Skip to content
Menu

Gazeteci kime çalışır? 

medya-gazete

CEMAL TUNÇDEMİR

4 Eylül 2015

Eğlence ve medya dünyasındaki ünlülerin yaşamları ile ilgili haberleriyle bilinen Gawker sitesinin editörleri, Condé Nast medya şirketinin evli bir yöneticisinin başarısız gay ‘escort’ kiralama girişimini anlatan haberi 16 Temmuz akşamı yayına verdiklerinde yeni bir skandal patlatmayı umuyorlardı. Skandal patladı ama umdukları skandal değildi bu. Gawker’ın sahibi Nick Denton, tepkilere neden olan haberi ertesi gün sildirdi. Sitenin 12 yıllık tarihinde ilk kez, haberin gerçek olmaması veya yargı kararı dışında bir nedenle siteden bir haber siliniyordu.

Siteden bu haberi silmek haberin içeriği etrafındaki tartışmayı sona erdirdi ama bir başka tartışmanın fitilini ateşledi. Gawker’ın genel yayın yönetmeni Tommy Craggs ve yayın koordinatörü Max Read, patronlarının bu müdalesine sert tepki göstererek istifa ettiler. Craggs ve Read, patronun devreye girip haber sildirmesinin, gazetecilik için affedilmez bir günah olduğunu ve gazeteciliğin olmazsa olmazı ‘editoryal bağımsızlığın’ ciddi olarak ihlal edildiğini savundular.

Craggs, sloganı, ‘bugünün söylentisi yarının haberidir’ olan Gawker’ın ‘medyanın arka koridorlarında konuşulan söylentileri’ haberleştirmek amacıyla kurulduğunu ve geçmişten beri de çoğu zaman acımasızca bu söylentileri yayınlayarak büyüdüklerini savundu. ‘Tek ilkemiz var’ dedi Craggs; ‘yayınlayacağımız söylenti gerçek olsun ve insanların dikkatini çekecek derecede ilginç olsun’. Read ise istifa mektubunda, ‘’Haberin silinmesi Gawker’ın kuruluş ilkelerinden biri olan ‘radikal şeffaflığa’ da aykırı. Sitenin editoryal kadrosunda bulunmayan kişilerin habere müdahale ederek silmesi, editoryal bağımsızlık ilkesinin ağır bir ihlali’’ şeklinde savundu.

2002’de kurulduğunda sadece 2 yarı zamanlı çalışanı olan Gawker bugün 50 milyon dolarlık reklam gelirine sahip ve 260 tam zamanlı gazeteci ve personel çalıştıran bir medya kuruluşu. Sitenin bütün başarısı dedikodu haberciliğine dayanıyor. Bu tür haberciliğin niteliği ile ilgili ayrıca bir tartışma daha yürüyor elbette… Ancak bu yazıda dikkat çekmek istediğim konu, Craggs ve Read’in tepkisi etrafında yeniden gündeme gelen, ‘gazeteci kime çalışır?’ sorusu…

20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar bile ABD’de medya organı sahipliği ‘gazetecilik’ eyleminin bir parçasıydı. Ancak özellikle son yarım yüzyılda gazete sahipliği, ‘gazetecilik’ eyleminden ‘ticari faaliyet‘e evrildi. Bunun yurttaşlar ile haber toplayıcılar arasındaki çok hayati bağı nasıl zayıflatacağı ve modern gazetecilik teorisinden ne büyük bir sapma olacağı maalesef baştan farkedilemedi. Bu durum, haber odalarındaki etik disiplini bozarken, ‘çıkarlardan veya korkudan özgür gazeteciliği’ oldukça cesaret isteyen bir iş haline getirdi. Editörlerin, kendi şirketlerine karşı halkın çıkarlarını savunması güçleşti. Bütün bu durum, gerçek bir demokraside yurttaşın bir numaralı güven kaynağı olması gereken gazeteciliğe olan güveni de temelden sarstı.

Eskiden gazeteciliğin özü, ‘gazetecinin gerçeği arayıp bulmasıydı’. Ancak günümüzde bu artık yeterli değil. Gazetecinin bulduğu gerçeği yurttaşlara nasıl ulaştıracağının yolunu da bulması gerekiyor. İşte bu noktada da ‘gazeteci öncelikle kime sadık olmalı, patronuna mı okuyucuya mı?’ sorusunun gündeme gelmesi kaçınılmaz oluyor.

Okuyucuya yani vatandaşa sadakat, profesyonel bir egoizmden daha fazlasını ima ediyor. Okuyucuya sadık bir gazetecilik örneğin der ki, ”bu gazetede okuduğunuz film kritiğinin veya restoran kritiğinin veya ekonomi haberinin gazetemize kimin reklam verdiğiyle bir ilgisi yok. Haber içeriğimizin şirket çıkarlarımızla ilgisi yok” Gazeteciliğin bir faaliyet olarak saygınlığının ana temeli budur.

Gazetecilik, mesleklerden bir meslek değildir. Diğer sektörlerdeki şirketlerde çalışmaktan çok farklı olarak basitçe eve ekmek götürme kapısı değil. Elbette ki gazetecinin de yaşamını sürdürmesi için bir gelire ihtiyacı var. Ama bu mesleğin ana amacı bu değildir. Gazetecilik, ilkelerine sıkı sıkıya bağlılık gerektiren bir idealizmi ve ciddi sosyal sorumluluğu olan bir meslektir. Gerçeği arayıp bulmaya ve bulduğu gerçeği herkese ulaştırmaya tutkuyla bağlı olma arzusu ister.

Ancak gazetelerin 1960’lı yıllardan itibaren birer monopole dönüşmeye başlamasıyla, şirketin çıkarlarına sadakati, okura ve gerçeğe sadakatindan fazla olan bir ‘gazeteci’ türü de yetişti. Kısa yoldan sosyal statü, ün, sınıf atlamak, güç sahiplerine yakın olmak, lüks ve konfor kazanmak peşindeki insanları bu mesleğe çekti. Bu amaçlarla mesleğe giren ‘gazeteciler’ de , gerçeği haberleştirmenin bir bedeli olacağını gördükleri her anda susmayı tercih eder. Veya daha kötüsü, bağlandıkları para kaynağıyla beraber, bir sürü gibi topluca, sürekli bir o yana bir bu yana, bir o düşünceye bir bu düşünceye savrulup dururlar.

Gazetelerin gerçek avcılığından çok, sadece kar amaçlı müesseselere dönüşmesinin meslek için hayati sonuçlarından biri de habere ve haberciye yatırımda büyük kesintiye gidilirken, kar getirecek habere(siyasetçiye veya reklam veren işadamlarına yaranma) ve reklamcılığa yatırımda büyük genişlemeye gidilmesi oldu. Gazete yayın yönetmenleri de, gazetenin habercilikteki başarısından çok, ilk çeyrekteki kar durumuna kafa yormak zorunda. Bu da, haber odalarının, ticaretten de biraz anlayan gazeteciler yerine, gazetecilikten biraz anlayan tüccarlarca yönetilmesinin yolunu açtı.

Tek amacı yıl sonu kar raporu olan bir ‘gazeteciliğin’ ilk kurbanı ‘gerçek’tir. Ardından ise bu gerçeği arayan gazetecilerin kurban edilmesi kaçınılmazdır. Buna, ancak tutkusu ‘gazetecilik’ olan gazete sahipliği müsaade etmez ki günümüzde oldukça nadir bulunan bir tür. Elmer Davis’in ‘New York Times’ın Tarihi’ kitabından öğrendiğimize göre 1900’lerin başında New York belediyesi, yıllık 150 bin dolarlık (bugünkü parayla yaklaşık 10 milyon dolar) reklamlarının tamamını New York Times gazetesine vermeye karar verdiğinde, gazeteden hiç beklemedikleri bir yanıt alır. New York Times, ‘bir daha belediye ile ilgili haber yapmasını imkansız kılacağı’ gerekçesiyle bu ballı reklam tekeli teklifini reddeder. Yine aynı kitapta kaydedilen bir başka anekdota göre ise gazetenin eski sahiplerinden Adolph Ochs, bir reklam verenin ‘gazetenin bazı politikalarına dikkat çeken’ mesajına şu sert yanıtı verir:

‘’Gazetenin politikalarını reklam verenlerle tartışmayacağımdan dolayı beni mazur görün. Bu hiçbir reklam verenle hiçbir şekilde konuşacağımız bir konu değil. Siz, New York Times’tan ancak bir dilenciye yapılacak gibi, para verip karşılığında gazeteyi yönetme hakkı istiyorsunuz. Böyle birşeyi asla yapmayız’’.

Böyle şeyleri yapan medya kurumu çok oldu. CBS’in bir zamanlar içine düştüğüne benzer acıklı bir durum bu. 1966 yılında Senato dış İlişkiler Komitesinde Vietnam görüşmeleri başladığında CBS kanalı, iyi ilişki içinde olduğu ABD iktidarının bu görüşmelerin topluma çok da ulaşmasını istememesi nedeniyle bu çok kritik toplantıyı canlı yayınlamaz. CBS seyircileri bu tarihi toplantı yerine ‘I Love Lucy’ programını seyreder. CBS haber müdürü Fred Friendly, kanalının bu akıldışı tutumu kınayarak aynı gün istifa eder. Friendly’nin yerine, bu olaydan sadece birkaç gün sonra CBS’in rutin günlük yayın akışını bile keserek Pillsbury yemek tarifi yarışmasını canlı yayınlamaktan utanmayacak haber müdürleri gelir.

Gazeteci yazar Theodore Dreiser bir defasına Amerikan medyasının, birkaç istisna dışında, tıpkı zengin bir adamın lüks bir evde ona bağlı yaşayan metresi gibi, şirketlerin ‘kapatma’sı olduğunu söyleyecekti. Yönetimi görece şeffaf ve demokrasisi görece güçlü ülkelerde gazeteciliği bozan temel faktör reklamdır. Gerçek, reklama kurban edilir. Yurttaşların, bu tür medya kuruluşlarının yöneticilerinin kafasında ‘okur’ veya ‘yurttaş’ olmaktan çıkıp ‘müşteri’ye dönüşmesi ise bunun acı sonuçlarından biridir. Böyle olunca ‘habercilik’ de bir tür müşteri hizmetleri servisinden öte anlam ifade etmiyor. Bir yönüyle ABD’nin RTÜK’ü diyebileceğimiz FCC’nin bir dönem başkanlığı da yapan Nicholas Johnson, ‘televizyonlar siz yurttaşları sığır sürüsü gibi bir araya toplayıp reklamcılara satıyor’ derken işte bu durumdan yakınmıştı.

Devletin resmi tezleri dışındaki her tezin ülkeye ihanet sayıldığı geri kalmış toplumlarda ise rantı dağıtan devlet gücüne bağlıdır gazetecilik… Sonuçta kimin kime reklam vereceğine bile devlet gücü karar verir. Bu tür toplumlarda gazetecilerin çok önemli bir kısmının yaptığı şey, hükümet propagandasının  ‘sekreteryal yazı işleri’ veya resmi açıklamalar ekseninde ‘metin yazarlığı‘ndan ibarettir…

Gerçek bir gazetecinin bütün sadakati okuruna ve gerçeğedir. Gerçek bir gazetecilik kurumunun da çalışanından öncelikli beklentisi bu olmalıdır. Değilse, zaten bir ‘gazete’de çalışmıyorsunuz demektir.

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz