Hindiye neden “turkey” diyorlar?
Bu hafta ABD’de ne ekonomik kriz, ne Ortadoğu, ne Obama, ne de Kongre… Gündemin en popüler konusu her yıl bu zamanlarda olduğu gibi yine, “turkey“.
Her yıl Kasım ayının son perşembe gününde bütün Amerikalıların tek ortak sosyal bayramı olan “şükran günü (thanksgiving day)” kutlanıyor. Perşembe akşamı, Hristiyan, Yahudi, Müslüman, Hindu, ateist her din ve dünya görüşünden; beyaz, siyah, sarı her ırktan; zengin, fakir, orta sınıf, elit her sosyal sınıftan Amerikalı, Şükran Günü’nün hindili sofrasında ailesi ya da dostlarıyla bir araya gelecek. Vejateryenler bile, “tofurky” adını verdikleri tofu hindilerle sofralarını donatacak.
Türk’ün “turkey” ile imtihanı
Şükran Günü haftalarında, Amerika’da yaşayan Türklerin özel bir sorunu daha var; Hafta boyunca etraflarındaki Amerikalıların “turkey” şakaları… Hafta boyunca yapılan bu şakalar, Türk takımları ile maç öncesi hep aynı manşetleri atan ucuz İngiliz tabloidlerini andırsa da, bu “turkey – Turkey” benzerliği tesadüf değil. Gayet ilişkili bir isimlendirme.
Sırf bir kaç espriye konu oluyor diye bu adlandırmaya alınganlık gösterilmesine de gerek yok. Ne hindinin kendisinde ne de isminde utanmayı gerektirecek hiçbir tarihsel ya da kültürel neden yok. Kaldı ki hindi küreselleşmenin ilk gizli kahramanlarından biri.
Hem Amerikalılar için de “turkey” oldukça sembolik bir hayvan. Öyle ki, Benjamin Franklin ülkenin ulusal sembolünün “turkey” olmasını istiyordu ancak, ‘kartal’ mücadeleyi kazanarak ABD’nin sembolü oldu.
Türkçe’de bu hayvana Hindistan’a atıfla “hindi” deniyor. Yalnız değiliz, başta Almanya, Fransa ve İtalya olmak üzere birçok ülke de bizim gibi, “Hindistan’dan gelen” anlamına gelen isimler kullanıyor bu kümes hayvanı için. Fakat sorun şu ki bu kümes hayvanının gerçekte Hindistan ile pek bir ilgisi yok.
Peki bu kadar insanın Hindistan dediği yer neresi? Onları yanıltan kim?
Bir teze göre bu kişi Kristof Kolomb.
Kolomb, 1492 yılında Karayip denizindeki adalara ilk defa ulaştığında yola çıkış hedefine yani Hindistan’a geldiğini sanıyordu. Hayatı boyunca bunun yeni bir kıta olduğunu anlamadı. Bu yeni kıtada karşılaştığı yerlilere ise, Hintli anlamında “Indian” dedi. Bizim Kızılderili dediğimiz insanlara Anglosaksonların bugün bile “Indian (Hintli)” demesinin nedeni bu.
Karayip ve Orta Amerika yerlilerinin, o güne kadar ‘eski dünya’da bilinmeyen bazı özel gıda ve beslenme kaynakları, Kolomb ve arkadaşlarının hemen dikkatini çekti. Mısır, patates, tütün ilk dikkati çeken ürünler oldu. Azteklerin “huexoloti” dediği yürüyen kuşlar ise, yerlilerin en önemli protein kaynağı durumundaydı. Evet, biz Eski dünyalıların sonradan hindi diyeceği hayvandı bu…
Yeni Dünya’da gördüğü bitki ve hayvanlardan örnekleri gemisine dolduran Kolomb, İspanya’nın yolunu tuttu. İspanya, bu önemli gıda kaynağını başta düşmanları İngilizler olmak üzere, Mağrip Arapları ve diğer düşmanlar bilmesin diye olağanüstü gizlilik içinde çoğaltmaya başladı. Ancak, kısa yoldan zengin olma hırsıyla dolu İspanyol ve Portekiz gemiciler çoktan, gemilere doldurdukları bu ürünleri, o dönemde Amerika yolunun bekçileri olan İspanyol donanmasından kaçırabilecekleri tek noktaya, Kuzey Afrika’ya sızdırmayı başardılar. Bu yepyeni gıdalar, East Carolina Universitesi tarih profesörü Larry Tise‘a göre tahminen ilk olarak 1520’li yıllarda, Kuzey Afrika’da Mısır üzerinden Anadolu’ya, yani o dönemin en zengini olan Osmanlılara ulaştı. Bu teoriye göre, bazı hindilerin kuzey Afrika yolculuğu sırasında Arabistan’a Etiyopya üzerinden satılması da Arapların, hindiyi “Dik Habeş (Habeş horozu)” olarak da adlandırmalarının sebebi.
Anavatanı yine Amerika olan bir tahıla bizim neden “mısır” dediğimiz üzerine akıl yürütmek için de artık daha fazla sebebimiz var. Türkler, bu tahıl Mısır üzerinden geldiği için Mısır tahılı ya da buğdayı dedi ancak zamanla sadece ‘mısır’ kaldı. “Father Orsini” olarak bilinen ünlü İtalyan aşçı Giuseppe Orsini, “İtalyan Mutfağının Sırları” kitabında mısırı, “grano Turco (Türk tahılı)” diye anıyor ki, mısırın güzergahının bizden sonraki durağı konusunda bir başka ilginç veri bu…
Profesör Larry Tise, “16’ncı yüzyılda dünyanın en usta tarımcıları” olarak andığı Anadolu çiftçisinin, hindiyi, kendisine benzer çulluk ve Gine tavuğu ya da Afrika tavuğu olarak adlandırılan benzeri hayvanları yüzyıllardır yetiştirmeleri sebebiyle yadırgamadığını belirtiyor. Maharetli Anadolu çiftçisi, 20 yıl içinde Amerika göçmeni hindi, mısır ve tütünü yetiştirmede de eski dünyanın bir numarası haline geldi. Bu dönemin, Avrupa’daki “Turkish tobacco (Türk tütünü)” tutkusunun da başladığı yıllar olması da tesadüf değil. Anavatanı Amerika olan tütün, Anadoludan Avrupa’ya gidiyordu.
Kayıtlara göre 1540’lar ilk hindilerin, tütünün ve mısırın Anadolu’dan İngiltere’ye ulaştığı yıllar. İlk yıllar asillerin zenginlerin sofralarını süsleyen bu yiyecekler, 20 yıl kadar süre içinde sayıca tavuğu bile geçince sıradan halkın mutfağına da girdi. Mısır, uzunca bir süre “Turkish maize” olarak anıldı İngiltere’de. “Tobacco (tütün)” hala kalite vurgusu olarak “Türk tütünü” ünvanını koruyor.
İşte, Amerika’daki vatanından “huexoloti” olarak ayrılan, gemicilerin Columbus’un ‘India’sına atıfla hint tavuğu dediği bu hayvan, İngilizcede o gün bugündür, İngiltere’ye geldiği yere yani Anadolu’ya atfen “turkey” diye anılıyor.
Shakespeare İngilizcesine ilk kez 1598 yılında yayınlanan Kral 4’ncü Henry kitabında “turkeys in my pannier (küfemde hindiler)” cümlesiyle girdi. Bu sebeple de, Bernard Lewis’in, 17’nci yüzyılda Avrupalıların, Osmanlı sultanlarının giydiği renkli başlıkları hindi başına benzettikleri için hindiye “turkey” demeye başladığı teorisi biraz desteksiz kalıyor.
“Turkey” adının, konuşma dilinden çıkarak resmileşmesine ise Amerika’ya ayak basan ilk İngiliz bilimadamı Thomas Harriot neden oldu. 1586 yılında North Carolina’daki Roanoke adasında, yeni dünyanın bitki örtüsü ve hayvan türlerinin kataloğunu yapan Harriot, ‘huexoloti’lerin kuzeni olan yaban hindilerini görür görmez, “Turkie cockes and Turkie hennes (dişi ve erkek Turkie)” olarak kaydetti. Gördüğü her şeyin Kızılderili dilindeki karşılığını da yazmasına rağmen bir tek ‘turkey’ de buna hiç gerek duymaması, bunların “turkey” olmalarından hiçbir şüphe duymamasına bağlanıyor. Harriot’un kayıtlarında gerçekte Amerika yerlisi olan mısıra (corn) da ilginç bir not var. ‘Corn’un Kızılderili dilindeki karşılığı olarak ‘pagatowr’ yazan Harriot, bu kelimenin yanına, “Turkie wheat (Türk tahılı). Geldiği ülkeden dolayı İngilizler böyle adlandırıyor” şeklinde bir açıklama şerhi eklemiş.
Minnesota Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Giancarlo Casale‘nin tezi bu noktada, yukarıda bir kısmını aktardığım Larry Tise’ın tezinden biraz daha farklı. Casale, kısaca çulluk, Gine tavuğu veya Afrika tavuğunu ilk kez Türklerde gören Avrupalıların bunları “Turkey bird” olarak adlandırdıklarını, Kuzey Amerika’ya geldiklerinde ise, çulluğa benzeyen hindiyi görerek, “Turkey bird (Türk kuşu)” dediklerini, bunun da zamanla kısalarak “turkey” olarak kaldığını savunuyor. Toptan yabana atılmayacak bu tezin eksik yanı ise, Türklerin(dolayısıyla Türklerden öğrenen bazı Avrupalıların) bu kuşa neden “hindi” dediğini tam izah edememesi ve hindinin yol arkadaşları mısır ve tütünü hiç hesaba katmaması. Ancak, Gine tavuğunun, ‘turkey’ adının bu kadar kolay benimsenmesinde en azından belli bir etkisi olduğu da kuvvetle olası.
Peki, hindinin ‘küreselleşmenin ilk gizli kahramanı’ olmasından kastım ne?
Virginia ve Massachusetts’e yerleşen ilk İngilizler, burada yaban hindilerini tarım alanlarının düşmanı olarak buldular. Gerçekten de bu yaban hindileri orta Amerika’nın ‘huexoloti’lerinden farklı olarak, ekinleri yiyordu. Yeni kıtada yaşayan yerleşimciler gördükleri yerde bu hayvanları öldürmeye başladılar. Hem etleri de bildikleri “turkey” gibi lezzetli değildi. İşte hindinin tarihsel ve coğrafi döngüsü burada tamama erdi. Kayıtlara göre 1614 yılında Virginia’ya, 1629 yılında da Massachusetts’e İngiltere’den ilk Türk hindileri getirildi. Çok geçmeden bu evcil hindilerin bir özelliği daha keşfedildi. Tütün yetiştiriciliğine başlayan güney kolonileri “Türkiye hindilerinin”, yaban hindilerinden farklı olarak tütün tarlalarına hiçbir zarar vermediklerini gördüler. Hatta bazı tarihçilere göre, bu hindilere tütünden uzak durma alışkanlığını, Anadolu çiftçisi kazandırdı. Bu özellikleri, bu hayvanları Amerika’daki ilk yerleşimcilerin en iyi dostu ve en önemli besin kaynağı yaptı.
Yani, biz, gemicilere ve Kolombus’a güvenerek bu kuşun anavatanını ‘Hindistan’ sanıp ‘hindi’ derken, Anglo Saksonlar da bu kuşun anavatanını Türkiye sandıkları için ‘turkey’ dediler.
İroni bununla bitse yine iyi. Hindistanlılar bu kümes hayvanına ‘Tarki‘ diyor. Bazen de Portekizliler gibi ‘Peru‘ dedikleri de oluyor. Fransızlar Hindistan’a ait sanıp d’inde dese de Kamboçyalılar, hindiyi Fransızların sanıp ‘moan barang (“Fransız tavuğu”) dediler. Hollandalılar Hindistan’da daha spesifik bir yere Kalküta’ya atfen kalkoen, (orijinali Kalecutisher Han yani Kalküta tavuğu) derken Malaylar, Hollandalıların sanıp ‘ayam blander (Hollanda Tavuğu)’ dediler.
Küreselleşmenin ilk hayvan kahramanının adı etrafında ortaya çıkmış küresel yanlış anlamalar komedyası…
Nasreddin Hoca, hindiyi papağana yeğlerken, “o konuşuyorsa bu da düşünür!” demişti… Bu kadar düşünüyorsa bir nedeni var…
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz