CEMAL TUNÇDEMİR
6 Aralık 2017
Son haftalarda farklı alanlarda tanınmış bir çok ünlü ve muktedir erkek hakkında, bu erkeklerin taciz ve tecavüzüne uğradıklarını belirten kadınlarca art arda yapılan ifşalar, sosyal, hukuksal ve psikolojik bir eşiği temsil etmesi nedeniyle ABD’de çok önemli tartışmalara da kapı aralıyor.
İfşaları ile artık işlerini statülerini kaybetmeyeceklerini görmesi, her geçen gün daha fazla mağdur kadının ortaya çıkarak muktedir erkeklerce uğradıkları cinsel tacizleri ve tecavüzleri kamuoyu ile paylaşmasına neden oluyor. Bununla beraber, bu ifşa fırtınası, ABD’de muhafazakar çizgideki politik kesimin ikiyüzlülüğü; Güçlü konum sahibi olmanın insanların moral değerlerinde ve psikolojisinde meydana getirdiği doğal tahribat; Ve kendi kimliğinden olan bir güçlüyü ne suç işlerse işlesin savunmaya sevk eden kabilecilik gibi farklı konu başlıklarında da önemli tartışmalara kapı aralıyor. Bu yönüyle de muktedir erkeklerin ‘cinsel tacizleri’ni açıkça ifşa süreci Amerikan toplumsal ve politik düzenini ile muktedir olmayı farklı yönlerden yansıtan çarpıcı bir aynaya dönüşmüş durumda.
Bugüne kadar hakkında kadınların ifşalarda bulunduğu güçlü erkekler içinde adını duymanın beni şaşırttığı tek isim olan Charlie Rose, yayınladığı özür açıklamasında, ‘’yanımda çalışan kadınlara sarkarken duygularımız karşılıklı sanıyordum’’ mealinde bir savunmada bulundu. İçtenlikle böyle düşündüğünden pek şüphe de duymuyorum açıkçası. Charlie Rose’a ve onun gibi muktedir erkeklere, gerek çevrelerindeki insanların gerekse de başka insanların duygularına ve haysiyetlerine empatiyi kaybettiren bir şey var; iktidarları.
Tarihçi Lord John Acton’un ‘’İktidar insanı yozlaştırabilir, ama mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır’’ sözü iktidarın bu zehirleyici etkisi hakkındaki en veciz tablo olarak politik bilimin duvarlarında asılı kalmaya devam ediyor.
Peki iktidar, sahibini neden yozlaştırır?
Princeton Üniversitesi Sosyal Psikoloji profesörü Susan Fiske, SA Mind dergisinin Mayıs sayısında, araştırmaların, insanların sosyal veya siyasal iktidarları arttıkça, detayları (küçük insanları da) önemsememeye ve empati duygusunu yitirmeye başladığını ispatladığını kaydediyor. ‘’İktidar, sahibine, iktidar alanında keyfince takılabileceği duygusu verir’’ diye ekliyor.
Sadece iktidar değil, iktidar karşısında acizlik hissi de insanı, ‘gerekli ve ilkeli tavırlardan‘ uzaklaştırıyor. Kadınların neden yıllarca susup da bugün konuşabildiğini açıklayan şey de burada, yani iktidar algısında gizli aslında.
Columbia Üniversitesinden psikolog Adam Galinsky liderliğinde bir heyetin, 2003 yılında yaptığı bir sosyal deney, ‘iktidar’ ile ilgili algımızda küçük bir değişikliğin bile ne derece önemli farklılık yarattığını çarpıcı şekilde sergiliyor. Söz konusu deneyde seçilen 66 denek iki ayrı gruba ayrılır. İlk gruba, yaşamlarında başkaları üzerinde muktedir oldukları ve bu iktidarlarını uyguladıkları bir dönemlerini yazarak anlatmaları istenir. Diğer gruptan istenen ise bir muktedirin iktidarına maruz kaldıkları bir dönemlerini tasvir etmeleridir. Galinsky ve ekibinin amacı, deneklerin, bunları yazarken kendilerini o an için yeniden muktedir veya aciz hissetmelerini sağlamaktır. Daha sonra bu iki grup üçüncü bir odada bir araya getirilerek piyango başvurularını ayıklama işi verilerek çalıştırılmaya başlanır. Bu 66 kişi, deneyle tamamen ilgisiz bu konuda çalışırken, rüzgarını biraz da rahatsız edecek şekilde yüzlerine vuran vantilatörler çalıştırılır. Ve psikologlar şu gerçeği gözlemlemeye başlar: Az önce muktedir hissettirilenlerin üçte ikisi vantilatörlerin yönünü değiştirir. Az önce acizlik hissi yüklenenlerin sadece üçte birinden bile daha azı vantilatörün yönünü değiştirir. Ezici çoğunluğu başına vuran rüzgarı kabullenir.
Mağdur kadınları bugün konuşmaya sevk eden şey, toplumun ve yakınlarının gözünde değersizleşmeyeceklerini, işlerini kariyerlerini kaybetmeyeceklerini, aciz kalmayacaklarını görmeleri…Kendilerini ilk kez haklarında konuşacakları kişi karşısında güçlü hissetmeleri…
Diktatörler için de, yönettikleri toplumun devlete ve muktedirin iktidarına karşı güçsüz hissetmesi ve halka bu acizlik hissini sürekli yaşatmak da işte bunun için hayatidir.
‘’Muktedir insanlar ve aciz insanlar iki farklı psikolojik dünyada yaşar’’ diyen California Üniversitesi sosyal psikoloğu Dacher Keltner da dergiye, ‘’Kendimizi yeterince güçlü hissetmediğimiz zaman, daha çekingen bir insan oluyoruz; başkalarının ihtiyaç ve isteklerini de daha fazla dikkate alıyoruz; ve cezalandırmaya karşı daha duyarlı oluyoruz’’ değerlendirmesi yapıyor ve ekliyor;
‘’Ama muktedirleştikçe, iktidar sahibi olmanın meyvelerini kabule daha açık hale geliyoruz; Ve keyfi davranmaya başlıyoruz’’.
Psikolog Keltner ve ekibi de, iktidar sahibi olmanın insan karakterine etkisini ‘kurabiye canavarı’ diye anılacak bir deney ile gözlemleyecekti. Bu deneyde, üç kişilik bir grup, sıkıcı bir konuda araştırma yazmakla görevlendirilir. Bu üç kişiden birine ise diğer iki arkadaşının performansına not vermesi yetkisi verilir. Çalışmaktan yoruldukları hissedildiğinde ise kendilerine içinde 5 kurabiye bulunan bir ikram yapılır. Gizli kamerayla denekleri izleyen psikolog ekibi, tabakta kalan son kurabiyeyi, kendisine otorite verilen deneğin hiçbir çekince göstermeden rahatlıkla alıp yediğini gözlemler. Otorite sahibi olmanın ona verdiği özgürlük hissi bununla da sınırlı değildir. Muktedir denek, kurabiyeyi, tıpkı Susam Sokağındaki kurabiye canavarı gibi, ağzını şapırdata şapırdata, dudaklarını yalaya yalaya, döke döke yer. Otoritesi altındakilerin bu yiyiş tarzından rahatsız olabileceği gibi hiçbir endişe taşımadığı açıktır.
Keltner ve ekibinin bu deneyleri de şu gerçeği daha da pekiştirdi; İnsanlar muktedir oldukları oranda, çevrelerine karşı terbiyeleri başta olmak üzere dikkate aldıkları sosyal norm sayısı da azalıyor.
Charlie Rose’un ‘’karşılıklı sanıyordum’’ yanılgısını anlamamıza yardım edecek bir diğer iktidar gerçeği ise, iktidarın, sahiplerine, kendilerini aşırı önemsettirmesi ve kendisini olduğundan daha ‘alfa’, örneğin daha çekici bir erkek gibi görmesine sebep olması. Donald Trump, organize ettiği güzellik yarışmalarına katılan kızların tamamının nihai amacının aslında kendisi ile yatmak olduğuna inandığını belirtmişti bir defasında.
Muktedirlerin, iktidardan düştüklerinde, altlarındaki insanlarda gördükleri nefretten şaşkınlık yaşamaları bundan. Örneğin, filmlerinde rol kapmak için daha düne kadar kapısında dünyaca ünlü bir çok ismin bile adeta gecelediği için kendisini bulunmaz hint kumaşı sanan bir Hollywood yapımcısı, ertesi sabah figüranların bile selam vermeye tenezzül etmediği bir insan olduğunu öğrenmenin şaşkınlığını yaşıyor.
Bir diğer gerçek ise, iktidarın, muktedire, kendisi ve iktidarı dışında her şeyin önemsiz bir detay olduğu duygusu yaşatması. Diktatörlerin koltuklarını korumak için her şeyi, hatta ülkelerini bile toptan ateşe atmaya hazır olmaları bu duygu(suzluk) durumunun eseridir. Onun iktidarda kalmasının yanında ülkenin veya başka bir şeyin akıbetinin ne önemi var ki…
Hakkında cinsel taciz iddiası bulunan erkeklerin kurbanlarının neden hep birden fazla olduğunu açıklayan şeydir de bu. Yani bu tür erkekler, bir kadını çok beğendikleri için ona tacizde bulunuyor değiller, etraflarındaki bütün kadınları, duygu ve şahsiyetleri olan bir insan gibi değil, rahatlıkla dokunabilecekleri, kullanabilecekleri eşyalar gibi görüyorlar. Psikologlar, muktedirlerin, soyut ve dışlayıcı düşünmede hep ortalamanın çok üzerinde olmasının nedeninin bu olduğunu belirtiyor. Sahici hayatlar, sahici dramlar, sahici duygular, iktidarlarına yardım edecek bir propagandaya konu olmadıkça, üzerinde çok dertlenecekleri şeyler değil. Tacizci muktedir, tacizde bulunduğu kadınların nasıl bir travma yaşayabileceğini anlayabilecek empatiden yoksundur.
Almanya Köln Üniversitesinde sosyal psikoloji profesörü Joris Lammers’ın 2010 yılında yaptığı bir deney de insanların muktedirleştikçe, ilkelerden koparak, kendi yaptıklarını yanlış görmeme, ama kendi yaptığı yanlışı öteki yapınca aşırı öfkelenme eğilimine girmesini anlamamıza yardımcı oluyor.
Lammers ve ekibi, iki ayrı gruba ayırdıkları deneklerin yarısına iktidar duygusu, yarısına da acizlik duygusu aşılayacak bir performanstan sonra şu soruları sorar:
‘’Sokakta park etmiş sahipsiz bir bisikleti alsanız ne olur ki?’’
‘’Gelir vergisi beyannamenizde bazı gelirlerinizi beyan etmememiş olmanızda bir sakınca var mı?’’
‘’Hız sınırının üzerinde araba sürmenizde bir sakınca var mı?’’.
Deneklerin yarısına bu davranışları, kendilerinin yapmasında bir sakınca görüp görmedikleri, diğer yarısına ise, başkalarının yapmasında sakınca görüp görmedikleri şeklinde sorulur. Sorulardan önce kendisini muktedir hissetmesi sağlanan deneklerin, kendileri söz konusu olduğunda bu davranışlarda hiç sakınca görmedikleri gözlemlenir. Başkaları söz konusu olduğunda ise herkesin kurallara uyması gerektiğini savunurlar. Fakat kendisini aciz hissetmesi sağlanan deneklerin, kendileri ve başkaları için neredeyse aynı standart tavırda kaldıkları gözlemlenir. Hatta bunlardan bazıları, kendilerinin yapmasına başkalarının yapmasından bile daha kınayıcı bakabilmektedir.
İnsanlar muktedirleştikçe, kuralların, değerlerin, yasaların sadece aşağıdakiler veya ötekiler için olduğuna ve kendisinin her türlü kuralın, yasanın, ilkenin, moral değerin üzerinde olduğuna inanma eğilimine giriyor.
Sosyolog Max Weber, iktidar sahibi olmanın, bir kişiye veya toplumsal kesime, kendisinin bu yaşamda gerçekte neyin peşinde olduğunu görmesi için mükemmel bir şans olduğunu yazacaktı.
İşte bunun için de iktidar sahibi olmanın en acı laneti, mutlak iktidar sahibi bir muktedirin, iktidarında gerçekte neye benzediğini ancak iktidar ve statüsünü kaybettiğinde görebilmesidir.
Ezdikleri, aşağıladıkları, taciz ettikleri karşısına geçip hesap sorabildiğinde ve bundan dolayı da işlerini, güvencelerini yitirmediklerinde, tacizci muktedir, kendisinden başka herkesin görebildiği kendi geçeğiyle yüzleşir. Ama artık çok geçtir…
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz