‘Büyük resmi’ kimler görebilir?
CEMAL TUNÇDEMİR
28 Haziran 2019
16 yaşında bir süpermarket kasiyerisiniz. Bir gün market yönetiminin, kasiyerlerin başarılarını, kasaya dakikada okuttukları ürün barkodu sayısı üzerinden ölçtüğünü öğreniyorsunuz.
Hırslı ve rekabetçi bir kişiliğiniz var. Bundan dolayı da, işyerinizin takdirini kazanmak için oldukça yüksek hızda çalışmaya başlıyorsunuz. Ürünleri hızlıca okutup hemen bir sonraki müşteriye geçiyorsunuz. Derken, çabuk yıprandıkları için tarayıcının barkodunu okumakta zorlandığı ürünlerden biri geliyor. Diyelim ki kedi maması torbası. Okutmaya çalışıyorsunuz ama elektronik tarayıcı barkodu bir türlü okumuyor. Bir daha, bir daha deniyorsunuz…Yine olmuyor. Saniyeler hızlıca akıyor. Acil bir karar vermeniz lazım.
Ne yaparsınız?
İşte bu hatıranın, günümüzde artık gazeteci olmuş sahibi kasiyer, o anda ürünü kasaya okutmadan geçirip müşterinin sepetine öylece bıraktığını yaklaşık 20 yıl sonra NPR’daki bir canlı yayında itiraf ediyor. Yani, ürünü müşteriye bedavaya vermiş. Kendi deyişi ile, ‘’süpermarket yönetiminin takdirini kazanmak için’’. Kazanmış da… Performansıyla ayın çalışanı da seçilmiş.
Bu aslında değişik şekillerde sıkça yaşanan bir tablo.
Örneğin bir araba satış şirketi, pazarlamacılarına ayda 5 araba satınca ikramiye vereceğini bildirir. Her pazarlamacı, ayın sonunda ikramiye kotasına ulaşmak için ne yapar? Arabaları indirimli ve artık son gün belki de maliyetine satmaya çalışır. Pazarlamacı ikramiyeyi kazanırken şirketin geliri düşer.
Sovyet dönemiyle ilgili anlatılan ünlü bir anekdot vardır. Yıllık üretim planlamasında, çivi üreten fabrikalara belli sayıda çivi üretme hedefi verildiğinde, fabrikalar, plan dönemi içinde bu sayısal hedefi, yani istenen sayıda çiviyi üretir. Ama bir sorun vardır; çivilerin boyları çok küçüktür. Sayıyı yakalama çabası hedef olduğu için daha küçük sayıda daha fazla çivi üretilmiştir. Çoğu kullanılamaz. Bir sonraki planlamada, bu kez, toplamda belli ağırlıkta çivi üretimi fabrikalar için hedef haline getirilir. Bu kez de fabrikalar, tek tek fazla sayıda çivi üretmek yerine az sayıda büyük çiviler üretir. Çivilerin çoğu yine kullanılamaz.
Bir başka örnek İngiltere’den. 2000’lerin başında Tony Blair hükümeti, hastanelerde hizmet kalitesini yükseltmek iddiasıyla bir takım hedef limitler uygulamaya koyar. Örneğin acil servislerde 4 saat limiti getirilir. Acil servise gelen hasta en fazla 4 saat içinde muayene edilecektir. Elbette ki, bu karardan sonra bütün hastanelerin acil servislerinde bekleme süresi düşer. Fakat, çoğu zaman bu politikanın amaçlamadığı şekilde. Örneğin, hastalar saatlerce ambulansın içinde bekletilir ve 4 saat içinde muayene edilebileceği zaman yaratıldığı zaman hastane içine alınır. Hedeflenen saat sürelerine ulaşılır ama hastalara bakan yönüyle hizmet, bir önceki uygulamadan daha kötü hale gelir.
Yine bir başka zaman, Londra polis teşkilatı, şehrin çeşitli suçlar yaşanan 102 otobüs durağında suçu azaltmayı en önemli öncelik haline getirir. Polisler üçer vardiya halinde 6 ay boyunca sürekli bu otobüs duraklarını ziyaret eder ve buralarda denetim yapar. Altı ay sonunda otobüsler ve duraklarıyla ilgili suçlarda keskin bir düşüş yaşanır. Ama aynı altı aylık sürede şehrin polissiz kalan diğer yerlerinde suçlarda patlama yaşanmıştır.
İşte bütün bu örnek olayların hepsinin ortak sorununu tespit eden bir ekonomi kuramı var: Goodhart Yasası.
Goodhart Yasası, adını onu ilk kez formüle eden kişiden, Charles Goodhart’tan alıyor. Bir dönem İngiliz Merkez Bankasının Para Politikaları Komitesi üyesi de olan Goodhart, 82 yaşında olmasına rağmen hala 35 yıldır ders verdiği London School of Economics’te onursal profesör olarak görev yapmaya devam ediyor.
Goodhart’ın 1975 yılında para politikası ile ilgili yazdığı bir makaleye biraz da şaka olarak eklediği bir yan not, makalenin dışına taşar ve onun adıyla anılacak Goodhart Yasasının özünü oluşturur. Goodhart’a göre gözlemlenebilir her hangi bir istatistiki regülarite, kendisini kontrol amaçlı baskı görmeye başladığında çökerdi. Daha açık bir ifadeyle, her hangi bir gösterge veya ölçüt, amaç haline geldiğinde, artık iyi bir gösterge olmaktan çıkar, hatta yıkıcı etkisi olur.
Tek bir ölçütü amaç haline getirmenin bu yıkıcı etkisini, ekonominin dışında, sosyal hayat, sivil toplum hareketleri, siyasal partiler, devlet politikaları ve hatta ikili romantik ilişkiler de dahil bir çok alanda gözlemlemek mümkün.
Örneğin bir gazetesiniz. Sitenizin ‘tıklanma sayısı’, editoryal yönetimin tek hedefi haline getirilir. Muhabirler kaliteli içerik üretmekten vazgeçecektir. Çünkü kaliteli içeriğin okurunu bir araya toplamak zaman alır. En ciddi konuların bile kendisi değil de, gören herkesi tıklamaya tahrik edecek sansasyonel başlıkları, magazinel veya polemik yaratacak detayları temel ilgi alanına dönüşür. Başlangıçta tıklanma sayınızın artması garantidir. Ama artık bir ‘gazete’ değil kurumsal troll platformu olma yolundasınız. Her trollük gibi bir süre sonra bıktırıcı olacak ve artık tıklanmayacaksınız.
Veya gazetenin tek hedefini ‘parasal gelir’ haline getiriyorsunuz. Bu durumda da, ihale alacağınız, reklam alacağınız, bağış alacağınız odakların veya patronun diğer şirketlerinin çıkarlarının yancısına dönüşüyorsunuz. Bir süre güzel para kazanıyorsunuz. Ama bu durum okurun size güvenini yok ediyor. Kimse sizi okumayınca, ihale veren politikacı, reklam veren firma, bağış yapan kişi de artık sizi değersiz görmeye başlıyor ve aşağılayarak desteğini kesiyor. Nihayetinde sadece gelirden yoksun kalmıyorsunuz, mesleki saygınlığınız ve kurumsal değeriniz de çöp oluyor.
Örneğin akademisyensiniz. Akademik performansınızın yegane ölçütü yayınladığınız makale sayısı veya makalelerinize yapılan atıf sayısı haline geldiğinde, artık makale sayınızı veya atıfları artırma asıl amacınıza dönüşür. Ben-Gurion Üniversitesinde veri bilimleri uzmanı profesör Michael Fire’ın ‘Akademik ölçütlerle oynanıyor mu?’ başlıklı araştırması bu konuda pek de iç açıcı olmayan bir manzara sunuyor.
Makale sayısını artırmak ve daha sık aralıklarla makale yayınlamak için, günümüzde çok yazarlı makaleler veya kısa makalelerde patlama yaşanıyor. Yine, bir çok akademisyen sırf kendisine yapılan atıf sayısını artırmak için yine kendi eski makalelerine yüzlerce kez atıf yapabiliyor. Michael Fire ve arkadaşlarının 120 milyon akademik yayın ve 528 milyon atıf üzerindeki yaptıkları istatistiki araştırmaya göre bilimsel makalelerin yüzde 72’si ve en az 5 atıf alan makalelerin yüzde 25’ine 5 yıldan sonra hiç atıf yapılmamış. Yani, akademik çabanın önemli bir kısmı, sırf kısa sürede bitirme adına kalitesiz içeriğe sahip olduğu için uzun vadeli hiçbir etkiye sahip olmamış. Yayın sayısı, kariyer açısından ve üniversiteler arası rekabet açısından tek ölçü haline geldiği için, günümüzde kariyerine yeni başlayan genç akademisyenler, kendilerinden önceki kuşakların kariyerlerine başladığı aynı yaşlardaki makale üretiminden kat be kat fazla makale üretmek zorunda kalıyorlar. İçerik ise önceki kuşakların makale kalitesinden çok uzakta.
Örneğin bir kamu otoritesisiniz… Mesela New York Polis Teşkilatı, 1970’lerin başında şehirde suç oranını azalmış gösterdiğinde herkes şüphelenecekti. Sonuçta, NYPD’nin ‘suç’un ne olduğunu(ölçü) yeniden tanımladığı için suç sayısını düşük hesapladığı ortaya çıkacaktı.
Tabii ki Goodhart Yasasını gözlemlemek için en ideal alan, bu yasanın adının ilk kez konduğu alan olan ekonomidir. Gayri Safi Hasıla, Kişi Başına Milli Gelir veya enflasyon oranlarını, hesaplama yöntemini, dahil edilecek kalemleri değiştirerek bir gecede değiştirebilirsiniz. Gayri Safi Hasılanın büyüklüğünün veya Kişi Başına Milli Gelirde artışın otomatik olarak ‘refah’ anlamına gelmemesi bundandır. Dolayısıyla tek bir göstergeyi hedef haline getirmek, o gösterge üzerinde manipülasyonlara da kapıyı açacaktır.
İstatistik kurumu, Merkez Bankası gibi kurumların hükümetten özerk bir yapıya sahip olmasının ülke ekonomisi için hayati derecede önemli olmasının nedenlerinden biridir de bu…
Şirketler evreninde de sıkça gözlemlenir. Örneğin, arama motorlarının sonuçlarında ön sayfalarda çıkma kriteri başlangıçta tıklanma sayısıydı. Ama kurnaz web sitelerinin tıklanma sayısını otomatik artıracak yollar bulmaları gecikmedi. Sonradan içerik büyüklüğü kıstas oldu. Bu da suistimal edildi. Sonra diğer sitelerden gelen link sayısı kriter oldu. Yine kısa sürede bu ölçüt de yozlaştı. Bilinir hale gelen her kriter, web siteleri tarafından istismar ediliyor. Google bu nedenle, günümüzde arama sonuçları sisteminin birçok kriterini, Goodhart Yasası mağduru olmamak için son derece gizli tutuyor.
‘Tek ölçüt’ üzerinden performansı sadece kamu otoriteleri ve şirketler değil halk da manipüle eder. Örneğin Hindistan’ın bazı bölgelerinde şehir merkezlerini, sıkça görülen kobra yılanlarından tamamen arındırmak isteyen hükümet, yakalanıp veya öldürülüp getirilen her kobra başına ödül verme politikası uygulamaya koydu. Bir süre sonra şehir merkezlerinde görülen kobra yılanı sayısı hızla düştü. Ama devlete getirilen kobra yılanı sayısı arttıkça artmaya devam etti. Sonradan anlaşıldı ki, bir çok kişi evinde bahçesinde kobra yılanı yetiştirmeye başlamıştı ve yetiştirdiği kobraları hükümete götürüp ödül alıyordu. Hükümet, ‘her kobraya ödül’ programını apar topar iptal etti. Yetiştiriciler ellerinde kalan kobraları evlerinden açık alanlara bıraktı. Ve şehirlerdeki kobra yılanı sayısı programdan öncekinden bile daha fazla hale geldi.
Tek tek her birimiz, en doğru olanı bildiğimize inanırız. Öngörülerimize fazlasıyla güveniriz. Yanıldığımızı, yanılacağımızı pek düşünmeyiz.
ABD’nin komünist Çin ile ilk kez temas kurduğu 1972 yılında, Başkan Nixon’un tarihi Çin ziyaretinden hemen önce, psikologlar Baruch Fischhoff ve Ruth Beyth, bir grup deneğe, Başkanın Çin gezisinin olası sonuçları üzerine tahminlerini sordukları bir araştırma yapar.
Deneklere her soruda gezide olabilecekler ve sonuçları hakkında 15’er tahmin yapma şansı verilir. Fischhoff ve Beyth’in bu araştırmayla asıl merak ettiği şey ise üzerinden biraz zaman geçtikten sonra deneklerin bu tahminlerini ne kadar hatırladığıdır. Nixon’un ziyareti tamamlanır, tarihi seyahatin sonuçlarının ortaya çıkacağı kadar bir süre geçer. Ve deneklere yeniden ulaşılarak, geçmişteki tahminleri ve ortaya çıkan sonuçlar hakkındaki yorumları sorulur. Sonuçta, deneklerin tamamının 15’er tahminlerinden sadece isabetli çıkan tahminlerini hatırladığı ortaya çıkar. Gerçekleşmeyen öngörülerini ise hiçbiri hatırlamaz bile. Fischhoff ve Beyth bu araştırmanın sonuçlarını yazdıkları bilimsel makalenin başlığını ‘’Ben Demiştim’’ koyarlar. Yani, ‘öngörülerimde haklı çıktım’ eğilimi hepimizde var. Geçmişte düşüncelerimizi çoğunlukla yanlış hatırlamamızı açıklayan şeydir bu.
Oysa yaşam, ekonomi, dünya, ülkemiz, kentimiz, kimlik grubumuz ve hatta sevgilimizle duygusal ilişkimiz bile düşündüğümüz kadar basit bir yapıya sahip değil. Bir çok soruna çözümümüzün daha büyük yeni sorunlar doğurması da bu basite eğilimli bakışımızın sonucudur. Henry Mencken’in de dediği gibi, ‘’Hayattaki her karmaşık problemin, aklımıza çabucak gelen açık, basit ve aynı zamanda son derece yanlış bir çözümü vardır’’.
İşte bu nedenlerle, son derece kompleks yapıları, durumları ve sorunları, tek bir kişinin aklına, çıkarına ilgisine, tek bir öngörüye veya tek bir ölçüte indirgediğimizde büyük bir körlük yaşamak kaçınılmazdır.
Bu, genelde tek hedefe kilitlenmiş katı ekonomik planlamalardan uzak olan; medyası özgür; milletvekillerinin ve parti teşkilatlarının genel başkanların şahsi mülkü olmadığı; yargı, istatistik ve denetim kurumları bağımsız; ve üniversitesi kamusal ve toplumsal baskıdan özgür ülkelerin neden daha müreffeh olabildiklerini açıklayan şeylerden biridir. Her sorunun çözümünde, her düzenlemede, mümkün olduğunca fazla olasılık, çıkar, itiraz, ölçüt ve bakış karar süreçlerine dahil olur. Başarısızlık riski ya çok azalır ya da başarısızlığın oluşma süreci çok uzar. Her konuda büyük resmi görebilir bu tür ülkeler. Aksi manzaradaki bir ülkenin ise 100 yıl da geçse görebileceği tek şey vesikalık resimdir.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’da takip edebilirsiniz