Skip to content
Menu

Kennedy öldü, Yaşasın yeni Kennedy!

Soldan: Robert kennedy, Edward Kennedy ve John F. Kennedy

CEMAL TUNÇDEMİR 

Kennedy hanedanlığının kurucu babası Joe Kennedy, daha 1930’lu yılların sonunda arkadaşlarına 9 çocuğunu göstererek, “Bunların hepsi bir gün ABD başkanlığına aday olacak” diye övündü. Arkadaşları ciddiye almadı. O dokuz çocuktan üçü ABD başkanlığına aday oldu, biri başkan oldu. Joe’nun iddialı tavrı, sadece klasik baba içgüdüsünden kaynaklanmıyordu. Onca parasına rağmen kendisini bir türlü içlerine kabul etmeyen Boston elitlerinin tavrını asla ama asla unutamıyordu. Film yapımcılığından, alkollü içki kaçakçılığına, çelik tüccarlığına kadar iş hayatında edindiği servet ve diplomatlık gibi görevlerle edindiği devlet tecrübesiyle 1940’lı yıllardan itibaren perde gerisine çekildi ve muazzam Kennedy hanedanlığının inşasına başladı. Joe Kennedy, insana yapılan yatırımın asla ve asla boşa gitmeyeceğinin yaşayan bir örneği oldu.

Baba Kennedy’nin Boston’un güneyindeki ünlü Cape Cod yarımadası üzerindeki Hyannis Port kasabasında kurduğu site devleti, o günden bugüne Kennedy hanedanlığının başkenti oldu. Kasabaya sırtını, okyanusa yüzünü veren Kennedy evleri, kasabanın geri kalanından yüksek bir duvarla ayrıldı. Joe Kennedy ve eşi Rose Fitzgerald her öğünde 9 çocuklarıyla oturdukları yemek masasını adeta birer okula çevirdiler. Anne Kennedy günün haberlerini yemek masasının yanıbaşındaki panoya asıyor, böylece sofranın gündemi belirleniyordu. Aile içindeki eğitim de rekabette çok sıkıydı. Bu çocuklardan Eunice Kennedy geçtiğimiz yıllarda bir televizyon programında o günleri, “Babamızın bizi motive ettiği tek bir şey vardı; kazanmak. ‘Bana ikinci ya da üçüncü olarak gelmeyin, bu sayılmaz. Kazanacaksınız!’ diyordu. ” şeklinde anlattı.

Baba Kennedy bu hırsın ve yatırımın karşılığını kısa sürede aldı. 1960 yılında ikinci oğlu ABD başkanı oldu. Ancak, bunun keyfini sadece birkaç ay sürebildi. Felç geçirdi. Konuşma ve hareket kabiliyetini yitirdi. Mahkum olduğu sandalyeden önce başkan olan oğlunun, sonra başkanlığa aday olan üçüncü oğlunun öldürülmesini seyretti. 1969 yılında öldüğünde ailenin en küçük çocuğu olan 39 yaşındaki Edward “Ted” Kennedy bütün ailenin reisi oldu. Kennedy hanedanlığının 40 yıl boyunca kabile reisi olan Ted Kennedy de 2009’da hayatını kaybetti. Ted’in ablası Eunice ise kendisinden sadece iki hafta önce 11 Ağustos’ta ölmştü. Eunice, California terminatörü ‘Arnold Vali’nin kaynanasıydı aynı zamanda

Kennedylerin laneti

Edward, Kennedy ailesinin uzun süre yaşayabilen tek erkek üyesi oldu. En büyük ağabeyi Joe Jr, ikinci dünya savaşında bir uçak kazasında öldü. Ted Kennedy’nin yerine senatör olduğu ağabeyi ABD Başkanı John Kennedy 1963 yılında bir suikaste kurban gitti. Başkanlığa aday olan diğer ağabeyi Robert Kennedy ise 1968 yılında adaylığını garantiledikten bir gün sonra bir başka suikastla hayatını kaybetti. Kız kardeşi Kathleen, uçak kazasında hayatını kaybeden bir başka kardeşiydi. Ömrünün büyük bölümünü özürlü geçiren kız kardeşi Rosemary ise 2005 yılında öldü. JFK’in birgün başkan olacağına kesin gözüyle bakılan oğlu John Jr Kennedy ise 1999 yılında kendi kullandığı uçağın Atlas okyanusuna çakılması sonucu karısı ve kız kardeşi ile birlikte 39 yaşında öldü. Edward Kennedy, kendisi de senatör olduktan iki yıl sonra 1964 yılında bir uçak kazasından yaralı kurtulmuştu. Bütün bu kazalar ve suikastler, meşhur “Kennedylerin laneti” söylentisine yol açtı. Bu sebeple bir Kennedy erkeğinin yatağında doğal sebeplerle ölmesi başlı başına bir haber konusuydu ve Edward Kennedy’nin doğal ölümü bir devrin sonu olarak görüldü.

Demokrasinin babadan oğula geçmesi

Ancak, Kennedy’lerin dramı yazımın asıl mevzusu bu değil. Kennedy’ler vesilesiyle artık küresel bir demokrasi sorunu ve tartışması olan ‘’politik hanedanlıklar’’a  dikkatinizi çekmek istiyorum. Bize yıllarca okullarda, insanların, babadan oğula geçen krallıklar, padişahlıklar, ağalar, beyler, lordlar, dükler vs’ler ile yönetildiği ancak demokrasi ve cumhuriyetler ile artık yönetimlerin babadan oğula geçtiği dönemlerin tarih olduğu anlatıldı. Bu ne kadar gerçeği yansıtıyor?

Senato’da Kennedy’leri kim temsil edecek?

Edward Kennedy’nin ölümünden sonra ondan boşalan senatörlük koltuğunu kimin dolduracağı ile ilgili öyle evlere şenlik bir isim listesi dolaşıyordu ki, bazı siyaset bilimciler, “Beyler bir demokraside yaşadığınızı unutmayın” uyarıları yapma ihtiyacı hissetti. Anlı şanlı Amerikan gazeteleri hem de demokrasi denince mangalda kül bırakmayan NY Times gibi gazeteler de başta olmak üzere o günlerde, “Amerikan Senatosu Kennedy’siz kaldı. Edward’dan oluşacak boşluğu hangi Kennedy dolduracak?” yazılarıyla doldu. Daha sonra ABD Başkanı olacak John F Kennedy’nin 1946 yılında Amerikan Kongresine seçilmesinden beri Kongre’de en az bir Kennedy mutlaka bulunuyordu. Ancak önce Senatör Kennedy’nin ölümü ardından 2010’da oğlunun Temsilciler Meclisinden emekli olmasıyla, tam 63 yıl sonra Kongre’de hiç Kennedy kalmadı. ABD basınında, Ted’in yerine milletvekili oğlu Patrick Kennedy mi, ağabeyi JFK’in kızı Caroline mi senatör olsun, Ted’in dul eşi Victoria Kennedy politikaya girsin tartışmaları aldı yürüdü. 3’ü erkek 6’sı kız 9 kardeş, onların çocukları torunları. Devasa bir aile Kennedy’ler.

Robert Kennedy’nin torunu Joseph Kennedy III, ABD Temsilciler Meclisi’ne seçildi. Kimbilir belki de bir gün ABD’nin başkanı olacak.

Ve 2 yıl aradan sonra, Kongre’de boşalan Kennedy koltuğu için ‘’aranan Kennedy’’ bulundu. John F. Kennedy’nin kendisinden 5 yıl sonra öldürülen kardeşi Robert Kennedy’nin 31 yaşındaki torunu Joseph Kennedy III, Temsilciler Meclisi üyeliğine seçildi. Bu açıdan Amerikan demokrasinin manzarasına geleceğim ama önce Boston’a 1946 senesine bir gitmemiz lazım.

Amerikan orta sınıfının kraliyet ailesi fantezisi

Ted’in ölümünden iki hafta kadar önce Washington Post’ta Vince Bzdek’in, Eunice Mary Kennedy‘den yola çıkarak kaleme aldığı “Son hanedanlıklardan biri” başlıklı haberinde, enteresan bir anekdot okumuştum. JFK, 1946 senesinde Kongre adaylığını kazanınca, kızkardeşleri Pat ve Eunice Boston’da bir kutlama balosu düzenler. Kadınlar için gece elbisesi erkekler için smokin zorunluluğu getiren baloda, davetiyeden ikrama kadar inanılmaz detaylı bir ihtişam sergilenir. Bu durum Amerikan politikasının kadim merkezi Boston’un politik çevrelerinde yadırganır, eleştirilere sebep olur. Ama beklenmeyen birşey olur. Balo büyük ilgi görür. Boston’un tüm ileri gelen aileleri davete koşar. Balo yerinin önünde içeri girmek için şık beyler zarif hanımlar uzun kuyruk oluşturur. İşte Bzdek diyor ki, “Bu balo, Kennedy’lerin kendilerini Amerikan orta sınıfının kraliyet ailesi olarak pazarlayabileceklerini farkettikleri gecedir“. Dünyanın bazı kuralları var değişmiyor. Orta sınıf, hanedanlık görmekten, hanedanlığı konuşmaktan, onlara yakın olmaktan hoşlanıyor. Sonraki yıllarda ABD’de birçok sosyal trendin, hizmetin ve değişimin motoru haline gelen Joe Jr, John, Rosemary, Kathleen, Eunice, Patricia, Bobby, Jean ve Ted Kennedy, sadece Boston’un değil, ABD’nin de kraliyet ailesine dönüştüler. Amerika onları konuşmaya bayıldı, bayılıyor, bayılacak.

Benim kimin oğlu olduğumu biliyor musun?

Kennedy ailesi bugüne kadar, bir başkanlık, bir büyükelçilik, bir adalet bakanlığı, 3 milletvekilliği, 3 senatörlük koltuğu elde etti. Bu tür hanedanlığın elbetteki tek örneği Kennedyler değil. Örneğin Adams ailesi. İkinci ABD başkanı John Adams, onun 6’ncı ABD başkanı oğlu olan John Quincy Adams, Massachusetts’in dördüncü valisi olan Samuel Adams’ın yanı sıra bir başkan yardımcılığı koltuğu, bir dışişleri bakanlığı koltuğu ve bir Kongre üyeliği Adams hanedanlığının hanesine yazıldı.

Örneğin, New York’un iki başkan çıkaran ünlü Roosevelt ailesi. 26’ncı ABD başkanı Teddy Roosevelt ve onun kuzeni, Amerikan tarihinin en uzun süreli başkanı olan Franklin Delano Roosevelt. Ailenin tarihi uhdesinde bir başkan yardımcısı adaylığı, iki de New York eyalet valiliği koltuğu da var.

Örneğin ABD’nin son 30 yılına damgasını vuran Bush ailesi. İki ABD başkanlığı, bir başkan yardımcılığı, iki eyalet valiliği, bir senatörlük, bir Cumhuriyetçi Parti ulusal komite başkanlığı, bir CIA başkanlığı, bir büyükelçilik koltuğu Bush hanedanlığının elde ettiği makamlar.

Örneğin Clinton ailesi. Aile kalabalık olmasa da, elde edilen koltukların sayısıyla hanedanlık rekabetinde son 20 yılda öne çıktılar. Bir başkanlık, bir valilik, bir senatörlük, ve nihayet bir dışişleri bakanlığı ile mücadelesine devam ediyor.

Eyaletlerdeki yerel politikaları kurcaladığınızda durum pek farklı değil. Valilerin çoğunun hayatını okuduğunuzda bir başka senatör ya da valinin çocukları olduğunu görüyorsunuz. Amerikan Kongresi’nde senatör ve milletvekili çocuğu olan çok sayıda Kongre üyesi var. Buna Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi de dahil. Bazı çocukların, doğum sebebiyle “daha eşit” koşullarda konumlanması, demokrasisinin “fırsat eşitliğiyle” övünen ABD’de ciddi bir tartışma konusu. Son yıllarda Amerikan Aristokrasisi ile ilgili kitap sayısında adeta patlama var.

Gerçi bu handeanlıkların bir kısmı mütevazı şekilde başlıyor. Örneğin, Bill Clinton ailesinin üniversite okuyan ilk üyesiydi. Bugün Amerikan siyasetinin kudretli bir çarkının başında. Ama Kennedy ve Bush aileleri gibi aileler, ciddi bir servete sahip olduktan sonra politik kulvara üyelerini soktular.

Benim kimin yeğeni olduğumu biliyor musun!!?

Bir çocuğun, elde ettiği konomu büyük ölçüde “babasının çocuğu” olduğu için elde etmesiyle oluşan kayırmacılığa nepotizm deniyor. Nepo aslında Latincede “yeğen” anlamına geliyor. Peki neden ‘oğulculuk’ değil de “yeğencilik” demiş Batı literatürü buna?

Kavramın doğuş yeri olan Ortaçağ Hıristiyan hiyerarşisinden dolayı. Katolik mezhebinde papalar evlenmedikleri için kendi çocukları yok. Ama işte insanın içindeki “akrabayı torpilleme” güdüsü ile bazıları “yeğenlerini” kayırarak kardinal yaptılar. Bu sebeple de bu davranış “yeğencilik” olarak anılıyor siyasi literatürde. Aslında, çocuğunu kendi mesleğinde yükseltme, mesela bakır ustasıysanız, mesela türkücüyseniz, mesela doktorsanız çok tepki çekmiyor. Bir tek politikada bu dikkat ve tepki çekiyor. Ve bugün nepotizme ister demokrasi olsun ister diktatörlük dünyanın birçok ülkesinde rastlamak mümkün. Örneğin, Hindistan’da on yıllardır etkisini sürdüren bir Gandhi-Nehru ailesi var. Suriye’de Esat ailesi, Kuzey Kore’de ölen Kim Jong İl‘in yerine oğlu Kim Song il onun yerine de oğlu, Kim Jong-un ‘sevgili lider’ oldu. Küba’da Fidel Castro’nun yerine kardeşi Raul geçti. Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy‘nin oğlu Jean Sarkozy, babasının politik kariyerine başladığı Paris banliyösünde belediye başkanlığına seçildi. Yunanistan’da Karamanlis ailesi (Kostas, Konstantin), Papandreu ailesi ve Mitsotakis ailesi kuşaklardır politikayı domine ediyorlar.

Nazar etme ne olur, çalış senin de hanedanlığın olur!

“Nepotizme Övgü: Davut’tan George Bush’a Aile yatırımının tarihi” adlı kitabında Adam Bellow, nepotizmin çok da kötü sonuçları olmadığını iddia ediyor. Adam’ın, ünlü romancı Saul Bellow‘un oğlu olduğunu yani, “babasının oğlu” olduğunu söylersem, duruşunun sebeplerinden birini tahmin edersiniz.  Onun tek itiraz ettiği, ikiyüzlülük…

Adam Bellow’a göre, “Hepimiz nepotizmi kendi ailemiz için istiyoruz ama başkası yapınca tepki gösteriyoruz”. Bellow’a göre Amerikalılar da dünyadaki nepotizmi alaya alırken, kendi ülkelerindekini görmezden gelebiliyor. Bellow’un dikkat çektiği bu çarpık yapıya hemen kaçak bir kat çıkayım. Açıkçası Obama – Clinton mücadelesinin en hararetli günlerinde beni en çok şaşırtan Clinton’ın cüretiydi. George W Bush’un, Anayasa değişikliği ile görev süresini uzatmaya çalışan Hugo Chavez’i “antidemokratik” bulduğu fantastik günlerdi. Oysa ki, eğer Hillary Clinton kazansaydı, ülkeyi nerdeyse 30 yıldır soyadı Bush ya da Clinton olan biri yönetiyor olacaktı. Sırf bu sebeple Florida Valisi Jeb Bush, valilikten sonra ağabeyinin yerine başkan adaylığına soyunmak yerine sesizliğe gömülerek, 2016’yı beklemeyi tercih etti. Ben Bush ailesini biraz tanıyorsam, Jeb Bush, eninde sonunda başkan adaylığı yarışına girecek.

Bellow’a dönecek olursam, “Kapitalizm özünde aile girişimidir” diyor Bellow. Birçok yeni girişim, sektör aile üyeleri sayesinde gelişti. Dehalar da bile böyle. Örneğin klasik müziğin aralarında Johann Sebastian Bach‘ın da olduğu ünlü Bach ailesi. Kitabında, “Bach ailesi müzik mafyasıydı” diyen Bellow, “17’ci yüzyıl Almanyasında profesyonel müzisyen olmak para basma lisansı sahibi olmak gibiydi. Bach ailesi darphane gibiydi. Hepsi sadece ince ruhlu müzisyenler değil aynı zamanda sıkı piyasa adamlarıydı” diye kaydediyor.

Adam Bellow, Nepotizm karşıtlarını, bir başka argüman daha ileri sürerek sakin olmaya çağırıyor. O da politik hanedanlıkların çoğunlukla en fazla 3 kuşak devam etmesi. Sonra hanedanlık düşüşe geçiyor ve dağılıyor. Bellow, “Bir Clinton, bir Kennedy olarak dünyaya gelmediğinize üzülüyorsanız, kendi hanedanlığınızı başlatın” tavsiyesinde bulunuyor. Thomas Jefferson yaşıyor olsaydı, Bellow’u taze kesilmiş kızılcık sopası ile kovalardı her halde.

“Koltuk, babadan oğula miras kalamaz”

ABD’nin kurulduğu yıllarda Avrupa hala asillerin gölgesi altındaydı. Avrupa, statülerini doğumla kazanmış, çıkarlarını halkın çıkarlarından üstün gören asillerle doluydu. Asiller, halkın asla ulaşamayacağı yasal ayrıcalıklar peşindeydi. ABD’nin kurucu babalarından ve ülkenin üçüncü başkanı Thomas Jefferson, ABD’de bir aristokrasi oluşmasından en çok korkanların başında geliyordu. Bütün vatandaşların eşit olduğu, bütün çocukların eşit şartlarda eğitim ve kariyer yarışına başladığı bir ülke hayal ediyordu. Jefferson’a göre aristokrasiyi engellemenin en iyi yolu da miras yasalarıydı. Jefferson, ölen kişinin mülkiyet haklarının da biteceğini belirterek, mirasın büyük bölümünün ulusal hazineye geçmesi gerektiğini savunuyordu. Tartışmalar sonucunda kabul edilen veraset ve intikal yasası tam bir devrime yol açtı. Toprağın bir bütün olarak miras kalmasını engelleyen bu yasa, 60 yıl içinde ABD’de toprak ağası kalmamasına yol açtı. Artık, herkes bir meslek sahibi olarak, çalışarak elde ettiği bir zenginliğe sahip olabiliyordu.

Amerika’da Demokrasi adlı politik şaheserin yazarı Tocqueville daha 19’ncu yüzyılın başlarında bu gerçeğe dikkat çekerek, miras yasalarının politik miras için de uygulanması gerektiğini yazıyor. Kitabında, miras hukukunun eşitliğe giden son adım olduğunu yazan Tocqueville ekliyor: “Eski ve yeni hukukçuların, insan ilişkilerini etkileyen miras yasasına daha fazla önem vermemelerine şaşırıyorum. Bu yasa halkın toplumsal konumlarını belirleyip, çağdaş yaşamı düzenler. Doğmamış kuşakların bile hayatını etkiler“.

Bu vesileyle 2008’de gündeme gelen bir girişimi de aktarayım. ABD başkanlık seçiminde aday olanların çoğunun hanedan ailelerden olması üzerine muhafazakar eğilimli politik aktivist Grover Norquist, seçimle gelinen makamları boşaltan kişinin eş, kardeş ya da çocuğunun aynı makamlara aday olmasını yasaklayan bir anayasa değişikliği teklif etmişti.

Amerikan devrimi, toprak ve miras reformuyla oluşan gelir adaleti üzerinde yükselerek zenginleşti. Ancak artık toprak ağalığı bir şey farketmiyor. Toprak ağalarının yerini “CEO”lar aldı. Amerikan Merkez Bankası verilerine göre Amerikan nüfusunun sadece yüzde 1’i milli servetin yüzde 34’ünü elinde tutuyor. 2004 yılında tahvillerin yüzde 70’i, hisse senetlerinin yüzde 51’i ve bütün ekonomik varlıkların yüzde 62.3’ü sadece 750 aileye aitti. Milli servetin yüzde 36’sını ise, nüfusun ikinci yüzde 9’luk kısmı elinde tutuyor. Yani ülkenin servetinin üçte ikisi, nüfusun yüzde 10’unun elinde.

Kennedy ailesinin hikayesini aşırı mı genelleştirip dramatize mi ettim emin değilim. “Peki öyleyse neden dünyanın heryerinden birçok fakir göçmen hala daha iyi bir yaşam umuduyla Amerika’ya gelmeye devam ediyor?” diye sorsanız hakkınız var. Cevabını tam bilmiyorum ama belki de, “zengin olabilenlerin kudretli olduğu” Amerika’yı, “sadece kudretlilerin zengin olabildiği” ülkelerine göre daha katlanılabilir buldukları içindir. Fakirin derdi bitmez, orta sınıfın hanedan arayışı da…

Kennedy öldü, yaşasın yeni Kennedy!

cemaltdemir@gmail.com