Skip to content
Menu

Tarım cenneti bir ülkede nasıl kitlesel açlık yaratılabilir?

Venezuelalı çiftçiler, tarımsal üretimin her aşamasını yöneten devlet kurumları ve parti kooperatiflerindeki yolsuzluk, verimsizlik ve hantallığı protesto amacıyla başkent Caracas’a bir yürüyüş düzenlediler.

CEMAL TUNÇDEMİR

19 Temmuz 2019

Venezuela’daki insani, politik ve ekonomik kriz haberlerinin ilk klişesi, bu ülkenin dünyanın en büyük petrol rezervinin üzerinde bulunduğuna dikkat çekmektir. Böylesi bir yeraltı zenginliğin üstünde böylesi bir yoksulluğun ironik çelişkisine vurgu yapılır.

Fakat şu anda nüfusunun önemli bir bölümü açlık sınırı altında yaşayan ülkenin bu klişeden çok daha trajik bir çelişkisi daha var. Venezuela bir tarım cenneti. Türkiye’den 130 bin kilometrekare daha fazla toprağı ve Türkiye’nin yarısından daha az bir nüfusu var. Topraklarının büyük bölümü sulu tarıma son derece elverişli. Uygun bir iklimi var ve işte bu coğrafi avantajları sayesinde 20 yıl öncesine kadar da sadece kendi kendine yetecek kadar değil, bütün güney ve kuzey Amerika’ya ihraç edecek kadar meyve, sebze, gıda, hayvansal ürün üretimi yapabiliyordu.

Peki Venezuela ne yaptı da artık kendi toprağının bereketinden bile yararlanamıyor?

Bir tarım cennetini, sadece 20 yılda, insanların kitlesel açlık yaşadığı bir ülkeye ne dönüştürebilir?

Ne haber klişelerinin tekrarladığı ‘ham petrol fiyatlarının düşmesinin‘ ne de Venezuela rejiminin Pravda’sı olan Telesur’un bıkmaksızın iddia ettiği gibi Amerikan ambargolarının bunda en ufak rolü yok.

Gıda kıtlığı ve kitlesel açlık, Venezuela rejiminin 20 yıldır uyguladığı bilinçli politikaların kaçınalamaz sonucudur. Venezuela rejimine hiçbir düşmanlığı olmayan bağımsız birçok ekonomistin de daha yolun başında uyardığı bir sonu yaşıyor ülke. Ne Bolivar rejimi ne de Venezuela halkı 15-20 yıl önce kendilerini dostça uyaran uzmanları ciddiye almadı.

Hugo Chavez’in 2001’de, “Toprak kimsenin malı olamaz, toprak ülkenin malıdır” gibi süslü bir retorikle başlattığı Toprak Reformu, ilk adım oldu. Chavez’e göre “büyük çiftlik sahipleri” halka ait arazileri illegal olarak mülkiyetlerinde tutuyordu. İşte bu yasa, devlete, özel tarım alanlarına ‘kamulaştırma’ adı altında el koyma gücü verdi. İlk etapta 28 bin kilometrekarelik tarım arazisi kamulaştırıldı ve küçük parçalar halinde yoksul Venezuela köylülerine verildi. Politika, Chavez’e sonraki seçimlerde büyük oy desteği olarak dönecekti.

Örneğin Tamarindo şeker kamışı ‘hasiendası’ bu arazilerden biriydi. Juan Dos Santos kuşaklardır ailelerine ait bu araziyi, örnek tarım alanı haline getirmek için 18 milyon dolarlık yatırım yaptıklarını anlatacaktı sonradan. Modern bir sulama sistemi, yollar, elektrik donanımı, depolama üniteleri ve diğer teknolojik sistemlerle ülke tarımına ciddi bir katkı yapar hale dönüştürmüşlerdi.

“Ülkedeki her şeyin rejimin yönetiminde olması gerektiğine” inanan Chavez’in böylesi devletten bağımsız girişimlere sempatik bakmadığı açıktı. Tamarindo da kamulaştırıldı. Chavez’in deyimi ile ‘Venezuela halkının malı haline getirildi’.

Örneğin Vicente Lecun’un ailesinin 1890 yılından beri Santa Clara’da sahibi olduğu büyük tarım çiftliği. Venezuela hükümeti, inek sürülerinin otladığı çayırları ve diğer hayvancılık ürünleriyle son derece verimli bu çiftliğe, “burada mısır yetiştirmeye karar verdik” diyerek el koydu.

Birkaç büyük çiftliği devletleştirmesinin halktan büyük destek gördüğünü gören Chavez, rejime açıktan güçlü destek vermeyen ne kadar tarımsal üretim alanı varsa, ‘buralar yeterli verimlilikte kullanılmıyor’ gerekçesiyle el koymaya başladı. Yıllarca köylülerin iş gücünü sömürmeleri, büyük çiftliklere yönelik uygulamaya kamuoyunda büyük destek sağladı. Ancak, devlete verilen her kontrolsüz güç gibi kontrolden çıkması da uzun sürmedi. El koymalar zaman gittikçe orta ve küçük tarım çiftliklerine de yayıldı. Chavez, bunları kamuoyuna açık toplantılarda, televizyon programında imzalıyordu ve liderin bu cüreti, partililerin ve yoksul halkın büyük alkışını alıyordu.

Chavez’den yoksul Venezuela halkına ikinci büyük “hediye”, enflasyonun yükselmeye başladığı 2003 yılında geldi. Gıda ürünlerinin perakende satış fiyatlarına üst limit getirilerek “pahalılık dizginlendi”. Önce şeker ve süt gibi temel gıda ürünlerinde başladı uygulama. Sonradan diğer gıda ürünleri de fiyat üst limiti uygulamasına sokuldu. Süpermarketlerde fiyat etiketleri artık çok ucuzlamıştı. 

Fakat bir sorun vardı. Süpermarketler sonuçta üretici değildi, aracı tüccarlardı. Onlar da sattıklarını, üreticiden para ödeyerek satın alıyorlardı. Eğer, gıda ürününü satın alırken ödedikleri paradan daha yüksek bir fiyata satamayacaklarsa, yaptıkları işin ticari ne gibi anlamı olabilirdi ki? Doğal bir refleksle, üreticiden çok daha az mal almaya ve giderlerini kısmaya başladılar. Market rafları boşalmaya başladı. 

Chavez yönetimi ise bunu, “sağcı market sahipleri devrimimize karşı ekonomik savaş yürütüyorlar” diyerek, süpermarket zincirlerinin Bolivar devrimine düşmanlığına bağladı. Exito ve Cada gibi süpermarket zincirlerine devlet el koyarak kamulaştırdı.

Ürünleri kasıtlı olarak “pahalı satarak” devrimi karalamaya çalışan bu ‘işbirlikçi sağcı marketlere” karşı devlet kendi tanzim satış market ağını kurmaya karar verdi. Chavez’in ‘Mission Mercal’ adını verdiği uygulama ile ülke genelinde 16 bin 600 şubesi olan indirimli satış marketleri zinciri kuruldu. 2008 yılında ise ulusal toptan gıda satış ağı olan PDVAL kuruldu. Tamamı, Venezuela bütçesinden finanse edildi.

Venezuela rejimi, marketçiliğe başladıktan sonra, fiyat kontrol uygulamasını süpermarketlerle sınırlı olmaktan çıkardı ve üretici firmalara da yansıttı. Artık tarım üreticileri de marketlere gıda ürünlerini devletin belirlediği belli bir toptan fiyatının üzerinde satamayacaktı. Çiftçiler, tarım ve gıda üreticileri, ürettiklerini, piyasa değerinin çok altında satmaya mecbur bırakıldı. Çoğu zaman maliyetlerinin ya altında veya başa baş fiyatlarla…

Ama bir sorun daha vardı. Tarım ve gıda üreticileri de her şeyi bedava maliyetle havadan üretmiyordu. Onların da üretim maliyeti giderleri vardı. Arazilerine, fabrikalarına yeni yatırım yapmayı bıraktılar. Gübreleme, ilaçlama, tohumlama, tarım aracı yatırımı gibi maliyetleri kıstılar. 2005-2010 yılları arasında tarım ve gıda üretimi keskin şekilde düşmeye başladı.

Rejimin bu soruna “çözüm” bulması da çok uzun sürmedi. Tavan fiyat sistemi, üretimi destekleyen yan sektörlere de genişletildi. Tarımsal makineleri üreten fabrikalara, gübre üreticilerine, tarımsal ilaç üreten firmalara, üretime tedarik sağlayan firmalara zincirleme olarak genişletildikçe genişletildi.

Doğal olarak birçok üretici, yaptıkları işin hiçbir mantığı kalmadığını gördüğü için ya üretimi tamamen bıraktı veya sadece kendisine yetecek kadar üretmeye başladı.

Chavez rejiminin bu soruna “çözümü” bulması da gecikmedi. Devlet mevcut fabrikaların ve üretim tesislerinin bir çoğuna el koyarak kamulaştırdı veya sıfırdan kendi firmalarını kurdu. Örneğin, Venezuela’da tohum, ilaç, gübre gibi tarımsal üretim malzemeleri satan ve 1955’de İspanyol göçmenlerde kurulan Agroisleña firmasına 2010’da el konuldu. Chavez, “Tarım sektöründe sömürüye izin veremeyiz” dedi. El konulan şirketin yerine Agro-patria (Tar-Vatan) adlı devlet şirketi kuruldu. Tarımda üreticiyi tekellerden kurtaracağı iddia edilen Agropatria sadece 5 yıl sonra tarımsal üretim sektörünün yüzde 95’inin tek sahibi haline geldi. Ülkenin bütün çiftçileri, tarım üreticileri bu hantal, işlevsiz ve gırtlağına kadar yolsuzluğa gömülmüş devlet kurumunun insafına kaldı. Çok büyük iddialarla kurulan Agropatria marketlerinin rafları da çok geçmeden boşalacaktı zaten. İhtiyaçları olan hiçbir şeyi burada bulamayan Venezuelalı çiftçiler bundan dolayı ‘Agro-nada (Tar-HiçBirŞeyYok)’ adını verecektiler.

Mısır unu üreten 27 fabrikadan 18’i kamulaştırıldı. Devlet malı haline gelen bu fabrikaların tamamı ya durmuş durumda veya çok düşük üretimle çalışabiliyor.

2005 yılından beri devletleştirilen bütün şeker fabrikaları, en fazla 10 yıl içinde birer enkaza dönüştü. En dramatik olanlardan biri Cariaco şeker fabrikasıydı. Kamulaştırılmasının sadece ikinci yılında, kamulaştırılmadan önceki son yılının üretiminin ancak yüzde 11’i kadar üretim yapabilir hale gelmişti. Chavez’in memleketinde 2002 yılında çok büyük yatırımla inşa edilen Ezequiel Zamora şeker fabrikası yıllardır adeta bir enkaz halinde veya çok küçük oranda bir şeker üretimi yapıyor. 2009 yılında ülkenin Cargill, Polar gibi bütün özel pirinç üreticilerine el konuldu. Chavez, “Biz zenginleri değil yoksulları koruyoruz” diyerek televizyondan açıkladı kararını…

Nihayet üretimin bütün aşamalarında devletin olduğu bir yapı oluştu. Devletin tarımsal üretim zincirinin karşısında özel sektör rakibi kalmayınca bu devlet üretim zincirinin parçaları da ‘artık kendilerini piyasaya ispatlama’ zorunda kalmaktan kurtuldu. Kendilerini partiye ve devlete ispatlamaları yeterdi.

Dünyada suistimale en açık sistemler, devletin sadece kendisine hesap verdiği kapalı sistemlerdir. Bağımsız hukukun olmadığı, özgür medya sorgusundan yoksun bütün otoriter rejimlerin özünde bir yolsuzluk batağı olmasının nedeni budur… Chavez, daha 2000’lerin başında bağımsız yargıyı, denetim mekanizmalarını, anayasal düzeni fiilen ortadan kaldırmış, yerine de, hemen her konuda ‘yukarıdan talimat bekleyen‘ mafyatik-partizan bir kurumsal düzen kurmuştu. Tabii ki bağımsız yargı ve denetimin olmadığı bir ortamda sadece Chavez değil, devlet içinde ona sadık bütün bir hiyerarşik yapı da keyfi davranabilme iklimine kavuşmuştu. Yolsuzluk Venezuela tarihinde görülmemiş ölçüde kurumsallaşıp sistemleşti.

El konulan, kamulaştırılan tarım alanlarına, fabrikalara atanan ve çoğu subay olan kayyumlar, kontrolsüz şekilde çalmaya başladı. Kamulaştırma planı o kadar geniş bir alanda uygulanıyordu ki, devletin artık çok küçük hale gelmiş denetim mekanizmasının bütün bu işleyişi denetlemesi imkansızdı. Öyle ki, aynı resmi görevliler, ekonomide “arbitraj” denen bir durumun avantajlarını da sonuna kadar kullandı. Devletin aşırı sübvansiyonu ve fiyat kontrolü nedeniyle oldukça ucuza elde edilen gıda maddeleri, sınırdan kaçak çıkarılarak Kolombiya ve Brezilya’da gerçek fiyatlarına satılmaya başlandı. Bunu engellemek için karne uygulaması getirildi. Bu da kayırma tartışmaları ve kuyrukları doğurdu.

Hayvan üreticileri, besleme maliyetleri ve güvenlik riskleri nedeniyle yeni hayvan yetiştirmemeye başladı. Silahlı çeteler veya aç köyler, hayvan üreticilerinin ahırlarını basarak hayvanları çalmaya başladı. Venezuela’nın sığır sayısı, sadece son 4 yılda 5 milyon azalarak 8 milyona geriledi.

Venezuela Tarım Üreticileri Dernekleri Federasyonu başkanı Aquiles Hopkins, 2019 başında yaptığı açıklamada, ülkede tarımsal ve gıda üretiminin, ülke tüketiminin en fazla yüzde 17’sini karşılar hale gerilediğini belirtecekti. Hopkins aynı açıklamasında, “Sosyalizm, Norveç’te Finlandiya’da olan şey. Venezuela’dakinin adı diktatörlük” eleştirisinde bulunacaktı.

2017 yılında Washington Post’a konuşan Venezuelalı tarım uzmanı Carlos Machado da, “Devlet bugün artık, üretici, işleyici, dağıtıcı ve satıcı. Yani bütün gıda üretim zinciri kısır ve verimsiz tarım bürokrasisinin eline düşmüş durumda” şeklinde konuşacaktı.

Venezuela’da gıda kıtlığı, Nicolas Maduro döneminde aniden ortaya çıkan bir durum değil. Örneğin, Venezuela Ulusal Tarım ve Hayvancılık Konfederasyonu verilerine göre, 2007 ile 2011 arasında tarımsal üretim çok keskin bir düşüşe sahne oldu. Venezuela beslenme kültüründe ‘buğday’dan çok daha temel bir besin kaynağı olan mısırın üretimi o dört yılda yüzde 40.3 azaldı. Pirinç üretimi yüzde 38.9, şeker yüzde 33.6, kahve yüzde 46.5, patates yüzde 63.5, domates yüzde 31, soğan yüzde 24.6 oranında düştü. Et üretimi ise Chavez’in iktidara geldiği 1999 ile 2013 arasında yüzde 75 oranında geriledi. 2018’e gelindiğinde ise pirinç, mısır ve kahve üretiminde düşüş oranı yüzde 60’lara ulaşacaktı.

Peki Venezuela’nın gıda ve tarım üretiminde muazzam gerileme daha Chavez döneminde başladıysa neden Maduro döneminde görünür hale geldi bu sorun?

Ülkede kıtlık ve açlığın oluşum süreci ile ham petrol fiyatının kesiştiği nokta burası. 2000’li yıllarda ham petrol fiyatlarının olağanüstü yükselmesi, ülkeye hem petrol geliri hem de kolay borçlanma olanağı ile on milyarlarca dolar sıcak para girişine neden oldu. Venezuela rejimi, ülke içinde 2003’lerden itibaren baş göstermeye başlayan gıda ve tarımsal ürün kıtlığını, ithalat ile kolayca ikame etmeye başladı. 2004 yılında kişi başı gıda ithalatı yıllık 78 dolardı. 2012’ye gelindiğinde bu rakam 312 dolara yükselmişti. Bu muazzam ithalat artışı yüzünden halk, ülkece aslında nasıl bir açlığa doğru sürüklendiğini yıllarca fark etmedi bile.

Ta ki 2014’te ham petrol fiyatları çöküp ülkenin petrol gelirinde keskin düşüş yaşanıncaya kadar… Venezuela kolayca borçlanamaz hale geldi. Zaten ödemesi gelmiş dağ gibi bir borç yükü de oluşmuştu. Artık devlet, halkın tüketimine yetecek kadar gıda ve tarımsal ürün ithal edemiyor. Sadece 2013-2017 arasında ithalat yüzde 73 oranında azaldı. Bir diş macunu tüpü, bir tane yumurta, bir rulo tuvalet kağıdı gibi günlük basit tüketim malzemeleri bile, çok lüks tüketim ürünlerine dönüştü.

Son yıllarda ülke hemen her gün, 2000’lerin başında müstakbel akıbet olarak anlatılsa kimsenin inanamayacağı yeni bir trajikomik gelişmeye sahne oluyor. Örneğin, Mart 2017’de Venezuela devleti ve fırıncılar karşı karşıya geldi. Maduro’nun resmi açıklamasında ‘ekmek savaşı’ adını verdiği ‘Plan 700‘ operasyonu ile Caracas’taki yüzlerce fırına baskın yapıldı.

Devletin indirimli fiyattan sattığı un ile ekmek yerine pasta yaptıkları belirlenen dört fırıncı tutuklanacaktı. Bu dört fırın, ‘mahalle komitesi’ denen ve yerel parti teşkilatı gibi çalışan halk komitelerinin yönetimine verildi. Sosyoekonomik Hakları Koruma Ulusal Komiseri yaptığı açıklamada, fırıncıları, “Venezuela’ya ekonomik savaş açan dış güçlerin işbirlikçileri” olarak niteleyecekti. Yasalara göre fırıncılar, devletin ithal ettiği unla (ki, piyasadaki unun yüzde 90’ı) sadece Fransız ekmeği ve dilimli ekmek üretebilirdi. Bu unla pasta yapmak karşı devrimci bir eylemdi.

2000’lerin ortasında yüzde 20’lere yükselen enflasyon, 2010’larda kontrolden çıktı. Paranın hiçbir değeri kalmamasıyla insanlar en temel gıda ihtiyaçlarını bile satın alamaz hale geldi.

Bu ağır bunalıma çare olarak da 2016’da Tedarik ve Üretim Mahalli Komiteleri (CLAP) denen organizasyon kuruldu ve bunlar, içinde bazı temel gıdaların olduğu gıda paketleri, belirlenmiş düşük bir fiyat karşılığı halka dağıtılmaya başlandı. Ancak CLAP gıda yardım paketleri de rejime güçlü destek veren yerleşim alanlarında dağıtılarak, halkın rejime bağlılığını sürdürmesinin bir aracı olarak kullanılıyor. Nitekim, Venezuela devlet başkan yardımcısı da 2016’da, CLAP gıda yardımı paketlerini, “Devrimi korumanın politik araçlarından biri” olarak niteleyerek bunu açıkça sergileyecekti. Eyalet valilileri, muhaliflerin bu sosyal programdan yararlanmasına izin vermedi.

Venezuela’nın mümbit topraklarında son 20 yıldır üretimi artan tek şey yolsuzluk oldu. Maduro yönetimi ve onun kontrolündeki Venezuela medyası ise, açlığın ve gıda kıtlığının Amerikan ambargosunun sonucu olduğunu, Venezuela’ya karşı emperyalistlerin ekonomik savaş açtığını iddia etmeye devam ediyor. Parti içi raporlarda ise biraz dikkatli bir dille de olsa, yolsuzluk, verimsizlik, hantallık eleştirileri yapılıyor.

Gerçekte ise Venezuela’ya dönük ilk Amerikan ambargosu, ekonominin zaten raydan çoktan çıktığı 2015 yılında, o da, protestoculara orantısız güç kullanan birkaç güvenlik yetkilisine dönük geldi. Sonraki yıllarda gelen ambargolar da yine belirli üst düzey isimlere dönük kişisel ambargolardı veya Amerikan vatandaşlarına dönük kısıtlı tahvil alım ambargolarıydı. ABD’nin ülkenin petrol satışına veya Venezuela ekonomisinin toparlanmasına olumsuz etkisi olabilecek ambargoları ise 2018’den sonra gelmeye başladı. Yani Amerikan yaptırımlarının hiçbirinin ekonomik krizin de gıda kıtlığının da nedeni olması teknik olarak mümkün değil.

2000’lerin başında, rejimin “21’nci Yüzyıl Sozyalizmi” adı altında art arda attığı adımların çok dramatik sonuçları olacağı uyarıları yapıldığında Hugo Chavez bütün o aşırı özgüvenli edasıyla, “Venezuela, Küba değil. Burada asla açlık olmaz” diye yanıt verecekti. 

Bütün üretimi devletleştirmek; tüccarları, tarım üreticilerini, çiftçileri hukuksal güvenceden mahrum bırakmak; emeklerinin karşılığını, tek marifeti rejime itaat olan yolsuz devlet yetkililerinin insafına bırakmak; dünyanın her yerinde hep aynı sonucu doğurmuştur, aynı sonucu doğurmaktadır, aynı sonucu doğuracaktır. Bunun istisnası lider de, bunun istisnası devrim de, bunun istisnası ülke de yok.

Dünyanın en bereketli topraklarından birinin üzerinde devlet-millet işbirliğiyle yaratılan trajik açlık bu gerçeğin acı bir hatırlatıcısı…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz