Skip to content
Menu

Trump, generaller ve Amerikan demokrasisi

Trump’ın kabinesinin üç generali, (soldan sağa) Savunma Bakanı James Mattis, Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster ve İç Güvenlik Bakanı John Kelly’nin ortak özelliği, 2003-2997 yılları arasında Irak’ta Mattis’in komutanlığında birlikte görev yapmaları.

CEMAL TUNÇDEMİR
2 Mart 2017

‘’ABD’nin en etkili İslamofobiklerini kızdırdıysa başkanın doğru bir karar aldığını anlıyorsunuz’’ diye yazıyor William McCants Politico’daki analizinin girişinde. Bir dönem ABD dışişleri bakanlığında da görev yapan ve halen Brookings Enstitüsünde ABD – İslam Dünyası ilişkileri konusunda uzman olan McCants, Donald Trump’ın, bu kesimin, gözdesi müstafi Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in yerine, korgeneral H.R. McMaster’ı atamasına tepkisinden söz ediyor.

Örneğin, McCants’ın deyişi ile ‘’geçimini, Amerikalıları, Müslüman ev kadınları tehlikesiyle korkutmaktan kazanan’’ Robert Spencer, “Bataklık ilk golünü attı” diye yakınıyor bu atamadan. ‘Bataklık’, eleştirel Amerikan politik literatürünün Washington DC için kullandığı argo yakıştırmalarından biri. Burası federal başkent inşa edilmeden önce bir bataklıktı.

Bir başka önde gelen İslam düşmanı Pamela Geller, ‘’John Bolton yerine tercih edilen adam bu mu?’’ diye sorarak arkadaşı Bolton’un neden seçilmediğinden yakınıyor. Bush döneminde bir dönem ABD’nin BM elçiliğini de yapan yazar ve eski diplomat Bolton, şahin görüşleriyle bilinen bir Neocon. Geller, general Korgeneral McMaster’ın, komutanlığı döneminde askerlerine, ‘’Bir tek Iraklıya bile saygısızlık yaptığınız her zaman düşmana hizmet ediyorsunuz’’ şeklinde konuşmasını, ulusal güvenlik danışmanlığına niçin seçilmemesi gerektiğinin göstergesi olarak sunuyor. Bu kafaya göre, Amerikan askeri Müslümanlar arasında ayrım yapmamalı, hepsini düşman görmeli. Bannonitler olarak adlandırılan ve bir tür tuhaf tarikat görünümündeki bu ekibin ana stratejisi, ABD liderliğinde bir Haçlı ittifakı ile İslam dünyası arasında bir kıyamet savaşına girmek.

McCants analizinde, Trump yönetimindeki İslamofobiklerin, yeni ulusal güvenlik danışmanının kendi zihniyet dünyalarına düşmanlığı hakkında doğru koku aldığını yazıyor ve ekliyor:

‘’Korgeneral McMaster askeri kariyerinin büyük bölümünü Ortadoğu’da başarıyla geçirdi. Bu başarı ancak, Ortadoğunun yerel kültürlerini tanımak ve Müslümanları da programlanmış robotlar gibi değil, insan olarak görüp insanca yaklaşmakla mümkün olabilirdi.’’

Oysa istifa eden Michael Flynn, ‘İslamı bir kanser olarak gördüğünüsöylemiş ve teröristlerle değil İslamla savaşılması gerektiğini savunmuştu. McMaster ile Irak’ta beraber görev yapan Pete Mansoor, general McMaster’ın, İslamı kesinlikle düşman görmediğini söylerken, bir başka Irak arkadaşı John Nagl ise, ‘’Dünyanın tek boyutlu olmadığının farkında. Müslüman dünyasının da tek boyutlu olmadığının farkında’’ diye anlatıyor. Generalin, terörün komplike birçok nedeni olduğunu ve bunun da komplike çözümler gerektirdiğine inandığını aktarıyor eski yardımcısı.

Nitekim general McMaster’ın katıldığı ilk Ulusal Güvenlik Toplantısında, ‘radikal İslami terörizm’ ifadesinin kullanılmasına itiraz ettiği medyaya yansıdı. New York Times’ın ulaştığı ve toplantıda bulunan iki kaynak, McMaster’ın toplantıda, ‘teröre kayan Müslümanlar gayri İslami bir davranış içinde’ görüşünü dile getirdiğini ve ‘İslami terörizm’ tabirinin terörle mücadeleye güç vermek yerine zarar verici olduğunu savunduğunu aktardılar.

McCants’in de analizinde dikkat çektiği gibi, General McMaster’ın bu ‘nüanslı‘ düşüncesi, Trump’ın en yakınındaki iki isim, Steve Bannon ile damadı Jared Kushner’in liderliğinde kendilerine ‘Strategic Initiatives Group’ diyen, politika yapmakla görevli dar danışman ekibinin dünya görüşüyle kesinlikle uyuşmuyor. Bannon’un ekibinden dış politika danışmanı Sebastian Gorka, Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada, ‘Müslüman yoğunluklu coğrafydaki terörizmin bir çoğu dinsel bile olmayan birçok farklı faktörün bir sonucu olduğunu‘ savunanları eleştirerek, ‘’Beni tamamıyla kusturan bir düşünce bu’’ diye konuşacaktı.

McMaster’ın teröre karşı askeri stratejisinin ilk prensibi ‘halkı dinlemek’ti. Irak’ta Telafer bölgesindeki üçüncü zırhlı birlik alayının komutanıyken, askerlerine yaptığı bir konuşmada, ‘’Buradaki görevinizde öncelikle kulaklarınız açık olacak. Burada yaşayan halkı samimiyetle dinleceyeksiniz’’ diye konuşacaktı. Amerikan askerlerine yönelik her eylemi ‘terör’ olarak görmemiş, ‘öfkeden kaynaklanan’ karşı şiddet ile ‘ideolojik terörü’ birbirinden ayırarak daha tehlikeli olan ideolojik şiddeti halktan izole etmeyi başarmıştı. Ona göre bir yerde halkın razı olduğu düzen, teröre karşı en büyük silahtı. İdeolojik terörün en büyük beklentisi, sizin halkın yaşam alanını yerle bir ederek mücadele yürütmeniz.  McMaster’a göre ideolojik terör için ‘iç savaş’ görünümünden daha bereketli bir iklim olamaz. Halkın kendisini güvende hissettiği bir ortamda ise ‘ideolojik terör’ varolmakta büyük güçlük yaşar.

McMaster’ın komuta bölgesinde uyguladığı halkın desteğini kazanarak ‘terörle mücadele’ stratejisi başarılı olunca, o günlerde büyük sıkıntı yaşanan Irak genelinde ve Afganistan’da da uygulanmaya başlanacaktı.

McMaster’ın bir general olarak selefi Flynn’dan çok önemli bir farklılığı daha var. McMaster, ABD ordusunun, 11 Eylül 2001’den beri önceliği olan ‘terörle mücadele’ evresinden, Rusya’nın Ukrayna işgalinde kullandığı sofistike ‘hibrit savaş tehdidi‘ni öncelemeye geçişinin liderlerinden biri oldu. Bu nedenle de McMaster’ın ulusal güvenliğin başına geçmesi, son aylarda bu konuda yaşanan devlet içi karmaşayı sona erdirip, ikinci strateji lehinde bir uyum yaratabileceği öngörülüyor.

McMaster’ın göreve başlamasından sadece 10 gün sonra medyaya yansıyanlara bakılacak olursa yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı, selefi Flynn döneminde oluşturulan yeniden yapılandırmayı ve kurum için atamaları da çöpe atıyor. Bu da McMaster’ın görevi, ‘otonom hareket etmesine karışılmaması’ şartıyla kabul ettiği iddialarını destekliyor. En büyük merak konusu ise Steve Bannon’un Ulusal Güvenlik Konseyinin en üst düzey toplantı heyetinde kalıp kalamayacağı. Bu konuda da nihai karar McMaster’a bırakılmış durumda. Trump’ın, kariyeri aşırı sağcı gazetecilikten ibaret Bannon’u ABD Ulusal Güvenlik Konularında en mahrem ve en üst düzey politika ve kararların oluşturulduğu bu heyete üye yapması, ABD güvenlik bürokrasinde büyük bir tepkiye neden olmuştu. George W. Bush döneminde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı yapan Susan Rice’ın, McMaster’ı kutladığı Tweet’inde ‘umarım Bannon ve ekibini (Strategic Initiatives Group) de elimine edersiniz’ demesi dikkat çekti.

‘’Beyaz Saray hala, terörle mücadelede ciddiyeti, mümkün olduğunca insan öldürmek olarak gören özenti alfa erkekleriyle dolu olsa da hiçbiri McMaster’a karşı ‘delikanlılık taslayarak’ onu susturamaz” diye yazan McCants, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı sırasında yüzbaşı olarak McMaster’ın, askeri literatürde ‘20’nci yüzyılın son büyük tank savaşı’ olarak anılan çatışmada uyguladığı taktiklerle, sadece 9 Abrams tankıyla 81 Irak tankını imha etmesiyle bir efsaneye dönüşmesini hatırlatıyor ve ekliyor:

”McMaster, bu çatışma ile ilgili yazdığı raporunda, ‘Tanrıya şükürler olsun ben ve diğer askerler, bu zaferden sonra, oh olsun Iraklılara demedik, böbürlenmedik.’ diye yazdı. Umuyoruz ki bu ölümcül kararlılık, samimi alçakgönüllülük ve düşmanına hürmetkarlıkla, McMaster, Trump’ın ulusal güvenlik ekibine de ustalıkla dümendarlık yapar da yeni başkanı kendi oluşturduğu bu fırtınadan kurtarır.’’

Korgeneral McMaster, 1997 yılında North Carolina Üniversitesinde tamamladığı ‘Vazife İhmali Üzerine’ başlıklı doktora tezinde, Vietnam Savaşının ilk yıllarında Genelkurmay ve ordu komutanlarının, başkan Lyndon Johnson ile Savunma Bakanı Robert McNamara’nın savaşı politik ajandalarına göre kurgulamalarına sessiz kalan ‘tehlikeli pasifliklerine‘ oldukça sert bir eleştiri getirmesiyle ordu içinde çok daha etkin bir ses kazandı. McMaster, ‘suskun beşli’ diye andığı dönemin komutanlarının, bu davranışlarıyla Vietnam Savaşının ABD için büyük bir fiyaskoya dönüşmesinin tohumlarını ektiklerini savundu. McMaster, 2003 Irak Savaşında da George W Bush’un savaşı politize etmesini yüksek sesle eleştirerek dikkatleri bir kez daha çekmişti.

Korgeneral McMaster, Colin Powell’ın Reagan döneminde atanmasından beri bu göreve atanan ilk muvazzaf asker. Obama’nın ilk yılında bir yıllığına görev üstlenen emekli orgeneral Jones’u da saymazsak Ulusal Güvenlik Danışmanlığı, genelde ‘uluslar arası ilişkiler’ alanında yetkin, bir kısmı sonradan ABD vatandaşı olmuş (Henry Kissinger, Madeline Albright, Zbigniew Brzezinski) entelektüel sivil akademisyenlerin yönettiği veya üst düzey görev yaptığı bir kurum olarak son 40 yılda ABD dışişleri bakanlığına da klavuzluk yaptı. Nitekim bunların bir kısmı buradan ABD dışişleri bakanlığına geldi (Kissinger, Albright, Condoleeza Rice), bazısı ‘eski ulusal güvenlik danışmanı’ ünvanıyla politika ve karar süreçlerinde etkili olmaya devam etti (Brzezinski).

Demokrasiyi savunmak askerlere kaldı

Donald Trump’ın kabinesine birden fazla general alması, ‘sivil otoritenin erozyona uğraması’ iddiasıyla başlangıçta haftalarca eleştirilmişti. Halen, Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral McMaster’ın yanı sıra İç Güvenlik Bakanlığı koltuğunda emekli deniz piyade orgenerali John Kelly ve Savunma Bakanlığı koltuğunda da yine emekli deniz piyade orgenerali James Mattis görev yapıyor. Ancak geçen bir aylık sürede bu üç entelektüel generalin, kabinenin en entelektüel ve dünya bilgisine sahip isimleri olarak öne çıkması çok ilginç bir tablo oluşturdu.

Obama döneminde ulusal güvenlik danışmanlığı kurumunda görev yapan ve dönemin Dışişleri Bakanı Kerry ile Savunma Bakanı Carter’ın konuşmalarını yazan Patrick Granfield, Politico için kaleme aldığı, ‘’Amerikan Demokrasisi Generallere Emanet’’ başlıklı analizinde, Trump’ın başkanlığının daha ilk ayında Amerikan demokrasisinde asker sivil ilişkisinde radikal bir değişimin yaşandığını belirterek, ‘’Genelde siviller askerleri denetlerken, bugün yürütmenin yetkisini aşmasını kontrol edip frenlemede en güçlü unsur askerler halinde geldi’’ yorumu yapacaktı. Örneğin Trump, geçen hafta Perşembe günü ülkedeki milyonlarca kaçak göçmenin sınır dışı edilmesinin askeri bir operasyon olacağını açıkladıktan hemen sonra bu konudan sorumlu İç Güvenlik Bakanlığının başındaki general Kelly, ‘’Hayır, tekrar ediyorum hayır! Göçmenlik kolluk faaliyetinde askeri güç bulunmuyor’’ diye konuşacaktı. Beyaz Saray, Trump’ın ‘askeri’ sözcüğünü ‘sıfat’ olarak kullandığı düzeltmesi yapmak zorunda kaldı. General Kelly, Trump’ın 7 Müslüman nüfuslu ülkeye giriş yasağı kararnamesini uygulamaktaki isteksizliği ve süreceği değiştiren açıklamalarıyla da kararnameye muhalefetini açık etmişti.

Sadece muvazzaf generaller de değil, emekli generaller de Trump’ın anti demokratik üslubundan rahatsızlıklarını belli ediyor. ABD ordusunun en seçkin birliği olan Özel Kuvvetler Komutanlığının eski komutanı amiral William McRaven, önceki hafta Texas Üniversitesindeki konuşmasında, Trump’ın ‘medya Amerikan halkının en büyük düşmanı’ sözünü sert şekilde eleştirerek, ‘Bu açıklamaya karşı çıkmalıyız. Bu açıklama Amerikan demokrasisine bütün hayatım boyunca tanık olduğum en büyük tehdit’’ diye konuşacaktı.

ABD’nin mevcut genelkurmay başkanı James Dunford ve İç Güvenlik Bakanı John Kelly, Irak’ta bugün Savunma Bakanı olan General Mattis’in emrinde görev yapmışlardı. Dunford, Kelly ve komutanları Mattis bu anlamda mevcut Trump yönetiminde, geleneksel Amerikan politikaları lehinde çok önemli bir ağırlık merkezi oluşturuyor. Bazı yorumcularla göre Başkan Yardımcısı Mike Pence de bu ekibin yönetimin içindeki doğal müttefiki konumunda.

Patrick Grandfield, yazısını şu şekilde noktalıyor:

‘’Başkan bir gün Twitter’dan yargıya saldırıp bir başka gün medyayı Amerikan halkının düşmanı ilan ederken, Samuel Huntington’un bir kehaneti de gerçekleşiyor: ‘Yığınlar ufukta belirdiğinde, o (asker), mevcut düzenin koruyucusu olur’. Eğer başkan ve dar dairesi, tarihi normların ve anayasal kısıtlamaların yürütme gücüne uygulanmayacağı iddiasını sürdürürlerse, bu ülkeyi korumak için yemin ederken şahıslar üzerine değil anayasa üzerine ant içenler, Amerikan demokrasisinin en inançlı koruyucuları arasında yer alırlar.’’

Daha ilk ayında Washington DC’de büyük kaos yaratan ve birbirine zıt resmi açıklamalarıyla dünyaya  ‘şizofrenik’ bir görüntü veren Trump yönetimi, öyle görünüyor ki ABD’yi asker -sivil ilişkileri bakımından da çok sıra dışı bir döneme sürüklemiş durumda. Demokrasiden, bağımsız yargıdan ve çoğulculuktan hiç hazzetmediklerini belli etmiş marjinal savaşçı danışman çetesinin, ilk bir aylarında kısmen geri adım attırılmalarına karşı sonraki hamleleri ne olur bilinmez. Bu çetenin, üç general içinde ilk test edecekleri de büyük olasılıkla McMaster olacak.

Nitekim Trump’ın Salı akşamı Kongre’ye hitabında ‘Radikal İslami Terörizm’ ifadesini kullanması dikkat çekti. Danışman Sebastian Gorka’nın attığı, ‘RADİKAL İSLAMİ TERÖRİZM! Sorusu olan var mı?’ şeklindeki Tweet’inin hedefinin de bu tabirin kullanılmasına karşı çıkan Korgeneral McMaster mıydı henüz bilinmiyor. Gorka’nın bu Tweet’i ertesi gün silmesinin nedeninin McMaster olup olmadığının bilinmediği gibi…

McMaster, ABD Başkanının bir yandan cehaleti ve aynı büyüklükteki egosu ile bir yandan da dar dairesindeki bu savaşçı çete ile oluşturduğu kaosu, ABD’nin daha az hasarla aşmasında tarihi bir rol oynayabilir. Trump yönetiminin ve belki de ABD’nin geleceği açısından bu mücadeleyi hangi zihin dünyasının kazanacağı çok belirleyici olacak gibi görünüyor.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz