Skip to content
Menu

‘Ekonomi’ nasıl icat edildi?

ekonomi2

CEMAL TUNÇDEMİR

20 Mart 2015

100 yıl önce birine, ‘ekonominin durumu nasıl?’ diye sorsak, neyi sorduğumuzu somut olarak anlamazdı. Elbette ki, ticaretin, bankaların, ulusal refahın konuşulduğu bir iktisat alemi vardı ama bugünkü gibi rakamsal ölçülerde, büyüyüp büyümediği ifade edilebilen bir ‘ekonomi’ yoktu.

‘Önde Gelen Göstergeler’ kitabının yazarı Zachary Karabell, geçtiğimiz yıl NPR’da katıldığı bir programda, bugün haberlerde büyüyüp-küçüldüğü anlatılırken, ‘ekonomi’ denilen şeyin 1929’da başlayan Büyük Buhran’dan dolayı icat edildiğini anlatıyordu:

Herkes bir şeylerin çok ama çok kötü gittiği algılıyordu ama ne olup bittiğini tam anlamıyorlardı. Sokaklarda sayısı hızla artan evsizleri görebiliyordunuz. Oklahoma taraflarından binlerce çiftçinin toz tarlasına dönüşen arazilerini bırakıp California yollarına düştüğünü görebiliyordunuz. Ama büyük resmi kimse kavrayamıyordu.

ABD Başkanı F.D. Roosevelt, danışmanlarına, ‘bana büyük resmi çizin, ne oluyor‘ talimatı verdi. Onların ise rakamlara ihtiyacı vardı. Bunun için de doğru adamı buldular: Simon Kuznets.

Belarus kökenli ekonomist, rakamlarla düşünen, gelmiş geçmiş en sıkıcı ekonomistlerden biriydi. Ve sonradan ‘milli gelir’ denilecek tekil resmi rakamı hesaplamaya başladı. Bugün, yıl içinde o ülkede üretilen bütün mal ve hizmetlerin toplam değerini ifade eden Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın(GSYH) veya İngilizce kısaltmasıyla GDP’nin ilk-el örneğiydi bu.

Öncelikli görev nelerin bu hesaba dahil edileceğiydi. Ayrı ayrı hesaplar eskiden beri yapılıyordu. Örneğin çelik sanayi, o yıl içinde kaç ton çelik üretildiğini, tarım birlikleri o yıl kaç ton buğday hasılatı elde edildiğini biliyorlardı. Bütün bunları bir araya getirip toplamak gerekiyordu. Bunlara, doktorlara yapılan her ziyaretten, berberdeki her saç kesimine kadar her hizmeti de ekleyecektiniz. Nelerin dahil edileceğini belirledikten sonra hesaplamayı nasıl yapılacağını belirlemeye sıra geldi. Çünkü, sadece ABD’de üretilen her mal ve hizmeti dahil edildiğinden emin olmaları gerekiyordu. Yani New York’ta bir çikolata satın aldığınızda, çikolatadaki ‘kakao’nun değerini hesaptan ayırmanız gerekiyordu. Çünkü kakao Brezilya’dan ithal ediliyordu.

Kuznets ve arkadaşları, Kongre’nin talebi üzerine 1934 yılında ilk raporlarını açıklar. Ekonomik buhran ortamında açıklanınca, bu istatistik bir anda sansasyona sebep oldu. Öyle ki ABD Kongresi’ne sunulan ‘milli gelir’ istatistik raporu, çok satan bir kitaba bile dönüştü. O yıllarda radyosunu açanların artık bu rakamları ve hangi şeyi ölçtüğünü duymadan kapatması pek mümkün değildi. Bu yeni şeye ‘ekonomi’ denmeye başlandı.

ABD Başkanı F.D. Roosevelt de 1937’den itibaren konuşmalarında sık sık ‘ekonomi’den ve ulusal gelirin yükseldiğinden bahsetmeye başladı. George Washington’dan Abraham Lincoln’a, Teddy Roosevelt’ten Woodrow Wilson’a kadar Amerikan başkanlarının konuşmasında bu şekilde bir ‘ekonomik büyümeye’ hiçbir atıf yok. 50 yıl önce hiçbir ulusal ‘muhabette’ adı bile geçmeyen ‘ekonomi’nin, 1940’larda ulusal tartışmaların merkezine yerleşmesi nereden bakılsa ilginçti. 1940’lı yıllar ise ‘milli gelir’in, ‘gayrisafi milli hasıla‘ya dönüştüğü yıllar oldu.

Karabell, ‘’1950’li ve 1960’lı yıllarda kurulan bir devletseniz, devlet olarak algılanmak için yapmanız gereken sadece üç şey vardı; ulusal bir havayolu şirketi ile ulusal bir ordu kurmak ve GSYH’nızı hesaplamak’’ diyor.

GSYH’nızı hesaplamak zorundaydınız çünkü, Dünya Bankası veya Birleşmiş Milletler’den yardım talep edecek olsanız size soracakları ilk soru, yapacakları yardımların ülkeniz ekonomisine ne kadar katkı yapacağıydı. Karabell, işte o dönemlerde GSYH rakamlarında bir yarışın başladığına dikkat çekiyor. Hangi ülkelerin GSYH’sının daha büyük olduğu, Soğuk Savaşın en önemli rekabet alanlarından biri oldu.. Bu etki kendi tepkisini de çok geçmeden doğurdu. İnsanlar bu rakamların gerçek yaşamdaki karşılığını sorgulamaya başladı. JFK’in kardeşi, Adalet Bakanı Robert Kennedy, o zamanlar Gayrisafi Milli Hasıla denen GSYH’nın eksiklerini şöyle sıralayacaktı:

‘’GSMH’da çocuklarımızın sağlığı, eğitimlerinin kalitesi veya oyunlarından aldıkları keyfi yer almıyor. Şiirlerimizin güzelliğini, evliliklerimizin gücünü, kamusal tartışmalarımızın zekasını veya kamu görevlilerimizin dürüstlüklerini de içermiyor.’’

Aslında GSYH, hiçbir zaman bir ülkenin yaşam standartlarını veya refahını ölçme iddiasında olmadı. Konu hakkındaki, ‘’GDP, A Brief But Affectionate History’’ adlı son derece bilgilendirici kitabın yazarı ekonomist Diane Coyle, ‘’GSYH sadece ekonomiyi ölçer’’ diyor ve ekliyor, ‘’Ona bu varoluş maksadı dışında birşey yaptırmamalıyız’’.

Çünkü bir toplum için kötü olan bazı şeyler de, Gayri Safi Hasılayı büyütebilir. Örneğin kasırga veya deprem. Çünkü, enkazı kaldırmak, hasarları tamir etmek önemli bir maliyet harcaması yani mal ve hizmet üretimi demek. Yine bir tanker kazası ile binlerce ton yakıtın denize akması da, Irak Savaşı da, Amazon ormanlarını kesmek de GSYH’yı artırır. Buna karşın, gönüllü çalışmalar, yardımlar, kendiniz yaptığınız tamirler, kişisel bahçe bostan yapmanız gibi sayısız faydalı hizmet ve ürün ise GSYH’da yer almaz. Kendi çocuğunuza bakarsanız bu GSYH’da yer almaz, ama komşunuzla karşılıklı iş anlaşması yapıp birbirinizin çocuğuna baksanız yer alır. Teknolojik gelişmelerin çoğu, henüz nasıl ölçülebileceği ile ilgili bir standart olmadığı için GSYH’da yer almaz.

En büyük muamma ise finansal sektördür. Çünkü gerçek hiçbir şey üretilmeden parada meydana gelen bir artış söz konusudur. Bir çok ülkenin GSYH’sını çölde serap gibi büyüten şey finansal varlıkların hesaplanma yönteminden kaynaklanır. Örneğin borç para alışı ve verişinin her ikisi de ekonomik aktivite kabul edilir ve ikisi birden hesaba dahil edilir. GSYH, bir toplumda gelir eşitsizliği olup olmadığı, okuma yazma oranı, çocuk ölüm oranı, hapisteki insan oranı gibi konularda ise hiçbir şey söylemez. Keynes, ‘eğer bir konteynıra para doldurup toprağa gömdürürseniz, gömen işçilere ödeyeceğiniz ücretten dolayı GSYH artar‘ diyerek hesaplamanın bu özelliğine dikkat çekiyor.

Bugün bile GSYH hesaplanırken nelerin ‘ekonomi’ye dahil edilip edilmeyeceğinin evrensel bir standardı yok. Örneğin kayıt dışı ekonomi dahil edilmeli mi? Mafyanın uyuşturucu ticaretinden, gayrıresmi bebek bakıcılığına kadar geniş bir alan söz konusu… ABD, bunları ‘GDP’ hesaplamasına dahil etmiyor ama dahil eden ülkeler var. 1987’de İtalya, kayıt dışı ekonomisini de GSYH’sına dahil etmeye karar verdi ve bir gecede İngiltere’den daha büyük bir ekonomiye dönüştü. İtalyanlar coşkulu şekilde kutladıkları bu ‘başarıya’, ‘’Il sorpasso (sollayıp geçme)’’ diyor. Yeni ‘ekonomileri’ ile ABD, Sovyetler, Batı Almanya ve Fransa’nın ardından dünyanın 5’nci büyük ekonomisi oldular. İngiltere 1994 yılında İtalya’yı yeniden sollayarak geçecekti. Roma caddelerindeki otomobillere, Milano’daki gösterişli kıyafetlere bakan biri ‘İtalyanların durumu iyi’ diyebilirdi. Ama ‘ekonomi’ ne demek bilenler, bütün bu görüntünün, altında yatan devasa ‘borç dağına’ dayandığını görebiliyordu.

Diane Coyle NPR’a yaptığı açıklamada, GSYH’yı bir ‘doğal obje’ gibi düşünmeye eğilimli olduğumuza dikkat çekiyor:

‘’Sanki bir dağmış ve biz de o dağın büyüklüğünü, ama az ama çok, gerçeğe yakın şekilde ölçebilecek metodlara sahibiz gibi. Oysa evrende, GSYH denilen doğal bir yapı yok.’’

Coyle, kitabında GSYH’nin yanı sıra Tüketici Fiyatları Endeksi ile İşsizlik Endeksinin de nasıl gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu çarpıcı şekilde sergiliyor. Örneğin ABD’de çalışma yaşındaki yurttaşların sadece yüzde 59’unun bir işi olmasına rağmen, işsizlik oranının yüzde 7’ler düzeyinde olmasına dikkat çekiyor. Çünkü işsizlik endeksi, işsizlik yardımı almak için başvuranlar üzerinden hesaplanıyor. Bunlar da vazgeçse, rakamlar ABD’de kimse işsiz değil diyecek. Örneğin, Tüketici Fiyatları Endeksine uçucu enerji ürünleri ile gıda dahil edilmiyor. Oysa ki en çok tüketilen ürünler arasında. Yine, günümüzde yaygın bir tüketim malzemesi olan bilgisayarlar da dahil edilmiyor.

NPR’dan Jacob Goldstein, GSYH ile ilgili asla unutmamamız gereken en önemli şeyi şöyle vurguluyor: ”GSYH bir ‘şey’ değil bir ‘fikir’dir. Ve bu fikir değişip durur.” Örneğin ABD, 2013 yılı Mayıs GSYH’sını hesaplama yönteminde bazı değişikliklere gitti ve ekonomisi bir günde yüzde 3 oranında veya bir başka deyişle 500 milyar dolar daha büyük hale geldi.

Tabii ki, GSYH rakamları yine de bir takım sonuçlar doğurmaya devam ediyor. Bugün GSYH ile seçimler kazanılıp kaybedilebiliyor. Ülkenin borçlanmaya devam edip etmeyeceği gibi büyük politik kararlara dayanak teşkil ediyor. ülkenin küresel ekonomideki yerinde belirleyici rol oynuyor.

Bununla beraber, bir ülkenin ekonomisinin ‘sağlığını’ öğrenmenin yolu kesinlikle GSYH, büyüme oranları vs değil. Hele de, ekonomi istatistiklerini, hükümet etkisinden bağımsız kurumların değil de, iktidarın emrine amade memurların hazırladığı ülkelerde… Bugün ekonomisi kötü tek bir diktatörlük bile yok. Ancak demokratik ülkelerde bile ‘gerçekler’ her zaman hoş karşılanmayabiliyor.

Yunanistan’ın istatistik yetkilisi, 2013 yılında, ülkesinin ekonomik verilerini gerçekte olduğu gibi hesapladığı için ‘vatana ihanet’ ile suçlanacaktı. Bu çakma vatanseverlik, Yunanistan’ı tarihinin en büyük ekonomik krizine yuvarlanmaktan kurtarmadı.

Politikacılar, ‘ekonomi’ hakkındaki gerçeklerin konuşulmasını kesinlikle istemezler. Bu yüzden de iktidarların ekonomi hakkında söyledikleri, aklı başında kimseyi peşinen heyecanlandırmaz.

ABD eski başkanlarından Lyndon Johnson, ‘’ekonomi hakkında konuşmak, pantolununa işemek gibi. Sen bir sıcaklık hissedersin ama başka kimse bu sıcaklığı hissetmez’’ diye boşuna yakınmıyor.

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz