Skip to content
Menu

İki Kasım günü

obama-bush

CEMAL TUNÇDEMİR

4 Kasım 2015

“Kazandığım şeye politik sermaye diyorum ve bugünden itibaren de kazandığım o sermayeyi harcayacağım.” —George W. Bush, 3 Kasım 2004

3 Kasım sabahını hatırladıkça hala kasvetini yaşıyorum. Yaşadığım ülkenin ve dünyanın huzuru için kaybetmesini dilediğim kişi, seçim anketlerinin aksini söylemesine rağmen yeniden kazanmıştı. Hem de daha önceki seçimden çok daha büyük ve net bir sonuçla. Muhafazakar yorumcular, sözcüler, ‘ülkeye ve tanrıya düşman olanları, ihanet içinde olan Amerikalıları’ ve benim gibi ‘ecnebileri’ yenmenin büyük coşkusunu yaşıyordu. ‘Halktan biri olmadığını’ iddia ettikleri sol aday gerçek Amerikalıların şamarını yemişti onlara göre. Onu destekleyen ‘’teröristseverler’’, ‘eşcinsel ahlak düşmanları‘ gibi BM, AB ve diğer ‘küresel güçler’ de yenilmişti. Milletin geleceği, ahlakı, ülkenin güvenliği yine emin ellerdeydi. Terörle Savaş (War on Terror) politikası da kararlılıkla sürecek, ABD daha güvenli bir ülke olacaktı.

Bir gün önce 2 Kasım 2004 günü yapılan seçimde Amerikan halkı George W. Bush’u dört yıllığına bir kez daha başkan seçmişti. Demokratların başkan adayı John Kerry kaybetmişti. Bush’un Mart 2003’te ‘bir tiranı devirerek demokrasi götüreceği‘ iddiasıyla başlattığı Irak macerasının, 1 Mayıs 2003 günü tarihi konuşmasında iddia ettiği gibi ‘zaferle’ sonuçlanmadığının, aslında Irak’ın ABD’nin başına çok büyük bela olacağının sinyalleri gelmeye başlamıştı. Ama Amerikan halkı bu dış politika fiyaskosunda gerçek maliyetini ödemeye başlamadığının henüz farkında değildi.

Günümüzde Obama’nın kabinesinde ABD Dışişleri Bakanı olan John Kerry, o seçimde George W. Bush’un rakibiydi. Bush’un aksine Avrupa ile Irak Savaşı nedeniyle gerilen ilişkilerin iyileştirilmesinden, Birleşmiş Milletlerde uzlaşma aranmasından yanaydı. 11 Eylül sonrası Amerika’yı etkisi altına alan hamaset ikliminde sağcı Amerikalıların Kerry’nin ‘Amerikalılığından’ şüphelenmesi için yeter de artardı bu. Amerikayı küçük gören, süper güç olduğunu, dünyaya liderlik yapacağını unutan pısırık bir tavırdı onunki… Muhafazakar kesim üzerinde etkisi büyük popüler radyo yorumcu Rush Limbaugh, seçimden önceki son konuşmasında ‘Ey Amerika, Bin Ladin’e oy verme‘ çağrısı yapmıştı. Muhafazakar yorumculer her fırsatta, ‘Bin Ladin ile Demokratların benzeri şeyler konuştuklarına‘ dikkat çekmişti. Bütün bunlara rağmen anketlere göre Kerry az farkla seçimi kazanır görünüyordu. Ancak seçim günü sonuçlar açıklandığında büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. 2 Kasım akşamı yaşadıkları şoktan sonra biraz toparlanan Demokratlardan, ‘neden böyle oldu?’ sorusuna yanıt arayanı da vardı, valizini toplayanı da…

Onlar arasında ilk günlerde en çok duyulan söylem, ‘ortalama Amerikalının cahilliğiydi’. Demokratlar ülkenin sadece Atlantik yakası ile pasifik yakasındaki bazı sahil eyaletlerini kazanabilmişti. Bunlar eğitim düzeyi en yüksek eyaletlerdi genelde. Ülkenin iç kesimindeki geleneksel taşra Amerikası ise olduğu gibi Cumhuriyetçi Partiye oy vermişti. Ana akımda Demokrat muhalifler biraz daha dikkatli bir dil kullanıyordu ama dünya kamuoyunun görüşü çok daha keskindi: ‘’Ahmak Amerikalılar.’’

Maço tavırlarını ‘liderlik’ diye pazarlayan, diplomasinin inceliklerinden habersiz, enerji, petrol ve silah endüstrisi ile karanlık rant ilişkilerine sahip, savaş ve hamasetten beslenen, dini söylemi politik söylemle fena halde karıştırmış, yaklaştığı iddia edilen ahirzaman savaşında liderlik rolü üstlendiğini düşünebilen, entelektüel açıdan son derece kifayetsiz birinin dünyanın en güçlü ülkesinin başında 4 yıl daha geçirecek olması bütün başkentleri huzursuz etmişti. En büyük şoku ise Amerikan sağının bir numaralı nefret objesi olan dünya medyası yaşıyordu. İngiliz Daily Mirror gazetesinin, Bush’un kazandığı oy sayısına atıfla, ‘59 milyon insan nasıl bu kadar ahmak olabilir?’ sorusunun yer aldığı kapağı, bu şokun sembolü haline geldi. Gazetenin başyazısının başlığı ise, Bush’un ‘Four More Years (4 Yıl Daha)’ şeklindeki seçim slogonına atıfla ‘War More Years (Savaşla Dolu Yeni Yıllar)’ şeklindeydi. The Guardian gazetesinin G2 ekinin ilk sayfası simsiyah ve ortasında ‘Aman Tanrım’ yazısıyla çıktı. Fransız Liberation gazetesi “L’Empire empire (İmparatorluk Eriyor)” başlığıyla çıktı. Denver Post’ta yer alan haberde ise, ‘Eğer bu ülkede Bush kazanıyorsa, halkın yüzde 51’i psikolojik sorunlu demektir’ ifadesi yer alacaktı.

‘Bu ülke düzelmez, gidiyorum!’

alternet
Bush’un yeniden kazanmasının ardından Kanada’ya göç talebi patlayınca, bu duruma dikkat çeken alternatif bir harita da internette dolaşmaya başlamıştı. (Kaynak: Alternet)

Amerikan üniversitelerinde, medyasında, sanat çevrelerinde kaygı ve umutsuzluk havası hakimdi. Artık ABD’de kalıcı bir muhafazakar politik iklim oluştuğu ve bu gidişattan geriye dönüşün mümkün olmadığını düşünenler vardı. Aralarında ünlülerin de olduğu çok sayıda kişi ABD’yi terk edeceğini ilan etmişti. Sonradan gidenler de oldu vaz geçenler de… Aslında  ‘X kazanırsa Kanada’yı göç edeceğini’ söylemek eski bir Amerikan klişesi. Ancak Bush’un ikinci kez seçimi kazandığının ertesi günü Kanada’nın resmi göçmenlik sayfasının trafiğinin normal zamanlardakinin altı katı fazla ziyaretçi sayısına ulaşması dikkat çekiciydi. Alternet’in fenomen köşe yazarı Auntie Establishment’e her yerden email yağmıştı. ‘Batan gemide durup beklemenin artık bir mantığı yokdiyorlardı. Auntie Establishment ise herkesi kalıp mücadeleye devama ikna etmeye çalışıyordu.

Seçim hileleri 

3 Kasım günü kaybedenlerin gündeminde bir başka büyük iddia daha vardı: Seçim hileleri. Ohio en kritik eyalet haline gelmişti ve eyaleti kazanan başkanlığı kazanacaktı. Eyaletin az farkla Bush’a gitmesi itirazlara yol açtı. Demokratları bu konuda şüpheci hale getiren ise Bush’un 2000 seçimini, kardeşinin vali olduğu Florida’da haftalar süren son derece şaibeli bir seçimden sonra kazanabilmesiydi. Demokrat Partinin merkez  komite başkanı Howard Dean, özellikle Ohio seçiminde oy makinelerinin güvenli olmadığını ve seçimde manipülasyonlar yapıldığını, seçmene de büyük baskı uygulandığını iddia ediyordu. Robert Kennedy’nin, Rolling Stone gazetesinde yazdığı makalenin başlığı ‘2004 seçimi çalındı mı?’ şeklindeydi. Aynı makalede, Demokratların başkan adayı John Kerry bile birçok eyalette, seçmen iradesinin sandığa tam yansımaması için engellemeler yapıldığını söyleyecekti.

”Bush terör ve korku ortamı sayesinde kazandı” 

3 Kasım günü analistlerin tartıştığı en önemli argümanlardan biri de buydu. Virginia Üniversitesinin politik bilimcilerinden Profesör Paul Freedman, seçimin ertesi günü yazdığı makalesinde, ‘’Bush’un yeniden seçilmesinde, manevi değerler söylemi değil terörizm rol oynadı’’ diye yazdı ve ekledi: ‘’Yani Bush neden yeniden seçildi sorusuna yanıt arıyorsanız, ‘iki aday arasındaki kültürel farklılıkları bırakın ve terörizm konusundaki açığı konuşun’’. Mark Danner da NYRB’da yayınlanan kapsamlı makalesinde bu konuya yoğunlaştı. Bush kampanyasının “AMERICA: SAFER STRONGER BETTER!” ve ‘Güçlü Liderlik’ gibi sloganlarına dikkat çekti. Bush, Amerikan halkının en azından bir kısmına ‘bir savaştayız‘ duygusu vermeyi başardı. Ve Danner’ın da belirttiği gibi ”savaş zamanında yığınlar gerçeklere değil lidere inanırdı.”

Bush’un zaferinde ‘terör ve korku’ faktörlerine dikkat çeken argümanın yankısını yükselten bir gelişme de yaşandı. ABD’nin her yerde aradığı El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in, seçime 4 gün kala 29 Ekim 2004 günü bir video konuşması yayınlandı. Bin Ladin Amerikan halkına hitap ettiği konuşmasında onlara Bush’u kötüledi ve ilk kez 11 Eylül saldırısına sahip çıktı. Hiç şüphesiz Bush’un ekmeğine yağ süren bir gelişme oldu bu.

Demokratlar, adaylarının yetersizliğinden yakınmaya başladı

Demokrat Partililerin bir başka gündem maddesi ise adaylarının başarısızlığıydı. Yeterince etkili aday adayını önseçim yarışına dahil edemediklerini bu nedenle de John Kerry gibi etkisiz bir ismi Bush’un karşısına çıkararak kazanmayı riske ettiklerini savunmaya başladılar.

Muhafazakar medyada ise ‘biz halkız onlar halka yabancı’ söylemi hakimdi. En etkili muhafazakar yorumculardan biri olan Bill O’Reilly, 4 Kasım 2004 günü yayınlananNeden Bush kazandı ve Kerry kaybetti’ başlıklı analizinde özetle şu tespitlerde bulunuyordu:

‘’Çoğu Amerikalı Bush’un kişiliğini ve tavırlarını seviyor. Amerikan halkının çoğunluğu, Başkanın inançlarını ve geleneklerine bağlılığını önemser. Kerry’nin neye inandığını Amerikalıların çoğunluğu bilmiyor. Halk, medyanın Başkan Bush’a yönelik karalama ve saldırılarından da çok rahatsız olduğunu da gösterdi.’’

Bush sandıktan çıkan sonucu bir sermaye olarak gördü ve keyfince harcamaya başladı. Ne yaparsam yapayım halk arkamda anlayışıyla savaş ve rant politikalarını artırarak devam ettirdi. Ve 3 Kasım sabahı sevinçle kutlama yapanların yüzleri çok geçmeden yavaş yavaş asılmaya başladı. Ülke daha güvenli bir yer olmak bir yana 2004’tekinden bile daha güvensiz bir atmosfere kaymıştı. ‘’Birkaç haftalık iş’’ diye pazarlanan Irak savaşı her geçen ay daha da içinden çıkılması zor bir bataklığa dönüştü. Ölen asker sayısı 5 bini geçmişti. Her yıl yüz milyarlarca dolar savaşa akıyordu. Savaşın maliyeti trilyon dolarla ifade edilmeye başlandı. Ve bu bataklıktan nasıl çıkılabileceği bile artık muammaydı. Halk savaş ve kültürel gündemlerle oyalanırken, Bush’u destekleyen Wall Street bankaları ve enerji firmaları hükümetin sağladığı denetimsiz atmosferde yasal regülasyonlardan tamamen dizginlerini koparmıştı. Balon 2008’de patladı. ABD, 1929 Büyük Buhranından beri en büyük ekonomik krize sürüklendi. Dünyanın süper gücü, ekonomik ve politik iflasın eşiğine gelmiş, küresel saygınlığı kalmamış, alay edilen bir ülkeydi artık.

İkinci Kasım günü

3 Kasım 2004 sabahı kutlama yapan sağcılara veya yas tutan solculara sadece 4 yıl sonra bir başka Kasım sabahı adı ‘Hüseyin’ olan, babası Amerikalı bile olmayan solcu bir Afrikan Amerikalının ABD’ye başkan seçileceğini söyleseniz hepsinden acıma dolu, ‘Hala Amerikan halkını anlamaktan çok uzak, fantezi aleminde yaşayan entel’ bakışı alırdınız.

guardian-2004-2008-G2-cover
İngiliz The Guardian gazetesinin haftaiçi günlük eki G2’nin ilk sayfası Bush’un ikinci kez seçilmesinden sonra 4 Kasım 2004 günü tamamen siyah şekilde ve ortasında ‘Aman Tanrım!’ yazısı ile çıkmıştı. 4 yıl sonra Obama seçildiğinde ise aynı birinci sayfa bu kez tamamen kırmızı mürekkeple ve ortasında ‘Wow’ yazısıyla çıkacaktı.

 

5 Kasım 2008 öğle saatlerine doğru uyandığımda hala şoktaydım. Seçim sonuçlarını, özel anlamı olan bu mahallede takip etmek için akşam saatlerinde gittiğim Harlem’den sabaha karşı eve dönmüştüm. Aniden ilk yapmam gereken şeyi hatırladım. Koşarak evden çıkıp gazete almaya gittim. Nafile. Hangi gazete satış yerine gittiysem yoktu. İki saat dolaştıktan sonra Queens’in bir iç mahallesinde, gündemle çok ilgilenmediği belli bir göçmenin işlettiği büfede gazete bulabildim. O kadar sıra dışı bir gün yaşanıyordu ki herkes o günün gazetelerinin ileride çok değerleneceğini düşünmüştü. Haklıydılar. Siyahi aday Barack Obama, 4 kasım 2008 günü yapılan seçimde oyların yüzde 52.9’unu (rakibi yüzde 45.7’de kaldı), başkanı belirleyen 538 seçici delege oyunun da 365’ini alarak kazanmıştı.

Bir yıl önce Demokrat Partinin adaylığını kazanması imkansız denen Obama, 1964 yılından beri en fazla oy farkıyla seçilen Demokrat başkan oldu. Yine, Virginia ve Indiana eyaletlerini 1964’ten beri kazanan ilk Demokrat aday olmuştu. Genelde Cumhuriyetçilerin kazandığı Colorado’yu, North Carolina’yı, Iowa’yı Demokratların mavisine boyamıştı. Nebraska’nın yarısını kazanan ilk Demokrat başkan adayı oldu. Amerika’da on yıllardır şekillenmiş siyasi haritası derinden değişmişti. Bu kez muhafazakarlar, Amerikan halkını anlamakta büyük güçlük çekiyorlardı. ABD’nin işgal altında olduğuna inanmaya başladılar. Yaşadıkları derin hayal kırıklığı ve büyük şok biraz geçince,  Obama gibi ‘Amerikalılığı şüpheli’ bir ismin seçilmesini, Bush’un hatalarına, 2008 ekonomik krizine ve ırak savaşı fiyaskosuna bağlamaya başladılar. Ancak ‘işgal’ duygusu derinden derine işlemeye devam etti.

Dört yıl sonra 2012’de Obama bir kez daha net farkla kazanınca, bu kez muahafazakarlar, ‘kalıcı çoğunluk’ karamsarlığı yaşamaya başlamıştı. Kanada’ya, Korsika’ya taşınmaktan bahseden muhafazakar yorumcular bile oldu. Devran dönmüştü.

Peki bu iki Kasım günü, yani 2 Kasım 2004 ve 4 Kasım 2008 politikaya ne anlatıyor?
Şunu:
Politikada kalıcı zafer yoktur. Kalıcı çoğunluk yoktur.

CEMAL TUNCDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz