Skip to content
Menu

FP: ‘Suudi Arabistan için endişelenme vakti’

obama-king-salman

AMERİKA BÜLTENİ (11 Ekim 2015)

Adeta bir türbülansa girmişçesine birçok çatışma ve krizlere sahne olan Ortadoğu’da yeni bir iç krizin sahne almakta olduğu uyarısı yapıldı. Bush yönetiminde danışmanlık da yapan John HannahForeign Policy dergisinde yayınlanan analizinde, ABD’nin Suudi Arabistan’ın çöküşünden endişelenmeye başlaması gerektiği uyarısında bulundu. Analize göre Suud hanedanlığı, petrol fiyatlarının düşmesinin ekonomik sonuçlarından, İran ile bölgesel çekişmeleri nedeniyle dış politikada yaptığı hatalara kadar bir dizi faktör nedeniyle tarihinin en kritik sürecini yaşıyor. Hannah, bu sürecin, başarılı yönetilememesi halinde, krallığı içeriden büyük bir karışıklığa ve çöküşe kolayca sürükleyebilme potansiyeli olduğunu savunuyor.

İşte Hannah’a göre Suudi Arabistan rejimini çöküşe sürükleyebilecek bazı faktörler:

Kraliyet ailesi içinde başlayan çatlaklar

İngiliz The Guardian gazetesi geçen hafta, ismini açıklamadığı bir Suudi prense ait olan ve Kraliyet ailesi üyeleri içinde de dağıtılan iki mektubu yayınladı. Mektuplarda, Kraliyet ailesi üyelerine Kral Salman’a karşı bir saray darbesi çağrısı yapılıyor. Mektupta, 2015 Ocak ayında tahta oturan Kral Salman ve veliaht ilan ettiği 30’lu yaşlardaki oğlu Prens Muhammed Bin Salman’ın ülkeyi politik, askeri ve ekonomik çöküşe götürecek çok tehlikeli politikalar uygulamakta olduğu savunuluyor. Mektubu yazan Prens, Guardian’a açıklamasında, Kraliyette yönetimin değişmesi talebine hem Kraliyet ailesi içinden hem de Suudi toplumundan büyük destek olduğunu iddia ediyor.

Yemen Savaşı

Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşı uzadıkça, ülke içinde bu konudaki görüş ayrılığı da derinleşiyor. Guardian’ın, prensin mektubuna yer verdiği haberinde, ‘Arap dünyasının en zengin ülkesinin, Arap dünyasının en yoksul ülkesini yumruklamasının birçok Suudi’yi derinden rahatsız ettiği’ kaydediliyor. Yemen savaşı konusunda eleştiri ve tepkiler ise büyük ölçüde, aynı zamanda Savunma Bakanı da olan ve bu savaşın ardındaki asıl güç olduğu belirtilen Prens Muhammed Bin Salman’a yöneliyor. Gayriresmi olarak ‘pervasız’ lakabı verilen Prens Salman, ülkeyi, açık bir stratejisi ve bir çıkış planı olmadan apar topar Yemen Savaşına sokmakla ve böylece çok fazla kan dökülmesine ve ülkenin artan uluslararası eleştirilere muhatap olmasına neden olmakla itham ediliyor.

Ekonomik problemler

Büyük ölçüde Suudi Arabistan’ın uyguladığı politikalar nedeniyle küresel ham petrol fiyatları son bir yılda yarı yarıya düştü. ABD’nin petrol üretimindeki artışla doyan petrol piyasasına karşı Suudilerin stratejisi yüksek üretimi sürdürmek ve pazar payı için mücadele etmek, böylece fiyatların düşmesini sağlayarak, yüksek maliyetle üretim yapan ülkeleri pes ettirip piyasadan kenara itmek üzerine kurulu oldu. Plana göre, düşen fiyatlar petrole olan talebi daha da artıracak ve bu da arzı artırarak, Krallık ekonomik olarak olumsuz etkilenmeden yüksek fiyatları geri getirecekti. Ancak kağıt üstündeki bu plan işlemedi. En azından Suudilerin planladığı hızda gerçekleşmiş değil. Örneğin Suudi Arabistan’ın 2015 bütçesi petrolun varil fiyatının 90 dolar üzerinden hesaplanması üzerine kuruluydu. Bugün bu fiyat nerdeyse yarısı düzeyinde. Ve üstelik, hesapta olmayan iki ciddi harcama kalemi oluştu. Kral Salman’ın tahta oturması (taht değişimi nedeniyle dağıtılan ikramiyeler ciddi bir kalem oluşturuyor) ve Yemen Savaşı…

Bunun sonucunda cari açık, GSYH’nın yüzde 20’sini yani 100 milyar doları geçti. Bu da Suudileri çok büyük miktardaki döviz rezervlerini, bugüne kadar görülmemiş oranda (ayda 12 milyar dolar) bozmalarına sebep oldu. Haberlere göre Suudiler son 6 ayda küresel aktif servetlerinden 70 milyar doları likidite hale dönüştürdüler.

Kısa dönemde Krallığın parasının tükenmesi söz konusu olmasa da mevcut durumun devam etmesi zincirleme reaksiyonlara neden olabilir. Buna ek olarak, uzun vadede, Suudilerin net petrol ihracatındaki kademeli düşüş eğilimi sürerken, ülke içi enerji tüketimi de dramatik şekilde artıyor. Öyleki bazı analizler, ülke içi enerji talebindeki bu hızlı artışın Krallığı 1930’lu yıllarda petrol ithalatçısı bir ülke haline bile getirebileceğini gösteriyor. Böylesi bir durumunda gelirinin yüzde 90’ına yakını petrol olan bir krallık için ölümcül bir tablo olacağı açık.

Cari açıkla geleneksel mücadele yolları ve tasarruf tedbirleri, 2011’de başlayan Arap Baharından sonra ülke içi muhalefeti büyütmemek için halka daha fazla hizmeti bedava sunan bir rejim için çok cazip yöntemler değil. Enerji sübvansiyonu tek başına Suudi GSYH’nın yüzde 20’sine ulaşmış durumda. Gıda, konut ve su başta olmak üzere birçok konuda sübvansiyonlar uygulanıyor. Bu mali problemlerin yanı sıra başka bazı potansiyel huzursuzluk kaynakları da var.  Suudi Arabistan’da 30 yaş altındakiler ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturuyor ve bunların da üçte biri işsiz.

Hac Trajedisi

Bu yıl Hac mevsiminde yaşanan iki büyük trajedi de bir başka büyük problem. Kabe etrafındaki inşaat vinçlerinden birinin Hacıların üzerine devrilmesi sonucu 100’den fazla hacı hayatını kaybetti. Bayramın ilk günü Mina’da meydana gelen izdihamda ise ilk açıklanan resmi rakama göre 769 hacı hayatını kaybetti. Ancak bu resmi rakamdan günler sonra gelen gayri resmi rakamlar ölü sayısının 1000’in çok üzerinde olduğunu gösteriyor. Bu iki olay Suudilerin hac organizasyonuna karşı yoğun bir eleştiri dalgası başlattı. İslam’ın en kutsal mekanlarının sorumluluğunu ele geçirmiş olması Suud ailesinin ülkenin yönetimini elinde tutma gerekçesinin özünü oluşturuyor. Bu nedenle de Suudi Hanedanlığının Mekke ve Medine’ye hizmetini hakkıyla yerine getirip getirmediğini sorgulanmasıyla, Suudi monarşisinin meşruiyetinin sorgulanması aynı anlama geliyor.

İran’la büyüyen gerilim

Suudi Arabistan’ın İran’ın nükleer programına karşı mücadelesi, İran’ın Suudi Arabistan ile Irak, Suriye, Yemen, Bahreyn gibi ülkelerde örtülü güç mücadelesi sır değil. Hac trajedisinde en fazla insanını kaybeden ülke İran oldu. Son rakma göre 464 İranlı hacı öldü ve bu sayı daha da artabilir. Krallığın, İranlı hacıların cenazelerini ülkelerine göndermeyi ağırdan alması da İran’ı kızdırdı. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Suudi Arabistan’ın İranlı hacılara saygısızlığını sürdürmesi halinde acımasız ve şiddetli bir karşılık görebilecekleri uyarısında bulundu. Ardından İran’ın birçok yetkilisinden Hizbullah lideri Nasrallah’a kadar birçok kişi Suudi Arabistan’ı tehdit eden açıklamalar yaptılar. Devrim Muhafızları generali ve Basic Komutan yardımcısı Ali Fazli, Mekke’de yaşanan facilara, Suudi Krallığının IŞİD ve diğer Selefi örgütlere desteğinin yol açtığını ileri sürerken, yaklaşan Şii bayramı Gadir-i Hum’a atıfla, ‘’Suudların çöküşüyle Gadir-i Hum bayramını gerçek yerinde kutlayacağız’’ şeklinde konuştu. Kastettiği yer elbette Mekke’ydi. Hac faciasının ısıttığı gerilim, Bahreyn ve Suriye’de yaşananlarla doruğa çıktı. İran’ın son günlerde Suriye’ye daha fazla asker gönderdiği haberleri ve Rusya’nın Suudi destekli muhaliflere karşı başlattığı hava bombardımanı da Suudi – İran çekişmesinde Suriye cephesini öne çıkardı.

ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını azaltması

Rusya’nın Suriye’ye dramatik müdahalesi, Suudi Krallığına çok daha büyük bir tehdit oluşturacak bir durumu da daha açık şekilde ortaya çıkardı: ABD, Ortadoğu’daki geleneksel istikrarın garantörlüğü rolünü terk ediyor. Bu en başta, 70 yıllık varlığını Pax Americana ilişkisine borçlu Suudileri zorlayacak. ABD’nin savunageldiği Ortadoğu düzeni gözlerinin önünde çözülüyor. Washington’un bu çekilmesi, Suudi Arabistan’ın baş düşmanı İran’ı daha da cesaretlendiriyor.

John Hannah, bütün bunlara rağmen, birçok badireyi atlatma becerisi gösteren Suud hanedanının, kolay yıkılabileceğini düşünemenin hata olduğuna da işaret ediyor analizinde. Bununla beraber yaklaşan tehlikeleri de ciddiye almanının da gerektiğinin altını da özetle şöyle çiziyor:

Ortadoğu’nun bütün sistemi çözülüyor. Arap baharı, İslamistlerin kışına döndü. Rus-İran ekseni de hem bölgede hegemonyaya hem de yüksek petrol fiyatlarına çok aç. Ve Amerika arkasında, hayalkırıklığına uğramış müttefikler, cesaretlenmiş düşmanlar ve kaos bırakarak çekiliyor. Bir ülkenin tehlike bölgesine yaklaştığını gösteren bütün sinyaller de krallığın bugünkü durumunda var: Ülkenin yönetici eliti arasında çatlak: var. Maliyetli bir dış savaş bataklığına batmışlık: var. Artan ekonomik baskı: Var. Meşruiyetin yitirilmesinin işaretleri: Var. Rakip dış güçlerin yükselişi: Var. Geleneksel koruyucu dış gücün gerilemesi: Var.

Elbette ki, bu sıkıntıların hepsi, henüz iyi bir yönetimle ve isabetli kararlarla yönetilebilir erken evrelerindeler. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu sorunların hepsinin aynı anda ortaya çıkması bir ilk. Yani geçmişte olduklarından daha büyük soruna dönüşebilirler. Suudi Arabistan’daki bir çözülmeyla ortaya çıkacak Ortadoğu tablosu, bugünkü manzarayı çok sönük bırakır.