Skip to content
Menu

Amerikan sisteminin temelindeki 9 kişi

Yüksek Mahkemenin 2020 Haziran ayı itibarı ile dokuz üyesi: AYAKTAKİLER (soldan sağa): Neil Gorsuch, Sonia Sotomayor, Elena Kagan, Brett Kavanaugh. OTURANLAR: Stephen Breyer, Clarence Thomas, John Roberts (mahkeme başkanı), Ruth Bader Ginsburg, Samuel Alito.

Cemal TUNÇDEMİR

30 Eylül 2012

Tam 9 kişiler. Amerikan anayasal sisteminin temel yönlendiricisi konumundalar. ABD’de her lise öğrencisi isimlerini bilmek zorunda. Amerikan vatandaşı olmak istiyorsanız isimlerini ezberlemeniz gerekiyor. Oy çokluğuyla oluşan içtihatları, herkesi bağlıyor. Ölünceye kadar kimse onları görevden alamıyor. Eğer, kendileri emekli olmaya karar vermezlerse…

Amerikalılar diğer bütün hakimlere “hakemlik” ve ‘’hüküm’’ kavramını hatırlatacak şekilde “judge” diyor. Ama bu 9 kişi, aynı zamanda “adalet” de demek olan “justice” ünvanına sahip.

Bir Amerikan başkanının, savaş dışında görev süresince verdiği en önemli karar, bu 9 kişiden birinin yerinin boşalması halinde kimin atanacağı kararı. Amerikan Yüksek Mahkemesi’nden (Supreme Court) bahsediyorum.

Amerikan Anayasasına göre Yüksek Mahkemeye atanacak üye ile ilgili hiçbir ön şart yok. Hukuk mezunu olmak veya yargıçlık yapıyor olmak gerekmiyor. Tek şart, Başkan tarafından aday gösterilmek ve Senato’nun da bu adaylığı oy çokluğuyla onaylaması. Buna rağmen, son 30 yılda, eleştirilere de sebep olan bir temayül oluştu. Son 30 yıldır ABD başkanları, gösterdikleri bütün adayları, Federal Bölge ve Federal Temyiz Mahkemeleri hakimlerinden seçtiler. Bunun, Yüksek Mahkemenin çoğulcu ve kuşatıcı bakış açısını daralttığını savunan çok sayıda hukukçu var. Bu yargıç ataması konusunda son yılların en radikal adımını George W. Bush atmaya yeltendi. 2005 senesinde Sandra Day O’Connor‘ın emekliye ayrılması üzerine, bir Federal yargıç yerine hayatında hiç yargıçlık yapmamış bir avukatı Harriet Miers‘i atadı. Ancak, Miers’ın, Bush’un 40 yıllık kişisel avukatı olması ve başka da bir meziyetinin olmaması, atamanın geçerli olabilmesi için oylarına ihtiyaç duyulan Cumhuriyetçi Senatörlerin bile tepkisine neden oldu. Bush atamayı geri çekmek zorunda kaldı ve Samuel Alito‘yu aday gösterdi.

Elbette, bu 9 üye de birer insan. Yani insan olan heryerde var olan olan bir şeye, topluma egemen kültürü hukuka öncelemeye veya hata yapmaya açıklar. Örneğin, 1896 senesinde Yüksek Mahkeme, “Plessy v. Ferguson” başlıklı davada “separate but equal (ayrı ama eşit)diye anılan ünlü içtihadını oluşturdu. Ülkenin özellikle güney eyaletlerinde siyahlarla beyazlar, restoranlarda, otobüslerde, plajlarda, okullarda bile yan yana oturamıyor, siyahlar beyazların gittiği tuvalete gidemiyor ya da onlarla aynı lavaboda elini yüzünü yıkayamıyordu. İşte yüksek mahkeme, trende beyazların oturduğu vagona oturdu diye hapse atılan Homer Plessy adlı bir siyahın açtığı davada, “Aynı şartlarda olmak koşuluyla, siyahlarla beyazların ayrı yerlerde hizmet görmeleri anayasaya aykırı olmaz” kararı verdi. Bu vahim içtihadın meşrulaştırdığı ve ‘Jim Crow’ dönemi diye anılan ayrımcılık dönemi, 1954 yılında yine Yüksek Mahkemenin, ‘ayrı ama eşit’ içtihadını iptal eden ve ayrımcılığı anayasa suçu ilan eden kararına kadar devam etti.

Yüksek Mahkemenin bazı kararları ise, ülkenin politik hayatında da kırılmaya yol açıyor. Örneğin, 1973 yılında “Roe v. Wade” başlıklı davada, “kürtaj, bedenin sahibi kadınla doktoru arasındaki mahrem ve şahsi bir mevzudur” içtihadıyla, eyalet yönetimlerinin kürtajı yasaklamasının anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Tam 35 yıldır muhafazakarlar, Yüksek Mahkemede bu içtihadı değiştirecek çoğunluğu oluşturmak için muhafazakar üye atayacağını vaadeden başkan adaylarına oy veriyor.

Hatalı kararlarını da göz önüne alarak şunu söylemek yanlış olmaz; Yüksek Mahkeme, çoğu zaman Amerikan toplumunun ortalamasından daha liberal ve daha özgürlükçü bir çizgide oldu. Buna ”Amerikan tarihinin en muhafazakar Yüksek Mahkemesinin” oluştuğu günümüz de dahil.

1989 yılında, “Texas v. Johnson” başlıklı davada, “Amerikan bayrağı yakmanın kriminal bir suç olmadığına, ifade hürriyeti olduğuna” hükmetti örneğin mahkeme…

1962 ve 1963 yılında art arda aldığı iki içtihatla meşhur “kamu okullarında dua yasağı” uygulamasını başlattı. Bu yasak, kamu okullarının yönetimlerinin (özel ve dini okullar bu kapsamda değil) öğrencilere, topluca dini bir ritüel veya dua yaptıramayacağı, yönetemeyeceği ve organize edemeyeceğini öngörüyor. Yani bu karar, Müslüman öğrenciyi hergün İncil’den, Yahudi öğrenciyi Yeni Ahit’ten ya da Katolik öğrenciyi King James İncilinden pasajlarla derse başlamak zorunda kalmaktan koruyan bir hukuk içtihadı. Yoksa okullarda duayı yasaklamıyor. Okul idarelerinin ve öğretmenlerin toplu dua yaptırmasını yasaklıyor.

Yine bugün birçok polisiye diziden filmden aşina olduğunuz ünlü tutuklama anı tiradı olan, “Sessiz kalma hakkına sahipsin. Söyleyeceğin herşey mahkemede aleyhine delil olarak kullanılabilir. Avukat tutma hakkın var. Paran yoksa, senin için bir avukat tutulacak. Haklarını anladın mı?” cümlesi, 1966 yılında Yüksek Mahkeme’nin Ernesto Miranda adlı bir tutuklunun Arizona eyaleti aleyhine açtığı dava sonucu verdiği içtihadın eseri. Bu içtihat, uluslararası hukuk literatürüne  “Miranda hakları” şeklinde girdi ve Türk Ceza Hukuku da bunu “susma hakkı” başlığıyla kabul etti. Yüksek Mahkemenin oluşturduğu içtihatla; tutuklamanın meşru olması için, tutuklanan kişinin polisin “haklarını anladın mı?” sorusuna “anladım” cevabı vermesi gerekiyor. Cevap vermezse, polis tutuklunun İngilizce bilmediği karinesiyle muhtemel anadilini bulup o dilde bir daha haklarını okumak zorunda. Eğer yine sessizlik olursa ağzında bir dili oup olmadığının tespiti için önce doktora sonra karakola götürülür…

Peki böylesi özgürlükçü bir gelenekten gelen mahkemenin geldiği nokta nedir?

Chicago Üniversitesi hukuk hocalarından William Landes ile aynı bölgenin federal hakimlerinden Richard Posner‘ın yaptıkları bir araştırmayla hazırladıkları karneye göre, 1937 senesinden beri gelen 43 ‘Justice’ içinde en muhafazakar 5 üyeden 4’ü halen görevini sürdüren mahkeme üyeleri. Kriminal ceza süreci (idam vs), gay evliliği, kürtaj, bireysel silahlanma hakkı, sivil haklar gibi bazı davalar, ABD’deki ideolojik bölünmeye bakan yüzleri sebepleriyle mahkeme üyelerinin de blok olarak iki kampa bölündüğü davalar.

Genel kabule göre mevcut 9 üyeden, Elena Kagan, Sonia Sotomayor, Ruth B. Ginsburg ve Stephen Breyer liberal sol kanatta yer alıyor. Sağ kanatta ise, mahkeme başkanı John Roberts, Antonin Scalia, mahkemenin tarihteki ikinci siyahi üyesi Clarence Thomas ve Samuel Alito yer alıyor. Ortada yer alan Anthony Kennedy ise Mahkemenin ideolojik olarak bölündüğü davalarda yanında yer aldığı bloğa çoğunluğu kazandırabilme özelliğine sahip. Amerikalılar kendisine, “swing vote (kaygan oy)” diyor. Mevcut 9 üyeden ikisini Başkan Obama (Kagan ve Sotomayor), ikisini Başkan Reagan (Scalia ve Kennedy), birini Baba Bush (Thomas), ikisini Clinton (Ginsburg ve Breyer), ikisini de W Bush (başyargıç Roberts ve Alito) atadı.

Başkan Jimmy Carter döneminde(1977-1981) üyeler sağlıklarına fena halde dikkat ettikleri için kendisine her hangi bir atama kısmet olmadı. Görüldüğü gibi 9 üyeden 5’i Cumhuriyetçi başkanların 4’ü Demokrat başkanların ataması. Ancak, onları atayan başkanın Demokrat ya da Cumhuriyetçi olması her zaman onların da mahkemenin hangi kanadında yer alacağını belirliyor değil.

Bu üyeler bir kere o makama atanınca, kendilerini atayan başkan da dahil, atamayı destekleyen medya da dahil, bürokrasi de dahil kimseye minnetleri kalmıyor. Gelmiş geçmiş en liberal Yüksek Mahkeme başkanı Earl Warren bunun tipik bir örneği… 20’nci yüzyılda Amerikan sisteminde insan hakları ile ilgili olumlu özgürlükçü gelişmelerin birçoğu, Earl Warren’ın başkanlığını yaptığı Yüksek Mahkemenin içtihatlarının eseridir. Kendisini mahkemeye üye atayan ise Cumhuriyetçi başkan Eisenhower‘dı. Eisenhower, bir süre sonra “hayatımda bundan daha büyük bir enayilik yaptığımı hatırlamıyorum” diye yakınacaktı bu atamasından. Ancak, aynı Eisenhower’ın Warren’dan sonra atadığı diğer üye William Brennan da Warren kadar Cumhuriyetçileri kızdıracak içtihatlara imza atacaktı.

1974 senesinde, Amerikan başkanının iletişim kayıtları ile ilgili içtihatları ile Richard Nixon‘un istifasına yol açan Yüksek Mahkeme’de Nixon’ın talebine karşı oy kullanan üyelerden üçü bizzat Nixon tarafından mahkemeye atanmış üyelerdi. Obama’nın yerine atama yaptığı ve liberal kanatta yer alan üye David Souter de Cumhuriyetçi başkan George H. Bush’un atadığı bir isimdi.

Ama sanki böylesi her türlü etkiden ve minnet duygusundan bağımsız üyelerin nesli de tehlikede gibi… Princeton Üniversitesi hukuk profesörü Christopher Eisgruber, “Bir Sonraki Yüksek Mahkeme Üyesiadlı kitabında, mahkemenin son 30 yılında ideolojik bölünmede tehlikeli bir istikrar oluştuğuna dikkat çekiyor. 

“Eğer bana hangi Yüksek Mahkeme üyesinin kürtaj konusunda tavrı nedir söylerseniz, ben de size onun “eşit haklar, pozitif ayrımcılık, silah hakkı, federalizm, ceza yargılaması, kişisel mahremiyet gibi konulardaki vereceği kararı önceden söyleyebilirim”

Yani, bazı davalarda hangi yargıcın ne karar vereceğini herkes önceden net şekilde biliyor. Özellikle muhafazakar kanat için hukuk değil, ideolojik çizginin bekası mühim diyor Eisgruber…

Solcu (liberal) olarak nitelendirilen üyelerin kararları muhafazakarla göre daha hukuk mantığına sahip. Aslında çoğu, genelgeçer şekilde öyle nitelendirilseler de solcu ya da liberal bile değil. Hukuku, kültürel bakıştan, sosyal veya politik bağlardan bağımsız ele almaları yetebiliyor. 90 yaşına girdiği 2010 yılında kendi isteğiyle emekli olan ve mahkemenin sol kanadında yer aldığı varsayılan Jean Paul Stevens, sık sık “kendisinin Cumhuriyetçi başkan Gerald Ford tarafından atandığı günden beri sola tek bir milim bile kaymadığını” hatırlatma ihtiyacı hissediyordu. Stevens’a göre, ‘mahkeme gün geçtikçe aşırı sağa kayınca kendisi solda kalmış görünüyordu’.

İdeolojiden çok evrensel özgürlükleri ve hukuku esas alan üyeler, mahkemenin ve ABD’nin şansı olmaya devam ediyorlar. 2005 yılında emekliye ayrılan Sandra Day O’Connor, The Nation dergisine verdiği bir röportajda aykırı yaklaşımlar ve toplumsal çalkantı dönemleri hakkında şu bakışını paylaşmıştı: 

“Ülkelerin demokrasi yolundaki başarıları ya da başarısızlıkları, marjinal ve topluma aykırı görüşlere yaklaşımlarıyla çok bağlantılı. Demokratik değişimlerin getirdiği sosyal tansiyon, yüksek beklentiler ve politik huzursuzluklar gibi birçok problem aynı zamanda kuvvet kaynağıdır da…İhtilaflar, ilerlemenin ayak izleridir. Kaygı, toplumun yeninin ve daha iyinin olduğunu hissettiğinin belirtisidir”

Toplumsal alana bu kadar geniş açıdan, soğukkanlı ve derinlikli bakabilen bir Yüksek Mahkeme üyesi tabii ki bir toplum için şans. Yine örneğin, tutucu olmayan üyelerden Ruth Ginsburg, ‘ilerleyen yaşı nedeniyle, Obama’nın görev süresi dolmadan emekli olarak, mahkemedeki koltuğunun, Obama’dan sonraki muhtemel bir Cumhuriyetçi başkanca muhafazakar kanada verilmesine fırsat vermemesi, çağrılarına ret yanıtı verecekti. 80’i aşkın yaştaki kadın üye, ”Yüksek Mahkeme üyelerinin böylesi politik hesaplar yapmasının, Yüksek Mahkemenin ve hukukun saygınlığına zarar vereceği” düşüncesinde.

Oysa muhafazakar başkan George W. Bush, 2005’te hem de mahkeme başkanlığına 50 yaşındaki John Roberts’ı atamaktan çekinmeyecekti. Yani, John Roberts, önceki yıl emekli olan kıdemli üye Jean Paul Stevens kadar yaşasa, nereden bakılsa 40 yıl boyunca mahkeme başkanı olarak kalmaya devam edecek. 

Muhafazakar üyeler, Amerikan Yüksek Mahkemesini, tarihinde olmadığı kadar partizan konuma sürüklemeye çabalamaktan geri durmuyorlar. Önlerine gelen davalarda taraf olan muhafazakar dernek ve organizasyonların üyeleri ile kamuoyu önünde bir araya gelmekten çekinmiyorlar. Partizan muhafazakar derneklerin toplantılarına katılmaktan çekinmedikleri gibi…

Bazı muhafazakar üyelerin, ülkenin anayasal sitemini kültürel ideolojilerine, politik çizgilerine göre şekillendirme çabası, Amerikan sisteminin 20’nci yüzyıldaki en başarılı, en gıpta edilen müessesesine ağır bir gölge düşürüyor. Ülkeyi bir arada ve ayakta tutan en hayati kuruma, ülkesini seven herkesi endişelendirmesi gereken bu tahribatı, ülkeyi herkesten fazla sevdiklerini iddia edenlerin yapması ise ibretlik…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz

(GÜNCELLEME: Bu yazı 2009 yılında yazıldı. 2015 yılında yazıdaki mahkeme üye profili değişimi nedeni ile güncellendi. Ancak son üç yılda mahkemenin iki üyesi daha değişti. 2016’da ölen Antonin Scalia’nın yerine 2017’de Neil Gorsuch ve 2018’de kendi isteği ile emekli olan Anthony Kennedy’nin yerine Brett Kavanaugh üye oldu. Her iki yeni üyeyi de Donald Trump seçti.)