‘Şansölye’nin öyküsü
CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
24 Eylül 2017
Alman tarihçi Jürgen Osterhammel’ın ‘’Dünyanın Dönüşümü; 19’ncu Yüzyıl Küresel Tarihi’’ adlı kitabı 2014 yılında yayınlandığında, akademik çevrelerde oldukça yankı yapacaktı. Profesör Osterhammel bir gün Konstanz Üniversitesindeki odasında çalışırken telefonu çaldı. Telefonu açtığında hattın diğer ucunda Angela Merkel vardı. Almanya Başbakanı profesöre, ‘’Telefon mesajlarını niye kontrol etmiyorsun?’’ diye takılarak sitem etti önce. Avrupa’nın Euro krizinde debelendiği o günlerde Merkel, leğen kemiğini kırdığı için birkaç günlüğüne istirahate çekilmişti. Bu istirahati sırasında ise Osterhammel’ın 1200 sayfalık kitabını okumuş ve çok etkilenmişti. Doğrudan kendi telefonu ile şahsen ulaştığı tarihçiyi kendisinin 60’ncı doğum günü partisine davet ediyor ve bu partiye katılacak kişisel davetlilerine ‘çağımız ve dünyaya küresel perspektiften bakış’ hakkında bir söyleşi yapmasını rica ediyordu.
Çin’in hızlı yükselişi ve insan yaşamının hızlı şekilde dijitalize olmasının olası sonuçları gibi günlük politika ötesi konulara derin merakıyla bilinen Merkel, onca işinin ve hastalığının arasında, yaşadığımız çağı daha iyi anlamak için, ‘küresel tarih’ akımının önde gelen uzmanlarından birinin kapısını çalıyordu. Yaşadığımız çağda tarihe artık, son iki yüzyılda olduğu gibi ulusal perspektiften değil, küresel perspektiften bakılması gerektiğini savunan bu önemli uzmanı dinleme isteğinin, Merkel’in Almanya başbakanı olmaktan, Avrupa’nın fiili lideri olmaya dönüşmekte olduğu günlerde gerçekleşmesi belki de tesadüf değildi.
2005 yılında şansölye seçildiğinde Avrupa’nın neredeyse en muhafazakar lideri olan Merkel, 12 yıl sonra Batı dünyasındaki aşırı sağa savrulma sonunda, Atlantik enternasyonalizminin merkez ve son büyük sesi olarak kalmış durumda. Bugün yapılacak seçimler sonucunda dördüncü kez Almanya şansölyesi olmaya çok yakın. Eğer bir sürpriz ile şansölye olmayı başaramasa bile şimdiden, Avrupa’nın son 100 yıldaki en unutulmaz, en etkili politik figürlerinden birisine dönüşmüş durumda. Forbes dergisi son 10 yıl üst üste her yıl dünyanın en güçlü kadını olarak Merkel’i seçiyor. Merkel iki yıl üst üste Putin’in ardından dünyanın en güçlü kişisi olarak seçildi ki bu bir kadının bugüne kadar seçildiği en güçlü sıralama. Time dergisi ise 2015 yılında Merkel’i ‘yılın kişisi’ olarak seçti. Time’ın kapağında Merkel, ‘Özgür Dünyanın Şansölyesi’ diye anıldı. Merkel’in popülaritesi ve gücü Donald Trump’ın seçilmesi ile zirveye çıktı. New York Times gazetesi Merkel’i, ‘’Liberal Batı’nın Son Savunucusu’ diye niteledi. Ünlü İngiliz tarihçi Timothy Garton Ash ise Merkel’i, ‘Özgür Dünyanın Yeni Lideri’ olarak ilan etti. Bir çok ünlü gazeteci, uzman ve diplomat da daha sonra aynı düşünceyi paylaştı.
2000’lerin başından itibaren Türkiye’nin AB üyeliğine itirazı ile Avrupa muhafazakarlığının sembol ismiyken, 2015 mülteci krizinde Almanya’nın kapılarını milyonlarca mülteciye çok kararlı bir şekilde açarak Almanya’da ve küresel politikada herkesi şaşkına çevirmişti. ‘’Dünyanın birçok yerinde terör ve çatışmalar yükseliyor. Devletler çözülüyor. Yıllardır okuyoruz bunları. Duyuyoruz. Televizyonda seyrediyoruz. Ancak henüz anlamakta güçlük çektiğimiz şu ki Halep’te ve Musul’da olanın Stuttgart ve Essen’i de etkileyebileceği bir çağdayız artık’’ diye savunmuştu o günlerde kendisini. Bazılarına göre ise göçmenlere sempatisi, otoriter bir rejimde büyümenin ve aşılmaz bir duvarın arkasına hapsedilmenin ne demek olduğunu kendi kişisel deneyimleriyle bilmekten beslenen empatisinden kaynaklanıyordu.
Angela Dorothea Kasner, 17 Temmuz 1954 günü yarı Polonyalı – yarı Alman bir ailenin çocuğu olarak Batı Almanya’nın Hamburg kentinde doğsa da Lutheryan babasının vaizlik görevi nedeniyle daha bebekken Sovyet uydusu Doğu Almanya’ya göç edecekti. Babasının Doğu Alman rejimi ile yakın olması nedeniyle Batı Alman Lutheryanlar ona ‘kızıl vaiz’ lakabını takmıştı. Üç kardeşin en büyüğü olan Angela, Doğu Berlin’in 90 kilometre kadar kuzeyindeki küçük bir kasabada, çoğunluğu engelli bakıma muhtaç insanların barındırıldığı dindar bir sitede büyüdü. Lisede, Sosyalist Partinin gençlik koluna üye oldu. Üyelik zorunlu değildi ancak üye olmayanların bir üniversiteye girme şansları neredeyse hiç olmadığı için bütün gençler partinin gençlik koluna üye oluyordu. Akıcı şekilde Rusça konuşmayı öğrenmesi ve matematikteki başarısı ile takdirname kazandı. 1973 yılında Leipzig Üniversitesinde fizik okumaya başladı. 1978 yılında mezun olduğunda mühendislik fakültesine asistan olmak için başvurdu. Ancak, Doğu Alman istihbarat teşkilatı Stasi’ye muhbirlik ve okuldaki diğer akademik personelin düşünceleri hakkında fişlemeler yapmayı kabul ederse işi alabileceği söylendi. Merkel, ‘sır tutamayan bir kişiliği olduğu için iyi bir istihbaratçı olamayacağı’ bahanesine sığınarak teklifi reddetti ve başvurusunu geri çekti. Aynı yıl Bilimler Akademisine bağlı Fiziksel Kimya Enstitüsünde, 1990 yılına kadar 12 yıl sürecek bilimsel araştırmacılık kariyerine başladı. 1986 yılında fizikteki kuantum mekaniği uygulamalarını kimyasal sistemlere uygulayan doktora tezi ile doktorasını tamamladı. Laboratuvarında araştırmalar yapan, bilimsel makaleler yazan bir bilim kadını olarak rutin yaşamı devam edecekti belki. Ancak 1989 yılında bir sonbahar akşamı yaşananlar hem dünyayı hem de Merkel’in yaşamının akışını radikal şekilde değiştirdi.
1971’den itibaren 18 yıl boyunca Moskova’nın kuklası olarak Doğu Almanya’yı yöneten Eric Honecker, 1989 yılı Ocak ayında kibirle, ‘’Berlin Duvarı 100 yıl daha ayakta kalacak’’ kehanetinde bulunmuştu. Ancak ne Honecker ne de Berlin Duvarı 1989 yılını tamamlayamadı. Honecker’in Ekim ayında istifasından sonra 9 Kasım 1989 gecesi Doğu Almanya Sosyalist Parti sözcüsü, Berlin Duvarının tamamı ile herkes için serbest geçişe açıldığını ilan etti. Birkaç saat içinde duvarın altı kapısında yüzbinlerce Doğu Berlinli ve Doğu Alman vatandaşı birikmişti bile. Büyük bir özgürlük coşkusu ve Batı’ya bir an önce geçme telaşı yaşanıyordu. Otoriter rejime hiçbir sempatisi olmayan 35 yaşındaki bilim kadını Angela Merkel ise kişiliğini yansıtan bir refleks ile hemen duvara koşan kalabalıklara karışmamış önce her Perşembe akşamı rutini olan saunasına gitmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde merakının da zorlamasıyla Batı Berlin’e geçecekti. Bir bara girip bir keyif birası içecek ve bir ankesörlü telefondan Batı Almanya’da yaşayan teyzesine telefon edecekti. Ancak yine tipik bir Merkel davranışı sergileyerek aynı gece Doğu Berlin’e geri dönecekti. Çünkü ‘ertesi sabah işe gitmesi gerekiyordu’. Fakat o gece yaşadıkları, gördükleri, onu dünyanın en güçlü kadını yapacak sürecin başlangıcı oldu.
O güne kadar politikadan uzan duran Angela Merkel bir ay sonra yeni kurulan Demokratik Uyanış Partisine gönüllü yazıldı. Birkaç ay sonra ortaya çıkan Doğu Alman belgeleri, partinin liderinin aslında eski bir Stasi muhbiri olduğunun ortaya koyunca parti içinde kaos yaşandı. Talih, Merkel’e kapılarını açtı. Partinin kapısına yığılmış gazetecilerle konuşması için o anda parti binasında gönüllü çalışmakta olan Merkel görevlendirildi. Gazetecileri çok iyi idare etmesi, kısa süre sonra Doğu Almanya’nın ilk ve tek demokratik seçimle iş başına gelmiş başbakanı Lothar de Maiziere’nin sözcüsü olmasına neden oldu. Demokratik Uyanış Partisi kısa süre sonra Hristiyan Demokrat Parti ile birleşti. 1990 yılında iki Almanya birleştikten sonra yapılan ilk seçimde ise milletvekili oldu ve o tarihten beri de sürekli olarak milletvekili seçiliyor.
1990 yılında milletvekili seçildikten kısa süre sonra iki Almanya’nın ilk lideri Helmut Kohl hükümetinde gençlik ve kadın bakanı oldu. 1994 yılında Çevre ve Nükleer Güvenlik Bakanlığına getirildi. Bu görevi ile Alman politikasının tanınmış figürlerinden birine dönüştü. Kohl, sağ kolu haline gelen Merkel’i “mein mädchen (kızım)” diye çağırıyordu.
1999 yılında Kohl başbakanlığı, solun lideri Gerhard Shcröder’e kaybettiğinde parti içinde sessiz bir uğultu başladı. Fakat kimse Kohl gibi bir politik deve karşı çıkamıyordu. Barajın kapılarını açacak ses, hiç beklenmeyen bir yerden Kohl’un hemen yanı başından yükseldi. Partinin genel sekreteri ve Kohl’un ‘kızım’ dediği Angela Merkel, Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine yazdığı makale ile Kohl’un istifasını talep ediyordu. Bir kaç ay sonra Hristiyan Demokratların yeni lideri Angela Merkel’di. Kohl daha sonra, ‘Katilimi kendim büyütmüşüm. Yılanı kolumda gezdirmişim’ şeklinde dile getirecekti şaşkınlığını. Kohl son olmadı. Erkeklerin domine ettiği Alman politikasını yıllar içinde, sabırla, siyasi deha ile, usta işi manevraları ile sarsmayı başardı. New Yorker dergisinden George Packer, ‘’Merkel, bütün politik kariyeri boyunca, tamamı erkek daha yaşlı ve daha güçlü politikacıları, onu küçümsediklerine pişman etti’’ diye yazıyor.
Bir kaç yıl süren fırtınalı parti liderliğinden sonra beklediği fırsat 2005 yılında geldi. Aylarca önce yapılan anketlerde oldukça önde görünmesine rağmen 2005 yılı seçiminde Merkel’in partisi, başbakan Shcröder’in sosyal demokrat partisi ile yüzde 35 civarında neredeyse eşit oy aldı. Her iki lider de zafer ilan etti. Herkes, Merkel’in şansölye olmak için tek atımlık kurşununu kullandığını ve başarılı olamadığını düşünüyordu. Liderler televizyonda karşı karşıya geldiğinde Merkel fırsatı yakalayacaktı. Shcröder ona ‘ben şansölye olmaya devam edeceğim’ diye bağırdı ve ekledi; ‘’Merkel şansölyenin kendisi olması şartıyla konuşmaya geldiğinde partimin koalisyon teklifini kabul edeceğini mi sanıyorsunuz?’’. Merkel, her zaman konuştuğu sakin ses tonu ile, ‘’Açık ve basit bir cümle ile ifade edeyim; Bugün sandıkta siz kazanmadınız. Biraz düşünmeye vakit bulunca Sosyal Demokratlar bile bu gerçeği görecek’’ dedi. İki ay sonra Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar koalisyon hükümetinde anlaştı ve Angela Merkel, Alman tarihinin ilk kadın şansölyesi oldu.
Merkel’in başbakanlığa gelişi herkes için şüphesiz çok tarihi bir olaydı. Bir kişi için hariç; Merkel’in kocası Joachim Sauer.
Angela Kasner aslında, 1977 yılında 23 yaşındayken Ulrich Merkel ile evlenmiş ve onun soyadını almıştı. İlk evliliği kısa süre sonra boşanma ile sonuçlandı. Kendisi gibi kuantum kimyası üzerine çalışmalar yapan ve 1981’de tanıştığı bilim insanı Joachim Sauer ile yıllar içinde sevgili oldular. Çift, tanıştıktan 17 yıl sonra 1998 yılında sessiz ve sade bir törenle evlendi. Çiftin ortak çocukları olmadı ama Sauer’in ilk evliliğinden iki oğlu var. Politikadan ve görünür olmaktan pek de hazzetmediği bilinen Profesör Sauer, karısı ilk kez milletvekili olduğunda da yanında yer almamıştı. Almanya başbakanı olduğu tarihi töreni de çalıştığı kimya laboratuvarındaki televizyondan seyretmişti. Sevgili oldukları günler de dahil bütün evlilikleri boyunca Sauer, eşinin hiçbir politik faaliyetinde eş olarak bile rol almayı kabul etmedi. Bu yüzden de dünyanın en güçlü kadının kocası ülkesinin sokaklarında dolaşsa bile tanıyacak fazla kimse olmaz. Aslında Merkel de bunun böyle olmasını isteye geldi. İngiltere Kraliçesi 2014 yılında Almanya’ya tarihi bir ziyaret gerçekleştirdiğinde bile Profesör Sauer, eşinin yanında karşılamada yer almadı. Gazeteciler Merkel’in eşinin nerede olduğunu sorduklarında Merkel’in sözcüsü, ‘şu anda işte olduğu için gelemedi’ yanıtını oldukça doğal bir durummuş gibi verecekti.
Merkel, şansölye olduktan sonra Alman şansölyelerinin resmi konutuna taşınmadı. Berlin’de, kapı zilinde Profesör Sauer’ın adının yazılı olduğu mütevazı apartman dairesinde yaşamaya devam ediyorlar. Alman Başbakan her gün ‘Avrupa’yı yönettiği işinden eve dönerken’, mahallenin süpermarketine uğruyor, alışverişini bizzat yapıyor, kasa kuyruğunda bekliyor, parasını sürekli nakit olarak ödüyor ve eve gidip kocasına yemek yapıyor. Yemek yapmanın gün içinde kendisini en rahatlatan aktivitelerinden biri olduğunu söylüyor. Wagner ve Webern hayranı kocası ile klasik müzik konserine veya opera izlemeye gidiyorlar. En favori restoranı olan İtalyan restoranına birkaç dostuyla gittiğinde içeri müşteri gibi giriyor, restorandaki diğer müşterileri asla selamlamıyor ve adeta aralarında örtülü bir anlaşma varmış gibi davranan vatandaşları da onu ve dostlarını restoranda kendi haline bırakıp asla rahatsız etmiyorlar.
Angela Merkel 2005 yılında başbakan olduğunda İngiltere’de Blair, ABD’de Bush ve İtalya’da Berlusconi görevdeydi. Almanya, yüksek işsizlik oranı ile ‘’Avrupa’nın hasta adamı’’ olarak görülüyordu. Merkel’in başında olduğu hükümetin uyguladığı ekonomi politikası ve gerçekleştirdiği reformlar kısa sürede Almanya’yı toparladı ve Avrupa’nın en sağlam ekonomisi haline getirdi. Bugün Almanya yüzde 5’in altındaki işsizlik oranı, yüksek ihracat ve vergi gelirleriyle kıtanın en sağlıklı ekonomisine sahip. Almanya bütçesi sadece 2017 Ocak – Temmuz döneminde 18.3 milyar Euro fazla verdi.
Merkel’in muhalefetini, birçok önemli politikalarını ellerinden alarak nötralize ediyor. Bunu, ‘’parti hatlarını yok eden siyasi bir deha’’ şeklinde yorumlayan gözlemciler var. Sosyal demokrat ve Yeşiller seçmenleri için sandığa gitmeyi çok hayati olmaktan çıkardı. İki partinin de sandığa giden seçmen sayısı yıllar içinde düştü. Örneğin, işçi sendikalarını sol liderler kadar kucaklayarak sahip çıktı. Bazı iş sektörlerinde emeklilik yaşını düşürdü. Anneler ve yaşlılar için devlet yardımını artırdı. Bunlar normalde sol partilerin savunduğu politikalar.
Sosyal demokratların nükleer enerjiden vazgeçip aşamalı olarak yeşil enerjiye geçiş tekliflerine yıllarca karşı çıkan Merkel, 2011 Japonya deprem ve tsunamisi sırasında Fukuşima reaktöründe meydana gelen nükleer felaket sonrasında bu yaklaşımını 180 derece değiştirecek ve Almanya’nın 2022 yılına kadar nükleer santrallerini kapatacağını ve bu süreçte de aşamalı olarak çevreci enerji kaynaklarının yaygınlaştırılacağını açıklayacaktı. Almanların büyük çoğunluğu, kendilerini Avrupa’nın en yüksek elektrik fauturalı halkı haline getirse de bu yeni politikayı destekledi. Bu vaat sözde de kalmadı. Atılan adımlar sonunda Almanya bugün güneş ve rüzgar enerjisini en üst düzeyde kullanan endüstriyel ekonomi durumunda. Ülkenin enerjisinin dörtte biri rüzgar ve güneşten elde ediliyor.
Yine Merkel, 2015 mülteci akını krizinde de muhalefeti tepki veremez halde bırakacak radikal bir yaklaşım sergileyecekti. Avrupanın bir çok merkez veya sol liderinin bile mülteci akınını durdurma eğiliminde olduğu günlerde Merkel, Almanya’nın kapılarını açtı ve bir yılda 1 milyon mülteciyi ülkesine kabul etti. İlk günler Merkel’in kararını Almanların önemli bir kısmı destekliyordu. Ancak günler geçtikçe Almanya kamuoyunun mülteci akınına bakışı değişti. Bununla beraber Merkel kararından geri adım atmadı. Bu nedenle de kamuoyunda desteği düşmeye başladı. Herkes ‘Merkel için sonun başlangıcı mı’ diye düşünürken, Merkel de politik kariyerinin en önemli kararı ile yüzyüze kalmıştı. 2017 seçimine katılmayıp siyasi hayatına nokta koyma eğiliminde olduğu bir sır değildi.
Ancak Almanya’yı, Avrupa’yı, Berlin’i ikiye bölen soğuk savaşın iki önemi aktörü ABD ve Rusya’daki gelişmeler onu bir başka yöne zorluyordu. Rusya bir süredir bu kaderi yaşıyordu ama ABD de populist, etik ilkelerden, hukuktan ve evrensel değerlerden azade olduğunu düşünen otoriter eğilimli bir başkanın ülkesi haline geliyordu. İngiltere, popülist bir rüzgar ile Avrupa Birliğinden ayrılmıştı. Fransa, Hollanda ve Avusturya’da yaklaşan seçimlerde aşırı sağ kazanmaya oynuyordu.
Batının son yüz yıldır savunucusu olduğu liberal değerleri kaybetmemesi gerektiğini inananlar için Merkel son umut haline geldi. 2017 seçimine mutlaka katılmalısın diye kapısını çalanların en önemlisi ise ABD başkanlığına veda etmeye hazırlanan Barack Obama’ydı. Muhafazakar Merkel’in, 2008’de ABD başkanlığına adaylığını açıkladığında ‘geleceğin dünyasının uluslararası sembolü’ olarak görülen bu solcu politikacıyı pek sevmediği bir sır değildi. Hatta Obama o günlerde Berlin’de Brandenburg Kapısında konuşma yapmak istediğinde Merkel izin vermeyecekti. Ancak Obama’nın sekiz yıllık başkanlığında hiç beklenmeyen bir şey oldu ve Merkel ve Obama en iyi anlaşan iki Batılı lider oldu.
ABD’nin ve dünyanın Trump’ın başkanlığı kazanmasının şokunu yaşadığı günlerde Berlin’e son kez başkan olarak ani bir ziyaret yapan Obama, Angela Merkel ile akşam yemeğinde saatler süren bir özel görüşme yaptı. İki lider Merkel’in jestiyle İngilizce sohbet ettiler. CNN’den Stephen Collinson’un Alman ve Amerikalı kaynaklardan aktardığına göre Obama saatlerce Merkel’i 2017 seçiminde mutlaka yeniden aday olması gerektiğine ikna etmeye çalışmıştı. Obama yönetiminden üst düzey bir kaynak Collinson’a, ‘’Başkan Obama’nın sekiz yıllık başkanlığı süresince, karısından başka kimse ile bu kadar uzun süre konuştuğunu hatırlamıyorum’’ diye aktaracaktı.
Merkel bu yemekten sadece bir kaç gün sonra beklenen kararını açıkladı ve dördüncü kez aday olacağını duyurdu. Bununla da kalmadı, Batı dünyasında Trump’a karşıtlığın en güçlü sözcüsü oldu. Collinson, ironiye şöyle dikkat çekiyor: ‘’Liberal değerleri savunan Amerikalıların Nazileri yok etmesinden 70 yıl sonra Alman şansölyesi, Amerikan lideri dahil yükselen aşırı sağ eğilimlere karşı Batı Dünyasının moral lideri konumunda’’.
Merkel’in bu rolünün en belirgin ortaya çıktığı gün 25 Mayıs 2017 günü oldu. Sabah saatlerinde, Berlin’e gelen ve binlerce kişi tarafından karşılanan Obama ile birlikte bir festivale katılıp konuştu. Obama, yanında 35 yılını bir duvarın arkasında geçirmiş Merkel olduğu halde, Batı dünyasına seslenirken, duvar inşa vaadinde bulunan halefi Trump’a isim vermeden göndermede bulundu: ‘’Duvarların arkasına gizlenemeyiz’’.
O günü bu açıdan özel kılan, Merkel’in öğleden sonraki programıydı. Brüksel’de NATO zirvesinde Trump’ın karşısına çıkacağı günün sabahında Obama ile mesaj vermişti. NATO kürsüsünde ise Berlin Duvarının öte yakasında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlatıp, ‘’İzolasyon değil, duvar inşa etmek değil, uygarlığımızı başarılı kılan ortak değerler paylaşan açık toplumlardır’’ diyecekti. Trump ile NATO zirvesinde örtülü atışmalarından sadece birkaç gün sonra ise, ‘’Başkalarına güveneceğimiz günler sona erdi. Bunu son birkaç günde daha iyi anladım. Biz Avrupalılar, kendi kaderimizi artık kendi elimize almalıyız’’ şeklinde yine tarihi bir çıkış yapacaktı.
Merkel’in biyografisini yazanlardan Matthew Qvortrup da, CNN’e, ‘’Merkel, özgür dünyanın moral lideri’’ tespitinde bulunuyor ve ekliyor: ‘’Nükleer silahları ve diğer silahları yok. Ancak politik ajandayı o belirliyor. Zeitgeist’in (zamanın ruhunun) sözcüsü konumunda. Aşırı sağa karşı yükselen ‘zeitgeist’in.”
Collinson, Merkel ile Trump arasındaki zıtlığı anlatırken, ‘Trump, Merkel’in olmadığı herşey’ ifadesini kullanıyor. Merkel’i derdini Twitter üzerinden ifade ederken göremezsiniz. Trump anlık yaşar. O anın onun çıkarı için doğrusu neyse onu savunur. Merkel, uzun vadeli stratejik düşünmeye verdiği önemle biliniyor.
Merkel, bir karar almadan önce, bir söz konuşmadan önce uzun uzun düşünüp hesabını yapar. Bu alışkanlığı, ‘Doğu Alman rejiminde büyümesine’ borçlu olduğunu düşünenler var. Doğu Alman rejimi tarihin en görkemli muhbirlik rejimlerinden biriydi. Komşunun komşuyu, çalışanların iş arkadaşlarını fişlemeye, izlemeye ve devlete rapor etmeye teşvik edildiği bir toplumsal ve politik düzen söz konusuydu. Nitekim sonradan ortaya çıkan 1984 tarihli bir Stasi fişlemesi, onu ihbar eden Stasi muhbiri bir arkadaşının ağzından bilimci Angela Merkel hakkında ‘’devletimize hep muhalif’’ tespiti yapıyor ve ekliyordu:
‘’Polonya’da Dayanışma Sendikasının taleplerine sendikanın kuruluşundan beri çok büyük heyecan duyuyor. Angela her ne kadar Sovyetler Birliğinin liderlik rolünü, diğer bütün sosyalist ülkelerin itaat etmeye mecbur olduğu bir diktatörlük gibi görse de Rusçaya ve Sovyetler Birliği kültürüne hayranlık da duyuyor’’
Berlin Duvarı yıkıldığında Merkel’in de katılacağı Demokratik Uyanış Partisini kuran Doğu Alman muhalif aktvist Rainer Eppelmann da, New Yorker’dan George Packer’a, Doğu Almanya toplumunu ‘’fısıldayanlar toplumu’’ olarak nitelendiriyor. Yıllarca adeta tek başına rejime karşı pasifist bir itaatsizlik mücadelesi veren ve bu nedenle defalarca hapse giren Eppelmann, Merkel’i ancak Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ortaya çıktığı için eleştirmeyi reddediyor. ‘’Ben Doğu Almanya’nın yüzde 95’ini eleştirmiyorum. Bunların büyük çoğunluğu ‘fısıldayarak konuşanlar’dı. Gerçekte ne düşündüklerini, ne hissettikleri, neden korktuklarını kamusal alanda asla konuşmadılar. Bugün bile bu durumun insanlara ne kadar etki ettiğinin farkına varabilmiş değiliz. Umutlarınızda, amaçlarınızda, inançlarınızda samimi olmak için 24 saat boyunca kahraman olmanız gerek. Kimse bunu yapamaz.’’
Eppelmann da, Merkel politikaya girdiğinde Alman rejiminde yaşadığı deneyimin ona büyük avantaj sağladığına dikkat çekiyor: ‘’Fısıldayıcı, her şeyi bir kerede yakmaz, bekler ve izler, yeni hayata alışmak ona daha kolaydır. Konuşmadan önce düşünür. Fısıldayıcı, bir şey söylemeden önce bunu kendime zarar vermeden nasıl anlatabilirim diye düşünür. Fısıldayıcı, satranç oyuncusu gibidir. Hamlesini yapmadan önce bütün olasılıkları düşünür. Ve ben Merkel’in her şeyi çok ciddi düşünüp hesapladığı ve bundan dolayı da politik rakiplerinin sürekli bir kaç hamle ilerisinde olduğu kanaatindeyim’’.
Yine Trump, psikolojik sorunlularda görülebilecek yadırgatıcı derecede vurgulu mimik ve jestlere sahip. Merkel’in ise, onunla özdeşleşen tek bir mimiği var; Ellerini önünde kavuşturup iki elinin parmaklarını karşılıklı birleştirmek. Merkel-raute denen bu hareketi ‘’<>’’ şeklinde emoji alemine bir girdi. Bu mimiği daha çok bir formülü düşünen bir bilim insanı tavrını andırır.
Bazı gözlemcilere göre ise Merkel’in bir bilim insanı olması, politik başarısında, Doğu Almanya’da büyümesinden bile daha çok etkili bir faktör. Bütün bilim kariyeri boyunca, laboratuvarlarda parçacıkların ve dalgaların gözle görülmeyen dünyasını gözlemlemesi, ona, ‘’sorunlara metodolojik yaklaşma, karşılaştırmalar yapma, olası senaryoları hesaba katma, riskleri dikkate alma, reaksiyonlara katılma ve en önemlisi kararını verdikten sonra bile harekete geçmeden önce bir süre oturup bekleme yeteneği’’ kazandırdı. Die Zeit editörü Bernd Ulrich, ‘’Çok güçlü duyguları olan bir kadın değil. Aşırı duygusallık rasyonel davranma yetisini köreltir. Politikaya bir bilim insanı gibi bakıyor’’ diyor.
1980’li yıllarda, Bilimler Akademisindeki laboratuvarına girmek için kullandığı Berlin duvarına paralel bir hatta giden S-Bahn treninde her sabah ona eşlik eden meslektaşı Michael Schindhelm’e göre her ne kadar şimdilerde politikacı olsa da Merkel, ‘teorik kimya’nın en önemli isimlerinden biri. Merkel’in o yıllarda Batı dünyasındaki bilimsel makale ve kaynaklara ulaşmakta yaşadığı güçlük nedeniyle nasıl bunaldığını anımsıyor. Ancak Merkel yaşamın ve ülkenin gerçeklerinden de tamamen kopuk değildi. Schindhelm, 1980’lerin ortasında, Merkel’in yaptığı Türk kahveleri eşliğinde Gorbaçev’in politikalarının nasıl bir değişime yol açabileceği üzerine beyin fırtınası yaptıklarını aktarıyor. Merkel 1985 yılında bir gün işe elinde Batı Almanya cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker’ın İkinci Dünya Savaşının bitişinin 40’ncı yılı nedeniyle yaptığı konuşmanın bir kopyası ile gelmiş. Weizsäcker bu tarihi konuşmasında, Almanya’nın Holokost’taki sorumluluğunu samimi bir dille kabul ediyor ve Nazi Almanya’sının yenildiği günü, Almanya’nın kurtuluş günü olarak ilan ediyordu. Batı dünyasında, Almanya’nın uygar dünyaya yeniden dönüşünün köşe taşı olarak kabul edilen bu konuşma, Nazi rejiminden pek de farklı olmayan bir faşizmi yaşamakta olan Doğu Almanya’da hiç duyulmadı bile. Merkel ise bu konuşmadan çok etkilenmiş ve çok önemli bulmuştu. 1986 yılında kuzeninin Hamburg’taki düğünü için Batı’ya seyahat izni alıp da Batı Almanya’yı gözleri ile görünce, Doğu Almanya’ya döndüğünde artık o rejimin bir ölü rejim olduğunu düşünüyordu. 1986’da tek hayali vardı artık. Emekli olacağı 2014 yılında emeklilik tazminatı ile bir şekilde seyahat izni alıp gidip California’yı görmek.
Merkel yaşamı boyunca politik yelpazenin hiçbir tarafında aşırı ideolojik bir kişilik sergilemedi. Özgürlük, bilhassa da haber alma ve seyahat özgürlüğü konusundaki tutkusu hariç. Birinci yaşamında eksikliklerini derinden yaşadığı bu özgürlükleri oldukça tutkulu savunmasıyla biliniyor. Merkel’in biyografisini de yazan Der Spiegel muhabiri Dirk Kurbjuweit, ‘’Merkel özgürlük konusunda çok samimi. Çünkü Doğu Almanya rejiminde özgür olmamanın bütün zorluklarını yaşadı. Bir başka deyişle o demokratlığı sonradan ihtiyaçtan öğrendi. Amerikalılar gibi doğuştan demokrat değil’’ diye anlatıyor.
Merkel’in Trump’tan farklı bir başka kişilik özelliği öğrenme merakı. Ulrich, Merkel için ‘öğrenme makinesi’ diyor. Bunun için de dinlemeye önem veriyor. Uzun yıllardır Merkel ile çalışan bir yardımcısı New Yorker’a, ‘’Merkel, dinlemenin ustası’’ diyor. ‘’Onunla her hangi bir diyalogda, yüzde 20 o konuşur yüzde 80 siz’’. Muhatabı herkese, anlatacaklarını büyük bir merakla dinliyorum duygusu yaşatıyor.
Göründüğü gibi soğuk bir kişiliği de yok. Onunla sohbet eden gazeteciler, ‘off the record’ ortamlarda konuştuğu dünya liderlerini onların konuşma tarzı, dili ve aksanlarıyla taklit ettiğini aktarıyor. Kaldırabileceğini düşündüğü kişilere aşağılayıcı şaka yapmaktan çekinmiyor. Merkel’in kabinesinde halen dışişleri bakanı olan sosyal demokrat lider Sigmar Gabriel ile geçen yıl bir buluşmasında Gabriel bir danışmanını ona ‘‘Kamuoyu önünde beni küçük duruma düşürecek şeyler yapmamam için son bir kaç yıldır bana göz kulak oluyor’’ şeklinde tanıtır. Merkel acımasızca şakasını yapar: ‘’Bazen başarılı oluyor’’.
Merkel’in en kompleks ilişkiyi yaşamak zorunda kaldığı devlet liderlerinden biri ise hiç şüphesiz Vladimir Putin. Putin, 1985 – 1990 yılları arasında Doğu Berlin’de KGB yetkilisi olarak görev yapmıştı. Berlin Duvarı yıkılırken Dresden’deki KGB bürosunun şefiydi. Belgeleri ele geçirmek için binaya girmeye çalışan kalabalıkları silahıyla püskürtüp gizli begeleri yakacaktı. 12 yıl sonra Rusya devlet başkanı olarak, Alman Meclisine, ‘Goethe, Schiller ve Kant’ın dili ile hitap ederken, ‘’Rusya, tek amacı kıtada barışı sağlamak olan ve dostluğu esas alan bir Avrupa ülkesidir’’ diye konuşacaktı. Demokrasiyi öven ve otoriter rejimleri yeren konuşması milletvekillerinden alkış alacaktı. Dönemin Alman başbakanı Schröder, Putin’den ‘kusursuz demokrat’ diye söz edecekti. Bu bahar havası, Rusya’nın 2008’de Gürcistan’ın bazı bölgelerini işgali ile sona erecek ve Ukrayna krizi ile karşıtlığa dönüşecekti. Rusya’nın Kırım’a girdiği günlerde Merkel’in bir yardımcısının dediği gibi, ‘’Manzarada her şey fazlasıyla 20’nci yüzyıl kokuyor. Tanklar, propaganda, ajan provokatörler…’’
Putin güçlü yanları ve zaaflarıyla Almanya’yı ve Almanca’yı çok iyi biliyordu. Ama Merkel de, diğer bütün Batı liderlerinden daha çok Rusça’yı ve yine güçleri ve zaaflarıyla Rusya’yı biliyordu. Bunu, Berlin’deki makam odasındaki tek portrenin Rus Çariçesi İkinci Katerina olmasından anlamak mümkün. Prusya doğumlu Katerina, tarihin en güçlü kadınlardan biriydi.
Merkel, 2001’de Alman Parlamentosuna hitabı sırasında alkışlasa da Putin’in konuşmasından etkilenmemişti. Die Zeit editörü Bernd Ulrich, Merkel’in Putin’in konuşmasından hemen sonra yanındaki bir milletvekiline, ‘’Tipik bir KGB konuşması. Bu adama asla güvenilmez’’ diyecekti. Merkel’in Putin’e hiçbir zaman güvenmediğini aktaran Ulrich, ‘’Fakat ondan asla iğrenmez. İğrenmek çok fazla duygusallaşmayı gerektirir’’ tespiti yapıyor.
İki lider bir araya geldiğinde Almanca veya Rusça çok rahat sohbet edebiliyorlar. Bir bilim kadını ile sürekli abartılı maço gösteriler yapma ihtiyacı içindeki bir erkek liderin ilişkisinin ne tür ilginçliklere sahne olabileceğinin en çarpıcı örneği 2007 yılında Merkel’in Soçi’de Putin’i evinde ziyaret etmesi sırasında yaşandı. İki lider görüşmeden sonra basın toplantısına hazırlanırken Putin odaya siyah renkli Labrador cinsi köpeği Koni’yi çağırdı. Putin bunu kasıtlı yapmıştı. Çünkü Merkel’in, geçmişte bir köpeğin saldırısına uğradığından beri köpeklerden çok korktuğunu biliyordu. Köpek Merkel’e yaklaşıp kokladığında Merkel’in dona kaldığı ve korktuğu odadaki gazeteciler dahil herkesin dikkatini çekti. Koltuğuna yaslanmış halde görüntüyü keyifle izleyen Putin, ‘’Uslu duracağına eminim’’ diye Merkel’i teselli eder tonda konuştu. Merkel, gazetecilere pek sempati duymadığı bilinen Rus lidere Rusça yanıt verdi: ‘’Evet, baksana gazetecileri yemedi’’. Merkel sonradan Putin’in neden ona bunu yaptığını bir bilim kadını gözlemiyle şöyle açıklayacaktı: ‘’Bunu neden yapma ihtiyacı hissetiğini anlayabiliyorum. Erkek olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Kendi zayıflıklarından korkuyor. Rusya’nın hiçbir şeyi yok. Ne başarılı bir politikası ne iyi bir ekonomisi. Rusya’nın sahip olduğu tek şey bu maço tavır.’’
Merkel’in son yıllarda ‘küresel perspektife’ karşı artan ilgisinin altında yatan asıl nedeni öğrenmek, ketumiyeti nedeniyle şimdilik zor görünüyor. Fakat bir şey açık; Merkel, Alman endüstrisinin çıkarlarını gözetme, Avrupa’nın birliğini dengeleme, Amerika ile ittifakı sürdürme, Rusya ile ilişkileri rayından çıkarmadan korumaya devam etme ve Çin’in yükselişi ile baş etme gibi beş stratejik yükün altında kılıçtan keskin bir yolda ilerliyor. Çalkantılı bir zamanda bu beş yumurtayı kırmadan taşımak hiç de kolay bir iş değil. New Yorker’dan George Packer, Alman Kayzeri Birinci Wilhelm’in, ‘sadece Bismarck’ın dört veya beş yumurtayı kırmadan taşıyabildiği’ tespitini aktarıyor. Bismarck’ın halefi Leo von Caprivi, ”sadece ikisini taşıyabileceğini” söyleyecek ve Rusya ile ittifakı 1890 yılında sona erdirecekti. Bu pes ediş, Birinci Dünya Savaşına giden yolun döşendiği karar olarak görülüyor.
Almanya’nın yakın zaman önce görevini devreden eski cumhurbaşkanı Joachim Gauck, ‘’Almanya’nın dünyada daha etkin bir rol oynamasının zamanının geldiğini’’ söylediğinde hem Almanya içinde hem de dünyada bir çok kaşın kalkmasına neden olmuştu. Almanya’nın yükselişi ve Avrupa’yı yöneten güç haline gelmesi, ‘Alman korkusu’ hayaletinin hala dolaştığı kıtayı örtlü bir tedirginliğe de sürüklüyor. Ancak New Yorker’dan George Packer, Merkel’in sıradan sakin ve gösterişli olmaktan uzak liderliğinin bu korkuyu kısmen azalttığına dikkat çekiyor. Tıpkı, Almanya’da ona muhalefeti zorlaştırması gibi. Berlin Amerikan Akademisinden Jan Techau, CNN’den Stephen Collinson’a bu durumu, ‘’Hiçbir zaman karizmatik lider gibi görülmüyor. Egoistik biri olarak görülmüyor. Bu yüzden de Alman halkı ondan hiç usanmadı. Ona güveniyorlar. Ondan hiç hoşlanmayanlar bile Almanya’ya ondan ciddi bir zarar geleceğini düşünmüyor’’ şeklinde anlatıyor.
Merkel’i politik kariyerinin ilk günlerinden beri takip eden ve onu en iyi tanıyan isimlerden biri olan muhabir Bernd Ulrich ise, ‘Merkel’in sık sık emekliliği düşündüğünde’ ısrarlı. Ulrich bu ne zaman başlayacağı bugün için meçhul ‘emekliliğe’, ‘’Merkel’in üçüncü hayatı’’ diyor. İlk hayatı tamamen bir duvarın arkasında geçti. İkinci hayatı ise politikanın içinde. Ona göre, Merkel üçüncü hayatını, hala fiziken yapabilir durumdayken o hep yapmak istediği çocukluk hayali için gözlüyor: Amerika’yı boydan boya dolaşıp California’ya varmak.
Şansölye de olsa, insanın içindeki çocuk hiç ölmüyor.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz