Skip to content
Menu

Siyah gettonun isyanı

siyah-isyan

CEMAL TUNÇDEMİR
6 Mayıs 2015

1910’lu yıllarda siyahların, kuzeydeki endüstri şehirlerine birinci kitlesel göçü başladı. New York ve Chicago en büyük göçü alan şehirlerdi. Yüzyılın başında tamamı beyazlardan oluşan Philadelphia, St Louis, Detroit, Pittsburgh, Cleveland, Indianapolis ve Baltimore, yüzyılın ortasına gelindiğinde siyahi nüfusun, politikanın, kültürün ve sanatın merkezlerine dönüşeceklerdi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayan ikinci göç dalgası ile 5 milyondan fazla güneyli siyah daha bu şehirlere yığılacaktı.

Birinci dalga ile gelen siyahlar kırsal kesimden tarlalardan geliyordu. Şehir kültürleri sıfırdı. Kaba kuvvetin, bayağılığın temsilcileri gibi görüldüler. Beyazlar, mahalleye taşınan bir siyahın, evlerinin emlak değerini düşüreceğine, asayişi bozacağına inanıyordu. Siyahlar, belli mahallelere sıkışıp kaldı.

Yüzyılın ortalarında beyazların şehir merkezlerinden yeni banliyölere taşınmasıyla (white flight) siyah gettoların doğuşu tamamlandı. Bankalar, sigorta şirketleri ve hatta süpermarket ve kafe zincirleri bile bu gettolara ya hizmet götürmedi ya da yüksek ücretlerle götürdü.

1934’te kurulan Federal Konut İdaresi’nin siyahların yaşadığı mahalleleri kırmızı renkle işaretlemesinden dolayı ‘Redlining’ diye anılan bu örtülü ayrımcılıkların en acımasızı ise ‘mortgage’ kredilendirmesinde yaşandı. Entegrasyonu engelleyen verileri inceleyen bütün raporlar, siyah gettoların temel varlık nedeninin, ‘beyazların, siyahların kendi mahallelerine taşınmasını engelleme çabası’ olduğuna dikkat çekiyor.

Federal ve yerel ekonomi politikaları da siyahları belli mahallelerde yaşamaya mahkûm etti. Ekonomik Politikalar Enstitüsü’nün yayınladığı ‘Ferguson’dan Baltimore’a: Hükümet eliyle ayrımcılık’ adlı raporda, Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan bir siyahın 1910 yılında Baltimore’da beyazların oturduğu semtte bir ev almasına tepki olarak, belediye meclisinin siyahları belli bloklarda yaşamaya mecbur eden düzenleme çıkarmasına dikkat çekiliyor.

1910’da başlayan ‘siyahları şehrin belli bölgelerinde karantinaya alma’ politikası, sonuçlarını 2015 yılında vermeye devam ediyor. St Louis’in geçen yıl isyanlara sebep olan siyah gettosu Ferguson da, Baltimore’un geçen hafta isyanlara sahne olan gettoları da yerel, eyalet ve federal politikalar tarafından bilinçli politikalarla yaratılmış yerleşim alanları.

ABD metropollerinde 1960’larda siyah şehir isyanların artması üzerine başkan Lyndon Jonson tarafından kurulan Kerner Komisyonu’nun hazırladığı 1968 tarihli raporda ise şöyle deniliyordu:

‘Ulusumuz, siyah ve beyaz diye ayrılan ve eşit olmayan iki topluma bölünüyor. Bu ayrışma ve yoksulluk, gettolarda, beyaz Amerikalıların farkında olmadığı yıkıcı bir iklim oluşturuyor. Beyaz Amerikalıların asla anlamadığı ve siyahların ise asla unutmadığı gerçek şu ki, beyazlar bu gettolardaki durumun köküne kadar müsebbibidir. Beyaz kurumlar bu gettoları yarattı, beyaz kurumlar sürdürüyor ve beyaz topluluklar da buna göz yumuyor.’

Bu rapordan 50 yıl sonra siyahların küçük bir kısmı orta sınıf hâline gelmeyi, aralarından eyalet valileri hatta ABD Başkanı bile çıkarmayı başardı. Ama büyük kitle hâlâ gettoda yaşıyor. Üstelik 1968’dekinden bile daha ayrımcı şartlarda… Beyazlar, kazara bu gettolara yolları düştüklerinde arabalarını daha hızlı sürüyor. Getto hakkındaki bilgisi, Baltimore’da ‘varlıkları gereksiz’ siyahların anlatıldığı The Wire adlı popüler diziyi izlemiş olmaktan ibaret beyaz gençler için, şehrin bu tür mahallelerinden kaçınmak için bilgisayar uygulamaları bile var.

Hukukçu Michelle Alexander, ‘The New Jim Crow’ adlı kitabında, marihuana başta olmak üzere uyuşturucu içen veya bulunduran siyah ve beyaz Amerikalıların sayısının eşit olmasına rağmen, siyahların en az dört katı daha fazla oranda tutuklandığına dikkat çekiyor. Çünkü polislerin rastgele durdurup aradıkları çoğunlukla siyahlar. 18 yaşından büyük siyah erkekler, Amerikan üniversite nüfusunun yüzde 5’ini, hapishane nüfusunun ise yüzde 40’ını oluşturuyor. Bu siyahlar hapisten çıkınca da toplumda bir daha kabul görmüyorlar. Bir siyah rahip, Alexander’a, ‘Suçlu kelimesi yeni zenci. Artık bize zenci yerine suçlu diyorlar. Siciline suç işlemek günümüzün linci’ diyor. Alexander, Amerikan sosyal yapısındaki yeni ırkçı kast sisteminin, bireysel tercihlerin ürünü olmaktan çok uzak olduğunu belirtiyor ve ekliyor: ‘Siyahları, kitlesel şekilde kriminalize ediyor bu yapı…

Gettoda hayat, yoksulluk, çaresizlik, hapishane, işsizlik arasında bir döngü. Çoğunlukla tek başına yoksulluk içinde yaşayan bir annenin çocuğu olarak dünyaya geliyorsunuz. Sokakta, televizyonda, şarkılarda ‘siyah’ın negatif, ‘beyaz’ın pozitif olduğunu öğreniyorsunuz. Bilinçaltınız, derinizin rengini bir sorun, bir yük olarak görmeye başlıyor. Sıraya girerek önce metal dedektörden, sonra çanta aramasından, ardından bacak aralarınızın yoklanmasından geçerek girebildiğiniz bir getto okuluna gidiyorsunuz. Büyüdükçe, mekanlara gidecek parası olmayan tüm getto çocukları gibi sokak köşelerinde gruplar hâlinde toplanıyor vakit geçiriyorsunuz.

Polisin sizi rastgele durdurmaya başlayıp aramalarının başlaması da böyle oluyor. Vücudunuzda dolaşan polis ellerinin etkisini, onlar gittikten sonra bile üzerinizden atamıyorsunuz. Asla ‘güvenlik’ hissi yaşamıyorsunuz. İdolleriniz, videolarda gördüğünüz, fiziksel olarak size benzeyen ve nasıl öldürdüklerine, çaldıklarına, satın aldıklarına ilişkin rap şarkıları söyleyen kişiler oluyor. Anlaşılır bir dil konuşmuyorsunuz. Gettonun dilini öğreniyorsunuz.

Belki liseyi bitiriyorsunuz, çoğu zaman ise okulu terk ediyorsunuz. Getto liseleri, ‘lise terk’ üreten fabrikalar gibi. Üniversitelere daha az siyah gönderme filtresi gibi bir işlev görüyorlar. Çalışacak iş yok. İçmeye ve takılmaya dayalı bir hayat sürmeye başlıyorsunuz. Kayış hepten kopuyor. Çünkü para lazım. Kolayca para kazanabileceğiniz tek iş var. Marihuana satmak. Polisçe yakalanmanız çok sürmüyor. Hapse giriyorsunuz ve artık adli siciliniz bozuk. Çıkınca aynı şeyler yaşanıyor yine tutuklanıyorsunuz. Bu arada sizin de çocuğunuz oluyor. Sonra bir gün çocuğunuzu, yıllar önce sizin de grup hâlinde takıldığınız sokak köşesinde görüyorsunuz. Çocuğunuza, o köşeden, o hayattan, sizi siz yapan her şeyden bir an önce kaçması için yalvarıyorsunuz. Belki herkesin içinde tokat atıyorsunuz. İşe yaramıyor. Onun döngüsü başlıyor.

Pamuk tarlalarında çalıştırılan eski kölelerin çocukları, asırlardır süren ırksal karabasanı gettolarda yeni bir tür köleliğin pençesinde yaşamaya devam ediyor.

Baltimore isyanı kontrol altına alındı. Ama çok geçmeden yeni bir isyanın haberini okuyacağımız, yarın güneşin yeniden doğacağı kadar kesin. Bir silahsız siyah, sokak ortasında gündüz vakti polis tarafından vurulacak. Muhtemelen bu anın videosunu izleyeceğiz. Yerel yönetim sıcağı sıcağına bütün suçu öldürülen siyaha yükleyecek. Tepkiler yükselecek, beyaz polisler, ‘açığa alınma’ adı altında ücretli izne gönderilecek. Medya, öldürülenin öldürülmesini haklı kılacak en ufak bir detay bulabilmek için seferber olacak. Getto halkı öfke ve çaresizlik içinde yürüyüş ve protesto yapacak. Polis bu kez işgal ordusu gibi zırhlı araçlar, kalkanlar, gaz maskeleriyle gelip müdahale edecek. Protestoculardan ayrılan bir grup, CVS market zincirinin bölgedeki tek şubesini (ki Louis Hyman’a göre ekonomik aşağılamaya tepkinin bir ifadesi bu), alkollü içki dükkânını yağmalayacak veya birkaç polis arabasını yakacak. Herkes, öldürülen siyahı bırakıp bu fotoğrafların dehşetini konuşmaya başlayacak. Asker şehir içine davet edilecek. Sokağa çıkma yasağı ilan edilecek. Gettolarda her gün yaşanan korkunç şartlara tek bir gün bile ‘bakın’ çağrısı yapmamış beyazlar ve makul siyahlar getto halkını makul ve sakin olmaya çağıracak. Birkaç gün sonra olaylar yatışacak. Bu arada silahsız siyahı öldüren polisi hatırlayan pek kalmayacak. CNN‘bu mahallede yakın zamanda bir daha bir CVS marketi açılması beklenmemeli’ diye haber yapacak. Sessizlik olacak.

Yeni bir isyanın gazıyla yavaşça dolmaya başlayacak atmosfer. Ve bir kıvılcımla yine patlayacak. Çünkü getto hâlâ orada… Ve beyazlar hâlâ görmezden geliyor onu…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz

NOT: Bu yazı 6 Mayıs 2015 tarihindeAljazeera Türk sitesinde yayınlandı.