Skip to content
Menu

Yeni bir gök cismi keşfi arayışı güçlendirdi; Dokuzuncu Gezegen neredesin?

AMERİKA BÜLTENİ (4 Haziran 2018)

Yeni bir gökcisminin keşfi, Neptün’ün hemen ötesinde bir gezegen daha olduğu teorisini güçlendirdi. Ancak, hala bu gizemli gezegenin varlığından şüphesi olan astronomlar da var.

İlk kez 2016 yılında astronomlar Neptün’ün arkasında Güneş’in yörüngesinde dönen bir gezegen daha olduğu teorisini açıkladılar. Onlara göre bu, Güneş sistemimizin hemen sınırındaki obje kümeleşmesini de açıklayabilecek tek şeydi ve bu yeni gezegeni en fazla 5 yıl içinde bulacağımıza inanıyorlardı.

O günden bugüne iki yıl geçti fakat Dünyanın en az 10 katı büyüklüğünde olduğu düşünülen ‘Dokuzuncu Gezegen’ hala yüzünü insanlığa göstermedi. Ancak astronomlar son haftalarda yeni bazı ipuçlarına ulaştı. Geçtiğimiz haftalarda ArXiv’de yayınlanan bilimsel makaleye göre, astronomlar Neptün’ün ötesinde, Güneş sisteminin geri kalanından tamamen farklı bir yörüngede dönen bir obje tespit ettiler. Güneş sistemimizin bütün sakinleri, bir lahmacunun üstündeki kıyma taneleri gibi aynı düzlemde dönüyor. Henüz ismi konmadığı için 2015 BP519 şeklinde anılan bu obje ise Güneş sistemimizin bu düzleminin 54 derece yukarısında yörüngesini sürdürüyor. Bu anarşist tavrıyla da oldukça ilginç bir durum oluşturuyor.

Michigan Üniversitesi uzmanlarından Juliette Becker ve arkadaşları, bu sıradışı yörüngenin sırrını bulmak için Güneş sistemizin bir simülasyonunu yüz milyonlarca yıl boyunca geriye ve ileriye doğru oynattılar. Ancak hiçbir şekilde bu objenin Güneş sistemi düzleminin yukarısına çıkmasını açıklayacak bir şey tespit edemediler. Ta ki farazi bir Dokuzuncu Gezegeni ekleyinceye kadar. Bu gezegenin çekim gücünün onu yukarı çektiği bir açıklama olabilirdi. Becker, makalesinde, ‘’Dokuzuncu Gezegenin gerçekten varolduğuna inananlar için bu bir delil teşkil edecek. Dokuzuncu Gezegene çok sempatisi olmayan astronomlar ise, bu sadece tek bir obje, ve tek bir obje bir şeyi ispatlamaya yetmez diyecekler’’ diye yazdı.

Nitekim, Dokuzuncu Gezegen teorisinin mimarları olan California Teknoloji Enstitüsü astronomları Mike Brown ve Konstantin Batygin, bu makaleyi gördüklerinde büyük bir heyecan yaşadıklarını gizlemiyor. Batygin, kendisinin teorik çalışmalarının da bu gizemli gezegenin çekim gücüyle, 2015 BP519 gibi objelerin yörüngesini bozarak onları düzlem dışına çıkarabileceğini gösterdiğinde dikkat çekiyor ve ekliyor:

‘’Ne zaman hesap yapsam ve Güneş sisteminin bilinen yapısını doğru bulsam, Neptün’ün ötesinde yüksek meyilli objeler görüyorum. Bence Dokuzuncu Gezegenin olmadığı bir Güneş sistemi fikri her geçen gün daha fazla huzursuzluk verici’’.

Bununla beraber bu keşfin, Dokuzuncu Gezegen’in delili olduğuna ilişkin bir konsensus da yok.

Dokuzuncu Gezegen teorisine giden yol, 2014 yılında astronomlar Scott Sheppard ve Chad Trujillo’nun Neptün’ün ötesinde buz ve obje yığını olan Kuiper Kuşağında gizemli bir kümeleşme gösteren 6 objeyi keşfiyle açıldı. Bu altı objenin aynı yöndeki eğilimini, onları buna zorlayan bir dış güç olmadan açıklamak neredeyse imkansızdı. Sheppard ve Trujillo Neptün’ün arkasında gölgeliğin içinde büyükçe bir gezegenin bulunduğunu ve kendisine yaklaşan objelerin hareketini büktüğünü savlamaya başladılar. Onların bıraktığı yerden Caltech astronomları Brown ve Batygin konuyu aldı ve aylarca süren çalışmadan sonra 2016 yılında Dokuzuncu Gezegenin varlığı teorisi ile ortaya çıktılar. Ancak bazı astronomlar ise Brown ve Batygin’in bulgularının sadece veriler ve hesaplamalara dayanması nedeniyle bu iddiaya şimdilik şüpheli yaklaşıyor.

Şimdi uzmanlar 2015 BP519 türü daha fazla obje tespit etme peşinde. Bu sayı arttıkça Dokuzuncu Gezegen teorisi de güçlenecek ve belki de burayı özel olarak çok detaylı incelemeye alacak teleskoplarla bir gün fotoğrafı da çekilebilecek.

Ancak bilimsel yeni keşifler Dokuzuncu Gezegenin aslında hiç varolmadığını da ispatlayabilir. Nitekim Colorado Üniversitesi astronomlarından Ann-Marie Madigan, 2015 BP519’un keşfinin, Dokuzuncu Gezegen teorisini değil, kendisinin, ‘kümeleşmelerin kendi çekim gücü’ teorisini güçlendirdiğini düşünüyor. Küçük kütleli bu cisimlerin çekim gücünün az olduğunu ancak birlikte hareket ettiklerinde oluşturdukları ortak çekim gücünün civardaki diğer objelerin hareketinde bükülmelere neden olduğunu savunuyor Madigan.

Madigan’ın arkadaşı olan Batygin ise arkadaşının bu teorisinin yine de Dokuzuncu Gezegenin denklemden çıkarılmasının yaratacağı boşluğu doldurmayacağı düşüncesinde. Artık pek sabrı da kalmamış gibi; ‘’Elbette ki artık bir araç gönderip şu lanet şeyi bizzat bulmanın vakti’’.

Yale Üniversitesi astronomlarından Gregory Laughlin ise iki görüş arasındaki tansiyonu düşürmeye çalışıyor. Ona göre bir Dokuzuncu Gezegeni hiçbir zaman bulamasak bile Güneş Sistemimizin bu sınır bölgesi son derece sıradışı yapısıyla çok önemli keşiflere gebe. Çünkü bu sınır bölgesinde dönen buz ve kayalıklar, Güneş Sistemimizin doğuş anından arta kalanlar. Dolayısıyla onlara ne kadar yaklaşabilirsek, ne kadar tanırsak, Güneş Sistemimizin ve Evrenin doğuşu hakkındaki bilgimizde o derece artacak.

’O sınır boyundaki küçük cisimler şunu anlamamıza yardım edecek;   Güneş sistemimiz, neden galaksimizdeki diğer yıldız sistemlerinin ortalamasından çok farklı. İşte bu gerçek bir hikaye’’ diyor Laughlin ve ekliyor:

‘’Biz Güneş sistemi olarak oldukça tuhafız. Ve neden böylesine tuhaf olduğumuzu anlamak için en iyi ipucu, Güneş sistemimizin en uzak, en dokunulmamış bölgesindeki bu ilkel objelerin yapısında gizli’’.

AMERİKA BÜLTENİ‘ni Twitter‘dan ve Facebook‘tan takip edebilirsiniz