CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
10 Ocak 2014
Matbaa modern kitle medyasının ilk aracı oldu. Basım, kelimeleri sosyal köklerinden özgürleştirdi. Kelimeler artık yeryüzünde sadece insanlarla beraber hareket eden şeyler olmaktan çıktı ve kıtalara hızla yayılır oldu. Yazı erbabının kitleler üzerindeki gücü tarihte olmadığı kadar arttı. İngiliz dil bilimci Geoffrey Huges, matbaa devriminin sonucu olarak basım dünyasında 3 anlamsal öğenin öne çıktığını yazar: Slogan, klişe ve basmakalıp(stereotype).
Slogan kelimesi, İskoç-Galce’de ‘’savaş narası’’ anlamına gelen ‘’sluagh-ghairm’’ deyiminin ‘slogorn’ şeklindeki İngilizceleşmiş halinden geliyor. İngilizce’deki ilk kullanım kaydı 1513 yılına ait. Yani çok da yeni sayılmaz.
Klişe (cliché) sözcüğü ise 19’ncu yüzyılın ortalarına doğru (ilk kullanımı 1832) gazetelerin yükselişe geçtiği çağda yaygın kullanıma girdi. Fransızca ‘birleştirmek, birlikte dizmek’ gibi anlamlara gelen ‘clicher’ fiilinden geliyor. Eski matbaa basım tekniğinde dizgiciler (mürettip), yazıları tek tek kurşun harfler kullanarak diziyorlardı. Sayfa basıldıktan sonra, kalıplar sökülür ve kurşun harfler kutularına kaldırılırdı. Ancak benzer olaylarda tekrar kullanımı mümkün başlık ve cümlelerin kalıpları işçilik ve zamandan kazanmak için sökülmez ve saklanırdı. İşte bu hazır matbaa kalıplarına ‘klişe’ denirdi. Ne zaman bu tür bir yazı denk gelse yeniden kurşun harfleri dizmek yerine hemen hazır ‘klişe’ kullanılırdı.
Stereotype (basmakalıp) ise aslında klişenin atası olarak ondan kısa süre önce doğmuştur. Fransız matbaacı ve yazıcı Firmin Didot, 1798’de geliştirdiği ve baskı masrafını oldukça azaltan tekniğe bu adı verdi. Yunanca ‘stereo (yekpare/bütün) ve tipos (karakter-izlenim)’ kelimelerinin birleşimi ile oluşmuş. Üzerinde oynar harflerin dizildiği yekpare hazır kalıba denildi. İnsanlarla ilgili yaygın kullanımına 1850’lerde kavuştu. Günümüzde, her Müslümanı ‘terörist’, her Hristiyanı ‘emperyalist’, her Yahudiyi ‘para düşkünü’, her siyahı ‘uyuşturucu satıcısı’ görmek gibi önyargı kalıpları için kullanılıyor daha çok.
Bu üç anlamsal öğenin gazeteciliğin olmazsa olmazları haline gelmesi boşuna değil.
Popüler gazetecilik, düşünceyi, durumları ve olayları aşırı basitleştirme üzerine kuruludur. Olan biteni anlaşılır kıldığına inandığı bu aşırı basitleştirmeyi, ‘mümkün olduğunca geniş bir kitleye’ ulaşabilmenin şartı olarak da görür ki bir yönüyle haklı bir bakış açısıdır.
Aslında ‘dil’in kendisi bile hayatın sonsuz karmaşıklığını ifade etmede bir basitleştirme aracıdır. Sonsuz düşünce, hayal ve fikirleri, sınırlı ses ve sözcüklerle aktarmaya çalışırız. Bu açıdan medyada önemli oranda ‘tekrar’lar kullanılması bir yerde kaçınılmaz. En entelektüel gazetelerin bile ‘klişe’lerle dolu olmasına yol açan ana neden budur. Böyle olunca bir konu hakkında yaygın kabul gören bir tanımlama, benzeri gerilimlerin tamamında kullanılmaya başlanıyor.
Örneğin hemen her çatışma, uzlaşmazlık ve günümüzde savaşlar ‘kriz’ olarak adlandırmak bir gazetecilik klişesidir. Yunanca, hastalıkta ani değişikliği ifade eden ‘krisis’ kelimesinden Latinceye geçen ‘kriz’, ilk kez 1627 yılında İngiliz Parlametosu’ndaki bir tıkanıklık için kullanılarak politik literatüre geçti. ‘’Parlamentoda kriz var’’ sözü, ‘parlamento ya yaşayacak ya da ölecek’ gibi çok keskin bir anlamda kullanıldı. Ancak sonraki yüzyıllarda krizin bu sert politik anlamı yumuşadı ve günümüzde neredeyse önemli önemsiz her politik gelişmede kullanılır hale geldi. Colin Seymour-Ure, ‘Kitle Medyasının Politik Etkileri’ adlı kitabında, ‘günümüzde bir şey ne zaman krizdir?’ sorusuna ‘medya bunu böyle adlandırdığı zaman’ yanıtını veriyor ve ekliyor:
‘’Lord Boyle, kabinenin rutin idari görevleri dışında işlerindeki öncelikler listesini belirleyen tek şeyin medyanın gündemi olduğunu söylemişti’’.
Yine gazeteciliğin basitleştirme için ürettiği sosyal bir takım kategoriler vardır. Bunların anlamlandırılması, sınırları, sosyal gerçekliğine ilişkin algılar kişiden kişiye değişmesine rağmen tartışmalarda, haberlerde bu kategoriler başı sonu belli somut birer veriymiş (fact) gibi kullanılır. ‘Beyaz Türkler’, ‘İslami kesim’, ‘Atatürkçüler’, ‘Ulusalcılar’, ‘solcular’, ‘sosyalist kesim’, ‘beyaz yakalılar’, ‘mavi kanlılar’, ‘sessiz çoğunluk’, ‘gericiler’, ‘ilericiler’, ‘halk’, ‘misafirperver millet’, ‘hoşgörülü toplum’ vb… Bunların hepsi ‘pseudo-sosyolojik’ topluluklardır. Bunlar gerçekten sınırları belli, öznel ve homojen varlıklar değil ancak gazeteler bunları var kabul ettiği için hepimiz varmışlar gibi kabul eder bunlar üzerinden konuşuruz. Elbette bir şeyler anlatırlar ama her şeyi anlatmazlar.
Aslında spor ve ekonomi gazeteciliği diğerlerinden çok daha fazla klişe kullanımına sahne olur. Çünkü hem sporda hem ekonomiye konu olan olaylar tekrarlanıp durur. Örneğin bir takım bir tek maçı kazanır, kaybeder veya berabere kalır. Hazırlıktan sonra sezona başlanır maçlar yapılır şampiyon belli olur sezon biter. Ertesi yıl aynı şey tekrar eder. Şirket karları, döviz-altın fiyatları veya hisse senetleri düşer, yükselir veya düz bir seyir izler. Bu sebeple atılacak başlıklar ve kullanılacak gazete dili tekrar edip durur.
Gerçi son yıllarda spor ve ekonomi haberlerinde (sonradan politika haberlerinde de) klişelere gittikçe artan oranda ‘şiddet’ literatürü hakim olmaya başladı. Bir zamanlar futbol takımının geri elemanları, orta saha oyuncuları ve ileri oyuncuları olurdu. Günümüzde gerideki oyuncuların adı ‘savunma’, ileri hattının adı ‘hücum’ oldu. Golcüye ise İngilizce’de ‘striker (ateşleyici- vurucu)’ deniyor. Çekişmeli maçlar yerine artık ‘kıran kırana mücadele’ oluyor. Saha ‘kemik sesleri’yle inliyor. Takımlar maçı kazanmıyor, rakibi ‘dağıtıyor’, ‘eziyor’ veya ‘çimlere gömüyor’. Takım yenilmiyor, ‘hezimet’ yaşıyor. Yenilen takımın teknik direktörü hakeme ‘ateş püskürüyor’. Ekonomide hisseler ‘çakılıyor’. Politika ‘bomba’ gelişme ve açıklamalara sahne oluyor. Magazin dünyası zaten ‘yıkılıyor’…
Peki bir toplumda politika gazeteciliğinin de, tıpkı spor ve ekonomi gibi klişeler ve tekrarların egemenliğine girmesi bize ne anlatıyor? Bu durum, sürekli ilerleyen ve değişen olduğu öngörülen politik sürecin de spor ve ekonomi gibi yerinde saymaya başladığının göstergesi. Politik haber klişeleri, ‘geniş yığınlar’ın gündemdeki konular hakkında bir fikir edinip gündemi takip etmesine yardım ediyor. Ama karar alıcıların ve entelektüellerin de bu klişelere dayanması, sorunların köklü çözümünü zorlaştırıyor. Günümüzde televizyonlarda ‘krizleri’ tartışan ağzı kalabalıkların yanı sıra, ‘entelektüel’ler, ‘uzman’ların bile düşünce sistematiğinin bu klişeler üzerine kurulu olması başlı başına bir sorun. Örneğin gündem olan politik sorunlarda, kültür, genel devlet yapısı, evrensel hukuka bakış, toplumsal veya ekonomik düzey gibi çok daha kapsamlı yapısal unsurlar neredeyse hiç dikkate alınmadığı için 3-5 yılda bir aynı sorunları farklı isimler üzerinden yeniden sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi konuşmak da kaçınılmaz hale geliyor.
Elbette klişeler de önemli. Çünkü hiç bir şey boşu boşuna klişe olmaz. Ama onların da nihayetinde bir son kullanım tarihi olmalı.
Ne varsa klişe, düne ait… Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım…
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz