Skip to content
Menu

Temsilciler Meclisi başkanına neden ‘speaker’ deniyor?

paul-ryan
ABD Temsilciler Meclisi başkanı Paul Ryan

CEMAL TUNÇDEMİR
7 Ocak 2013

(GÜNCELLEME: John Boehner’ın istifasından sonra Temsilciler Meclisi başkanlığına 25 Ekim 2015 günü Paul Ryan seçildi. Aşağıdaki yazı 2013’te yazıldı.)

Türkçe haberlerde sıklıkla Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı ifadesi kullanılsa da aslında ABD Temsilciler Meclisinin bir başkanı yoktur. ABD’de Temsilciler Meclisi adına konuşan, kürsüde oturan ve oturum gündemlerini belirleyen kişiye, ‘meclis adına konuşan’ anlamında ‘speaker (sözcü)’ denir. Temsilciler Meclisi kürsüsünde oturana, ‘başkanım’ diye değil, erkekse ‘Mister Speaker’, kadınsa ‘Madam Speaker’ diye hitap edilir.

Adı ‘sözcü’ de olsa Amerikan demokrasisinin en önemli koltuklarından biridir bu. Çünkü, Temsilciler Meclisi Sözcüsü, ABD devletinin resmi protokol hiyerarşisinde başkan ve başkan yardımcısından sonra 3 numaralı konumudur. Kongre ortak oturum yaptığında, yani Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak oturumlarında da Kongre adına başkan kürsüsünde Temsilciler Meclisi Sözcüsü oturur.

Peki neden meclis başkanı değil de meclis sözcüsü deniyor?

Demokratik anlayışın bir gereği olarak birbirine eşit iradelerin temsilcileri (milletvekilleri) arasında her hangi bir hiyerarşi olamayacağı için. Onların bir başkanı olamaz. Dolayısıyla, Meclisin gündeminin işlemesini koordine edecek kişinin (speaker), otoriter bir hava estirmesi söz konusu olamaz. Milletvekilleri, bir parti liderinin, büyüğünün iradesiyle değil kendi ‘kişisel iradeleriyle’ yasama faaliyetine katılır. ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson’un hazırladığı ve Meclis teamüllerini oluşturan ”Jefferson’s Manual”a göre Meclis oturumlarında sözcünün sesi sadece düzeni sağlamak, teknik işlemlerden haberdar etmek için konuşması gerektiğinde duyulur. Asla sözcü kürsüsünden bir milletvekiliyle her hangi bir konuda polemiğe giremez. Bir şey konuşmak istediği zaman, sözcü ünvanınını çıkarır, milletvekili olarak söz alır ve konuşma kürsüsünde konuşur.

Milletvekilleri üzerinde hiçbir hiyerarşik üstünlüğü olmayan sözcünün, genel kurul ve komitelerin gündeminin belirlenmesinde yetkisi vardır ve asıl gücü de buradan gelir.

Speaker’a zeval olmaz!

Parlamento başkanına ‘speaker’ deme geleneği İngiltere’de ortaya çıktı. İlk defa 1377 yılında Sir Thomas Hungerford’un atanmasıyla kayıtlara geçti. Ancak birkaç yüzyıl boyunca çok zor bir görevleri vardı: Parlamentonun, Kral’ın kesinlikle hoşlanmayacağı kararlarını krala sunmak.

1394 – 1535 yılları arasında 7 ‘speaker’ın kellesinin vurulduğunu kaydedersem sanırım görevin zorluğu daha iyi anlaşılır. Sonradan ‘sözcüye zeval olmaz‘ durumuna gelindi. İngiltere’de 19’ncu yüzyılın ortalarından itibaren ‘speaker’ın partiler üstü olması gerektiği anlayışı yerleşti. Bugün bile İngiltere’de, parlamento ‘speaker’lığına seçilen üye, oy hakkını kaybeder. Oyların eşit çıkması durumu dışında oy kullanamaz.

Amerikan sistemindeki ‘speaker’ kurumu ise, İngiltere’deki ‘speaker’dan köklü farklılıklar içerir. 1789 yılında kabul edilen  ABD Anayasası’nın birinci maddesinin ikinci fıkrasında, ‘’Temsilciler Meclisi sözcüsünü(speaker) seçer’’ deniyor. Yani, Amerikan Anayasasına göre ABD Temsilciler Meclisi Sözcüsünün illa ki Meclis içinden olması gerekmiyor. Meclis dışından biri de aday gösterilip bu konuma seçilebilir. Ancak uygulamada bugüne kadarki 54 sözcü de Meclis içinden seçildi.

İkinci önemli husus; Temsilciler Meclisi Sözcüsü, ‘siyasi tarafsızlık’ pozisyonuna girmez. Aksine, ‘speaker’ konumundaki kişi parti grubunun lideri konumundadır. Uygulamada, oyları belirlileyici olmadıkça sıklıkla kullanmasalar da oy hakları da vardır.

Amerikan sisteminde çoğu zaman Temsilciler Meclisi çoğunluğu ile Beyaz Saray’ı elinde tutan partiler farklıdır. Örneğin 2012 sonunda sona eren 112’nci Kongre’de de, geçen hafta başlayan 113’ncü Kongre’de de Temsilciler Meclisinde çoğunluk Cumhuriyetçilerin elindeydi. Her iki dönemde de meclis sözcülüğünü John Boehner yaptı. Bu tür dengelerde her yasal reform için ciddi uğraş ve hassas pazarlıklar gerekir. Aksi taktirde politik dramlar da sıkça yaşanır. Örneğin, Demokrat Partili Meclis Sözcüsü Tip O’Neill’in, dönemin Cumhuriyetçi başkanı Ronald Reagan’ın politikalarına, Cumhuriyetçi Meclis Sözcüsü Newt Gingrich’in dönemin Demokrat Partili başkanı Bill Clinton’a sert muhalefetleri Amerikan politik tarihine geçti.

Genel olarak Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluk ile Beyaz Saray aynı partide olduğunda ‘speaker’ biraz gölgede kalıyor. Ancak zaman zaman bunun istisnaları da yaşanıyor. Örneğin, Demokrat Partili Nancy Pelosi, Beyaz Saray’da Obama olmasına rağmen, 2008 – 2010 arasındaki Meclis Sözcülüğünde oldukça etkili bir performans sergiledi ve bazı tasarılarda Beyaz Saray’ı bile zorlayarak partidaş milletvekillerini harekete geçirdi.