Skip to content
Menu

‘American Psycho’

DonaldTrump

CEMAL TUNÇDEMİR

11 Mart 2016

Dışarıdan bakan herkes için parıltılı bir başarı sembolüydü aslında. Küçüklüğünden itibaren en iyi okullarda okumuş, 1986’da da Harvard’tan mezun olmuştu. Wall Street’in ‘en büyük yatırım bankası’ olan ‘Pierce & Pierce’te, bol sıfırlı aylık geliri olan üst düzey bir işi vardı. Bankada ‘Başkan Yardımcısı’ olduğu için, tanıdık çevresindeki lakabı da ‘Vice President’ şeklindeydi. Yakışıklı ve çok bakımlı bir insandı. En iyi markalardan giyiniyordu. Manhattan’da Central Park’ın hemen batı yakasında, Doğal Tarih Müzesine bakan çok lüks bir dairede yaşıyordu. Kapı komşusu ise ünlü aktör Tom Cruis’du.

Ancak, bu parıltılı görünümün perde arkasında özellikle geceleri ortaya çıkan ikinci bir kişiliği daha vardı. Uyuşturucu, seks bağımlılığı, gösteriş merakı ve lüks tüketim saplantısı gibi aşırı özelliklerinin bile iyi huylar olarak anılmasına yetecek ürperticilikte bir karanlık tarafı… Bir seri katildi. Kurbanları, fiziksel çekiciliğine kapılan saf kızların yanı sıra çoğunlukla hayat kadınları, evsizler ve şehirde denk geldiği garibanlardan oluşuyor… Dahası, insan parçalama, nekrofili ve ölü yiyicilik gibi korkunç davranışları da vardı. Adı Patrick Bateman‘dı.

Bret Easton Ellis’in 1991’de yayınlandıktan sonra büyük ses getiren eseri ‘Amerikan Sapığı (American Psycho)’ romanının baş karakterinden söz ediyorum.

Her ne kadar yazarının öncelikli amacı o olmasa da roman, fonda anlattıklarıyla, 1980’lerin başında yükselmeye başlayan ‘yuppie’ kültürünün en keskin eleştirilerinden biri olarak görülüyor. ‘Yuppie’ kuşağının hayatta tek bir başarı kriterleri var: ne pahasına olursa olsun kazanmak! Bu yüzden vicdan, etik, hukuk, ahlak diye bir kaygıları yok. Aryan ideolojisindeki üst insanın(ubermensch), kapitalist versiyonu olarak ortaya çıktılar. İdollerinin de nasıl olursa olsun farketmez ‘kazananlar’ olması tesadüf değildi.

2000 yılında sinemaya da uyarlanan Amerikan Sapığı romanında, kahramanımız Patrick Bateman’ın, etrafındaki diğer ‘yuppie’lerle beraber tek bir idolü vardı: Donald Trump.

Evet bugünlerde ABD’nin 45’nci başkanı olmaya çok yaklaşan Donald Trump’ın ta kendisi… Romanın nerdeyse her bölümünde Bateman’ın, Donald Trump’a olan takıntı düzeyinde derin hayranlığını okuyoruz. Trump’ın favori müzik grubu olduğunu öğrenince hiç de hazzetmediği U2 dinlemeye başlıyor ve hatta konserlerine gidiyor. Onun görüldüğünü öğrendiği bir lüks restorana mutlaka kendisi de rezervasyon yapıp gitmek istiyor.

Romanın bir yerinde Bateman ve iş arkadaşı, Pastels adlı ünlü restoranın pizzasının çıtır kıvamda mı yoksa aşırı gevrek mi olduğu konusunda tartışıyor. Bateman inatla söz konusu restoranın pizzasını eleştiriyor. Bir gün arkadaşı, ‘bak kahramanın Donald Trump’ ne diyor’ diyerek elindeki gazeteden Trump’ın ‘Pastels, Manhattan’daki en iyi pizzacı’ dediğini okuyor. Bateman o saniyede geri adım atıyor ve ‘eğer Donny için iyiyse benim için de iyi’ diyor.

