Skip to content
Menu

Amerikan kampüslerinde ifade özgürlüğü tartışması

Aşırı sağ ve ayrımcı söylemleriyle ünlü İngiliz provokatör Milo Yiannopoulos’un Berkeley konferansı, öğrencilerin yoğun protesto eylemleri ve çıkan olaylar nedeniyle nedeniyle iptal edilmişti.

AMERİKA BÜLTENİ (30 Mayıs 2017)

ABD’deki üniversite kampüsleri, son dönemde, aşırı sağcı bazı isimlerin konferansları öncesinde, süresince veya sonrasında zaman zaman şiddet boyutuna ulaşan gerginlik ve protestolara sahne oluyor. Konferans verecek kişilerin kimlikleri, fikirleri de tartışılıyor ancak asıl büyük tartışma, aşırı görüşler dile getiren birisinin konuşmasını engellemenin bir sorumluluk mu yoksa ‘ifade özgürlüğünün ciddi ihlali’ mi olduğu konusunda yaşanıyor. İşte yeni başlayanlar için bu önemli tartışma hakkında bazı sorular ve yanıtları:

Tartışmanın genel çerçevesi ne?

Tartışmanın merkezinde, öğrencilerin, rencide edici veya ayrımcı bulduğu düşünceleri dile getiren bazı yorumcuların üniversite kampüslerinde davetli olarak katıldıkları panel ve konferanslarda konuşmasını engelleme hakları olup olmadığı yer alıyor. Ocak ayında California Üniversitesinin Berkeley kampüsünde, aşırı sağcı provokatör yorumlarıyla ünlü Milo Yiannopoulos’un konuşmasını engellemek isteyen ‘’antifa (anti-faşist)’’ grubunun üyeleri polis barikatlarını aşmaya çalışmış ve arbede sırasında 100 bin dolarlık maddi hasar oluşmuştu. İki ay sonra Berkeley bir başka aşırı sağcı yorumcu Ann Coulter’a, ‘güvenlik garantisi’ vermeyince, Ann Coulter’ın katılacağı konferans iptal edilmişti. Vermont’un liberal art üniversitesi Middlebury’de konuşma yapan tartışmalı sosyal bilimci Charles Murray, öğrencilerin protestoları üzerine konferansını yarıda kesmiş ve öğrencilerce şehir çıkışına kadar takip edilerek protesto edilmişti. Muhafazakarlar ve birçok solcu çevre, fiziki engellemeye varan protestoları, ifade özgürlüğüne çok tehlikeli bir müdahale olarak değerlendiriyor. Ancak bazı solcu öğrenci grupları ile bazı akademisyenler ise, ‘bağnaz konuşmaların’ da bir tür baskı aracı olduğunu savunarak, izin verilmemesi gerektiğini savunuyor. Berkeley de bir protestocu, ‘’Milo, Trump veya diğer bir faşist aşırı sağcının şiddet retoriğine katlanmayacağız. Her şekilde direneceğiz’’ diye konuşurken bu görüşü dile getiriyor.

Protestolar ne kadar süredir devam ediyor?

Aslında sürecin başlaması 10 yılı buluyor. Bu süreçte birçok üniversite, öğrencileri, onları yaralayacak veya rencide edecek materyallerden koruma sorumluluğu olduğunu kabul etti. Profesörlere, ırkçılık, tecavüz gibi konulardaki kitap veya tarihi olayları tartışmadan önce, daha önce bunların mağduru olmuş öğrencileri yeniden travmaya sokmamak için ‘tetikleme uyarısı’ (detaylı olarak en aşağıda okuyabilirsiniz) mekanizması getirildi. Aktivistler, ‘mikroagresyon(mikro saldırı)’ dedikleri, seksizm, ırkçılık, ayrımcılık gibi altmetinleri olan söz ve konuşmalara karşı da koruma talep ediyor. Örneğin, beyaz bir Amerikalının, birini, sırf çekik gözlü diye, Amerikalı görmeyip, ‘hangi ülkedensin?’ diye sorması ‘mikroagresyon’ kabul ediliyor. Yine son yıllarda öğrenciler artan oranda, mezuniyet töreni konuşmacılarına da itiraz ediyor. Örneğin eski dışişleri bakanı Condoleezza Rice, IMF başkanı Christine Lagarde’a, bu tür tepkilerden sonra üniversiteler, mezuniyet töreni konuşması davetini geri çekmek zorunda kaldılar. Bu görüşteki öğrenciler ve akademisyenler, bütün kampüsün, ırkçı, seksist, homofobik, transfobik veya başka şekillerde rencide edici her türlü konuşmadan arındırılmış ‘güvenli bölge’ olmasını talep ediyor.

Bu taleplerini nasıl meşrulaştırıyorlar?

‘’Sosyal adalet’’ eylemcileri, belli bazı konuşmaların hiyerarşi ve iktidar yapıları yaratarak korunaksız grupları baskı altına aldığını savunuyor. Yiannopoulos gibi beyaz erkek bir muhafazakarın, Müslümanlar veya transları aşağıladığı zaman, bunun bir görüş beyanından çok, ayrcılalıklı sınıftan birinin güçsüz kesimden birine saldırı olduğuna inanıyorlar. Bu teori esas olarak, ‘sözcükler sadece sözcük değil, aynı zamanda birer baskı aracıdır’ görüşüne dayanıyor. New York Üniversitesi profesörü Ulrich Baer, ‘’İfade özgürlüğü hakkı, birinin insanlığına, politik tartışmaya politik özne olarak katılma hakkına özgürce saldırılması veya bunların sorgulanması anlamına gelmemeli’’ diyerek bu görüşe katıldığını ifade ediyor. Bu görüşteki bir çok solcu akademisyen ve öğrenci, ‘’intersectionality’’ teorisine hak veriyor. Bu teoriye göre neredeyse bütün insani etkileşimler, iktidar ve statü dinamikleri içeriyor. Örneğin, beyaz erkeğin, beyaz kadına statü üstünlüğü var, onun da, siyah kadına, onun da siyah eşcinsel kadına, onun da siyah trans kadına statü üstünlüğü var. Bu dünya görüşüne göre, sosyal sıralamada üstte ve ayrıcalıklı gruplar, ‘konuşmayı’, statü olarak alttaki diğer insanları görünmez hale getirmede kullanabiliyor.

Buna karşı olanlar nasıl bir savunma getiriyor?

Muhafazakarlar ve geleneksel solcular ise, Amerikan Anayasasının, ABD’deki en temel özgürlük olan ‘ifade özgürlüğünü’ garanti altına alırken öncelikle, toplumun rencide edici veya yasak düşünceleri korumayı hedeflediklerine dikkat çekiyorlar. Bu görüş, hiç kimseye, beğenmediği, katılmadığı bir konuşmayı susturma hakkı verilemeyeceğini savunuyor. Böylesi bir kapı açmanın, kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşacağı endişesini dile getiriyorlar.

Onlara göre berbat bir konuşmaya verilecek en güzel yanıt, susturmak değil, daha iyi bir konuşmadır. Bu görüşe katılan eski başkan Barack Obama da geçen yıl katıldığı mezuniyet töreninde, ‘’Eğer birisi berbat ve rencide edici bir fikre sahipse, hatalı olduğunu ispat edin. Tartışın, ve inandığınız doğruları dile getirin’’ diye konuşmuştu.

İfade özgürlüğü savunucuları, insanların, inanç ve düşüncelerini, en çok da sorgulandığı ve onları savunmak zorunda kaldıkları zaman en iyi şekilde öğrendiğine dikkat çekiyor. Yine bu görüşün savunduğu bir başka tez de, kampüsleri ‘güvenli bölge’ haline getirmenin, öğrencileri, gerçek dünyadan soyutlayacağı ve oraya hazırlıksız yakalanmalarına neden olacağı. Özellikle muhafazakarla bu yüzde, aktivistleri, ‘kar tanesi kuşağı’ diye tanımlayarak alaya alıyor; Yani, ‘’duygusal olarak o kadar hassaslar ki ne zaman rencide edilseler hemen eriyorlar’’.

Peki bu tartışma neden son dönemde daha da alevlendi?

Birkaç değişik faktör sayılıyor. Bazı sosyal bilimciler, ABD’de İkinci Dünya kuşağı sonrası doğan ve 1960’lar ve 70’lerin yüksek suç ve türbülans çağında büyüyen ‘baby boomer’ diye anılan kuşağın, kendi çocukluk ve gençlik dönemlerindeki krizlerden dolayı, çocuklarını, aşırı korumacı ve el bebek gül bebek ortamda büyüttüğüne dikkat çekiyor. Bu izole yetişme ortamı da bu çocukları rencide edici fikirlere karşı aşırı duyarlı hale getirdi.

Yine, artan politik kutuplaşma, farklı görüşler arasındaki garezi daha da artırdı. Bundan dolayı da karşıt görüştekileri, yanlış bir düşünceyi savunan insanlardan çok kötülüğün sembolü ‘şeytan’ olarak görüyorlar.

Ayrıca, sosyal medya, bir yandan rencide edici, rahatsız edici materyallerin paylaşılmasını çok kolaylaştırdı diğer yandan da aktivistlerin de bunlara karşı organize olup eyleme geçmesini…

Üniversite ücretlerinin yükselmesi sonrası üniversiteler, öğrencilerini, öğrenciden ziyade müşteri olarak görüyor ve çoğunluğu desteklediğinde, bir konferansı susturucu eylemlere izin veriyor. Bütün bu süreç akademik dünyayı, ‘ifade özgürlüğünün’ geleceği konusunda derin bir endişeye sevk ediyor. Yale Üniversitesi profesörü Nicholas Christakis, ‘’Eğer ifade özgürlüğü hakkını en elit üniversitelerimizde bile koruyamıyorsak, durumumuz hiç iyi değil’’ değerlendirmesi yapıyor.

Öğrencileri, ‘tetikleyiciler’ konusunda uyarmak nedir?

ABD üniveristelerinde ‘tetikleyici’ uyarılarının ve ‘mikroagresyon (mikro-saldırı)’ teorisinin güçlenmesi, bazılarına göre, alay konusu olacak boyutlara ulaştı. Örneğin bazı üniversitelerde,  ‘tetikleyici’ uyarısı konan edebiyat eserleri arasında, Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway (intihar) ve hatta Ovid’in Metamorfoz (cinsel taciz) eserleri de var. Yine örneğin, California Üniversitesinin 2015 fakülte eğitim klavuzu, ‘’Amerika fırsatlar ülkesi’’ deyiminin, daha az fırsata sahip ırktan olanları rahatsız edebileceği uyarısı yapılıyor. Kampüste kullanımı istenmeyen diğer deyimler arasında, ‘’Hey guys’’ ‘’man up’’ (seksist kabul ediliyor), ‘’crazy (manyak)’’ (engellilere karşı ayrımcı kabul ediliyor) gibi ifadeler de var.

Ancak aktivistler, ‘tetikleyici’ uyarı oranının çok şişirildiği düşüncesinde. Sansüre Karşı Ulusal Koalisyonun verilerine göre de 2015 yılı itibarı ile üniversite ve kampüslerin yüzde 1’inden azında bu uyarı talebi var. Bilim ve mühendislik gibi birçok alanda ise bu tetikleyici uyarılarına gerek duyulan bir içerik yer almıyor. Cornell Üniversitesi felsefe profesörü Kate Manne, ‘tetikleyici uyarısını’ savunurken, ‘’geçmişte aşırı travma yaşamış öğrencileri için asgari bir terbiye’’ olarak nitelendiriyor ve ekliyor: ‘’Oldukça küçük bir konu yelpazesinde, küçük bir nezaket bu.’’
AMERİKA BÜLTENİ‘ni Twitter’dan takip edebilirsiniz

Akademik özgürlük neden hepimizi ilgilendiriyor?