoksul ülkenin parasını çal, offshore’da izini kaybettir, zengin ülkede harca… 

Bir ülkedeki şirketin sahibinin bir başka ülkedeki bir başka şirket olduğunu öğreniyorsunuz. Oraya gittiğinizde o şirketin de sahibinin bir başka ülkedeki şirket olduğunu öğreniyorsunuz. Gerçek sahibi bulmak imkansız değil. Ama neredeyse her biri farklı ülkede kurulu şirketlere tek tek gidip ‘puzzle’ı çözmek gerekiyor. Bireysel bir çaba ile, tek bir ülkenin yargı erkiyle bir sonuca ulaşmak çok zor. Oliver Bullough, bunu, ‘Para sınırları kolayca aşıyor, yasalar aşamıyor’ diye formüle ediyor. Yanukoviç’in Ukrayna’da yağmaladığı paranın peşine düşen savcılar Monaco’da, Kıbrıs’ta, Belize’de, British Virgin Adalarında veya diğerlerinde başvurdukları resmi kapılarda hep sessizlik duvarına çarptılar. 

Bullough’un bu paravan şirketlerin sahipleri konusundaki rastgele araştırmaları bile nasıl bir dümen kurulduğunu göstermeye yetecek örnekler bulmaya yetiyor. Örneğin bir şirket zincirinin sonunda nihayet gerçek bir sahibe ulaştığını gördüğünde oluşan sevinci kısa sürecekti. Çünkü şirketin nihai sahibi olarak görülen şahsın, gerçekte yaşamadığını, uzun yıllar önce ölen bir kişi olduğunu görecekti. Bir başka paravan şirket zincirinde ise sahipleri belirsiz üç şirketin birbirinin sahibi göründüğünü keşfedecekti. Bir müfettişi kısır döngüde boşa döndürüp dolaştıracak bir çark… 

Mangıristan’ın başkenti; Londra

Yanukoviç’in gölde bulunan bazı para transferi belgelerinde adı geçen yerlerden biri de, St Kitts and Nevis adlı ada ülkesiydi. Bullough, Karayip Denizinde, çoğu insanın haritada yerini bile gösteremeyeceği 12 bin nüfuslu bu ada ülkesine gittiğinde çok daha çarpıcı bir gerçeği keşfedecekti. Bu Karayip adaları ve benzeri offshore merkezleri paranın tutulduğu yerler değildi. Buralar sadece paranın aklanıp, yeni bir sahiplik altında legal şekilde kullanıma hazır hale getirildiği yerlerdi. 

Bu küçük ada ülkeleri kendilerini tamamı ile Mangıristan’a satmış durumda. Örneğin, St Kitts and Nevis, bütün yasalarını, ABD’de müvekkillerinin mal varlıklarını vergiden koruma konusunda mahir bir avukat ordusuna yazdırarak yeniden yaptı. 

Peki para buralarda değilse, nerede? 

Mangıristan’ın karanlık parası, pahalı alışveriş merkezleri, emlak, sanat galerileri ve dünyaca ünlü restoranların olduğu birkaç metropolde gün yüzüne çıkıp harcanıyordu. En başta Londra’da… Sonra, New York, Miami, Los Angeles, Cenevre, Sidney, Vancouver gibi yerlerde… 

Oliver Bullough, Londra’da yaşadığı muhitin ‘sahipleri’nden örnekle açıklıyor bize… Her sabah kahvesini aldığı café’nin olduğu binanın sahibi Bahamalarda bir şirket. Berberinin olduğu binanın sahibi şirket ise Gibraltar’da. Trene binmek için önünden yürüdüğü binanın sahibi şirket Man Adası’nda kurulu. ‘Her gün bu binaların gerçek sahiplerinin kimler olabileceğini düşünüyorum’ diyor. ‘Kendi ülkelerinde okula, hastaneye, yatırıma dönüşmesi gereken paralar bunlar…’ 

Londra’nın merkezi ve en lüks merkezlerinden Eaton Square’da, en az 86 lüks binanın sahiplerinin ‘paravan yapılar’ olduğunu keşfedince, yolsuzluk karşıtı aktivist arkadaşı Roman Borisovich ile birlikte Londra’nın bu pahalı merkezlerinde ‘kleptokrasi turu’ da organize edecekti. Üst açık otobüslere bindirilen ilgili turistlere, Kuzey Londra’da bir Rus oligarka ait bir malikane komleksi veya Eaton Square’de bir Ortadoğu muktedirine ait fantastik teras veya yolsuz bir Afrika politikacısının yeni satın aldığı 100 milyon dolarlık bina gibi yapılar gösterilerek Mangıristan tanıtımı yaptılar. 

Tıpkı New York, Miami, Los Angeles veya diğer bazı merkezlerde olduğu gibi, Londra’nın her yerini sarmış, avukatlık firmaları, muhasebe şirketleri, lüks ürün satıcıları, astronomik fiyatlara satış yapan sanat galerileri, lüks restoranlar hep bu finans kriminallerine verdikleri hizmetle ayakta kalıyorlar. Çoğu şaibeli müşterilerine sundukları hizmetlerle kaliteli ve konforlu bir yaşam süren bu sektör profesyonelleri kendilerini bir suça ortak olmuş hissetmiyorlar. Çünkü hizmet verdikleri kişilere paranın kaynağını, tahmin etseler de asla sormuyorlar. Ekonomist Simon Kuper, New Statement’taki yazısında 2009’a kadar 42 yıl Gabon’u yöneten devlet başkanı Omar Bongo örneğini hatırlatıyor. Bongo, yüz milyonlarca dolarlık servetini Citibank aracılığı ile ülkeden çıkarıyordu. Sonradan bu kriminal diktatör ile ilgili yolsuzluk araştırmaları sırasında savcılar sorguladığında bir banka yetkilisi, ‘’Biz asla müşterilerimize paranın kaynağını sormayız. Kişisel tahminim, bu paralar ona Fransız petrol devi Elf’in ‘bağış’larıydı.’’ diye konuşacaktı. Yani sormasalar bile aslında biliyorlardı. 

İskoçya ve Kuzey İrlanda hariç olmak üzere İngiltere’de offshore şirketlerin sahibi olduğu 100 binden fazla ultra pahalı emlak var. İtalyan mafya uzmanı Roberto Saviano’nun, İngiltere’yi ‘dünyanın en yolsuz ülkesi’ diye nitelemesi de bundan. Ekonomist Simon Kuper’in aktardığı Deutsche Bank’ın, ‘başka ülkelere transfer edilen mal varlıklarıyla’ ilgili 2015 tarihli bir raporuna göre sadece 2005 – 2015 yılları arasında İngiltere ekonomisine, 96 milyar Euro kaynağı belirsiz para girdi ve bu neredeyse kimsenin dikkatini çekmedi. İngiltere’nin Avrupa Birliği ile ilgili son yıllardaki şizofrenik tavırlarında Mangıristan’ın etkisi olduğuna dikkat çekilmesi de bundan. Avrupa Birliği düzenlemeleri, Londra’yı mevcut şekilde bir kirli para başkenti olarak taşımayı güçleştiriyordu. Kuper’a göre, Brexit sonrası dönemde İngiltere, ekonomisini toparlayamazsa, mevcut zayıf regülasyonları da tamamen kaldırıp, kendisini bütünüyle bir ‘offshore cenneti’ne de dönüştürebilir. 

‘Hayal edebilebilecek en büyük vergi cenneti’: ABD

2000’li yıllara damgasını vuran küresel mali krizler, ülkelerin bütçe açıkları vermesine, kamu borçlarının artmasına, işsizliğe ve enflasyon gibi sorunlarla karşılaşılmasına neden oldu. Daha şeffaf bir finansal sistem kurma, kriminal para transferlerini kısıtlama ve vergi kaçırmayı engelleme gibi iddialarla 2014 yılında OECD ülkeleri için Otomatik Bildirim Standardı (CRS) adlı bir bilgi değişimi antlaşması kabul edildi. Buna göre OECD ülkeleri, kendi ülkelerinde mukim kişilerin parasal varlıklarını, yurttaşları oldukları ülkeler ile otomatik olarak paylaşmak zorunda. CRS’tan en fazla etkilenen ülke, dünyanın bir numaralı vergi cenneti olan İsviçre oldu. 10 yıl önce dünyadaki ‘offshore’ varlıkların yüzde 50’sinden fazlasına tek başına evsahipliği yapan İsviçre’deki varlıklar, CRS’tan sonra yüzde 25’in altına düştü. Ancak maalesef, CRS’ın Mangıristan surlarında açtığı çatlak, bu karanlığı dağıtacak kadar ışık girmesine yetmedi. Çünkü, yoksul ve küçük ülkeler bu otomatik bilgi paylaşımının dışında. 

Daha da kötüsü, Simon Kuper’ın ‘hayal edilebilecek en büyük vergi cenneti’ diye nitelendirdiği ABD, Mangıristan evreninin merkezine yerleşmeye başladı. 

Aslında ABD’nin CRS benzeri FATCA adlı bir uygulaması var. Ancak tek yönlü bir trafiğe sahip. ABD, Amerikan vatandaşlarının yabancı ülkelerdeki varlıklarına ilişkin bilgiyi dünya bankalarından talep ediyor ama yabancıların ABD’deki varlıklarına ilişkin bilgiyi diğer ülkelerle paylaşmıyor. Şöyle yazıyor Bullough: 

’ABD, dünyaya finansal gizlilikleri kazımaları için kabadayılık yapıyor ancak dünyadan istediğini kendisi yapmıyor.’’ 

Kuper ise şöyle ekliyor: 

‘’Şimdi paranızı ABD’ye, ideal olarak da Nevada veya Güney Dakota eyaletlerine yerleştirebilir, burada bir sermaye emanet fonunda yüzlerce yıl vergiden muaf şekilde muhafaza edebilirsiniz’’

Bu işleyişin büyük müdafii olan Trump yönetimi, zaten gevşek durumdaki finansal denetim mekanizmalarını çok daha gevşeten adımlar atıyor. Son vergi düzenlemeleri de Mangıristan işleyişi için mevzuata birçok yeni açık kapı getirdi. Ve son derece zeki avukatlar ve muhasebeciler, çok zor çözülebilecek Çin bilmecelerini andıran sistemlerin içine gömdüler şirketleri. 

Economist dergisi, ünlü Las Vegas kentinin de yer aldığı Nevada eyaletinin oldukça ‘maharetli’ yeni şirket politikasına dikkat çekiyor. Şirketlerin sahiplik zincirine erişmeyi daha da zorlaştıran katmanlar oluşturuyor bu yasalar. Öyle ki burada kurulu bir sermaye yönetim şirketi, Amerikan yasaları önünde yabancı şirket, yabancı ülkelerin yasaları karşısında ise Amerikan şirketi pozisyonuna girebiliyor. İşine gelince deve, işine gelince kuş yani…Hiç bir şekilde sorumlu tutulamıyor… 

Küresel lüks endüstrisinde son yıllardaki patlamanın nedeni

Küresel lüks endüstrisinin 1990’ların başından beri yaşadığı patlamanın temel nedeni de Mangıristan. İsviçre’nin lüks saat üreticileri ile Bordeaux’nun pahalı şarap üreticilerinden astronomik fiyatlı kadın çantaları üreticilerine kadar lüks sektörünün bir çok kolu, Avrasya’nın, Ortadoğu’nun, Afrika’nın kriminal politikacı, iş insanları ve bürokratları ve eşleri, aile üyeleri sayesinde ayakta duruyor. Özellikle de Rus ve Çinliler sektörün temel direği konumunda. Bullough’un hatırlattığı çarpıcı örneklerden biri de Rus Ortodoks Kilisesi lideri Patrik Kirill’in 2012’de dünya medyasına konu olan bir fotoğrafıydı. Patriğin kolundaki 30 bin dolarlık Breguet marka saat, fotoğrafın patrikliğin web sitesindeki versiyonunda fotoşop ile yok edilmişti. Ama altın kaplama satin masadaki yansımasının yok edilmesi unutulmuştu. 

Bullough absürt düzeydeki lüks tüketim ile ilgili bir başka çarpıcı örnekle de Yanukoviç’in sarayında karşılaşacaktı. Yanukoviç, sarayda bulunabileceği her köşeye büyük ekran televizyonlar koydurmuştu. Bunlardan biri de lüks tuvaletinde oturma göz hizasındaydı. Yani, altına yaparken, ülkeyi düşürdüğü hali de kaçırmadan izleyebiliyordu. 

Mangıristanlılara emlaktan, restorana kadar lüks hizmeti verenlerden biri de sonradan ABD başkanı olduğunda çokça konuşulur hale gelecek Donald Trump’tı. Yolsuz politikacılara, vergi çalanlara, hırsız otokratlara düşkünlüğüyle, gazeteci ve hukukçulara ise nefretiyle bilinen bir isim Trump. Reuters haber ajansının 2017’deki bir araştırması, Florida’da Trump’ın emlak şirketlerine ait 2044 lüks malikanenin toplam 63 Rus’a ait olduğunu belirleyecekti. Bullough’un aktardığında göre bundan daha da dikkat çekeni, 703 lüks malikanenin sahiplerinin paravan şirketlerler gözükmesiydi. Yani Trump’ın sattığı bu yüzlerce lüks malikanenin gerçek sahibini kimse bilmiyordu. 

Mangıristanlıların kendilerini koruma yöntemleri

Mangıristan’ın yolsuz muktedirleri kendi coğrafylarında kendilerini, kendi yasalarını çıkararak koruma altına alabiliyorlar. Kazara, işleyişe ışık tutmaya çalışacak bir gazetecinin veya savcının karşısına, Rusya’da sıkça görüldüğü şekilde hapisten ölüme kadar sonuçlar çıkabilir. Peki ya, Mangıristan evreninin parasını harcadığı Londra’da bu insanlar kendilerini nasıl koruyor? İngiliz, ‘basın yoluyla hakaret (libel)’ mevzuatı sayesinde. Gazeteciler için çok önemli isimler hakkında çok önemli iddiaları haber yapmayı oldukça zorlaştıran bir durum bu. 

ABD’den, Rusya’dan, Çin’den gelip İngiltere’de açtıkları davalarla kendilerini koruma altına almaya çalışan çok sayıda Mangıristan yurttaşı var. ‘Libel tourism (basın yoluyla hakaret turizmi)’ deniyor buna. Çünkü, Mangıristan iddialarını çoğu zaman belgelendirmek çok zor. Gazeteciler iddiayı yazdığında, ‘kişilik haklarına saldırı yaptığı’ gerekçesiyle çok ağır para cezası ile yüzleşilebiliyor. 

İngiltere’nin kamuoyundaki baskı sonucu, 2013’te basın yoluyla hakaret yasalarını medya lehine kısmen değiştirmesi manzarayı bir parça değiştirdi ama Bullough’un da aktardığı gibi bir editörün önüne gelen haberi yayına vermemesi için bir dava tehdidi mektubu hala yetiyor. Gazeteler, sonunda kazanacaklarından emin olsalar da aylarca yıllarca sürecek bir hukuk savaşına girmekten kaçınıyorlar. Mangıristan’ın küresel avatarı olma yolundaki Trump’ın son iki yıldır, ABD’nin, kamu yetkililerine gazetecilere ‘basın yoluyla hakaret davası’ açmasını neredeyse imkansız kılan yasalarını değiştirme ısrarının temelinde de bu yatıyor; Gazeteleri kendisi hakkında hiçbir şey yazamaz, televizyonları hiç bir haber yapamaz hale getirmek…  

Mangıristan yurttaşlarının güvence arayışı bundan daha uç noktalara da uzanıyor. Özellikle Rusya ve Çin gibi ülkelerden olanları, kendilerini aşırı zenginleştiren sisteme hiç güvenmedikleri için farklı çözüm yollarına başvuruyor. Son yıllarda popülerleşen bir yol, vatandaşlık satın almak. Bir Rus avukat Bullough’a şöyle konuşuyor: ‘’Paran zaten ‘offshore’da. Bir başka ülkenin pasaportunu alarak kendini de ‘offshore’ hale getiriyorsun. Gerçekte vatandaşı olduğun ve parayı kazandığın ülkenin yargısının sana hesap sorma olanağını yok ediyorsun’’.  

Mangıristan’ın yoğun duraklarından biri olan Malta, bir rapora göre sadece pasaport satımından 2 milyar dolar gelir elde etmiş. Sadece bir kaç on bin dolar harcayarak St. Kitts and Nevis veya bir diğer küçük ülkenin vatandaşı olabilirsiniz. Hem de yepyeni bir isimle… Bu tür ülkelere dünyada vize uygulayan ülke sayısının çok az olması nedeniyle de vizesiz kürede dolaşma olanağına kavuşuyorsunuz. 

İngiltere gibi bazı ülkeler ise şimdilik sadece ‘kalıcı ikametgah’ satarak bu olanağı sunuyor. Bullough’a göre bir sonraki akım yoksul ülkelerin ‘büyükelçilik’ satmaya başlaması olacak. Court of St James gibi adını kimsenin duymadığı bir ada ülkesinin her hangi bir küçük ülkedeki büyükelçisi olsanız bile, ‘diplomatik dokunulmazlık’ kazanıyorsunuz. 

Bir başka tuhaf yol ise ‘cenin offshore’u. Bugünlerde bazı Çinli zengin parti yetkililerinin yaptığı gibi. Çinli karı koca, yüksek bir para karşılığı anlaştıkları bir Japon kadının rahmini kiralıyorlar. Çocuklar, taşıyıcı anneleri aracılığı ile Japonya’da doğuyorlar ve bir Japon vatandaşı oluyorlar. Ailenin şaibeli serveti, çocuğun Japonya’daki banka hesaplarına transfer ediliyor.

Mangıristan bir komplo teorisi değil

Mangıristan, bir ‘komplo teorisi’ değil. Varlığı somut, bir çok unsuruyla hatta kağıt üstünde yasal bir sistem. İyimser ekonomistlere göre Mangıristan’da saklanan paranın büyüklüğü 15 trilyon dolar civarında. Kötümserlere göre ise 30 trilyon dolara yaklaşmış durumda. Bu paralar Londra, New York ve İsviçre’nin banka kasalarında. Küresel Finansal Dürüstlük Örgütü’nün hesaplamalarına göre, az gelişmiş yoksul ülkelerden zengin ülkelere ‘Mangıristan’ aracılığı ile transfer olan paranın büyüklüğü yılda 1 trilyon doları geçiyor. Sık sık yazınca aklınızda sıradanlaşmasın, ‘trilyon’, muazzam bir rakam. Her saniye, 24 saat, 365 gün aralıksız saysanız, 1 trilyona 30 bin yılı aşkın sürede ulaşabilirsiniz.   

Küresel yoksulluğa karşı mücadelesiyle bilinen OXFAM International’ın verilerine göre dünyanın en zengin 42 kişisi, dünyanın toplam nüfusunun yoksul yarısının (3,5 milyar insan) sahip olduğu servetin toplamı kadar servete sahip. Bu manzarayı da Mangıristan’a borçluyuz. 

Mangıristan, kapitalizmin kucağında büyüse de ideolojiye dayanan veya ideolojik, etnik, dini ayrımcılık uygulayan bir ülke değil. Orta Asya’nın ve Doğu Avrupa’nın milliyetçi şeflerinden, Rus plütokrat ve oligarklara, İranlı ve Suudi İslamcı teokratlardan, Küba, Çin veya Venezuelalı sosyalistlere, Avrupalı sosyal demokrat kimlikli yolsuz politikacılardan, Latin Amerikalı populist liderlere ve Afrika’nın zalim diktatörlerine kadar herkesi bünyesine kabul eden bir yapı.   

En büyük gücünü, ülkelerin bağımsız hukuk düzeninin yoksunluğundan; denetim kurumlarının, yürütmede zaten yolsuzluğun başı olan otoritelere bağlanarak güdükleştirilmesinden; halka geleceklerinin yağmalandığını haber verme potansiyeli olan medyanın itibarsızlaştırılmasından veya susturulmasından alıyor. Bullough’a göre son çeyrek yüzyılda demokratik ülkelerin hızla plütokrasiye(zümre iktidarına), plütokrasilerin hızla oligarşiye (otoriter rejimlere), oligarşilerin hızla kleptokrasiye (otoriter gücün ülkeyi yağmaladığı sistem) evrilmesinin temel nedeni Mangıristan. 

30 yıl önce, paranın serbestçe dolaşması, sadece ekonomik büyümeyle değil özgürlüğün genişlemesiyle de doğrudan ilgili görülüyordu. Bir süredir değişik kitaplar ve belgesellerle ifşası yapılan ve Bullough’un kitabında fotoğrafını derli toplu ortaya koyduğu Mangıristan bu kabulü ters yüz ediyor. Denetimsiz, sahibi belli olmayan, çok büyük çoğunluğu kirli paraların bu serbest dolaşımı artık demokrasi ve özgürlükleri değil, kleptokrasi ve sefaleti dünyaya yayıyor. Mangıristan’ın doyumsuz evrenini doyurmak için ülkelerde hukuku, denetim mekanizmalarını yok edecek, basını susturacak otokratlara ihtiyacı var. Bu otokratların taban bulabilmesi için de, fakirliğin kaynağı olarak göçmenleri gösterecek, yabancı düşmanlığını körükleyecek, veya dini milli hamaseti körükleyecek kültür savaşlarına ihtiyaç var.  

Bullough, Mangıristan’ı kavramakta zorlanmamıza neden olan temel şeylerden birinin isimlendirmelerdeki muğlaklık olduğuna vurgu yapıyor. ‘Offshore’ kavramı bunlardan biri. Söylendiğinde hepimizin aklına Karayip denizlerinde tropik bir ada fotoğrafı getiren bir isimlendirme. 

’Offshore bir yer değil. British adaları, Hong Kong vs değil. Offshore, sadece ‘burada değil başka yerde’ anlamına gelen teknik bir terim. Bir şeyi, her hangi bir ülkenin yargısal veya vergisel yetki alanında olmadan her hangi bir yerde tutmaya yarayan hukuksal bir akit’’ diyor Bullough. Mangıristan çok uzak bir ülke değil yani. Dünyanın neresinde olursak olalım yanı başımızda… 

Bir diğer körlük noktası ise örneğin Transparency International’ın yayınladığı türden en yolsuz ülkeler endeksi gibi basitlemeler. Eğer Nijerya’da kamu ihalelerinden komisyon adı altında rüşvet toplayan bir bakansanız, bu parayı Kıbrıs’ta bir bankaya kredi transferi gibi gösterip, Marshall adalarındaki bir sermeya emanet fonunda saklayıp, Londra’da lüks tüketime harcıyorsanız, yolsuzluk hala sadece Nijerya’da mı? Sadece Nijerya’da demek yanıltıcı olacağı için Bullough ‘büyük resme’ bakmayı öneriyor ve bu resimde gördüğü bütün sisteme ‘Mangıristan’ demeyi tercih ediyor.

Bullough, Londralıların, New Yorkluların, kendi ülkelerini soyan haydutların paralarına evsahipliği yaparak, ‘bu o ülkelerin iç işleri’ diyerek Mangıristan’ın kendilerine zararı olmayacağı düşüncesini çok büyük bir körlük olarak görüyor. ‘’Bir an önce mücadele edilip önlem alınmazsa, o uzak ülkelerin sefaleti, bizim de sefaletimiz olacak’’diyor.    

Ona göre Mangıristan’a karşı tek bir ülke ekseninde, tek bir ülkenin yargıçlarıyla mücadele etmek olanaksız. Tıpkı bu sistemin haydutlarının yaptığı gibi küresel, uluslar üstü bir işbirliği gerekiyor. 

Yani Mangıristan’a karşı hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır diyor. 

O satıh, bütün cihandır. 

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz@