Skip to content
Menu

Hiroşima’nın öyküsü, küresel barış için ne anlatıyor?

hirosima8

CEMAL TUNÇDEMİR 

6 Ağustos 2014

16 Temmuz 1945 günü sabah saatlerinin alaca karanlığında New Mexico eyaletinin ıssız bir çölünde, ünlü fizikçi J. Robert Oppenheimer, 16 kilometre uzağındaki korkunç patlamanın göğe doğru 10 kilometre yükselen mantar bulutuna ve çölü aydınlatan ışığına dehşet içinde bakarken, dilinden Hindu kutsal kitabı Bagavad Gita’dan bir cümle döküldü: ‘’İşte şimdi, dünyaları parçalayan ölüm oldum ben…’’.

İnsanlık tarihinde bir nükleer bombanın ilk patladığı andı bu. Atom bombasının babası Oppenheimer, ‘’Dünyanın bir daha asla eskisi gibi olmayacağını hissettik. Bazılarımız gülüyordu, bazılarımız ağlıyordu. Ama çoğunluğun üzerine bir sessizlik çökmüştü’’ diye anlatıyor o dakikaları. 1939’da başlayan çok gizli Manhattan Projesi sonucunda üretilen ilk atom bombası deneme amaçlı olarak patlatılmıştı. Projenin mimarı Oppenheimer’ın ‘Trinity’ adını verdiği test patlamasının ilk etkisi geçince Oppenheimer’ın hemen yanı başında duran test yetkilisi Kennet Bainebridge, ona dönerek, ‘Artık hepimiz birer o..spu çocuğuyuz’ diyecekti.

Bir uranyum atomunun çekirdeği nötronla çarpıştırılınca bu çekirdek ikiye bölünüyor. Bu bölünme açığa hem enerji(radyasyon, sıcaklık, basınç) hem de 2 – 3 nötron daha çıkarıyor. Uranyum atom çekirdeğinden çıkan bu yeni nötronlar da diğer uranyum atom çekirdeklerine çarparak aynı reaksiyonu tekrarlıyor. Bu zincirleme reaksiyon kısa bir sürede gerçekleştirilirse korkunç miktarda bir enerji toplamı açığa çıkıyor. Işte nükleer bomba bu enerjiyi bir silah olarak kullanma üzerine kurulu. Nükleer patlama, basınç, yaydığı muazzam sıcaklık ve radyasyonla üçlü bir yıkıcı afet demek.

Aslında atom bombası, Almanya’ya karşı kullanılmak üzere geliştirilmeye başlanmıştı. Ancak Almanya 1945 Mayıs ayında teslim olmuştu. Savaşın galipleri aynı yılın Temmuz ayında işgal altındaki Almanya’nın Potsdam kentinde biraraya gelmişlerdi. 6 ay önce Yalta’da Rus lider Joseph Stalin ve İngiliz lider Churchill ile bir araya gelen ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt 12 Nisan’da hayatını kaybetmiş ve yerine başkan yardımcısı Harry Truman ABD başkanı olmuştu.

Harry Truman, Potsdam Konferansının tarihi olarak atom bombasının inşasının tamamlandığı günü seçmişti. Truman burada Joseph Stalin’e ilk defa ABD’nin atom bombasını geliştirdiğini söyleyecekti. Tarihçi John Lukacs, Stalin’in bu haberden çok etkilenmemiş gibi yaptığını aktarıyor: ‘’Belki de gerçekten de etkilenmedi. Çünkü, ABD’nin bu bomba ile ilgili sırları İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki Ruslarla paylaşmayacağı ve 6 ay önce Yalta’da anlaştıkları yeni dünya düzeni ekseninde de atom bombası tekeline sahip kalamayacağı çok yakında ortaya çıkacaktı.’’

Potsdam Konferansı’nda ABD, İngiltere ve Milliyetçi Çin tarafından, Japonya’ya yönelik bir ‘teslim ol’ deklarasyonu yayınlandı. Ruslar henüz Japonya’ya savaş ilan etmediği için bu deklarasyona imza atmadı. Yalta’da Sovyetler, Almanya’nın teslim olmasından 3 ay sonra Japonya’ya savaş ilan edeceklerini kabul etmişti. Japonya’nın Potsdam Deklarasyonu’nu reddettiği 30 Temmuz 1945 tarihli Amerikan gazetelerinde manşetlerde yer aldı. Japonya, teslim ol çağrısını reddetmişti. Herşey düşünüldüğü gibi gerçekleşiyordu.

ABD, 1944 Mayıs ayında Atom Bombasını Almanya’ya karşı değil Japonya’ya karşı kullanmaya karar verecekti. 18 Eylül 1944 günü New York’ta yapılan toplantıda da ABD ve İngiliz liderler, Atom Bombası’nın Japonya’ya karşı kullanılmasında mutabakata varmıştı. 1945 yılı mayıs ayında Almanya teslim oldu ve Avrupa’da savaş sona erdi. O günlerde Japonya da oldukça zayıf düşmüştü. ABD, 1945 Kasım ayında Japonya’yı işgali planlıyordu.

ABD’nin Japonya’ya artık pek de ihtiyaç kalmamasına rağmen atom bombası kullanmasında ve bunda aceleci davranmasında en önemli faktör Sovyetler Birliği’ydi. Savaş sonrası Doğu Avrupa’nın şekillenmesi konusunda ciddi görüş ayrılıkları başlamıştı. ABD, Sovyetler Japonlara savaş ilan etmeden Japonları teslim olmaya zorlamak böylece savaş sonrası Japonya’da tek söz sahibi olmak istiyordu. Ve bir de Japonya teslim olmadan savaş içinde atom bombası kullanarak, sonraki dönemde bu gücünün etkisini Sovyetler üzerinde sürdürmeyi hedefliyordu. Bir başka sebep ise iç politikaydı. Atom bombası için 2 milyar dolar (2014 rakamı ile 26 milyar dolar) harcanmış ve 120 bin kişi bu çalışmada istihdam edilmişti. Bütün bu masrafı haklı göstermek için, ülke içinde ‘savaşı atom bombası bitirdi’ algısına ihtiyacı vardı. Nitekim, Başkan Roosevelt’e ölmeden bir ay önce sunulan 3 Mart 1945 tarihli memorandumda, ‘Manhattan Projesi’nin başarısız olması halinde, sonu gelmez soruşturmalara ve muhalefetin eleştirilerine yol açacağı uyarısı yapılmıştı.

Neden Hiroşima?

ABD’li askeri ve politik karar alıcılar, 1945 Mayıs ayından itibaren atom bombası atılacak Japon şehirlerini belirlemek için toplantılara başladı. Bu amaçla uzmanlar ve askeri yetkililerden oluşan bir Hedef Şehir Belirleme Komitesi oluşturuldu. Amerikalıların atom bombasının atılacağı şehri seçerken en önemli öncelikleri, atom bombasının yıkıcı etkisini en net şekilde gözlemleyebilecekleri bir yer olmasıydı. New Mexico’daki deneme bir çölde gerçekleşmişti. Yerleşim biriminde neler yapabileceği hala belirsizdi. Bunun için de seçilecek şehir merkezinin çapının en az 5 kilometre olduğu ve Amerikan hava bombardmanlarına yoğun şekilde uğramamış yani hala ayakta kalan şehirleri hedef listesi olarak belirlediler.

Hedef Şehri Belirleme Komitesi, 11 Mayıs 1945 günü Kyoto, Hiroşima, Yokohama ve Kokura’yı 4 potansiyel hedef olarak belirledi. Haziran ayında, çok eski tarihi yapılara evsahipliği yaptığı ve savaş sonrası Japonya’yı yönetim yeri olarak düşünüldüğü için ülkenin eski başkenti Kyoto bu listeden çıkarıldı. Kyoto’nun kurtulmasında en önemli rollerden biri de, 30 yıl önce orada balayını geçiren ve o şehri çok seven ABD Savaş Bakanı Henry L. Stimson’du. 25 Temmuz günü, liste Hiroshima, Kokura, Niigata, Nagasaki olarak yeniden güncellendi. Daha sonra Niigata da elendi. 31 Temmuz günü Hiroşima, insanlık tarihinin ilk atom bombası hedefi olacak şehri olarak seçildi ve 2 Ağustos günü bu karar kesinleşti.

Japonya’nın bir çok şehri yoğun Amerikan bombardmanlarıyla harebeye dönmüştü. Hiroşima’nın ayakta kalmış bir şehir olması, atom bombasının etkisini görmek isteyen Amerikan karar alıcılar için onu uygun bir hedef yapıyordu. Kayda değer oranda bir Japon askeri varlığı da barındırıyordu. Bu da onu stratejik bir hedef yapıyordu. Ve üstelik, hedef olarak belirlenen 4 şehir içinde Amerikan savaş esirlerinin tutulduğu kampların bulunmadığı tek yerdi. Bu da psikolojik hedef olarak uygun hale getiriyordu.

Amerikalı pilotlar, Temmuz ayı boyunca ve Ağustos ayının ilk günlerinde atom bombasının birebir boyutlarında taklidi olan bombaları (pumpkins) Japon şehirlerine atarak eğitimler yaptı. Ta ki hedef gününe kadar…

5 Ağustos’u 6 Ağustos’a bağlayan gece Hiroşima’da hava açık ve berraktı. Şehir, atomik kaderine yelken açıyordu.

hirosima7
Hiroşima Barış Müzesi’ndeki bir maket ile, şehir merkezinin bombadan önceki ve bombadan sonraki hali gösteriliyor. (Fotoğraf: Cemal Tunçdemir)

Göklerden ‘Ufaklık’la gelen ölüm

6 Ağustos sabah erken saatlerde pasifikteki Mariana Adaları’ndaki Tinian üssünden 3 adet B29 bombardman uçağı havalandı. Enola Gay adlı uçak, ‘Little Boy (ufaklık)’ kod adlı atom bombasını taşıyordu. Uçağın kaptan pilotu Paul Tibbets, uçağa annesinin adını vermişti. İkinci uçakta patlamanın bilimsel gözlemleri yapacak ekip ve ekipmanları, üçüncü uçak ise fotoğraf ekip ve ekipmanlarını taşıyordu. Hiroşima üzerine havanın açık olduğu rapor edildi. Uçağa, hedef noktası şehrin tam ortasındaki Aioi Köprüsü olarak verildi.

Kalkıştan yaklaşık 6 saat sonra uçaklar Hiroşima üzerindeydi. Saat tam 08:09’da Tibbets, bombanın mekanizmasını çalıştırdı. Planlandığı gibi tam saat 08:15’te Enola Gay, ‘Ufaklık’ı Hiroşima’nın 9400 metre yukarısından aşağı bıraktı. Bomba, patlatılma yüksekliği olan 580 metreye 45 saniyede ulaştı. Rüzgar nedeniyle patlamanın merkezi, hedef nokta olan köprünün 240 metre güneydoğusundaki Shima Hastanesi’nin üzeri oldu. Enola Gay, patlamanın şok dalgasını hissetmeye başladığında Hiroşima’dan 18.5 kilometre uzaklıktaydı.

‘Ufaklık’ 3 metre uzunluğunda ve 4 ton ağırlığındaydı. 64 kilogram uranyum-235 maddesi içeriyordu. Ancak bir şekilde bunun sadece yaklaşık 900 gramı nükleer fizyona uğradı. Fakat bu bile 16 kilo ton TNT patlamasına eşit bir enerji açığa çıkarmaya yetti. Yaklaşık 2 kilometre çapındaki alan ilk birkaç saniyede dümdüz oldu. 11 kilometrekarelik alan ise tutuşarak yanmaya başladı.

Japon Radyo Televizyon kurumu JBC’in Tokyo operasyon merkezi saat 08:16’da Hiroşima İstasyonu’nun sinyalinin kapandığını farketti. Başka bir telefon hattından bağlantıyı tekrar kurmak istedi ama başarısız oldu. 20 dakika sonra Tokyo Tren ve Telgraf Merkezi de telgraf hattının Hiroşima’nın kuzeyinde durduğunu farketti. Bölgeye yaklaşan bazı trenlerden, Hiroşima’da büyük bir patlama olduğuna dair net olmayan bilgiler geliyordu. Japon Genelkurmay Başkanlığına bu raporlar iletildi. Hiroşima’daki askeri karargahla hiçbir şekilde ilişki kurulamaması Japon Genelkurmay Başkanlığının kafasını karıştırdı. Radarlarda Hiroşima’ya yönelik yoğun bir hava saldırısı gözükmüyordu. Hiroşima’da ciddi miktarda bir cephanelik de yoktu. Bu yüzden karargahta, Hiroşima’da ciddi bir sorun olduğu yönünde bir his yoktu. Teknik bir iletişim sorunu olarak görülüyordu daha çok. Hemen bölgeye birkaç subay hava yoluyla gönderildi. Gözcü uçağı 3 saat uçtuktan sonra Hiroşima’ya daha 160 kilometre varken havada dev bir yangın bulutu gördü. Hiroşima’da bombada yok olmayan herşey alev alev yanıyordu. Tokyo’ya rapor geçildi. Ama kimse yine de bir anlam veremiyordu. Tokyo, gerçekte ne olup bittiğini ancak 16 saat sonra Beyaz Saray’dan yapılan resmi açıklamayla öğrenebildi:

‘’16 saat önce Amerikan savaş uçakları Japon askeri üssü Hiroşima’ya bir bomba bıraktı. Bu bomba 20 bin ton TNT’den daha büyük bir güce sahipti. Bu bir atom bombası. Evrenin temel gücüyle çalışıyor. Güneşe de kaynaklık eden bu güç, Uzak Doğu’da savaş çıkaranların üzerine bırakıldı’’.

Patlamadan bir kaç saat sonra general Leslie Groves, Robert Oppenheimer’ı kutlamak için aradı. ‘’Muaazam şekilde patladı’’ dedi general. Oppenheimer hemen, ‘’Ne zaman oldu? Güneş battıktan sonra mı?’’ diye sordu. Çünkü gece karanlığında olsaydı patlama, evlerinde olanlar radyasyona ve patlamanın etkisine daha az maruz kalacaktı. ‘’Maalesef hayır’’ dedi general, ‘’Uçakların güvenliğini riske atamazdık’’.

Atom bombasının yapıldığı Los Alamos’ta o akşam bir kutlama partisi vardı. Oppenheimer, Hiroşima’daki yıkımı anlatan bir teleksi okudu ve partiyi yarım bıraktı. O akşam evine doğru yürürken genç bir bilimadamını kusarken gördü. ‘’Reaksiyon başladı’’ diye düşündü. Aynı laboratuvarda çalışan kardeşi fizikçi Frank Oppenheimer, ‘’İlk duyduğumuzda bombanın çalışmasının verdiği bir rahatlık yaşadık’’ diyecekti. Ancak daha sonra, ‘’Bir şekilde bu bombanın asla insanların üzerine bırakılmayacağını düşünüyorduk’’ diyecekti.

hirosima2
Atom bombası patlamasında iskeleti ayakta kalan tek bina olan Genbaku Dome, Hiroşima’yı ziyaret edenleri bugün de karşılamaya devam ediyor. (Fotoğraf:Cemal Tunçdemir)

8 Ağustos tarihli Amerikan gazeteleri, Japon kaynaklara dayanarak Hiroşima’da tüm yaşamın yok olduğu haberleri veriyordu. Aynı saatlerde Pasifik’teki Tinian üssünde bir başka uçak hazırlık yapıyordu. Gece yarısından sonra 9 Ağustos’un ilk saatlerinde ‘’Fat Man (şişman)’’ kod adı verilen yüküyle havalandı. Hedef şehir Kokura’ya ulaştığında şehrin yüzde 70 oranında bulutlu olduğu görüldü. Şehrin üstünde 3 tur attı ancak bir türlü hedefi net şekilde göremedi. Yakıtının da azaldığını görünce üçüncü hedef şehir olan Nagasaki’ye yöneldi. Öğleden önce saat 11:01’de ‘şişman’, Nagasaki üzerinde bırakıldı. 43 saniye sonra patlayan bomba, 3900 santigrat derece sıcaklık ve saatteki hızı 1000 kilometreyi geçen bir rüzgar oluşturdu. Ancak bombanın vadilik bir alana düşmesi Nagasaki’nin önemli bir kısmını korudu.

ABD, 19 Ağustos’ta bir başka atom bombası, sonraki Eylül ve Ekim aylarında da üçer atom bombası daha kullanmayı planlıyordu. Sovyetler 8 Ağustos günü Japonya’ya savaş ilan etti ve 9 Ağustos’ta da Mançurya’ya (bugünkü kuzeydoğu Çin) saldırdı. Bu saldırı Japonya’yı teslim olmaya ikna etti. 14 Ağustos’ta Japonya, Potsdam Deklarasyonu’nu kabul edeceğini açıkladı. Ertesi gün Japon imparatoru halkına yaptığı radyo konuşmasında ülkesinin teslim olduğunu duyurdu.

Japonya, sonraki 6 yıl 8 ay boyunca müttefik kuvvetlerin resmi işgalinde kaldı. Hiroşima şehrine de İngiliz kuvvetleri yerleşti. Bütün bu yıllar boyunca Japonya’da ‘Atom Bombası’ ile ilgili haber, kitap, yayın ve bilgilere sıkı bir sansür uygulandı. Yani Japonya ve Japon halkı, kendi topraklarında yaşanan trajedinin büyüklüğünü dünyadan yıllar sonra öğrendi.

hirosima9
Hiroşima Barış Müzesi’ndeki en çarpıcı bölümlerden biri de patlama anında oluşan basınçla duran saat. (Fotoğraf: Cemal Tunçdemir)

Hiroşima’da saatin durduğu an

‘’Bir Yusufçuk böceği önümden uçtu

Ve bir çite kondu

Kalktım, şapkamı elime aldım

Tam yusufçuğu yakalamak üzereydim ki…’’

Atom bombasında hayatta kalanlara ‘Hibakusha’ deniyor. Hibakusha, Japonca, ‘Atom bombası ile tanışan’ demek. Bugün artık çok azı yaşayan ‘Hibakusha’lar, on yıllar boyunca bütün küreyi dolaşıp, atom bombasının dehşetini anlattı ve insanlığı bu büyük tehdit konusunda uyarmaya çalıştılar.

Atom bombasından sonra çektiği fotoğraflarla bu yıkıcı gücü belgeleyen fotoğrafçılardan Yoshito Matsushige de o sabah Hiroşima’daydı. ‘Gözyaşlarıyla Buğulanmış Kadraj’ adlı kitabında bombanın patlama noktasının 2 kilometre uzağında yaşadığı o deneyimi şöyle anlatıyor:

Bomba patladıktan sonra kendime gelmem 30 dakika sürdü. Yarım saat sonra toparlanıp ilk kareyi çekebildim. Nedensiz bir soğukkanlılık hissettim. Ve bombanın patlama merkezine doğru yürümeye başladım. 10 adım attım ve bir kare daha çektim. Ancak gördüklerim dehşet vericiydi. Vizörüm gözyaşlarımla dolduğu için fotoğraf çekmekte zorlanıyordum.

Bir çoğunun en net hatırladığı gözlerini kör eden ışık ve şiddetli basınç. Hibakuşaların çoğu büyük bir patlama sesi hatırlamıyor. Işık ve rüzgar dalgası ile beraber üzerlerine yağan parçalar, yükselen ve gündüzü her geçen dakika biraz daha karartan bir toz bulutu. Hala hayatta olanlar açık alanlarda olmalarına rağmen vücutlarında sebebini bilmedikleri korkunç yanıklar oluşmuştu. Çoğu kişi kusuyordu. Soludukları havayı dolduran ‘elektrik’ kokusundan dolayı sandılar. Bir hibakuşa, yerde yatan bir kadını kaldırmak istedi. Ancak kadının kolunun derisi bir eldiven gibi kolayca çıkıp elinde kalınca ürperdi.

Hiroşima’nın sembollerinden biri de, patlamanın merkezine 1640 metre uzakta bulunan bir cep saati oldu. 59 yaşındaki Kengo Nikawa, oğlunun hediyesi olan bu saati yanından asla ayırmıyordu. 8:15’teki patlamanın basıncıyla saat durdu. Nikawa’nın vücudunda ciddi yanıklar oluştu. 16 gün sonra 22 Ağustos’ta hayatını kaybetti. Ama saat, Hiroşima Barış Müzesi’nde dehşet zamanını göstermeye devam ediyor.

Hiroşima’da ilk gün 78 bin 150 insan öldü. Sonraki haftalarda ve yıllarda dolaylı yollardan ölenlerle bu sayı yüzbinleri buldu. Savaş yılları boyunca Japonya, Çin ve Kore’den binlerce insanı zorunlu işçi olarak topraklarına getirmiş ve kullanıyordu. Hiroşima ve Nagasaki’de bu işçilerden binlercesi de ölecekti.

hirosima1
Hiroşima, yaşadığı korkunç trajediye rağmen, geçmişe dönük kin ve nefreti canlı tutmak yerine geleceğe dönük huzur ve barışı tercih etmiş. (Fotoğraf Cemal Tunçdemir)

Hiroşima, barışın başkenti

Hiroşima bugün artık, sadece insan soyunun yıkıcı gücünün değil aynı zamanda yapıcı gücünün de sembolü. Atom bombasından hemen sonra şehrin enkazı çabucak kaldırılmış. Öyle ki şehrin sağlam kalan kısımlarına elektrik 7 Ağustos günü yeniden verilmeye başlanmış. 3 gün sonra tren ve otobüs ulaşımı kısmen yeniden sağlanmış. 1945 yazı itibarı ile yaklaşık 20 bin çocuk, hava bombardmanlarından korunmaları için ülkenin iç kesimlerine nakledilmişti. Bu tahliye onları Atom Bombası’ndan korumuş ama tamamına yakını yetim kalmış. Şehirde kalan çocuklardan da yaklaşık 5 bini yetim kalmıştı. Okullar, kalan çocuklara, enkazların arasında açık alanda eğitim vermeye devam etmiş. Hayatta kalan şehir sakinlerinin, enkazlardan topladıkları malzemelerle nehir boyunca inşa ettikleri baraka evler ise birkaç hafta sonraki Makurazaki Tayfunu’nun fırtınası ve sellerine kapılıp gitmiş. O günlerde Hiroşima’da en az 75 yıl tek bir ağaç ve bitki bile yetişemeyeceği söylenmiş. Bundan dolayı da çoğu kişi, Hiroşima’da yaşamı bir daha imkansız görmüş. Ancak hayat ve umut Hiroşima’da pes etmemiş. Atom bombası ile katran karasına dönen hurma ağaçları bile sonraki yıl tomurcuklar vermiş. Zahmetli ve acılı bir süreç yaşanmış ama ama şehir küllerinden yeniden doğmuş.

Hiroşima, Japonca’da ‘Geniş Ada’ demek. Bugün 1 milyonu aşkın nüfusuyla, oldukça güzel, yeşillikler içinde modern bir şehir. Bu nedenle Hiroşima’ya ilk geldiğimde, önce 69 yıl önce burada öylesi bir yıkımın yaşanmış olabileceğine inanmakta güçlük çekmiştim. Ancak, bombanın patlama alanında yer alan Hiroşima Barış Parkında dolaşıncaya kadar da, atom bombasının dehşetinin tam farkında olmadığımı da bilmiyordum. Hiroşima Barış Müzesi ve Genbaku Dome (Atom Bombası Kubbesi) bu gerçeğe farkındalık yaratan iki merkez. Atom bombası patladıktan sonra demir iskeleti çökmeyen tek bina olan bu binanın, hasarlı halinin, olduğu gibi korunmasına 1966 yılında karar verilmiş. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1996 yılında, ABD ve Çin’in aleyhte oylarına rağmen buranın UNESCO Dünya Mirası listesine almış.

Hiroşima, yaşadığı acının müzesinin adını ‘savaş müzesi’ koymamış. Müzede ‘nefret’ ve ‘intikam’ hissinden eser yok. Müze ve çevresindeki tüm anıtların adı ‘barış’. Hiroşima, acısını yeni acıların vesilesi yapmak yerine, barışın gerekliliğini gösterecek bir ibret yapmayı tercih etmiş. Dehşete içtenlikle üzülen günümüz Amerikalıları da bugün herkes gibi hiç bir kınayıcı bakışa maruz kalmadan bu şehri ziyaret edebiliyor. 1968 yılından beri dünyada her nükleer bomba denmesini insanlık adına resmen kınayan mektubu, Hiroşima belediye başkanları yazıyorlar ve bu denemenin artık son olması dileğini dile getiriyorlar.

Ancak maalesef dünyamızda hala binlerce nükleer bomba var. Nükleer caydırıcılık teorisi, nükleer silahların varlığının, büyük güçler arası bir savaşa karşı caydırıcılık oluşturduğunu savunuyor. Ancak bu caydırıcılık, günün birinde nükleer savaş oluşmayacağının garantisi değil. Bombalar var olmaya devam ettikçe bir gün patlama tehdidi de devam edecek.

5 Ağustos 1946 günü yani bombanın birinci yıldönümünde çeşitli gruplar Hiroşima’da birinci Hiroşima Barış Festivali’ni gerçekleştirdi. ‘Dünya barışı Hiroşima’dan başlıyor’ sloganı ilk kez kullanıldı. Ve o zamandan beri her yıl her dinden, her ırktan, her coğrafyadan insan Hiroşima’da toplanıyor ve herkes kendi inancı, kendi dilince aynı dua ve talebi dile getiriyor:

İnsanlığın kalıcı barışı. Savaşsız, nükleer silahsız, bombasız bir dünya…