Skip to content
Menu

Şinzo Abe deyip geçmeyin!

CEMAL TUNÇDEMİR

Küresel gündem haberlerini de takibe açık biriyseniz dünden beri ‘Japonya Başbakanı Şinzo Abe istifa etti’ haberlerine sıkça denk gelmişsinizdir. Nerdeyse bütün dünya medyası bu önemli cümleyi, yanlış şekilde bu düzende yazıyor. Japon medyasında ise aynı gelişme, ‘’Japonya Başbakan Abe Şinzo istifa etti’’ düzeninde yazılıyor.   

Abe Şinzo hükümeti, ülkenin modern tarihinde Japon isimlerinin, dünya medyasında da, geleneksel Japon kültürüne uygun şekilde doğru düzende yazılması konusunda en fazla uğraş veren hükümet oldu. Ama, istifa ettiği gün dünya medyasında yer alan başlıklar, Abe Şinzo’nun dünya medyasını Japon isimlerinin yazılışı konusunda eğitmek için verdiği mücadelede şimdilik oldukça başarısız olduğunu da gösterdi.

Japonya’da yaşayıp Japonca konuşmaya başlayanların adapte olması gereken ilk şeylerden biri de, Japon muhatabınızın ismini doğru düzende söylemek. Çünkü gerek Japonca konuşurken gerekse de Kanji veya Katakana ile yazarken, önce aile adı, yani soyadı söylenir ve yazılır. Sonra isim gelir. Bu tarihi derinliğe sahip köklü bir Asya geleneğidir. 

Bununla beraber, yüzyılı aşkın süredir Japonlar, Japonca dışında bir dilde konuşup, Latin alfabesiyle yazarken isimlerini tıpkı Avrupalı ve Amerikalı muhatapları gibi, önce ad sonra soyadı şeklinde ifade ediyorlardı. Ta ki, Pazartesi günü 7 yıl 8 ay’ı doldurarak Japonya tarihinin en uzun süreli gürev yapan başbakanı olarak tarihe geçen Abe Şinzo döneminde yükselen gelenekçi dalgaya kadar. Geleneksel kesimin on yıllardır yakındığı bu konuda Abe hükümeti nihayet somut düzenlemelere gitti ve Japonya’da 1 Ocak 2020’den itibaren, resmi bütün evraklarda da isim ‘Romaji (Latin alfabesi)’ ile yazılıyorsa, önce soyadı sonra ad şeklinde yazılmaya başlandı. Yine yönetmeliğe göre resmi evraklarda soyadının da büyük harflerle yazılması gerekiyor. Örneğin Son Samuray filmi ile bütün dünyada tanınan Japon aktör Ken Watanabe’nin adı artık ‘WATANABE Ken’ şeklinde. İngilizce yayın yapan Japon gazete, televizyon ve radyolarının da başbakanın adını ‘Abe Şinzo’ şeklinde yazıp söylemelerinin nedeni bu. 

Bu küçük gibi görünen değişikliğin, boyunu çok aşan derin bir tarihi ve sembolizmi var. 

Yüzyılı aşkın süredir bu konuda diğer komşularından farklı bir tavır takınan Japonya böylece bu yıl yeniden Çin, Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos gibi komşularının hala paylaştığı geleneğe geri döndü. İsim yazma düzeni konusundaki ayrılık, bir çok başka konudaki kültürel kopuş gibi Japon modernleşmesinin doğduğu Meiji döneminde (19’ncu yüzyılın son çeyreği) başladı. Batılılaşma rüzgarının güçlü estiği o dönemin sembol sloganı ise, 16 Mart 1885 günü bir Japon gazetesinde dönemin önemli eğitimcisi Fukuzava Yukiçi’nin kaleme aldığı ‘Datsu-a Ron’ başlıklı yazısı olacaktı. ‘Datsu-A’Asya’ya Elveda anlamında bir ifadeydi. Makaleye ve döneme yön veren bakışa göre ne Çin’in Qing Handenalığının ne de Kore’nin Joseon Hanedanlığının, gelmekte olan Batı rüzgarı karşısında yaşama olanağı yoktu. Komşularının modernleşmesini bekleyip beraber Asya’yı güçlendirme stratejisi riskliydi. Japonya’nın yaşamasının tek yolu, Asyalı komşuları ile bağlarını kesip, Batılılaşmasıydı. ‘Asya’yı bırak, Avrupa’ya bak (Datsu-a, nyu-o)’ sloganı, Japonların bütün 20’nci yüzyıl boyunca Asya’ya bakışında önemli bir bilinçaltı etkisine neden oldu. 

Modern Japon tarihçiliğinin ve Asya ülkeleri arasında yeniden entegrasyon fikrinin önemli savunucularından biri olan Tokyo Üniversitesi profesörü Wada Haruki, 2005’te kaleme aldığı bir makalesinde, Japonya’nın ulusal kimliğini, 19’ncu yüzyıl sonundan itibaren ‘Gayri-Asyalı’ olarak belirlediğine dikkat çekerek, ‘’Japonların damarlarında bugün bile derin bir anti-Asyalılık dolaşmasının nedeni bu’’ diye yakınacaktı. 

Tokyo’da yaşayan İngiliz kökenli analist Peter Tasker da, isim düzeni düzenlemesinin tartışıldığı 2019’da Nikkei Asian Review dergisinde yayınlanan bir makalesinde Abe Şinzo hükümetinin isim düzeni konusunda, Asyalı komşularıyla aynı çizgiye geri dönmesinin ve buna Japon kamuoyunun desteğinin, küresel Jeopolitik kaymanın yansımalarından biri olduğunu savunacaktı. Tasker’a göre, bunu bir yönüyle, ‘Datsu-a, nyu-o (Avrupa’yı bırak, Asya’ya bak) süreci olarak da görmek mümkün. Tasker bununla beraber, bunun küreselleşmeden geriye dönüş anlamına gelmediğini, aksine küreselleşme ile birlikte yükselen çok kültürlülüğün getirdiği rahatlığın bir sonucu olduğunu da vurguluyor.  

Aynı günlerde Hong Kong Eğitim Enstitüsü dil-bilim profesörü David Li de, Hong Kong sitesi SCMP’ya yaptığı yorumda, ‘’Abe’nin bu konudaki temel motivasyonunun kimlik olduğu’’ değerlendirmesi yapacak ve ekleyecekti:

‘’Japonların isimlerini bu şekilde yazması Asyalılarla daha uyumlu hale gelmeleri demek. İsim düzeni Asyalı görünürse, Asyalı edasına sahip olursa, diğer Asyalılar kendilerine daha yakın hissedecek’’.  

Bununla beraber isimlerinin, Latin alfabesinde nasıl yazılacağının sadece Japonlar için değil, Koreliler, Çinliler, Vietnamlılar gibi bölge ülkelerinin insanları için de çok önemli bir tartışma konusu haline gelmesi ve bu konudaki isyanları tesadüf değil. Asya’nın ekonomik, kültürel ve jeopolitik yükselişinin getirdiği özgüvenin göstergelerinden biri olarak gören çok. Böyle düşünenler, Uzak Asyalıların isimlerini, artık Batılılar için hangisi uygunsa öyle söylemek gereğinde hissetmemelerinin sosyo-psikolojik bir temeli olduğuna dikkat çekiyor. 

Benim, Uzak Asya insanlarının, isimlerini Latin alfabesinde yazılması konusundaki dramlarıyla tanışmam ise, 2007’de Birleşmiş Milletler genel sekreterliği koltuğuna bir Korelinin oturmasıyla oldu. Çiçeği burnunda genel sekreter Ban Ki-moon’un adı hakkında, o günlerde New York’ta BM haberlerini takip eden birçok gazeteci gibi ben de sıkça gaf yapıyordum. Ancak tek sorun yaşayan, biz değildik. Yabancı devlet başkanları bile oturumlarda, protokol takdimlerinde ve resmi yazışmalarında ‘Sayın Moon’ veya ‘Sayın Ki-moon’ şeklinde hatalı takdimler yapıyordu. Dramın en büyüğünü ise, kendisine resmi toplantılarda sıkça ‘Bayan Moon’ diye hitap edilen Ban’ın eşi yaşıyordu. Oysa BM Genel Sekreterinin adı ‘Ki-moon’du.  Soyadı ise ‘Ban’dı. Sonunda BM, tarihinde ilk kez BM Genel Sekreterinin adının nasıl yazılıp nasıl kullanılması gerektiği konusunda dünyadaki bütün diplomatik temsilciliklere bir memorandum göndermek zorunda kalacaktı.   

10 yılı aşkın süredir dünya medyasında tartışılan bir konu olduğu halde bugün bile Çin devlet başkanı Şi Cinping’e sıklıkla, ‘Bay Cinping’ şeklinde hitap hatası yapılabiliyor. Oysa ki soyadı ‘Şi’. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 2018’de, Kuzey Kore lideri Kim Jogn Un’a, ‘Başkan Un’ diye hitap ederek aynı hatayı yapacaktı. Bu, protokolde daha aşağıda yabancı bir diplomatın ABD başkanına, ‘Sayın Don’ diye hitap etmesi gibiydi bir yönüyle. Pompeo’nun patronu Donald Trump’ın, 2017’de ağırladığı Japonya Başbakanına, ‘Başbakan Şinzo’ diye hitap edince Japon medyasında büyük gürültü koparacaktı. 

Batı perspektifinden bakınca bunlar önemsiz bir ‘protokol gafıydı’. Ama Asya perspektifinden bakınca oldukça tabu bir konuda saygısızlıktı. California Üniversitesinin özelde Japonca ve genelde Asya dilleri konusunda uzman dil bilimcilerinden Herbert Plutschow, 1995 tarihli ‘Japonya’nın İsim Kültürü’ kitabında, bazı toplumlarda ‘isimlerin de ruhu olduğu inancına’ dikkatimizi çekiyor; ‘isim o şeyin kendisi, o şeyin kendisi de ismidir’. Plutschow, 12 yüzyılda hazırlanan bir şiir antolojisine özensizce ‘Şika Vakaşu’ adı verilmesinin, bu bakışı besleyen en çarpıcı örnek olduğunu aktarıyor. ‘Şika’daki ‘şi’ kanjisi, ‘kelimeler’ demek. Ama aynı zamanda ‘ölüm’ün de kanji karakteri ile aynı. Eser yayınlandıktan kısa süre sonra antolojiyi hazırlama emri veren imparator ve antolojiyi hazırlayan şairin ölmeleri, ‘isim koymanın kader biçmek’ olduğuna inananlar açısından, ‘’çok şey anlatıyordu’’.

Aslında bu eğilimin iki yansımasını, Japon imparatorlarının ve Papaların kişisel isimlerinin hiç kullanılmamasında da görmek mümkün. İmparator veya Papa oldukları gün devrin de kaderi olması dileğiyle yeni bir isim alırlar. Kimse onlara artık isimleriyle hitap edemez.

Plutschow, ‘kadim çağlarda animastik dilin gücünden dolayı Japonların doğrudan isim vermekten kaçındıkları ve lakap kullanmaya eğilimli olduklarını’ yazıyor. Bugün birer modern isme dönüşmüş olan, Hajime (Mukaddem), ‘İçiro (İlker), ‘Jiro/Tsugi/Şinci (ikinci oğul), ‘Saburo/Şinzo/Keizo (üçüncü oğul)’, Şiro (dördüncü oğul), ‘Goro (beşinci oğul) gibi isimlendirmeler o geleneğin bir ürünü. Modern versiyonlarının, başlangıçtaki anlamlarından kopuk birer isim haline geldiklerinin çarpıcı örneklerinden biri ise Şinzo Abe’nin, ailesinin üçüncü değil ikinci oğlu olması. 

Dünyanın en eski romanı olan 11’nci yüzyıl Japon edebiyatı klasiği Genji’nin Hikayesi’nin 1000 sayfasında geçen 430 karakterin tek birinin bile ismi yok. Hepsi sadece lakapları veya görevleri ile anılıyor. 

Ortaçağda, Avrupa’nın feodalleri ve kralları, ahaliyi daha iyi kategorize, takip ve kontrol için ve her şeyden önemlisi vergiyi etkin toplayabilmek için soyadı uygulamasını başlatacaktı. Soyadı uygulamasının bundan yüzlerce yıl önce başladığı uzak Asya’da ise soyadı o dönemde hala sadece asillere ve saraylılara özgü bir ayrıcalıktı. 1587 tarihli ünlü kanunla, Japonya’da samurai olmayanların (nüfusun yüzde 90’ı), kılıç ve soyadı taşıması yasaklanacaktı. 

Ancak 16, 17 ve 18’nci yüzyıllar boyunca gayrimerkezi otoriteler arasında süren, kaos ve iç çalkantılar bu kanunun uygulanmasını oldukça zorlaştıracaktı. Bu da bir çok tüccar, sanatçı ve çiftçinin bir şekilde, kendisine birer aile adı edinmeyi başarmasına imkan verecekti. Japonya’nın günümüzde 100 binden fazla soyadına sahip olmasının temel nedenidir bu.  

Komşuları Çin ve Kore’nin birer soyadı fakiri olmasını açıklayan şeydir bu aynı zamanda. Japonya’dakinin aksine merkezi hanedanlıkların güçlerini uzun süre istikrarla korumaları, sadece az sayıda soyadı oluşmasına imkan verdi. Bu iki ülkede 19’ncu ve 20’nci yüzyılda soyadı uygulamasına nihayet geçildiğinde herkes mevcut asil ailelerden veya hanedanlıklardan birinin soyundan olduğunu iddia etme hırsına kapıldı. Bugün 80 milyon nüfusa yakın Kore yarımadasındaki soyadı sayısı 250 civarında. Korelilerin yarısından fazlasının soyadları Lee, Park veya Kim. Örneğin, Kuzey ve Güney Kore’de her beş kişiden biri Kuzey Koreyi üç dönemdir yöneten Kim ailesi ile aynı soyadına sahip. Yine 1,5 milyarlık nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de sadece birkaç bin soyadı var. Sadece soyadı Wang, Li, Zhang, Chen, Liu ve Yang olan insan sayısı yarım milyardan fazla. 

Konuyla ilgili bir tartışmada, ‘This Week in Asia’ya konuşan Singapurlu politik bilimci Chong Ja Ian’a göre ise, ‘ismimi Latin alfabesiyle yazarken doğru yazın’ isyanının Uzak Asya’yı da aşan bir boyutu var:

‘’Ainu yerlileri Japonya’da ilk kez resmen tanınır hale geliyorlar. Tayvan’da yerliler, Çinceleştirilmiş versiyonları yerine kendi yerli isimlerini kullanmaya başlıyor. Malezya’da Bumipatra denilen yerliler, kendi kimliklerini vurgulayan isimlere yöneliyor. Ama sadece Asya ile sınırlı değil. Dünyanın her yerinde hatta Amerika ve Avrupa’daki azınlıklar da artık isimlerinin istedikleri düzende yazılması ve doğru telaffuzu konusunda daha hassaslar.’’   

İronik bir şekilde Japonya’da yaşayan bir çok yabancı da, Japonca geleneksel isim düzeninin kendilerine uygulanmamasından rahatsız. Yabancılara sadece toplum içinde değil resmi dairelerde bile, soyadlarının değil isimlerinin sonuna ‘san’ eklenerek hitap ediliyor. Okullarda bile öğrenciler yabancı öğretmenlere hitap ederken, ‘sensei’ ünvanını, Japon öğretmenlere yaptıkları gibi soyadlarına değil, adlarına ekleyerek hitap ediyor. Örneğin, ‘John sensei’ şeklinde. Bunun ‘ötekileştirme’ olduğunu savunarak, değiştirmeye çalışan çok sayıda ‘gaijin (gayri-Japon)’ var. Ben Japonya maceramda bunu hiç sorun etmedim. Çünkü, Japon dostlarımın, dillerine meydan okumak için bir araya getirilmiş gibi duran soyadımı telaffuz etmeye çalışırken wasabi kaşıklamış gibi kıvranmalarına gönlüm razı olmuyor. 

Shakespeare, ölümsüz eseri Romeo ve Juliet’te, Montague ve Capulet aileleri arasındaki kavganın sadece bir isim kavgası olduğuna atıfla, ‘’Gülün adının bir değeri var mı? Başka olsa ismi yine aynı güzellikte kokmaz mı’’ diye soruyor. O her şeyin basitçe açıklanıp geçilebildiği çağlarda… 

Her gülün kendi dikenleri olduğu gerçeğini de öğrenmemiz gereken bir çağdayız artık. 

Diyeceğim o ki Şinzo Abe deyip geçmeyin. Adamın adı Abe Şinzo. Böyle de uzun bir gerekçesi var. 

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’da takip edebilirsiniz