Skip to content
Menu

Yüksek Mahkeme savaşında muhafazakarların işleri neden zor?

rek-supreme-court
Arka sıra (soldan sağa): Sonia Sotomayor, Stephen G. Breyer, Samuel A. Alito, ve Elena Kagan. Ön sıra (soldan sağa): Clarence Thomas, Antonin Scalia, Mahkeme Başkanı John G. Roberts, Anthony Kennedy, ve Ruth Bader Ginsburg

CEMAL TUNÇDEMİR

15 Şubat 2016

ABD Yüksek Mahkeme üyesi Antonin Scalia’nın ölümü, ABD’de politikanın ve seçim kampanyalarının gündemi değiştirdi. Cumhuriyetçiler, seçim yılına girildiğini gerekçe göstererek, Obama’nın Scalia’dan boşalan koltuğa aday göstermesinin, bir sonraki başkana ve sandıkta tercihini belirtecek halka saygısızlık olacağını iddia etmeye başladılar. Demokratlar ve Obama ise, ülkenin en önemli kurumunda doldurulması gereken bir koltuk bulunduğunu ve bunun 1 yılı aşkın süre boş bırakılacak olmasının Anayasal görevi ihmal olacağını savunuyor. Obama’nın halktan hem de iki kez yetki almış bir başkan olarak bu anayasal görevi yerine getirmesinin hiçbir şekilde halk iradesine ters olmayacağını dile getiriyorlar.

Aslında tabii ki Cumhuriyetçilerin temel derdi yeni seçilecek başkana saygı yönünde bir politik terbiye değil. Mahkemenin muhafazakar kanadının entelektüel liderini kaybetmenin şaşkınlığını ve aynı bakışa sahip yeni bir üye ile bu koltuğu dolduramayacak olmanın şokunu yaşıyorlar.

Yüksek Mahkeme üyeliği için sadece ABD Başkanı aday gösterebilir ama onun da aday göstermesi yetmiyor. Bu adaylığın üyeliğe dönüşebilmesi için 100 üyeli Senato’nun en az 51 üyesinin onayı da gerekiyor.

Bazı Cumhuriyetçiler Obama’nın göstereceği adaya oy verse bile bir başka engel daha çıkabilir. Bir tek senatörün bile süresiz olarak oylamayı geciktirme gücü var. Amerikan politikasında ‘filibuster’ deniyor buna. Nitekim, Cumhuriyetçi başkan aday adayı Texas Senatörü Ted Cruz, Obama kimi aday gösterirse göstersin ‘filibuster’a gideceğini açıklayarak, bu seçim döneminin oldukça uzun ve tartışmalı olacağının sinyalini verdi.

Ancak, Cumhuriyetçilerin işleri sanıldığı kadar kolay değil

Öncelikle, yaklaşık 1 yıl boyunca Yüksek Mahkemenin 8 üyeli kalması, Cumhuriyetçilerin işine kesinlikle gelmiyor. Washington Post’tan Linda Hirshman’ın da kaydettiği üzere bunun en önemli nedeni, 13 federal bölge mahkemesinden 9’unun muhafazakarlığa mesafeli federal hakimlerden oluşması. Bu bölge mahkemelerinin kararları da Yüksek Mahkeme bozmadığı sürece kanun gibi uygulanmak zorunda. Yüksek Mahkeme, 4-4 bölünmüş durumda karar alamayacağı için, federal bölge mahkemesi kararları anayasal sistemin yönlendiricisi konumuna gelecek. Muhafazakar politikalar açısından bu çok ciddi bir risk. Obama, kalan süresinde birçok tartışmalı konuda başkanlık yetkisi ile kararla alabilir ve söz konusu mahkemeler de buna itirazları ret eder.

İkincisi, Cumhuriyetçi Kongrenin, Yüksek Mahkeme üyeliğine atamayı engellemesi, Kasım ayındaki başkanlığı hiç olmadığı kadar partizan bir mücadeleye dönüştürecek. Adayların kim olduğundan çok ‘Kongre mi haklı Obama mı haklı’ referandumuna dönüşecek seçim. Bu da New Yorker’dan John Cassidy’nin dikkat çektiği gibi öncelikle Demokratlara yarayacak. Çünkü referandum, katılımı oldukça yükseltecek. Bütün siyasal gözlemcilerin hemfikir olduğu konulardan biri de Demokratların seçimlere katılımı artırmaya çalışan taraf olduğu. Çünkü, seçimlere katılımın yükselişi ise her zaman Demokrat adaya yarıyor. Obama’nın 2008’de aldığı oy ile 2012’de aldığı oy arasında 3.6 milyon oyluk düşüş olmasına rağmen, 2012’de Cumhuriyetçi Partinin oyu 2008’e göre sadece 900 bin artmıştı. 2012’de sandık başına gitmeyenlerin çoğunluğunu 2008’de büyük bir coşkuyla giden gençler ve kısmen Hispanikler oluşturmuştu.

Slate’ten Mark Joseph Stern’in de belirttiği gibi bir başka risk daha var: Cumhuriyetçiler, Obama’nın belki de uzlaşmaya da zemin oluşturacak merkezde bir ismi aday göstermesine rağmen, inatla engellerse, Kasım’da hem Senato çoğunluğunu hem de Beyaz Saray’ı kaybetme riskleri bu kadar yüksekken, gelecek yeni Demokrat Senato ve yeni Demokrat başkan çok daha solcu bir ismi kolaylıkla mahkemeye üye yapabilir.

Farzedelim ki Cumhuriyetçiler zor olanı başararak, Obama’nın adayının Senato’dan onay almasını engellemeyi başardılar. Kasım ayında da hem Beyaz Saray’ı kazandılar hem de Senato çoğunluğunu korudular. American Conservative’den Daniel McCharty’nin de uyardığı gibi böylesi bir tabloda bile istediklerini elde etmeleri çok zor. 1987 yılında Reagan tarafından aday gösterilip ancak Senato’dan ve kamuoyundan büyük tepki görünce Reagan’ın üyeliğini geri çekmek zorunda kaldığı Robert Bork’tan beri, birgün Yüksek Mahkeme üyesi olmak isteyen herkes çok tartışmalı konuların tarafı olmak istemiyor. Yani, muhafazakarlar çıkarmak istedikleri kültür savaşında kendilerine destek olacak, ‘kazanabilir’ bir muhafazakar üye bile bulamazlar. Yani yeni bir Scalia çok zor. Bush tarafından atanan Samuel Alito, Scalia kadar keskin değil ve yine Bush tarafından atanan mahkeme başkanı John Roberts kesinlikle bir Scalia değil. Cumhuriyetçi bir Senato ve Başkan durumunda bile bulabilecekleri üye, Scalia’dan çok en fazla Roberts’ın çizgisinde olacak.

Son olarak Obama göstereceği adayın kimliği de Cumhuriyetçilerin işini çok zorlaştırabilir. Scalia’nın ölümünden hemen sonra kamuoyunda adı en çok konuşulmaya başlanan Sri Srinivasan örneğin. Başkentin dahil olduğu federal bölge mahkemesi hakimliğine Obama tarafından aday gösterilen Srinivasan, 2013 Mayıs ayında Senato’da oylamaya katılan 97 senatörün tamamının oyunu alarak göreve başlamıştı. 48 yaşındaki Hindistan kökenli hakimin Yüksek Mahkeme adaylığının engellenmesinin, kendisine daha iki yıl önce tam kadro oy vermiş Cumhuriyetçiler için izahı çok zor olacak. Ilımlı çizgideki Srinivasan, Cumhuriyetçilere yakın efsane mahkeme üyesi Sandra Day O’Connor’ın da yardımcısıydı.

Yine Obama’nın Yüksek Mahkemenin ilk siyah kadın üyesi olabilecek Loretta Lynch’i veya ABD’nin ilk siyah adalet bakanı Eric Holder’ı aday göstermesi durumunda da, Cumhuriyetçiler, başkanlık ve Kongre seçimlerinde bütün siyahları gözden çıkaracak bir tavır takınmakta zorlanabilir.

Yine Time dergisinden Jay Newton’un da dikkat çektiği üzere Yüksek Mahkeme üyeliği savaşı, ne olursa olsun sonunda asıl Cumhuriyetçi Parti ‘establishment’ını ve Cumhuriyetçi Senato lideri Mitch McConnel’ı çok zor durumda bırakacak.

Cumhuriyetçi Parti devam eden başkan adaylığı önseçimlerinde zaten partinin merkez kanadı ve isyancılar olarak ikiye bölünmüş durumda. Eğer partinin merkez ve ılımlı kanadı Obama’nın adayına yeşil ışık yaksa, isyancılar (muhafazakar kanat, Ted Cruz ve Donald Trump) önseçimlerde çok daha güçlenecek. Bu bahar ve yaz ayları boyunca sadece başkan adayı için değil Senato ve Temsilciler Meclisi koltukları için de önseçimler var. Bunlarda kazanacak muhafazakar adayların ise genel seçimde kazanma şansları çok daha düşük. Senato’da çoğunluk halen 4 koltuk fazlasıyla, 54’e 46 Cumhuriyetçi Partinin elinde. Fakat, hem 2008’de hem de 2012’de Obama’nın kazandığı Florida, Illinois, Indiana, New Hampshire, Ohio, Pennsylvania ve Wisconsin’da bu Kasımda senatörlük seçimi var. Bunların en az beşinin Demokrat senatörlerin eline geçme ihtimali var. Cumhuriyetçilerin, keskin bir mahkeme savaşı için bu senato koltuklarını tehlikeye atmayı göze almaları gerek. Yani günün sonunda en az sekiz Cumhuriyetçi senatör, Obama’nın göstereceği adaya oy vermekten başka şansa sahip olmayabilir.

Amerikan politikasını oldukça sıcak bir bahar ve yaz bekliyor.