Skip to content
Menu

Amerika’nın futbolu, dünyanın futbolu…

futbol-soccer-CEMAL TUNÇDEMİR 

(1 Şubat 2014)

Bu haftasonu ABD’de gündem ‘futbol’. Politikacıları, eğlence dünyası, medyası ve sokaklarıyla bütün ülke Pazar günü oynanacak dev şampiyonluk maçını konuşuyor. Ancak Amerikalıların ‘Super Bowl’ dedikleri bu dev finaldeki futbol, dünyanın geri kalanında ‘futbol’ olarak bilinen spordan farklı. Gelin görün ki, ABD’yi adeta kilitleyen bu dev final maçı, bu ülkede olan biten her şeye çok duyarlı küresel medyanın umurunda bile değil. Dünya ile ABD arasında benzeri bir zıtlığı ise 6 ay sonra Brezilya’da Dünya Kupası başladığında bir daha yaşayacağız. Bu kez de bütün dünyanın konuştuğu ‘futbolu’, Amerikan medyası görmezden gelecek.

İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm, ‘’20’nci yüzyıl her açıdan tam bir Amerikan yüzyılıydı. Futbol hariç…’’ diyor. Hollywood’un muazzam etkisine rağmen ne beyzbol, ne basketbol ne de Amerikan futbolu, futbol kadar küreselleşebildi. Kendisini hep ‘dünyanın özeti’ olarak gören Amerikan kültürü ise, kürenin en büyük heyecanı olan futbolu hep ‘yabancı bir kültür’ olarak görüp direndi. ABD’de futbol, Güney Amerika’dan gelen göçün patladığı son 15 yıla kadar kitlesel bir spor bile değildi. Bugün bile maçları seyreden seyirci sayısı baz alındığında, bütün dünyada ilk sırada yer alan futbol, ABD’de hala ilk 5’e bile giremiyor. Beyzbol, Amerikan futbolu, basketbol ve buz hokeyinin ilk dörtte yer aldığı popüler sporlar listesinde futbol, ‘tazı yarışı’ndan hemen önce 9. sırada yer alıyor.

ABD ile dünya arasındaki bu derin görüş ayrılığı daha spor literatüründe başlıyor. Bizim ‘Amerikan futbolu’ dediğimize Amerikalılar ‘futbol’ diyor. Bizim ‘futbol’ dediğimize ise ‘soccer’ diyorlar. Yeryüzünde futbola ‘soccer’ diyen sadece iki ülke var; ABD ve Kanada. Futbol yerine ‘soccer’ tabirini resmiyette kullanmaya devam eden Avustralya da 2004 yılında pes ederek, federasyonunun adını ‘futbol federasyonu’ yaptı.

Aslında, “soccer” sözcüğü de sporun kendisi gibi İngiltere orijinli. 1863 yılında İngiltere’de “The Football Association (Futbol Federasyonu)” oluşturuldu. Bu birlik, futbolda topun elle taşınmasını yasakladı. Buna kızanlar ayrılarak Amerikan futbolunun kaynağı olan İngiliz oyunu “rugby football” ligini kurdular. Rugby’ciler, evrensel futbola, federasyonla bağı münasebetiyle “association football” dediler. “Association” sözcüğü,19’ncu yüzyılın üniversite argosunda kısalarak “assoc” oldu. Bu kısaltma da önce “socca”, sonra “socker” ve birkaç yıl içinde de ‘soccer’a evrildi. Ancak, İngiltere’de tutmadı soccer kelimesi. Okyanusun öteki yakasında kabul gördü.

Futbol, İngilizce “foot (ayak)” ve “ball(top)” kelimelerinden oluşmuş bir terim. “Ayak topu” anlamında. Haklı olarak sorulacak, “Peki bu Amerikalılar, neden elle oynadıkları Amerikan futboluna hala ısrarla futbol diyor?” diye. Amerikan futbolunun oynandığı topun boyu, Amerikan ölçü birimi olarak “1 foot” (yaklaşık 30 cm)” uzunluğunda da ondan…

Fakat, dünyanın her yerinden bu ülkeye göçen futbol çocukları, futbola ‘futbol’ demekte direterek, Amerikan kültürünün asimilasyon gücüne, tarihinin en sıradışı direncini gösteriyorlar. Belki bu direncin etkisi olsa gerek, Amerikan futbolu için “gridiron (gridayrın)” tabiri de gittikçe yaygınlaşıyor. “Gridiron” ızgara demek, ve Amerikan futbolunun oynandığı sahanın görünümü ızgarayı andırdığı için, bu spor konuşma dilinde bu adla da anılıyor.

Peki Amerikalılar, neden küresel ‘futbol’a bir türlü ısınamadılar? Bu özellikle son yıllarda yoğun tartışmalara sebep olan bir soru. Yanıt olarak ise birçok farklı teori dile getiriliyor.

Futbolda, istatistiki olarak, beraberlikle biten futbol maçı sayısı, taraflardan birinin kazandığı maç sayısından çok fazla. İşte bazı Amerikalılara göre, ‘kazanma’ saiki üzerine kurulu Amerikan kültürel altyapısında, çoğunlukla beraberlikle sonuçlanma ihtimali bulunan bir oyun ilgi görmüyor. “Amerikalı skoru seviyor, durmadan skor görmek istiyor seyrettiği oyunda” iddiasında bu görüştekiler. Amerikan halkı da biz dünyalıların, 90 dakika boyunca tek bir gol gerçekleşmezse ve kazananı olmasa da maçı heyecanla seyredebilmemize şaşırıyorlar.

Başka bazılarına göre ise asıl neden, küresel ‘futbol’da ellerin kullanılmaması. Futbol diğer bütün takım sporlarından farklı olarak, ‘göz–el’ koordinasyonuna değil, ‘göz–ayak’ koordinasyonuna bağlı tek spor. Çalışmayı, ellerini kullanmayı çok önemseyen 19’ncu yüzyıl püritan kültürü, ellerini kullanmamayı hem spor felsefesine, hem de doğal olana aykırı görüyormuş.

ABD’nin büyük bölümünde sosyal olarak bakıldığında, futbolu bir kadın sporu sanabilirsiniz. Bayan futbol ligi, kadın spor liglerinin en popüler olanı. Ve ABD genelinde lisanslı kadın futbolcu sayısı, erkek futbolcudan fazla. Dahası, futbol, ABD’de milyonlarca insanın dikkatini hayatlarında ilk kez 1999 yılında, ABD bayan milli futbol takımının dünya kupasını kazandığı final maçıyla çekti. ABD kadın milli takımının efsanevi futbolcusu Brandi Chastain, penaltılara kalan finalde kupayı getirecek son penaltıyı kullanıp gole çevirdiğinde sevinçten mi şaşkınlıktan mı bilinmez formasını çıkardı. Formasını gol sevinciyle çıkarmış kadın futbolcunun fotoğrafının, o hafta, Time’dan Newsweek’e kadar bütün önde gelen dergilerin kapağına yerleştiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum. 1990’lı yılların en ünlü fotoğraflarından biri olarak kabul ediliyor. Amerikan kamuoyu, Chastain’in göğüslerini ve futbolu konuştu uzun süre…

‘Suburb’lerin çim sahalarında futbol sevgisi gelişir mi?

Yine dünyanın tersine ABD’de futbol, göçmenleri bir yana bırakırsak entelektüel sporu. ABD’nin iç kesimlerinde futbol oynamak, “dünyayla bağı olduğu” , “küreselci” olduğunu iddia etmek gibi sosyo-politik bir de mesaj içeriyor aslında. Bu sebeple bizim futbolun, ABD’nin eğitim seviyesi yüksek kesimlerde, üniversite kampüslerinde ilgilisi daha çok. Belki de bu elit ilgi tetikledi bilinmez, 90’lı yılların başında yeni bir trend gelişti. Şehirlerin hemen dışında orta sınıfın yaşadığı ‘suburb’lerde, çocuklu ailelerin futbola ilgisi yükselmeye başladı. Bu banliyöler, birçok ülkenin profesyonel liglerinin bile sahip olmadığı kalitede çim futbol sahaları ile dolu artık. Çocuklarını, arabaya doldurup, bu sahalara futbol oynamaya götüren “suburban” anneleri için kullanılan “soccer mom (futbol annesi)” deyimi günlük literatüre bile girdi. Peki nasıl oluyor da bu kadar güzel çim sahalarda futbol oynayan çocuklar, biraz büyüyünce, futbola sadık kalamıyor, hemen beyzbola, Amerikan futboluna yöneliyor?

Bugüne kadar hem Time, hem Newsweek hem de Economist‘in yayın yönetmenliğini yapmış tek isim olan gazeteci Michaell Elliot, lüks banliyölerin çimlerinde futbol öğrenilebileceğinden şüpheli olanlardan biri. Elliot, Washington Post gazetesinde yayınlanan, “Banliyöde futbol öğrenemezsin” başlıklı makalesinde şöyle diyor:

‘’Suburb’lerde futbol öğrenemezsin. Genç yaşına kadar çim sahada oynamamalısın. Futbol şehir sporudur. Glasgow, Liverpool, Sao Paolo ya da Madrit’in daracık sokaklarında arabaların arasında, asfaltta, toprakta koşturan burnu sümüklü çocukların oyunudur. Washington DC’nin steril ‘suburb’ çimlerinde yapamazsın bunu. İster spor yazarı olsun, ister tv yorumcusu, futbolu sevmene yardım edemez. Bunu ancak yaşayarak kendiliğinden öğrenirsin.’’

Futbol dünyanın en demokratik oyunu. Zengin fakir, dileyen herkes oynayabilir. Oynamak için özel sahaya, tesise, potaya, ağa gerek yok. Diğer bütün takım sporlarının aksine ekstra ekipmana da ihtiyaç yok futbol oynamak için. Kask, omuzluk, ağ, sopa, özel ayakkabılar şart değil. Dünyanın çoğu fakir ülkesinde çocuklar top bile olmadan, otlardan, çoraplardan yaptıkları yumaklarla oynuyor. Futbol için, uzun boylu, kısa boylu, adaleli, iri yarı, şişman, zayıf, hızlı olmanız gerekmiyor.

Dünyanın yaşayan en eski demokrasisi olmakla övünen bir ülkenin, dünyanın en demokratik sporuna mesafesinin, ikna edici olmasa da en azından bazı açıklamaları var. Ancak bunların hiçbiri, insanlığın en küresel heyecanı olan futbola hala ‘soccer’ demenin gerekçesi olamaz. Bu sporun adı Amerika’da da ‘futbol’ olmalı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi…
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz.