Skip to content
Menu

New York, sigara ve Türklerin ortak hikayesi

Cemal TUNÇDEMİR

20 Ağustos 2011

New York Belediyesinin sigaraya karşı amansız savaşı sürüyor. Önce, bar ve restoranlarda sigarayı yasaklayan belediye, daha sonra şehrin park ve meydanlarında da sigara içilmesini yasakladı. Yasağın son olarak genişletildiği yer ise New York metrosu ve banliyö trenlerinin açık istasyonları ile çevresi oldu.

Peki bundan Türklere ne? New York, sigara ve Türklerin oldukça enteresan bir kesişim öyküsü var da ondan… Aşağıda okuyacağınız yazıyı, 2 yıl önce Türkiye’de kapalı mekanlarda sigara içilmesi yasaklandığında yazmıştım. Bu vesileyle, New York, sigara ve Türklerin buluştuğu bu ilginç öyküyü bir kez de buradan paylaşmak istedim.

sigara1Sigarayı ilk kez Türkler içti 

“Hayırdır boş zamanında güneş – dil – duman teorisi mi geliştiriyorsun?” diye soracaksınız ama merak etmeyin herşey kontrol altında. Başlıktaki sigaraya başlamadan evvel, başlıktaki ‘Türkler‘e kısa bir not düşmek istiyorum. ABD’de “Türk” adlandırması, Birinci Dünya savaşı başına kadar bütün “Osmanlılar” için kullanılmış. “Türk” dendiğinde böyle anlayan Amerikan kuşağından kimse yaşamıyor artık. 20’nci yüzyılın geri kalan kısmında ise elbette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için kullanılmış ama eski kuşak gibi sokaktaki adam tarafından değil. Sadece bazı politik haberlerde ve raporlarda uzmanlarınca… Zira, 2000’li yıllara kadar sokaktaki Amerikalının çok mühim bir kısmı Türk kimdir pek bilmezdi…

Türkiye’deki sigara yasağı Batılı medya organlarında da geniş yer buldu. Nerdeyse hergün bir ülkenin daha bu yasak kervanına katıldığı bir zamanda, batılıların neden Türkiye’deki yasağı bu kadar tarihi önemde bulduklarına çok dikkat etmedik. Oysa sembolik değeri yüksek bir yasak Türklerinki. Çünkü, Türkiye’de pek fazla kimse tarafından bilinmese de ‘’sigarayı’’ ilk defa Türkler içti ve sigaranın tarihinde Türklerin sıradışı bir rolü var.

Peki nasıl oldu da sigarayı ilk kez Türkler içti? Şimdi, tütünün anavatanın Amerika kıtası olduğunu biliyoruz. Yani dünyada tütün içenler 15’nci yüzyıla kadar sadece Kızılderililerdi. Kızılderililer de Türktü malum..! Yok yok, bu işin şaka faslı… Avrupalılar tütünü Amerika yerlilerinden, biz de Avrupalı gemicilerden askerlerden öğrendik. Zaten başlık da ‘tütünü ilk defa Türkler içti‘ demiyor, ‘sigarayı ilk defa Türkler içti‘ diyor. Bunu paylaşacağım ama önce yanan kısmın dumanını dağıtayım.

Batı dillerinde tütün yerine “tobacco (tobako)” sözcüğü kullanılıyor. Bazı rivayetlere göre Kızılderili dillerinden geliyor bu. Tütün içmek için kullandıkları tabago aletinden. Yani bir nevi “calumet”, yani “barış çubuğu”…  Bazı dilbilimciye göre ise sözcüğün kökeni Arapça “tabaka”. Eskiden (gerçi hala kullanan da var) içine tütün ya da el sarması sigarası konulan kutucukların adının “tabaka” olmasının, içindekinin “tobako” olmasıyla fena halde ilgisi var yani.

İngilizcede tütün yaprağına sarılı içeceğe, yani bizim puro dediğimize, “cigar” deniyor. İngilizceye İspanyolca’daki ‘cigarro‘dan geçti bu. İspanyollar ise Maya ve Aztek dillerindeki ‘siyar‘dan aldılar. Peki bu tür sigaralara biz niye “puro” diyoruz? İspanyol “cigar” endüstrisi, eğer bir “cigar”, tütünün ekiminden kurutulup cigar haline getirilmesine kadar bütün işlemler aynı topraklarda yapılıyorsa bunları, kalitesine vurgu yapmak için İspanyolca “pür” anlamına gelen “puro” cigar diye adlandırıyor. Dünyada gerçek anlamda “puro” cigar üretebilen iki ülke vardı; Küba ve Nikaragua. Biz ise, ‘cigar’ların hepsine puro diyoruz. Meşhur ettiğimiz galatlardan yani.

Kolomb’un dumanı keşfi

Günlüklerinden öğrendiğimiz kadarıyla 15 Ekim 1492 günü Kristof Kolomb’a Kızılderililer ilk defa kurutulmuş tütün ve meyve hediye ettiler. Kolomb kendisine hediye edilen meyveleri aldı, ne olduğunu anlamadığı tuhaf kokulu yaprakları, “Bu mu şimdi ta Avrupa’dan gelmiş adama ikramınız?” diye ekşi bir yüz ifadesiyle attı. Kızılderililer bozulsalar da ses etmediler. Büyük alışkanlıklar hep böyle ‘ne ki şimdi bu?’ muamelesi görerek başlar ne de olsa…

Sigara 16’ncı yüzyılın yeşil çayıydı

Nitekim kısa zamanda Avrupalılar Kızılderililerden tütün içmeyi öğrendi ve Avrupa’ya taşıdılar. Tütünün Avrupa’da hızla yayılmasının en büyük sebebi, “tıbbi mucize” olduğuna olan inançtı. İspanyol doktor Nicolas Monardes, 1571 senesinde yazdığı kitapta, tütünün tam 36 hastalığa şifa olduğunu “ispatlamış”. 1588 yılında Virginialı Thomas Harriet adlı bir çok bilmiş ise, sağlıklı yaşamın ancak günlük gereken dozda tütün ile mümkün olacağını söylemiş. Ancak kayıtlar Harriet’in burun kanserinden öldüğünü gösteriyor. Ölüm sebebiyle ilgisi var mı kesin bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki, 16’ncı yüzyıl Virginia’sında tütün içerken dumanı burundan çıkarmak çok yaygın bir tiryaki adetiymiş. Ben gerçi sigarayı böyle burnundan soluyarak içenleri 20’nci yüzyıl Anadolu’sunda da gördüm ya neyse…

Adın çıkacağına canın çıksın

Bu arada Fransız dilbilimci ve diplomat Jean Nicot, 1550’li yıllarda hayatının hayali olan Fransızca sözlüğü bitirmeye çalışırken, Fransa kralı tarafından, 6 yaşındaki Fransa veliaht prensesi ile 5 yaşındaki Portekiz veliaht prensinin beşik kertmesini gerçekleştirmek üzere Portekiz’e elçi gönderildi. 29 yaşında olmasına rağmen hala bekar olan Nicot, evlendiklerini bile bilmeyen iki çocuğun genç yaştaki izdivaçlarının kendinde hasıl ettiği ‘batsın bu dünya” moduna yoldaş arar iken, Portekizli gemicilerin henüz bir Miami City’si bile olmayan Florida’dan getirdikleri bir bitki ile tanıştı.

Gemicilerin “Amerikan tozu” dedikleri tütünü pek benimseyen Nicot, ülkesine döndüğünde bunu Fransa’da saray çevresinde tanıdığı herkese, “Yak bi tane, bi taneden bişey olmaz” diyerek dağıttı. Tütün içme adeti ordan da diğer Avrupa saraylarına hızla yayıldı. Herkes ‘Nicot’un otunu‘ konuşuyordu. Tütün Avrupalı asilzadeler arasında Nicot’un adıyla özdeşleşir oldu. Öyle ki hasadı yapılmış tütüne “Nicotiana” demeye başladılar. Sonra 19’ncu yüzyılda Avrupalı bilimadamları tütünün içindeki ana alkoloidi keşfettiklerinde de, bu zehire, bu talihsiz elçinin adını vererek nikotin dediler.

Sayın devletin tütündeki bereketi keşfetmesi

Ancak Nicot’un bitkisi hızla yayılmaya başladıktan sonra bu kez de hızlı bir mukavemet de başladı. İlk yasaklayan daha sonra İngiltere Kralı olacak olan İskoç hükümdar Kral James oldu. Ardından bizim 4. Murat‘a kadar Avrupa’da birçok hükümdar tütüne savaş açtı. Sağlık gerekçesiyle değil tabii ki… Ne Tevrat’ta ne İncil’de ne de Kur’an’da tütünün zikredilmemesinden…

Bu büyük tartışma ve kutuplaşmalara neden oldu. Tütünü yasaklayan ve hatta tütün içenlerin öldürülmesi emri veren Papalar da oldu, tütün tiryakisi Papalar da… Tütüne savaş açan Şeyhülislam’lar da oldu, tiryaki şeyhülislamlar da… Çatışmanın büyüğü ise Sorbon Üniversitesindeydi. Birkaç yüzyıl Cizvitlerle Cansenistlerin bitme tükenmez tartışmalarına sahne olan Sorbon Üniversitesinde, Cizvitler tütünün “yasak meyve” olduğunu iddia ederken, Cansenistler tütün içmenin dine aykırı olmadığını savunuyordu.

Peki sayın devletin tütüne ilgisi nasıl başladı? Çok devletçe bir nedenle… Fransa hükümeti, 100 pound ağırlığında tütünden 2 frank vergi alındığında yılda 1 milyon franklık gelir elde edildiğini gördü. Devletler artık tütünü başüstünde tutmaya başladı. Avrupa’da tütün demek para demekti artık. Asilzadeler kızlarını, doktor ya da mühendis aday yerine tütün tüccarlarıyla evlendiriyordu.  Tütün tüccarları, en güçlü tüccarlardı. Jean Nicot ise bu manzara karşısında hayatını adadığı Fransızca sözlük çalışmalarına geri döndü. 1600 yılında öldükten 6 yıl sonra sözlüğü yayınlandı. Hayır, tabii ki sözlüğünde “nikotin” sözcüğü yoktu.

“Sar bi cigara” çağı

19’ncu yüzyılın ortasına kadar Batılıların cigar, bizim puro dediğimiz tütün içeçeği yaygındı. Yani tütün yaprağına ya da bir bitkiye sarılmış tütün. Bu yüzyılda tütün kağıt ile buluştu. Ama keyiften değil, yoksunluktan, garibanlıktan. İngiliz şair, tercüman ve romancı Robert Graves‘ın 1929 yılında yayınlanmış “Good-Bye to All That” adlı savaş hatıralarında anlattığına göre, tütün kağıda sarılarak ilk defa 1832 yılında Osmanlı ordusu ile Mısırlı İbrahim Paşa‘nın karşı karşıya geldiği Akka Kalesinde içildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu olan İbrahim Paşa, askerlerine moral olsun diye nargile gönderdi.

Nargileyi biliyorsunuz. Avrupalılar buna Hint ve Urdu dilinde dendiği gibi “hookah” diyor. Biz, Farslılar gibi “nargile” diyoruz. Farsça’da hindistan cevizi için kullanılan argile sözcüğünden geliyor. Eskiden nargileler hindistan cevizi kabuğundan yapılırmış. Araplar ise “şişe” diyor. Camdan dolayı.

Cigara yazılıyor sigara okunuyor

Herneyse bu nargileler, isyancı askerlere keyif yaşatmamaya and içmiş Osmanlı topçusunun atışında parçalanınca, İbrahim Paşanın askerleri elde kalan tütünü içmek için yollar aradı. Sonunda tüfek fişeği sardıkları kağıtlara tütün doldurarak içmeye başladılar. Fena olmamıştı. Bu şekilde içmek, kısa sürede bütün Osmanlı’da yaygınlaştı. Aslında bu tür ‘cigar’lara kağıda sarılı olmasa da Fransa ve İspanya’da da rastlanıyordu. Bugün dünya literatüründe kağıda sarılı ‘cigar’a yani bizim sigara dediğimiz ürüne “cigarette” deniyor. Fransızca kökenli “cigarette”, “cigarcık” anlamına geliyor. Yani “küçük cigar”. Bizim büyüklerimiz kelimeleri yazıldığı gibi okuyan asillerden olduğu için uzun süre “sigara” yerine “cigara” demeyi tercih ettiler. Deli Emin’in formüle ettiği Kristin – Cristin problematiği yani. 1854-1856 yılında Osmanlı Devleti, Fransa ve İngiltere, Ruslar’a karşı Kırım savaşında ittifak kurdu. Tarih derslerinde bize hep Osmanlı’nın ilk kez Avrupa devleti olarak kabul edilmesine yol açan savaş diye anlattılar. Ama bu savaşta Osmanlı askerleri Fransız ve İngiliz yoldaşlarını yeni bir ürün ile de tanıştırdığından bahsedilmedi. Fransız ve İngiliz askerler, Osmanlı askerinden öğrendikleri kağıda sarılı cigar’ı yani sigarayı Avrupa’ya taşıdılar. Avrupa’da sigaranın yayılışı Kırım Savaşı ile başladı.

sigara13Ölümcül harman: sigara ve savaş

Önceki paragrafın ateşi sönmeden yeni bir paragrafı tutuşturayım. İlk kağıda sarılı sigarayı askerlerin bulması da, onu Avrupa’ya askerlerin taşıması da boşuna değil. İngiliz macera romancısı Charles Kingsley, tütünü, “yalnız adamın ahbabı,  bekar adamın yareni, aç adamın gıdası, dertlinin neşesi, uyanık adamın uykusu, üşüyen adamın ateşi” diye tarif ediyor.  Aslında Kingsley’in bu dumanlı nitelemeleri, dünyada tütünün neden hep büyük savaşlar sonra yeni bir moda dalgası daha yakaladığını da açıklıyor. Çünkü dünyanın en yalnız, en bekar, en dertli, en aç, en uykusuz ve en üşüyen insanlar askerlerdir. Marco Polo’dan beri maceraperest askerler, yeni icatların, dillerin ve adetlerin en büyük dağıtıcıları olmuş. Aylar yıllar süren yolculuklarından ve zahmetlerinden evlerine her döndüklerinde, yeni tüketim alışkanlıklarının, yeni trendlerin elçisi oluyorlardı. ABD’de ilk büyük sigara fabrikaları, Kuzey – Güney savaşının akabinde kuruldu. 1’nci Dünya Savaşı dünyada sigara içen insan sayısının adeta patladığı yıllar oldu. Hatta Amerikan Savaş Bakanlığı 1918 yılında Bull Durham sigara firmasının bütün stoğunu komple satın aldı. Bull Durham sigaralarının o dönemde sloganı, “When our boys light up, the Huns will light out (Çocuklarımız sigarayı yaktığında, düşmanın ateşi söner)” şeklindeydi. Amerikalı General John J. Pershing, ülke yöneticilerine, “Eğer savaşı kazanmamızı istiyorsanız sigara da mermi kadar önemli” diyordu. İkinci Dünya Savaşı yılları ise dünyada sigara tüketiminin tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktığı yıllar oldu. Şahsen tanıdığım erkek tiryakilerin önemli bir kısmı da askerden sonra sigaraya başlamış kişiler…

Kibrit icat oldu, tiryaki bencilleşti

Sigaranın yayılmasında bazı kilit icatlar da önemli rol oynadı. Bunlardan en önemlisi şüphesiz ki kibrit. Kibrit Arapça ‘kükürt’ demek ve yanan ağacın başındaki ana madde olduğu için biz böyle diyoruz. Kibritle beraber, sigara içimi çok kolaylaştı. Etrafta ateş arama dönemi en azından dünyanın bir bölümünde sona erdi.  Türkiye’de hala yer yer devam ediyor.

Sigara tüketimi artıran diğer icat, sigara sarma makinesi oldu. Sigara elle sarıldığında çok pahalıydı. 1883 yılına kadar sigaralara elde sarılıyordu. Bu tarihte icat edilen aletle dakikada 4 sigara yapılabilir hale gelmişti. Sigara tüketimi sadece 1 yılda 4 kat arttı. Piyasadaki sigara sayısı artıyor, fiyatlar düşüyor, tiryaki sayısı çoğalıyordu. Üstelik kimse, sigaranın bedende yaptığı tahribatın farkında değildi. ABD’nin sigara devlerinden Duke, 1870’lerde bu işe başladığında ilk çıkardığı sigara markalarından birinin adını “Pro Bono Publico (toplum yararı için)” koymuştu.

Kamusal alanda tütün tükürmek yasaktır

Aslında Birinci Dünya Savaşı sona erinceye kadar dünya sigara piyasasını, en büyük tütün ihracatçısı olan Mısır sigara endüstrisi domine ediyordu. Modayı, Mısır’da üretilen sigaralar belirliyordu. İnsanlık tarihinin o dönemi için küresel bir moda kaynağının dünyanın bu köşesinde olması nadir görülen bir durum. Çünkü her sosyal yeniliğin batıdan doğduğu bir dönem…

Ama çok geçmeden tütünün anavatanı olan kıtada kurulan sigara fabrikaları dünya pazarını ele geçirmeye başlayacaktı.

Yalnız ABD’de sigara, tütün ürünleri içinde hala en çok satılan mamül değildi. 1901 yılına ait bir istatistik hala ülkede satılan 3,5 milyar sigaraya karşın, 6 milyar “cigar” satıldığını gösteriyor.

Tabii, özellikle ABD’nin güney eyaletlerinde bir başka tütün tüketme yöntemi de moda haline gelmişti. Kovboy filmlerinde, uzak yoldan gelen kovboyun ‘saloon‘a girmeden hemen önce yere tükürdüğü şey, yani çiğnemelik tütün

1875 yılında R.J. Reynolds tütün şirketi, çiğneme tütün ürününü piyasaya sürdü. Bu Kızılderili geleneği kovboylar ve güneyli Amerikalılar arasında hızla yayıldı. Tabi, etrafta durmadan tütün çiğneyip tüküren adamlar “pasif çiğneyicileri” rahatsız etmeye başladı. 1902 yılında Kansas eyaleti, halkın beraber bulunduğu kamusal alanlarda ağızdaki tütünü tükürmeyi yasaklayan bir kanun çıkarmak zorunda kaldı.

turkish-cigarettes-usa

‘Marlboro man’ sizde, erkeklik bizde kalsın

Hep duyarız adına Phillip Morris derler bir tüccar vardır. 20’nci yüzyıl Amerikan kültür ikonlarından biri olan ‘Marlboro’ sigaralarının sahibi olan Phillip Morris şirketine adını veren kişi. Hah işte bu kişi sanıldığı gibi Amerikalı değil. Bir İngiliz tütün tüccarı. 1847 yılında Londra’da el sarması Türk sigaraları satan bir dükkan açarak meslek hayatına başladı. Kırım savaşından dönen askerler de etraflarına “ya bu Türkler’de sigara diye birşey var” deyince bu tür içim fikrine atlayan Morris’in işleri hızla büyüdü. 1900’lerin başında New York’a taşıdı merkezini ve Marlboro dahil yeni sigaralarını piyasaya sürdü. Hepimizin kafasında kovboylarla özdeşleşen Marlboro’nun başlangıcında bir “kadın sigarası” olarak üretilmesi ve asıl hedef kitlesinin kadınlar olması ise ayrıca ironik…

Beşinci Cadde’de nasıl sigara içersiniz han’fendi?

Marlboro’ya devam edeceğim ancak şimdi kadın ve sigara sözcükleri aynı cümlede bir araya gelince tarihsel bir sorunu da paylaşmadan geçemiyeceğim; kadınların sigara içmesi.

20’nci yüzyıla kadar kadınların kamusal alanlarda sigara içmesi “çok ayıp” karşılanıyordu. Tarihte açıktan sigara içtiği bilinen ilk kadınlar, Parisli fahişelerdi. Notre Dame de Lorettes kilisesi yakını mesken tuttukları için “Lorettes” diye anılan bu fahişeler, halka açık alanda sigara içen ilk kadınlar olarak kayda geçti. New York’ta ise daha 1900’lerin başında kadınların halka açık alanda sigara içmesi sadece ayıp değil, yasaktı da.

New York Times gazetesinde 1904 yılında yer alan bir habere göre Manhattan’ın ünlü Beşinci Caddesinde bir otomobilin içinde sigara içerken yakalanan kadına polis ceza yazmıştı. Gazete gözlerine inanamayan polisin ağzından dökülen şaşkınlığını da haberde şu şekilde kayda geçirmiş: “Hem de Beşinci Cadde’de bunu yapamazsın!”. 1908 yılında New York Belediye Meclisi kadınlara sigara yasağını daha da sertleştiren Sullivan Act’ı kabul etti. Katie Mulcahy adlı New Yorklu kadın kamusal alanda sigara içtiği için tutuklanan ilk kadın oldu.

Ancak çok geçmeden bu yasaklar kalktı ve toplum sigara içen kadın görüntüsüne alıştı. İşte bu ortamda Phillip Morris bu yeni müşteri potansiyelini hedefleyen bir ürünle ortaya çıktı. Az önce Londra’da kurduğu Türk tütünü dükkanıyla işe başladığından bahsetmiştim ya, o dükkanın bulunduğu sokağın adı Marlboro Sokağıydı. Morris, ABD’de “Mayıs kadar ılık (Mild as May)” sloganıyla ürettiği yeni kadın sigarasına da o sokağın adını verdi. Kadın sigarası olarak doğan Marlboro’yu erkeklerin de içmesi ise çok sonraları başladı.

1950’li yıllarda sigaranın insan bedeninde yaptığı tahribat artık gizlenemez boyutlarda ortaya çıkınca tutuşan sigara üreticileri, şapkalarından filtreli sigarayı çıkardılar. Güya, filtre, sigranın katranını ve nikotinini tutuyor, tamamen sağlığa zararsız hale getiriyordu. Yalan oldu. Sonraki yıllarda ise sigaraların “light” versiyonlarını ürettiler. Light sigaraların filtrelerinde hava delikleri var. Tiryaki dumanı çekince bu deliklerden hava da karışmakta ve nikotin ve diğer zararlı maddelerin daha az oranda içilmesine yol açmaktaymış. Bir 20 yıl da bu yalanla idare etti tüccarlar.

Her neyse, 1950’li yıllarda filtreli sigara üretimi yarışı başladığında, tiryakiler “filtreliyi kadın içer” diyerek uzak durdular. Marlboro firmasının aklına “erkeksi” bir sigara reklamı yani “Marlboro man” reklamını başlatma fikri böylece geldi. Dünyanın her işlek noktasına resimlerin bilboardların asıldığı bu kampanyadaki sigara içen kovboy görüntüleri, bütün dünyada sigara içilmesiyle özdeşleşti. Ancak “Marlboro man” posterlerinde yer alan kovboylardan Wayne McLaren da, David McLean da ve Dick Hammer da akciğer kanserinden öldü. Bunun üzerine sigara karşıtı kampanya başlatan gruplar da Marlboro’yu “cowboy killer (kovboy katili)” sloganıyla posterlere taşıdı.

Amerikayı sallayan Türk sigarası fırtınası

Çok uzattım ama buraya kadar gelmişken, 1880’ler ile 1920 yılları arasında ABD’yi kasıp kavuran Türk sigaraları savaşından da bir nefes çekmezsek olmaz. Tarih kitaplarından bilmiyorsanız bile Charlie Chaplin’in unutulmaz filminden biliyorsunuz ki, California’ya maceraperestleri çeken bir “Altına hücum (Gold Rush)” dönemi var. Amerikan sosyal taihçileri de sigara firmalarının art arda Türk markaları çıkardığı döneme, “The Turkish Rush” diyor. Aslında 17’nci yüzyıldan itibaren Türk tütünü büyük şöhrete kavuştu. Özellikle Trakya tütünü çok değerli hale gelmişti. Uzmanlar, Türk tütününün farkının, Osmanlı coğrafyasının ikliminden, Osmanlı çiftçisinin tarım usulüne kadar bir dizi sebebini sayıyordu. İşin enteresan tarafı, Türk tütünü, tütünün anavatanı ABD’de de en değerli tütün oldu. Sigaranın altın çağı sayılabilecek 1880 – 1920 döneminde ABD’de üretilen en kaliteli sigaralar ya Türk tütününden ya da Türk tütünü Virginia tütünü harmanından üretiliyordu.

Fırtınayı, New York’u mesken tutmuş Osmanlı tüccarları başlattı aslında. Küçük atölyelerde hazırladıkları tüm Türk sigaralar kısa sürede büyük sükse yapmaya başladı. 1899 – 1903 arası 4 yıllık dönemde Türk sigaraların yıllık satışı 200 milyondan 750 milyon taneye çıktı. Kısa sürede Duke, American Tobacco gibi devler de Türk sigarası piyasasına girmekten kendini alamadı.

Çoğu New York ve çevresindeki fabrikalarda üretilen Osman, Fatima, Abdulla, Omar, Murad, Turkish Trophy, Hassan, Camel, Mecca hep bu dönemde ortaya çıkan sigara markaları. Türk sigaralarını kentlerde yaşayan insanların tercih etmesi sebebiyle, “big city cigaretts” diye anılmaya başladılar. Bu sigaraların paketlerinin üzerinde de kafalardaki Türk imajına uygun resimler konuyordu. Fatima sigarasının, yüzü peçeli kadın fotoğrafı bunlardan en ünlüsü. Firmalar böylece öz hakiki Türk sigarası oldukları yönünde Amerikalı tiryakileri ikna etmeye çalışıyordu.

20’nci yüzyılın ilk yarısında ABD’nin en popüler sigarası, Liggett&Myers firmasınca üretilen Fatima sigarasıdır. 1930’lara kadar ABD’de yapılan filmlerde oyuncuların elindeki, romanlarda kahramanların ağzındaki hep Fatima sigarasıdır. İkinci dünya savaşı yıllarında pazar payını kaybeden Fatima, 1980’lerin başında tamamen piyasadan çekildi.

1910’lu yıllarda New York’ta, Boston’da Fatima’nın karşısında öne çıkan diğer Türk tütünü sigaraları ise Lorilliard firmasının Zubelda‘sı ile American Tobacco’nun Omar‘ıydı. Murad sigaraları ise Amerikalı kadınlar arasında çok popülerdi.

Türk sigarası fırtınasının, Birinci Dünya Savaşı sonrası söndüğü anlaşılıyor. Türk tütünü ithalinin azalması da ABD’de sigara fiyatlarının yükselmesine yol açmış. Bu fırtınadan günümüze tek kalan RJ Reynolds firmasının 1913 yılında üretmeye başladığı Camel(deve) sigarası. Firma o sene ürünü çıkarmadan önce ABD’de, “The Camels Are Coming (develer geliyor)” sloganlı  aylarca süren dev bir reklam kampanyası yapmış.

Bu sigara paketlerinin üzerindeki Türk imajlarının, birkaç kuşak Amerikalının zihnindeki Türk imajını şekillendirdiğini söylememe gerek var mı… Zaten, yaşlı Amerikalılar Türkiye’de sigara yasağına bu sebeple daha bir ilgi gösterdi. Sigaranın macerasına başladığı topraklarda 180 yıl sonra kahvehanelerden bile sökülüp atılması haberi, işte bu sembolik değerinden dolayı başta ABD olmak üzere Batı medyasında ses getirdi.

Amerikalı sanatçı Wendy Liebman, toplumsal bir mekanda sigara içtiğinde, yanına gelip, “bu beni rahatsız ediyor” diyenlere, “Hiç sormayın! Sizi en azından rahatsız ediyor, beni ise öldürüyor” diye yakınırmış. Tiryaki arkadaşlarıma dostça bir hatırlatmada bulunayım; sigaranın istatistik biliminin doğuşunda ve yükselişinde oynadığı rolü küçümsemeyin.

cemaltdemir@gmail.com