Skip to content
Menu

Akdeniz evrenindeki yer-şehir isimlerinin anlamı

CEMAL TUNÇDEMİR

6 Kasım 2011

Akdeniz kadar görmüş geçirmiş deniz var mıdır acep… Akdeniz’in mavi dalgaları, insan soyunun birçok uygarlığının kuruluşuna, nice firavunun yükselişine, nice yaz aşkının doğuşuna da tanık oldu; birçok uygarlığın, nice firavunun, sayısız yaz aşkının yerle yeksan oluşuna da…

Dünya bir kez daha Akdeniz etrafındaki gelişmelerle dalgalanıyor. Güneyinde firavunlar tiranlar devrilirken, kuzeyinde bankalar finans kurumları çökerken, bir kez daha Akdeniz ulusları özgürlük rüyaları görüyor…

Birçok Batı dili Akdeniz’e ‘Mediterranean’ diyor. Bu isimlendirmenin kökeni Latince, ‘dünyanın ortası’ anlamındaki ‘’mediterraneuskelimesi…  Akdeniz, yarım milenyum öncesinde kadar, ‘bilinen dünyanın’  tam ortasında yer alıyordu. O zamanlar bütün büyük uygarlıklar Akdeniz’in etrafındaydı…

Aslında Atlas Okyanusu’nun karalar içine bir girintisi olan Akdeniz’e, Selçuklu döneminde, ‘Rum Denizi’ manasına Bahr-i Rum denirmiş… Eski Türkler ‘Rum’ kelimesini ‘Romalı’ anlamında kullanırlardı. MS 3’ncü yüzyıldan beri Roma vatandaşı olan Yunanlılar da haliyle bu şekilde adlandırıldı. Yani, günümüz Türkçesinde gibi ‘Rum’ sadece ‘Yunan’ demek değil.

Akdeniz, Osmanlı döneminde ise uzun süre Farsça ‘Bahr-i Sepid’ isimlendirmesinden alınmış Bahr-i Sefid (Beyaz Deniz) şeklinde anıldı. Yine ‘beyaz deniz’ anlamında Akdeniz’e Kürtçe’de ‘Behra Spi’, Arapça’da ‘Bahr el Ebyaz’ deniyor…

Müslüman kültürlerin bu turkuaz denize neden ‘beyaz’ dediği ile ilgili kesin bir bilgi yok. En dikkat çekici teori, Çinlilerin ve eski Türklerin ana renkleri coğrafyada yön olarak da kullanmaları geleneği… Buna göre ‘’beyaz Batı’yı, siyah ‘Kuzey’i, mavi ve yeşil Doğu’yu gösterirken, al ve kızıl da Güney’i gösterirmiş. Bu teori, kuzeydeki Karadeniz’in adını da güneydeki Kızıl Deniz’in adını da doğudaki mavi denizin (Van Denizi tabii ki) adını da açıklıyor.

İzmir, Ege’nin değil Akdeniz’in incisidir!

‘’Ege Denizi’’ isimlendirmesi ise 20’nci yüzyılda ortaya çıktı. Tarihi bir isimlendirme değil. ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ emrine, ‘’Atatürk, İzmir’i Akdeniz’de sanıyormuş’’ diye gülen gençler görüyorum, üzülüyorum. Eğitim şart. O denizin Türkçe adı ‘Akdeniz’di.

Osmanlılar, Akdeniz eyaletlerine, ‘Cezair-i Bahri Sefit Vilayeti’’ adı vermiş. ‘El cezir’’ Arapça ‘ada’ demek. Bugün Akdeniz’in ve Arap dünyasının en büyük, Afrika kıtasının ise ikinci en büyük devleti olan Cezayir de adını, bir zamanlar ada olan 1525’ten itibaren ise ana kıta ile birleşerek Cezayir şehrini oluşturan 4 adadan alıyor.

Yani diyeceğim Ege Adaları aslında Akdeniz Adalarıydı. İlla ki farklı bir isimle anacaksak bu denize Adalar Denizi de denebilirdi.

Şimdilerde ‘’Adalar’’ deyince aklımıza sadece Marmara’daki İstanbul ilçe belediyesi geliyor artık… Marmara adını, Yunanca ‘marmaros’tan (mermer) almış. Adalarının zengin mermer yataklarından dolayı bu isim verilmiş derler.

Antik Yunan’da ise Marmara’ya ‘Propontis’ derlermiş. ‘Pro’ önce demek ve ‘pont’ da ‘deniz demek. Yani, ‘denizden önceki’ anlamında. Bu isimlendirmedeki ‘Pont’ ya da ‘pontis’  ile kastedilen ise Karadeniz. Marmara yani ‘’Propontis’’ de ‘’Karadeniz’den önceki deniz’’ oluyor haliyle.

Akdeniz’in aksine neredeyse bütün dünya dilleri, Karadeniz’i, Türkçe ‘Kara Deniz’in doğrudan tercümesi isimlerle anar;  ‘’Black Sea, Ner Noire, Bahrul Esved, More Nero…’’

İçinden ‘Oxford’ geçen şehir

Marmara, iki boğazla Akdeniz’e ve Karadeniz’e bağlanır. İstanbul Boğazı yakın zamana kadar ‘Karadeniz Boğazı’ olarak adlandırılırmış. Amerikan seyahat ve tarih kaynaklarının bazılarının da 20’nci yüzyıl ortalarına kadar bile, boğazı, ‘Karadeniz Bogazi’ şeklinde kaydediyordu… Günümüzde ise, Karadeniz Boğazına nerdeyse bütün Batı dünyası ‘Bosphorus’ diyor.

‘Bous’ antik Yunanca’da ‘öküz’ ve ‘poros’ da ‘su geçişi’ demek. Antik Yunanlılar, nehirlerin çayların derelerin karşıya geçiş imkanı veren sığ yerlerine ‘poros’ derlermiş. Bu öküzlerin Boğaz’ın neresinden nasıl geçebildikleri muammasını irdelemeyip, ‘Bosphorus’un İngilizcedeki sürpriz karşılığına bakalım.

Anglo Sakson dilinde derelerde nehirlerde karşıya geçiş imkanı veren sığ yerlere ‘ford’ deniyor. ‘Ox’ ise ‘öküz’ demek. Yani, İngilizcede, öküz ve inek sürülerinin nehirlerin karşıya geçebildiği sığ yerlerine Oxford deniyor. Yani, Bosphorus aslında bildiğiniz ‘Oxford’un Yunancaya bire bir tercümesi. Ya da tam tersi…

Barbaros’un leventlerinden holdinglerin Levent’ine

Akdeniz’in doğu yakasına vaktiyle ‘Levant’ denirmiş. Ortaçağ Fransızca’sında ‘doğu’ kelimesinin karşılığı olarak ‘l’orient’ yerine ‘levant’ kullanılırmış. Fransızca ‘lever (yükselmek/kalkmak)’ kelimesinden geliyor. Güneşin doğup yükseldiği coğrafyayı anlatıyor. Ancak tarih biliminde ‘Levant’ somut bir coğrafi yerin adı olmaktan çok bir Doğu Akdeniz kültürünün ve yaşam biçiminin genel adı olarak kullanılır olmuş. Biz ise Türkçe’de ‘levanten’ derken, artık, ‘Doğu Akdenizli Hıristiyanları’ kastediyoruz sadece.

Levent isminin kaynağı da aslında bu ‘doğulu’ adlandırması. Ceneviz ve Venedikliler Osmanlı denizcilerini ‘doğulu’ anlamında ‘levent’ diye çağırmaya başlar. Osmanlı denizcileri de 16’ncı yüzyıldan itibaren kendilerini aynı şekilde ‘levent’ diye adlandırmaya başlar. Tarihin en şanlı ‘levent’lerinden biri olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa‘nın, eski İstanbul’un epey kuzeyindeki sapa ve ucuz muhitte çiftlik kurmasıyla işbu mahallenin adı da Levent olur. İsmi ‘doğulu’ demek olan bu semtte şimdilerde İstanbul’un ‘batılı’ yüzü göğe yükseliyor. Cilve üstüne cilve…

Doğu ülkesi, batı ülkesi, hani bunun orta ülkesi..?

Levant’ı yani ‘doğu’yu anlatırken, en doğuya gitmekten kendimi alamıyorum. Elektrik çıktı çıkalı biz göğe bakmayı bırakır olduk. Güneşin doğuşu ve batışı birçok coğrafi isimlendirmede bayağı bir etken olmuş vakti zamanında. Misal Almanlar, bir zamanlar Osmanlı ülkesine ‘morgenland (sabah ülkesi / güneşin doğduğu ülke)’ derlermiş. Daha abartılı misal bugün bütün dünyanın ‘Japonya’ dediği ülkeye Japonlar ‘Nippon’ ya da ‘Nihon’ diyor. Japon ırkının Şinto dininin kutsal Güneş tanrıçası Amaterasu’dan geldiğini anlatan Nippon ifadesi, ‘güneş’ demek. İşte Japonların batı komşusu Çinliler de, bu adayı ‘güneşin doğduğu ülke’ anlamından ‘Ja pen kuo’ diye adlandırırmış. Marco Polo Çinlilerden öğrenip meşhur eder bu ‘Japon’ ismini…

Çinliler, doğularındaki uygarlığı güneşle anlatırken batılarındaki büyük uygarlığı (Hint) ise ay ve gece ile sembolize etmişler antik çağlarda. Çin tarihinde uzunca bir dönem Hintliler için ‘’Yuezhi (Ay kavmi)’’ tanımlaması kullanılmış. Kendinizi Doğu ile Batı’nın, Güneş ve Ay’ın ortasında görüyorsanız ülkenize vereceğiniz isim de bellidir. Çinliler kendi ülkelerine Çayna (china) demiyor elbette ki… ‘’Zhonghua (Çun kua)’’ yani ‘’Merkez ülke / orta ülke’’ diyorlar.

Marco Polo, bu ülkeyi Farsçadan öğrendiği şekliyle ‘Çin (Chin)’ diye adlandırır. Gerçi Batı’da uzun yıllar Çin derken milletin aklına sadece ‘porselen’ gelirmiş. Tıpkı bizim çiniler gibi… Çinliler ise ABD’ye ‘’Měi-guó’’ diyor. ‘Pirinç ülkesi’ demek. Herkesin ‘Amerikan rüyası’ farklı tabii ki…

Söylenmekte haklısınız Akdeniz’e geri döneceğim ama Koreliler bırakmıyor. Onların isimleriyle olan derdini kayda geçireyim. Bugün, Güney Kore ahalisi kendi ülkesini kısaca ‘Hanguk’ diye çağırıyor. Kuzey Kore ahalisi ise ‘’ibuk’’ ya da ‘’Çuzın / Joseon‘’ (Sabah esintisi ülkesi)’’ diye. Japonlar güneye ‘Kankoku’ kuzeye ‘’Kita-Çuzın’’ diyor ama eski bir Kore hanlığının adından gelen Korea adını bölgeye mal edenler de 1910 işgalinden sonra Japonlar.

‘Toleransın ülkesi’

Doğu – Batı mevzusu bizim coğrafyamızın isimlenmesinde de rol oynamış. Anadolu kelimesinin kökeni olan Antik Yunanca ‘’Anatolē’’ kelimesi de ‘’gün doğumu’’, ‘’doğu’’ anlamına geliyor. Zaman içinde Asia Minor’un yani ‘küçük Asya’nın yani ‘Anadolu’nun tamamı için kullanılsa da Antik Yunanlılar vaktiyle sadece İonyalıların şehirlerinin olduğu Batı Anadolu için kullanırlarmış.

Anadolu’nun isim kökü olan Anatolē konusunda hoşuma giden bir detay daha var. Tolerans kelimesinin kökeni Latince ‘sabır tahammül’ anlamına gelen ‘tolerō’ kelimesidir. Anatolē’nin ‘tolē’si ile toleransın ‘tole’si aynı kökten. Yani memleketimizin isminde un da var, şeker de var, yağ da var, helvayı niye yapamıyoruz anlamış değilim…

Bizim, komşularımıza ‘Yunan’ isimlendirmemize ise ‘İon’ kelimesi kaynaklık etmiş. Onlarla ilk teması olan Farsçadan Türkçeye geçmiş bu isimlendirme. Nerdeyse bütün ‘Doğu’ kültürleri bu halkı ‘Yunan’ ve buna benzer isimlerle anıyor. Ancak nerdeyse bütün ‘Batı’ dünyası da bu halkı ‘Greece / Greek’ gibi isimlerle anıyor. Bu isim, antik Yunan tanrılarından ‘Graecus’a (Grikus) dayanıyormuş. Kimi Pandora’nın torunun oğluydu diyor kimi Hellen’in yeğeniydi diyor. Muhtemelen ‘tanrı’larla dolu bir ailede yaşamanın baskısına dayanamayıp bugünkü İtalya taraflarına kaçıp inşaatlarda çalışan bir Yunanlıydı Grikus. Batı ahalisi de bu zatla bu halkı tanıdığı için kendilerinin doğusunda kalan bu coğrafyadan gelen herkesi ‘Grik’ sanıyor. Biz birşeyi anlamadığımızda ‘Fransız kalırız’ ya, İngilizce evreni ise anlamadığı konuya ‘’Greek” kalıyor.   

‘Rum’ kelimesi gibi ‘İon’ kelimesinin de bugün ‘Balkan’ yarımadasının güneyindeki Yunanistan ile bire bir özdeşliği bulunmuyor aslında.  Zaten, Yunanistan halkı kendisine ‘’Ellas’, Yunan devleti de kendisine ‘’Ellenikī́ Dīmokratía’’ diyor. Yunanistan ahalisi kendine ‘Helen’ dese de ilk Hıristiyanlık çağlarında bu kelimeyi ‘putperestler’ anlamında kullanırlarmış. Yani öykü dramatik. Tiyatro boşuna bu topraklarda doğmamış.

Bizans İmparatorluğunu yeniden canlandırmayı amaçlayan 19’ncu yüzyıl milliyetçi Yunan ideolojisi ‘Megali Idea’yı çoğumuz biliyoruz. Çok eski çağlarda bir de ‘’Megálē Hellás’’ diye Batı’yı, yani Adriyatik ve İtalya’yı Yunanlaştırma ideali ile yola çıkmışlar komşularımız. Bu ideolojinin sahipleri, ütopik batı ülkesine Hesperia demiş. Adriyatik çevresinde ve Çizme’deki birçok yerleşim biriminin isminin Yunanca kökenli olması o işgaller döneminden kalma. Örneğin, Napoli, ‘Nea polis (yeni şehir)’den geliyor. Sicilya’nın Akdeniz’in belki de en iyi sığınağı olan başkenti Palermo’nun (Panormos) adı da Yunanca, ‘en iyi liman’ demek. Bizim Bandırma’nın ismi de aslında aynı isimlendirmeden dönüşmüş. Malta’nın adının da Yunanca ‘bal gibi’ demek olan ‘Melita’dan geldiği rivayet edilir.

Akdeniz turu vadettik ama daha Balkanlar’a bile çıkamadık. Hala Ege’deyiz. Ama bu gece burda demirleyeceğiz… Yarın, günün ilk ışıklarıyla yeniden konuya yelken açacağız..!

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz

Akdeniz ve Avrupa ülkelerinin isimlerinin anlamları – II