Patrick, bütün arkadaşlarına, Donald Trump’ın gerçek yaşamda yayınlanan ve 1980’lerin iki kutsal atlısı ‘servet’ ve ‘aç gözlülüğün’ kutsal kitabı gibi olan ‘Art of the Deal (İş Bitirme Sanatı)’ kitabını öneriyor.

Romandaki ‘yuppie’lerin Trump hayranlığı anlaşılır bir şey. Çünkü Trump, yıldızının parladığı 1980’lerde gerçek bir ‘başarı öyküsü’ olarak büyük hayranlık görüyordu.

Trump’ın saygı gören parıltılı imajı, Spy Magazine’in 1988 tarihli meşhur profil dosyasına kadar sürdü. Trump’ın üzerine yapışacak ‘kısa parmaklı görgüsüz (short-fingered vulgarian)’ lakabıyla ünlenen bu profil, 3 yıl sonra Ellis’in romanında hicvettiği karakterlere dönüşecekti. Vücuduna göre oldukça orantısız küçük elleri, saçıyla beraber Trump’ın en büyük fiziksel komplekslerinden biri oldu. 25 yıldır, ellerinin yeterince büyük olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Peruk mu gerçek mi olduğu hep tartışılan tuhaf saçı da bir başka alay konusu. Komedyen David Letterman, Trump başkan olursa ABD başkanlık uçağı ‘Air Force One’ın tepesine bir peruk yerleştireceğini ve adını da ‘Hair Force One’ yapacağını söylüyor. Jimmy Kimmel’e göre ise, ‘bu saç modeli ile toplumda tutunabilen biri, elbette başkan da olabileceğini düşünür’.

Donald John Trump, 1946 yılında New York, Queens’te beş çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak doğdu. Babası Fred Trump, şehirde çok sayıda apartmana sahip bir emlakçı ve müteahhitti. Trump’ın dedesi Frederick 1885 yılında Almanya’dan ABD’ye göç etmiş. Frederick, bir süre genelev işletmeciliği yaptıktan sonra restorancılığa başlamış. Ancak Trump, Alman kökenli olduğunu uzun süre kamuoyundan sakladı. 1980’lerde medyada yayınlanan profillerinde de, ‘İş Bitirme Sanatı’ kitabında da İsveç kökenli olduğunu belirtti. Çünkü onun deyişi ile, ‘New York genelindeki apartman ve işhanlarındaki çok sayıda Yahudi kiracısı vardı ve Alman olmak o sıralar kazandıran bir şey değildi’. Trump, biyografi araştırmacılarının ortaya çıkardığı gerçeği 90’lı yılların sonuna doğru kabul etti ve hatta 1999’da Alman Günü Yürüyüşünün kortej başı oldu.

Geçmişiyle ve yaptıklarıyla ilgili söylediği hiçbir şey söylediği gibi olmayan bir adamın etnik kökeni hakkındaki bu zikzakı da çok yadırganmadı. 1980’lerde Reagancıydı, 1990’larda Demokrat, 2000’lerde ise önce Cumhuriyetçi sonra da katı bir muhafazakar oldu. Ancak gerçek kişiliği ve üslubu hiç değişmedi. Hedefi de…Kazanmak. Sadece para kazanmak değil. Güç kazanmak. İlgi kazanmak. Bitip tükenmeyen bir ilgi ve sevgi açlığı… Dizilerde filmlerde yan rollerde parasını vererek, ‘kendini’ oynadı. Kendi firmalarının reklamlarında kendini oynadı. Lehte olsun aleyhte olsun farketmez medyanın onu konuşmasını, onu tartışmasını istedi hep. Parasıyla, söylemleriyle gündeme gelemediği zamanlarda üç evliliği ve sayısız modelle ilişkileriyle gündemde kaldı. Bir gün o da yetmedi ve 2006 yılından itibaren ‘’The Apprentice’’ yarışmasının(Türkiye’de işadamı Tuncay Özilhan’ın sunduğu ‘Çırak’ adıyla versiyonu yapıldı) yapımcısı ve sunucusu oldu.

Televizyonculukla da tatmin olmayınca, hayatının en çılgın ve en riskli eğlencesine soyundu: ABD Başkan adaylığı. Altı ay öncesine kadar bile Trump’ın Cumhuriyetçi Partinin başkan adayı olma olasılığı büyük bir şakaydı. Bugünse bırakın başkan adayı olmasının engellenmesinin artık çok zor olmasını, Kasım ayında ABD başkanı olması bile artık ciddiye alınan bir ihtimal…

Herkes gerçek anlamıyla bir şok yaşıyor. En büyük şok ise Cumhuriyetçilerde. Yıllardır besledikleri bir hayaletin ete kemiğe bürünüp canavarlaşarak kendilerini yutmasını çaresizce izliyorlar. Yıllardır, politik kazanımları için dinci, beyaz ırkçısı, mezhepçi, popülist, komplocu düşünceler aşıladıkları tabanları, politik sahada bütün bunları en pervasız şekilde dillendiren bir şarlatanın rüzgarına kapılmaya hazır durumda artık.

Dan Duray, ‘bookforum’daki yazısında, ‘benim için en büyük soru şu’ diyor ve ekliyor:

‘1980’lerdeki aşırılığın parodisi olarak yaratılmış ırkçı, homofobik, kadın düşmanı bir kurgusal karakterin en büyük rol modeli olan ve kendisi de 1980’lerin aynı aşırılığının parodisi olan bir kişinin başkanlığa bu kadar yaklaşması halkımızın genel durumu hakkında ne anlatıyor? Trump, tıpkı Amerikan Sapığı’ndaki Bateman’a olduğu gibi toplumun bir kesimine de bir tür rahatlatıcı iç huzuru sağlıyor. ‘Gururlu yüksekliğiyle, günbatımı ışığında parıl parıldayan Trump Tower’ı hayranlıkla seyredip huzur buluyorum’ diyor Bateman romanın bir yerinde. Ve ardından, ‘Trump Tower’ın önünde ‘bul karayı al parayı’ oynatan siyahi genci öldürmenin fantezisini kuruyor’ o huzurla…’

Amerika açıklamakta zorlandığı bir fenomenle karşıya. Trump geleneksel Amerikan muhafazakarlarına benzemiyor. Bazıları Avrupa tipi faşist hareketlere benzetiyor.  Trump’ın Twitter’daki hesabından Mussuloni’nin sözlerini paylaşmaktan çekinmemesi buna örnek oldu. Ku Klux Klan’ın lideri David Duke de, Jean Marie Le Pen de onu destekliyor. Der Spiegel, ‘nefret yüklü yeni otoriteryan hareketin lideri’ diyor. Gazeteci Ryan Cooper, ‘Trump’ın yükselişi artık o soruyu gündeme getiriyor: Amerika’nın ciddi bir faşizm problemi mi var?’ diye yazıyor. Tarihçi Juan Cole ise, Trump’ın yükselişinin, 200 yıllık Amerikan Cumhuriyetine çok hayati bir tehdit haline geldiği görüşünde.

Ancak bazıları ise, Amerikan siyasal tarihinde zaman zaman Trump benzeri aşırı sağcı popülist şarlatanlıklar olduğuna dikkat çekiyor ve ‘paniğe gerek yok’ diyor. Aşırı sağ konusunda uzman Chip Berlet, Nation dergisine yaptığı açıklamada ülkenin nüfus yapısındaki hızlı ve radikal değişimin beyazlarda derin endişeye neden olduğunu ve öfkeye yönelttiğini belirtiyor. Demokratların ve solun bu kesimlere ulaşmakta yetersiz kalması da bunları, komplo teorileri ile bulanmış saçmalıklara inanmaya hazır hale getirdi. Özellikle çalışan beyazlar, rekabetçi düzende başarısız olamayacaklarına öyle güçlü bir inanca sahip olageldiler ki, bugün başarısız kaldıklarında bunun kesinlikle bir komplo nedeniyle olduğu düşüncesine kapılıyorlar. Ve değişimden duydukları korkuyu Trump’ın estirdiği popülist rüzgarın etkisiyle durdurmaya çalışıyorlar. Yel değirmenlerine savaş ilan eden Don Kişot kadar aciz ve çaresizler. Yabancı düşmanılar, ırkçılar, BM’den nefret ediyorlar, Asya’dan nefret ediyorlar, Avrupa’dan nefret ediyorlar, Afrika’dan nefret ediyorlar, Güney Amerika’dan nefret ediyorlar. Müslümanlardan, Yahudilerden, gaylerden, Hispaniklerden, Papa’dan nefret ediyorlar… Kendi kendilerini bile sevdikleri söylenemez. Karamsar, fena halde korkutulmuş, mağduru olduklarına ikna edilecekleri her türlü komplo teorisine inanmaya çok hazır, nefret dolu bir ruh hali, karanlık bir hayalet gibi bu tabanda her geçen gün daha da büyüyor.

Herkesi aşağılayarak yükseliyor

Trump fenomeninin en belirgin yönlerinden biri, politik söyleminin pozitif, kucaklayıcı bir inşadan çok her kesime karşı nefret ve hakaret ederek büyümesi… Sloganı ‘Amerika’yı yeniden büyük’ ve ‘bir bütün yapmak’ olan Trump’ın seçim kampanyasının, Amerikan tarihinin en ırkçı, en bölücü, en kutuplaştırıcı kampanyası olması ise çok ibretlik. Trump’ın entelektüel açıdan son derece sığ, aşağılayıcı, lümpen, kabadayı üslubunun en önde gelen mağdurlarından biri kadınlar. Kadınları nihayetinde bir meta gibi gördüğünü hiç gizlemiyor. Hatta, ABD’nin güzellik yarışması olan ‘Miss USA’ ve ‘Miss Universe’ güzellik yarışmasının organizasyonunu 1997 yılında satın aldığında, gerçek amacını gizlemeyecekti.

‘The Apprentice’e katılan bütün kadın yarışmacıların kendisiyle flört yaptığını iddia ederek, ‘bu beklenen birşey’ diyebiliyor. ‘Eğer Hillary Clinton kocasını bile tatmin edemiyorsa, ülkeyi nasıl tatmin edecek?’ diye sorabiliyor. Geçtiğimiz aylarda bir Cumhuriyetçi Parti açıkoturumunda kadın rakibi Carly Fiorina’yı gösterip, ‘Bi suratına bakın! Bu surata kimse oy verir mi?’ diyebiliyor. Fox News’in açıkoturumunda kendisine hoşlanmadığı bir soru sordu diye kadın moderatör Megyn Kelly’e, ‘bedeninin bir yerlerinden kan damlıyor…’ diye çıkışabiliyor. ‘Benimle diğer bütün başkan adayları arasındaki en büyük fark, ben çok dürüstüm ve benim kadınlarım onlarınkinden çok daha güzel’ şeklinde konuşabiliyor.

Sadece kadınları aşağılamıyor. Kendisine en ufak eleştiride bulunan herkesin bütün kişiliğini tartışma konusu haline getiriyor. ‘Çürüğe çıkarak’ Vietnam Savaşında asker olmaktan kaçan Trump, Vietnam’da savaşan ve yıllarca esir kampında kalıp işkence gören senatör John McCain, onun bir sözünü eleştirdi diye, McCain’in ‘savaş kahramanı’ olmadığını iddia edebildi. Çünkü McCain Vietnamlılara yakalanmıştı. ‘Yakalanan adamdan kahraman olmaz’ dedi. Afrika kökenli Amerikan toplumu ile ilişkilerinin iyi olduğunu bile, ‘zencilerle aram çok iyi’ şeklinde aşağılayıcı bir üslupla iddia etti. ABD’ye gelen bütün Hispanikleri, ‘uyuşturucu müptelası, tecavüzcü, hırsızlar’ olarak, bütün Müslümanları ‘terörist’ olarak niteledi.

Kendisine destek veren yoksulları da aşağılıyor. Onlardan bahsederken, ‘’esas olarak hepimiz burada bir oyunu oynamak için bulunuyoruz. Oyunu iyi oynayan kazanır. Açık ki bazı insanlar yeterince becerikli değil. Bu insanlar için üzülüyorum da...’’ diyor. Nevada önseçimini kazandıktan sonra yaptığı konuşmada, ‘eğitim düzeyi düşük insanları seviyorum’ diye konuşacaktı. Kandırması kolaydı.

İkiyüzlülüğün politikası

Ancak bütün bu aşağılama ve hakaretlerine rağmen, kadınları sevdiğini saydığını, Hispanikler ve ‘zencilerle’ karşılıklı bir sevgi yaşadıklarını, yoksulları sevdiğini söylüyor. Kendisini ve destekçilerini dünyanın en nezih en uygar insanları olarak görüyor.

İki yüzlülüğüyle de Patrick Bateman’a benziyor. Romanda Bateman, yoksulları, kadınları, siyahları, gayleri, evsizleri, kendi yaşayamadığı tatları yaşıyor diye garibanları hunharca öldürdüğü gecelerin sabahında, sosyal sorunlara duyarlı bir Demokrat gibi konuşabiliyordu. Bateman, bir arkadaşına kadın haklarının çiğnenmesi ve yoksulların açlığı konusundaki endişelerini paylaştığı günün akşamında karşılaştığı evsizi öldürüyor, kiraladığı hayat kadınının öldürüp bedenini parçalıyordu. Toplum önündeki bu içi boş konuşmalar, perde gerisindeki şiddetini perdeliyor ve yeniden besliyordu.

Politico gazetesi, Donald Trump’ın politikalarını, ‘anlık, o gün ve ortamda ne kazandıracaksa ona göre değişen eklektik politikalar’ olarak tanımlıyor. Bağımsız Parti, Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ve Reform Partisi şimdiye kadar üye olduğu partiler. Bugünlerde sıkı bir muhafazakar. Kürtaj karşıtlığı (daha önce lehindeydi), silah taşıma hakkı savunuculuğu(daha önce karşıydı),  ‘genel sağlık sigortası’ karşıtlığı (daha önce lehindeydi), zengine vergiye karşıtlık (daha önce lehindeydi) bugünlerdeki pozisyonları. Ancak, uygulamaları ile bu pozisyonları da pek uyuşmuyor.

Kaçak göçmenliğe karşı ama inşaatlarında, hotellerinde kaçak göçmen çalıştırdığı mahkeme belgeleriyle ortaya çıkmış. Yabancıların Amerikalıların işlerini çaldığından söz ediyor ama hotel, kumarhane ve firmalarında daha az maaş ödemek için genellikle vize sponsorlu yabancılar çalıştırıyor. Sponsorlu yabancı işçilik ‘modern kölelik’ olarak görülüyor çünkü ülkeye bu tür vizeyle gelen, başka hiçbir yerde çalışamaz.

Göçmenlere karşı oldukça katı ama ilk karısı model Ivana Zelníčková Çekoslovakyalıydı. Mevcut üçüncü karısı Melania Trump ise Slovenyalı bir göçmen. Melania’dan olan oğlu Barron Trump’ın ana dili bile Slovenyaca.

Meksikalıların hepsini ‘kriminal’ gibi gösteriyor ama kendisinin ülkede adının beraber anılmadığı ve defalarca soruşturma geçirmediği mafya ailesi yok gibi. Beşinci Caddeki ünlü Trump Tower’ı da İtalyan mafya ailesi Gambino’lara ait bir inşaat firması yaptı. Amerika’yı çok seviyor ama parasını paylaşacak kadar değil. Kumarhane sektörünü ve Trump’ı masaya yatırdığı ‘Şansın Mabedi’ adlı kitabıyla bilinen Pulitzer ödüllü araştırmacı gazeteci David Johnston, 1970’li yıllardan itibaren Trump’ın negatif gelir göstererek vergi ödemediği yılların hesabını ortaya çıkarmıştı. Trump, ABD başkan adayları içinde hala kişisel gelir vergisi beyannamesini ve mal varlığını açıklamayan tek isim olarak kalmaya devam ediyor.

Yine, Trump, çoğunluğu Hristiyan dincisi bir kitleyi peşinden sürüklüyor. Presbiteryen mezhebinden olduğunu söylüyor ama kilise çevrelerinde hatırlayanı pek yok. Son seçim kampanyası sırasında yaptığı bazı gaflarla da kilise ve Hristiyanlık hakkında cehaletini de ifşa etti. Hristiyanların kilise ayininin en kutsal bölümü olan ‘komünyon’dan ‘kiliseye gidiyorum ve şarabımı içip krakerimi yiyorum’ şeklinde bahsedebildi. Bir başka kampanya gezisinde gazetecilere, ‘tanrıdan hiç af dilemediğini, çünkü hata yapan bir insan olmadığına inandığını’ söyledi.

Sandıkla meşrulaştırıyor

Bugün bütün analistlerin, Cumhuriyetçilerin çoğunun ve Demokratların tamamının Trump hakkında en fazla mutabık olduğu konu, Trump’ın bağıra bağıra yaptığı politik konuşmaların yüzde 10’una bile gerçekte inanmadığı. Hitap ettiği beyaz tabanın güven sorunu yaşadığı kesimlere yönelik nefreti o kadar etkili dile getiriyor ki, bu sandıkta kazanmasına yetiyor.

Çok açıkça yalan uydurup bunun üzerinden siyasi öykü geliştirebiliyor. Birkaç ay önceki bir açıkoturum sırasında, 11 Eylül 2001 günü, nehrin diğer tarafında terörist saldırıya uğrayan ikiz kulelerin tam karşısında, ‘yoğun Arap nüfusa sahip’ olduğunu söylediği New jersey sahilinde toplanan Müslümanların Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin yıkılışını sevinç çığlıklarıyla kutladığını söyledi. Bununla ilgili görüntüler olduğunu iddia etti. Bütün Amerikan medyası seferber olduğu halde arşivlerde, ne böyle bir olayın gerçekleştiğine dair tek bir haber, ne de bir görüntü bulabildi. Trump, kendisinin görüntüleri kamuoyuna göstereceğini söyledi ancak sonradan başka çıkışlarıyla bunu da unutturdu.

Bir devlet ve kanun adamından duyulmayacak, anayasayı ve hukuku hiçe sayan çıkışlar yapabiliyor. 2 Aralık 2015’te Fox News’e yaptığı açıklamada, IŞİD terörüne karşı, insanlık dışı, uluslararası hukuk açısından da açıkça savaş suçu sayılan bir çözümü açıkça savunabildi. ‘’Teröristler, kendi hayatlarına değil ama ailelerine düşkündür. Ailelerini hedef almalısınız’’ diyerek, terörist hedeflerin değil, doğrudan şehirlerin bombalanarak yerle bir edilmesini dile getirebildi.

Trump bütün bu sapkınca tavır ve görüşlerine yönelik haklı tepkileri ise halk desteğiyle meşrulaştırıp savuruyor. Hakkında birçok rahatsız edici gerçek ortaya saçıldığı, söylediği bütün yalanlar ispatlandığı halde seçmen desteğini kaybetmiyor. Seçmenleri, Bateman’ın sığındığı gibi ona sığınıyor. 23 Ocak 2016 günü Iowa’da yaptığı konuşmada bu gerçeğin farkında olduğunu şu sözleriyle dile getirecekti:

‘’Bugün Beşinci Caddenin ortasında herkesin gözü önünde bir kişiye ateş edip öldürsem bile tek bir oy kaybetmem. Tamam mı?!!’’

Hakaretleri, aşağılamaları, tehlikeli politikaları hatırlatıldığında ise şu savunmayı yapıyor:

‘’Hata yaptığımı sanmıyorum. Benim hata yaptığımı söyleyenlerin sandıklarda aldığı oy oranı ortada. Benimse oy oranım sürekli artıyor. Dolayısıyla herhangi bir yanlış yaptığımı düşünmüyorum.’’

Beyaz Saray’ı gerçek bir ‘saraya’ dönüştürecek

trump-wh
Politico gazetesi, kısa süre önce yayınladığı bir fotomontajda, Trump başkan olursa Beyaz Saray’ın alabileceği hali böyle göstermişti.

Trump’ın, Bateman ile en ortak özelliklerinden biri de abartılı gösterişçiliği. Özel jeti yok, üzerinde kendi adı yazılı özel Boing 727 yolcu uçağı var. Yaptığı veya sahip olduğu her binaya ilk önce altın rengi kaplamalı dev ‘Trump’ tabelası asıyor. Amerikan medyasında bu konuda yığınla fotoğraf şakası yapılyor. Aslında bir şaka bile değil bu artık. Trump’ın kendisi de, Beyaz Saray’a, 100 milyon dolar harcayarak, dünyanın en gösterişli balo salonunu inşa edeceğini vaat ediyor.

Bir defasında ‘benim en güzel tarafım çok zengin olmam’ diyen Trump’ın bu şatafatından, parasından çalışan kesimin, yoksulların neden bu kadar çok etkilendikleri de merak konusu. Felsefeci Harrison Fluss, Jacobin dergisindeki yazısında Trump’ta, mal biriktirme hırsı ve tüketim çılgınlığının görgüsüz olmaktan çıkıp usturuplaştığına dikkatimizi çekiyor. Trump da, İş Bitirme Sanatı’nda, ‘artık para kazanmak için yapmıyorum. İhtiyacımdan çok fazlasına sahibim. Artık hobi olarak yapıyorum. İş bitirmek benim sanatım’’ diye yazıyor.

Bir başka yerde ise, ‘para kazanmak benim en büyük motivasyonum değil. Benim için heyecan verici olan bu oyunu oynamak’ diye konuşuyor. Harrison Fluss, yazısında Trump’ı Cumhuriyetçi tabanda, kaba şovenizminden bile daha çok çekici yapan şeyin, bu, ‘benim kimseye ihtiyacım yok’ tavrı olduğunu savunuyor. Fluss, Trump’ın gösterişçi zenginliğinin halktaki karizmasını ve çekiciliğini Karl Marx’ın paracı toplumsal düzeni eleştirdiği Paris notlarından bir alıntıyla açıklıyor:

‘’Paranın sahip oldukları, paraya sahip olanın da sahip olduklarıdır. Kim olduğumu ve kapasitemi belirleyen şey kişiliğim değil. Çirkinim ama, en güzel kadını satın alabilirim. Demek ki çirkin değilim. Çünkü paranın etkisi karşısında bütün çirkinliğim görünmez hale geliyor. Kişisel olarak topal olabilirim ama para bana 24 ayak sağlar. Öyleyse param varsa topal da değilim. Kötü, güvenilmez, vicdansız bir kalın kafalıyım. Ama para saygındır, sahip olana da saygınlık verir. Para bu dünyadaki en üst değerdir. Ona sahip olan da en değerlidir.’’

Komedyen Lewis Black ise Trump’ın yükselişini şu sözlerle hicvediyor:

‘’Aptal başkanlar, zeki başkanlar, beyaz başkanlar, siyah başkanlar, açık ki yetmiyor! ABD’nin ihtiyaç duyduğu şey manyak bir Üçüncü Dünya Diktatörü. Ve Donald Trump bu ünvan için gerekli herşeye sahip. Halihazırda üstünde büyük harflerle adı yazılı özel bir uçağı, altın kaplama binaları ve haremi var. Hayatım boyunca bunu bekledim ben. Yalancı bir yavşak olduğu gerçeğini ifade etmekten bile çekinmeyecek bir başkan.’’

Donald Trump’ı adeta ilah gibi gören Patrick Bateman bile onun bir gün ABD başkanlığına bu derece yaklaşabileceğini hayal edemezdi. Ama elbette bu Patrick’in Trump’ı başkanlığa hiç yakıştırmadığı anlamına gelmiyor. Bateman’a göre Trump da başkan mayası vardı. Romanın bir yerinde, arkadaşı Tim Bryce, başkan seçilen George H. Bush’un yemin törenini televizyondan beraber seyrettiği Bateman’a, ‘Anlamakta güçlük çekiyorum’ diyor ve ekliyor:

‘Çok normal bir insana benziyor. Başkanlığa kesinlikle uygun değil. Çok tehlikesiz biri…’

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz