Skip to content
Menu

Kendini bil, haddini bil!

kedi

CEMAL TUNÇDEMİR

16 Kasım 2014

Cornell Üniversitesi sosyal psikoloji profesörü David Dunning, 1996 Dünya Almanağını okurken ‘tuhaf haberler’ kısmında bir haber serisi aniden dikkatini çekti. Haberlerden birinde, 1995 yılında ABD’nin Pittsburgh şehrindeki iki banka soygunu ve oldukça ilginç hırsızının öyküsü vardı. Kısa boyu ve 120 kilogram ağırlığıyla tanıklar tarafından kolayca teşhis edilebilecek McArthur Wheeler, gündüz ortası iki ayrı bankayı soymaya kalkmıştı. Üstelik maske bile takmamıştı. Yakalanması polis için adeta çocuk oyuncağıydı. Nitekim aynı gün güvenlik kamera görüntüleri yerel televizyonlarda yayınlandıktan bir saat sonra yeri tespit edilerek yakalanacaktı.

McArthur Wheeler, hırsız olduğunu inkar ediyordu. Bunun üzerine sorgusunda kendisine güvenlik kameraları gösterildiğinde büyük bir şaşkınlık yaşadı. Görüntülerde, elinde silahıyla veznedarın önünde duruyor ve kasadaki bütün parayı istiyordu.

‘’Ama nasıl olur? Yüzüme limon suyu sürmüştüm’’ diye şaşkınlığını belirtir Wheeler.

Çocukken deriye limon suyu sürüp ısıtınca görünür hale gelmesi oyunundan aklında kalan bilgiyle akıl yürütmüş ve yüzüne soğuk limon suyu sürerse güvenlik kameralarında yüzünün görünmez olacağı sonucuna varmıştı. Hatta, soygundan önce bunun sağlamasını bile yaptığı da ortaya çıkacaktı. En az soygunun kendisi kadar ahmakça bir sağlama… Yüzüne limon suyu sürüp Polaroid makinayla bir fotoğrafını çekmişti ve işte, fotoğrafta kendisi görünmüyordu bile… Polise göre üç ihtimal vardı: Ya, film bozuktu, ya fotoğraf makinesini doğru ayarlamamıştı veya tam çekerken objektifin yönü sapmıştı.

Olayla ilgili haberleri okuyan profesör Dunning’in kafasında aniden bir ışık doğdu. Soyguncu Wheeler, bankaları bu ahmakça planla soymaya kalkacak kadar ahmaksa, bir bankayı soyamayacağını bilemeyecek kadar da ahmak olmalıydı. Niteliksizliğinin büyüklüğü, niteliksiz biri olduğunu fark edebilmesine de imkan vermeyecek düzeydeydi.

Ahmak hırsızın aklına düşürdüğü sorularla Profesör Dunning, bir insanın, kendinin belli konularda durum, yetenek ve yeterliliğini kendisinin ölçüp ölçemeyeceği sorusunun peşine düştü. Ve birkaç hafta içinde öğrencisi Justin Kruger ile beraber bu konuda önemli bir araştırmaya başladı. Araştırmayı raporlaştırdıkları, ‘Kifayetsiz ama farkında değil: Bir kişinin kendi yetersizliklerinin farkında olmasının zorlukları, insanı kendisi hakkında nasıl abartılı bir öz-değerlendirmeye yönlendirir’’ başlıklı bilimsel makaleleri 1999 yılında yayımlandı.

Profesör Dunning ve öğrencisi Kruger makalelerinde şunu savundular:

İnsanlar, kendilerini başarı ve doyuma götüreceğini varsaydıkları bir stratejiyi uygulamaya yetersiz olduklarında, çifte sorun yaşıyorlar: birincisi çok hatalı sonuçlara ulaşıp oldukça talihsiz kararlar alıyorlar. İkincisi ve daha vahimi, kifayetsizlikleri onları bu yetersizliklerinin farkında olma gücünden de mahrum bırakıyor.

İşte bu makale nedeniyle, kifayetsizliğimizin, kifayetsizliğimizi farketmeyecek derecede düşük olmasına literatürde ‘Dunning-Kruger etkisi’ veya ‘Dunning-Kruger sendromu’ deniyor.

Aslında bu etki, niteliksiz insanların yanı sıra, farklı şekilde de olsa, gerçekten nitelikli insanlarda da kendini gösteriyor. Niteliksiz insanlar, ne derece niteliksiz olduğunu tam farkında değiller. Ve bu da kendi niteliklerini oldukça abartma eğilimine sokuyor onları. Gerçekten nitelikli insanlar ise, niteliklerini gerçekte olduğundan daha düşük görme eğilimindeler. Çünkü, nitelikli bir insan, kendisine kolay gelen işlerin diğer insanlara da kolay geleceği düşüncesindedir. Bundan dolayı da kendi yeterliliğini çok abartmamaktadır. Kendini abartma ve pazarlama cüreti, kariyer mesleklerinde, niteliksizlerin, kariyer basamaklarını, neden nitelikli çalışanlardan daha hızlı aşabildiği sorusunun da cevabı bir yönüyle… Dunning ve Kruger şöyle yazdılar:

‘’Niteliksiz insanların kendilerini abartma eğilimi kendilerini tanımadaki yetersizliklerinden, nitelikli insanların yanlışı ise başkaları ile ilgili değerlendirme hatalarından kaynaklanır’’.

Peki, insanın ‘kendisinin cahili olması’ etkisi ne kadar yaygın?

Yönetmen, belgesel yapımcısı ve araştırmacı Errol Morris, New York Times gazetesinde 2010 yılında konu hakkında yazdığı bir yazısında profesör David Dunning’e bunu sorduğunu aktarıyor. Dunning’e göre, bu etki, politik karar alıcılardan ebeveynlere, profesyonel çalışanlardan öğrencilere kadar hayatın her alanında yaygın şekilde karşımıza çıkıyor. Morris’e ‘’Benim özel çalışma alanım, insanların karar alma süreci’’ diyen Dunning şöyle devam ediyor:

‘’İnsanlar hergün aldıkları kararları ne ölçüde sağlıklı alabiliyor? İnsanın, ‘kendi kendisiyle ilgili yargılarına‘ ilgi duymam da böyle başladı. Çünkü, ister sokakta olsun ister eğitim kurumlarında olsun insanlar kendileri hakkında gerçekte var olmayan şeylere inanıyor. Ve bu inancın düzeyi  ağzımı açık bırakıyor. Sadece insanların kendileri hakkında söyledikleri pozitif şeylerin derecesi değil, bu söylediklerine gerçekten ama gerçekten inanmaları da… Bu da beni şu gözlemime ulaştırdı: Kifayetsizsen bir kifayetsiz olduğunu farkedemiyorsun.’’

Morris’in ‘peki neden?’ sorusuna ise şu cevabı veriyor Dunning:

‘’Gerçekten ‘biliyor’ olsaydın, yani nitelikli biri olsan, ‘dur bir dakika, bu verdiğim karar çok mantıklı gözükmüyor. Bağımsız tavsiyelere başvurarak karar alırsam daha iyi olacak’’ derdin. Ama bir kifayetsizsen, aradığın doğru cevabı üretme yeteneğin, doğru cevabın ne olduğunu bilme yeteneğinle aynı zaten. Bunu aşman mümkün değil. Ebeveynlikte, idarecilikte, problem çözmede, doğru cevabı bulmak için kullandığın yeteneğin, aynı zamanda doğru cevabın ne olduğunu da değerlendiren yeteneğin… Ve biz , bu durumun başka alanlar için de geçerli olup olmadığına baktık. Hayretler içinde gördük ki çok ama çok geçerli…’’

Dunning ve Kruger teorilerini Cornell Üniversitesinin psikoloji okuyan öğrencileri üzerinde de test ettiler. Öğrencilere, mantık, gramer ve mizah alanlarında yaptıkları sınavlarda, notlarını açıklamadan önce ne kadar iyi notlar beklediklerini sordular. Her defasında sınavda en kötü not alanlar, örneğin 10’luk kağıt verenler, 60 ve yukarısını beklediklerini söylediler. 90 ve yukarısı not alacak olanlar ise en mütevazi olanlardı. Tahmin ettikleri not, genellikle alacaklarından daha azıydı.

David Dunning, “Self-Insight” adlı kitabında, Dunning-Kruger Etkisine, “günlük hayat anosognozisi” adını veriyor. Anosognozi, daha çok felçli insanlarda görülen, vücudunun felçli bölümünün felçli olduğunun farkında olmamaya veya buna inanmamaya sebebiyet veren bir sinir hastalığı. Dunning bir örnek veriyor: Anosognozik bir felçli hastanın elinin önüne bir kalem koyup bunu kaldırmasını isterseniz, ‘yorgunum’ veya ‘kaleme ihtiyacım yok’ gibi cevaplar alırsınız. Eli felçli olduğu için alamayacağının farkında bile değildir. Bazı ileri vakalarda körken, hala görebildiğini sanabilir. Beynin sağ tarafındaki bir hasar bu hastalığa yol açıyor. Buna benzer bir de “hemispatial neglect (yarısal ihmal)” hastalığı var. Bu beyin hasarı hastalığını yaşayanlar, kendilerinin ve çevrelerinin sadece yarısını algılayabiliyor. Örneğin hasta erkekse, yüzünün sadece bir yarısını traş eder. Diğer yarısının farkında bile değildir. Bir tabak yemek verseniz, sadece yarısını yiyip, yemeğin çok az olduğundan yakınırlar. Çevrelerinin ve vücutlarının sadece yüzde ellisini algılarlar…

İşte Dunning – Kruger etkisi de bu sinirsel hastalıkların psikolojik bir versiyonu gibi. İnsanın kendini bilmesi, başka herşeyi bilmekten önce gelir. Dunning-Kruger etkisi bireysel kararlarda, bireysel acılar yaşanmasına sebep verir. Ama bu etkinin altındaki kişi toplumsal kararlar alma makamındaki bir lider olduğunda, acı sonuçları da toplumsal boyutta yaşanıyor.

Ve ne yazık ki, Dunning Kurger etkisinin en yaygın görüldüğü alan politika. Kifayetsiz muhterislerin podyumudur adeta… Kendi yetersizliklerinin farkında olmayan politikacılar, sorumluluk makamlarına geldiklerinde büyük acılar yaşatabiliyor. Örneğin, George W. Bush, döneminde, ABD yönetimini Irak Savaşı konusunda uyaran, sosyologlara, tarihçilere, aydınlara ve güvenlik uzmanlarına adeta düşmanca davranıldı. Entelektüeller ve üniversiteler aşağılandı. ‘Vatan haini‘ kavramının ABD tarihinde en çok kullanıldığı dönemlerden biri oldu. Bush, karar almak için çok şey bilmeye gerek olmadığını, kararları ‘yüreğiyle (gut)’ aldığını söylemekten çekinmedi. İlahi ve tarihi bir misyon yüklenmiş, yüzyılda bir gelecek bir lider gibi görüyordu kendisini. Kifayetsizliğinin, yetersizliğinin farkında bile değildi. Ama, işte kifayetsiz muhterislere has o özgüvenle kendini yığınlara cüretkarca pazarlamayı becerdi. Texaslı maço yürüyüşü, tavrı, söylemi, meydan okuyuşu, hamaseti ve kilise dilini çok iyi kullanması Amerikan halkının yarısının 2004’te onu bir kez daha başkan seçmesine yetti.

Dunning-Kruger etkisi aslında, psikolojide, ‘’illusory superiority (üstünlük vehmi)’’ denilen bir ruh halinden kaynaklanıyor. Hepimiz, ortalamanın üstü bir kifayete sahip olduğumuzu düşünmeye eğilimliyizdir. Bu sebeple, ‘ortalamanın üstü etkisi’ de denir bu vehme.

Bu açıdan bakıldığında, Dunning ve Kruger’ın tespit ettiği etkiye karşı kadim bir bilgelik tavsiyesinin kuşaktan kuşağa aktarıldığını görürüz. Anadolu’da, ‘’bir tek akla nazar değmez, çünkü herkes aklını çok beğenir’’, ‘’akıllar pazarda satılığa çıkarılmış, herkes yine kendi aklını satın almış’’, ‘’cahil cüretkar olur’’ gibi bir çok atasözü var örneğin…

Sokrates‘in, ‘bir şey biliyorsam hiç bir şey bilmediğimdir’ sözünü herkes bilir. Konfüçyus, ‘gerçek bilgi insanın cehaletini öğrenmesidir’ derken, Shakespeare, ‘ancak ahmaklar herşeyi bildiğini düşünür’ der. Darwin, ‘cehalet, kişide, öğrenme isteğinden çok abartılı bir özgüvene yol açar‘ diye yazmış.

Üniversiteler yüzyıllarca kapılarına ‘kendini bil (know thyself)’ tabelasını bunun için astılar. Ve Anadolunun bilge ozanı Yunus Emre de yüzyıllardır bunun için aynı şeyi söyleyip duruyor:

İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin,

Ya nice okumaktır?

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz