İfade özgürlüğü, hangi ifadeler içindir?
CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
19 Ağustos 2014
1977 yılında Amerikan Nazilerin kurduğu Nasyonal Sosyalist Partisi (ANSP) genel başkanı Frank Collins, Chicago’nun Skokie adlı banliyösünde bir yürüyüş yapacaklarını açıkladı. Ülke ayağa kalktı. Çünkü Amerikan Nazilerin yürüyüş yapmak için koca Kuzey Amerika kıtasında seçtikleri Skokie, çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı bir yerdi. Daha da önemlisi banliyöde yaşayan her altı kişiden biri İkinci Dünya Savaşında Nazilerin toplama kamplarında kalmış yani Holokost vahşetini yaşamış insanlardı. İnsan hakları grupları, aktivist dernekler, medyanın önemli bir kısmı, Chicago halkı, aklı başında, vicdan sahibi herkes, Nazilerin yürüyüş kararına karşı çıktı. Chicago şehrini de kapsayan Cook County bölgesinin mahkemesi, Nazilerin, yürüyüşü, gamalı haç ve Nazi askeri üniformasıyla yapmayı planlamasını gerekçe göstererek bu yürüyüşe izin vermedi.
İşte bu aşamada herkesi şok eden ve ifade özgürlüğü mücadelesinin tarihinde bir dönüm noktası olan sürpriz bir gelişme daha oldu. Nazi partisi ANSP, Amerikan Anayasasınca garanti altına alınan ‘ifade özgürlüğü’ haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle ACLU’dan yardım istedi. Bütün gözler ACLU’nun bu başvuruya vereceği yanıta çevrilmişti.
Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU), 1920 yılında çoğunluğu hukukçu insan hakları savunucusu bir grup aktivist tarafından kurulmuş, yer kürenin en büyük en örgütlü temel insani haklar ve anasayal hakları savunma örgütü. Bugün büyük çoğunluğu avukat 500 bin üyesi ve 100 milyon doları aşkın bir bütçesi var.
ACLU’nun temel felsefesi, herkesin, temel hak ve özgürlükleri anayasal garantiyi teminat altına aldıkları için ‘Bill of Rights (Haklar Bildirgesi)’ olarak adlandırılan ve Amerikan Anayasasının ek, ilk 10 maddesinde sayılan anayasal ve bireysel haklarını savunmak. ACLU, doğduğunda temel ilgi alanı savaş karşıtlarının ifade özgürlüğünü savunmaktı. 1920’li yılların sonunda sanatçıların ve işçilerin grev haklarına doğru genişledi ilgi alanı. 1930’lardan itibaren siyahlara ve Amerikan yerlilerine yönelik ayrımcılıklar ve ırkçılık da hukuk mücadelesinde önemli bir yer tuttu. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerika’da yaşayan Japonların toplama kamplarına gönderilmesine karşı büyük bir hukuk savaşı verdi ancak başarılı olamadı. Kilise – devlet ayrılığı (laiklik) on yıllarca en önemli mücadele konularından biri oldu. 1938 yılında, ‘dini inançlarımıza aykırı’ diyerek Amerikan bayrağını selamlamayı reddettikleri için hapse atılan Yehova Şahitlerinin hak mücadelesini ACLU yürüttü. Kamu okullarında zorunlu duaya karşı da en büyük mücadeleyi ACLU verdi…
1963 yılında Ernesto Miranda adlı bir tecavüz sanığının karakolda kendisine imzalatılan ifadeyle yargılanmasına karşı başlatılan hukuk mücadelesinin ön safında ACLU yer aldı. Konuyu Yüksek Mahkeme’ye kadar götüren ACLU avukatları, ‘Miranda haklarının’, yani bugün filmlerden aşina olduğumuz ve Türk hukuk sistemine de kısmen giren ‘sessiz kalma hakkı’, ‘tutuklandığında haklarının yüzüne okunması’, ‘avukatsız ifade vermeme’ gibi hakların dünya hukuk sistemine girmesinde rol oynadı. 1970’lerin başında Nixon yönetiminin New York Times gazetesinin Vietnam Savaşı ile ilgili ‘Pentagon Belgeleri’ni yayınlamasını engelleme çabalarına karşı hukuk savaşına ön safta katıldı ve yine Yüksek Mahkeme’den ifade özgürlüğü kararı çıkmasına yardımcı oldu. Protesto için Amerikan bayrağı yaktıkları için cezalandırılanlara sahip çıktı ve bayrak yakmanın yangın tehlikesi çıkarmayacak bir yerde yapılırsa, ‘politik bir ifade’ olduğunu dolayısıyla ‘ifade özgürlüğü hakkı’ kapsamında yer aldığını savundu. 1989 yılında ABD Yüksek Mahkemesi de bu içtihada çoğunluk oyuyla katıldı ve ABD’de 48 eyalette suç olan Amerikan bayrağı yakma eylemi serbest oldu.
ACLU avukatları, idam cezasına karşı mücadelede, eşcinsel hakları için mücadelede, 11 Eylül’den sonra ‘İslamcı terörizm’ sanıklarının anayasal yargılanma haklarının sağlanması mücadelesinde, doğum kontrolü hakkı, kürtaj hakkı gibi kişisel mahremiyete ait alanlara devletin müdahalesine karşı mücadelelerde hep ön safta aldılar. New York’ta Müslümanların istedikleri yerde cami inşa etmesinin engellenmek istenmesine karşı da mücadele ettiler, erotik dergilerin ‘müstehcenlik’ gerekçesiyle yayınlarının engellenmek istenmesine karşı da… Yine bugün, ABD’de birçok resmi bilgi, ‘devlet sırrı’, ACLU’nun ‘Bilgi Edinme Yasası’nı kullanarak açtığı davalar sayesinde kamuoyu ve medyaca bilinmektedir.
ACLU temel olarak, bir hakkı, ondan kimin yararlanacağından bağımsız olarak ele alageldi. Bunu kuruluş yıllarından beri temel prensip olarak kabul etti. Örneğin 1920’li yılların başında sık sık Ku Klux Klan üyeleri ile karşı karşıya geliyorlardı. Ancak buna rağmen 1923 yılında KKK’nin toplanma hakkını savunmaktan da geri kalmadılar. ACLU, 2011 yılında ABD’ye karşı savaşan Amerikan vatandaşı radikal İslamcıların, yakalanıp yargı karşısına çıkarılma yolu denenmeden İHH’larla hedef gözetilerek öldürülmesini kınadı. Bu çerçevede El Kaide militanı Enver el Awlaki’nin bu şekilde öldürülmesini kınayan bir açıklama yayınlamaktan çekinmedi. ACLU’nun son yıllardaki bir başka sıradışı mücadelesi ise Westboro Baptist Kilisesi adlı küçük fanatik bir dini grubun Amerikan kamuoyunda büyük tepki çeken protestolarının yasaklanmasına karşı çıkması oldu. Westboro Kilisesi üyeleri, Irak veya Afganistan’da ölen askerlerin cenaze törenlerine ellerinde, ‘Tanrı İ.ne’leri Sevmez’, ‘Ölü her asker için Tanrıya şükürler olsun’, ‘Eşcinseller yüzünden ölüyorlar’, ‘Eşcinseller var bu ülkede, 11 Eylül için tanrıya şükürler olsun’ gibi pankartlar taşıyor. Cenaze sahipleri ve kamuoyunun büyük tepkisi üzerine bir çok yerel yönetim Westboro mensuplarının gösterilerine yasaklamak istedi. ACLU, bir an bile tereddüt etmeden Westboro’nun yanında yer aldı. Konuyu ABD Yüksek Mahkemesi’ne kadar taşıdı. Mahkemenin karar oturumunu yapacağı hafta 50 senatör, 48 eyaletin Adalet Bakanları, birçok medya grubunun başyazıları, Westboro mensuplarının yaptığının ‘ifade özgürlüğü’ ile telif edilemeyeceğini savunarak Yüksek Mahkeme’den yasaklama istediler. ACLU hukuk direktörü Steven Shapiro ise tam aksini savundu:
‘’Öncelikle şunu açıkça belirtelim. Bu göstericilerin düşüncelerinden nefret ediyoruz ve hiçbirine katılmıyoruz. Ama, ABD Anayasasının birinci ek maddesi (First Amendment), zaten çoğunlukla bu tür uçuk kaçık fikirlerin de özgürce ifade edilebilmesini sağlamak için vardır. Herkesin hemfikir olduğu düşünceyi korumak için yasal düzenlemeye ihtiyaç yok ki… Çoğunluğun, rencide edici, tolere edilemez ve hatta iğrenç bulduğu düşünceleri korumak için ifade özgürlüğünün yasal korumaya ihtiyacı var. Çünkü, çoğunluğun, devlet gücünü de kullanarak engelleyeceği şey çoğunlukla bu tür düşüncelerdir. Ve işte Amerika, devletin böyle bir şeye tevessül etmesini engellemek için ‘First Amendment’e sahiptir.’’ (NPR radyosu 6 Ekim 2010)
ACLU’yu 1920’de kuranların, ilk üyesi olanların tamamına yakını sosyalistti. ACLU bu sebeple Amerikan muhafazakar kesimlerinde uzun yıllar ‘solcu – komünist’ bir örgüt olarak anıldı. Komünist Amerikalıların anayasal hakları için uzun yıllar mücadeleler verildi. Bununla beraber, ACLU, Amerikan komünist partileri mensuplarının bazı eylemlerini de, ‘etik ve hukuk’ yönünden eleştirmekten çekinmedi. Fakat ACLU’nun Amerikan kamuoyundaki solcu imajı hiç kaybolmadı. Bugün bile ortalama taşra Amerikalısının gözünde solcu bir örgüt olarak görülüyor. 1988 yılı Başkanlık seçiminde George H. Bush’un, rakibi Demokrat Partili Michael Dukakis’e karşı en yoğun kampanyası, Dukakis’in ACLU üyesi olduğunu tekrarlamaktı. ACLU da buna tepki olarak büyük boyutlu üyelik kimlik kartları bastıracaktı.
İşte 1977 yılında, Skokie’de, Nazi üniformalı ve gamalı haçlı yürüyüşü yasaklanan ANSP’nin destek için başvurduğu ACLU buydu. Kendi tarihinin en çetrefilli hak mücadelesiyle karşı karşıya kalan ACLU’da kısa süreli bir şaşkınlık yaşandı. Ancak çok geçmeden ACLU yönetim kurulu, Nazilerin yürüyüşünün engellenmesinin Anayasal ifade özgürlüğü hakkının (First Amendment) ihlali olduğunu savunarak Nazilerin hukuk mücadelesine destek olmaya karar verdi. Bu karar ACLU içinde ve toplumda büyük infiale neden oldu. Yahudi Hukuk Birliği (JDL) ile İftira ve İnkarla Mücadele Birliği(ADL), ACLU’nun kararına büyük tepki gösterdi. Bu yoğun tepki ve baskılar ACLU’ya tarihinin en büyük iç çalkantısını yaşattı. ACLU’nun o dönemdeki 120 bin üyesinden yaklaşık 30 bini üyelikten istifa etti. Örgüt, bütçesinin üçte birini kaybetti. Buna rağmen karardan vazgeçilmedi ve Nazilerin ifade özgürlüğü savunuldu. Bana en etkileyici gelen ise ACLU adına hukuk mücadelesini yürüten avukat David Goldberger’di. Kendisi de Yahudi olan Goldberger, Naziler Skokie’de yürüyerek dindaşlarını rencide edecek olmasına rağmen, ACLU’nun prensibine sadık kalarak Nazilerin yürüme hakkını mahkemede savunabildi. Dava ABD Yüksek Mahkemesine kadar gitti. Yüksek Mahkeme, Goldberger’in itirazlarını yerinde buldu Illionis Yüksek Mahkemesi’nin kararını usulden bozdu. Davayı yeniden görüşen Illinois Yüksek Mahkemesi, daha önceki kararının aksine bu kez gamalı haç taşımanın, ‘fiziksel saldırı’ sayılamayacağı için yürüyüşte taşınmasının ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna hükmetti. ACLU, tarihinin en maliyetli mücadelesini kazandı. Fakat mahkemenin izin vermesine rağmen bu kez Naziler Skokie’de yürümekten vazgeçti. Chicago şehir merkezinde yürüyüş yapıldı. Ve bu yürüyüşe sadece 30 – 40 kadar Nazi partisi üyesi katıldı. Onlar da caddenin iki tarafına toplanan onbinlerce protestocunun arasından yürümek zorunda kaldılar.
O gün ACLU’ya ‘Nazileri savunuyorsunuz diye tepki gösterenlerin çoğu sonraki yıllarda ACLU’nun doğru ve ilkeli bir tutum aldığını kabul ettiler. ACLU’nun aslında Nazileri değil, anayasal ve evrensel hakların dokunulmazlığını savunduğunu teslim ettiler.
Devlet yetkili ve görevlilileri, güç ve yetkilerini suistimal ederek birilerini mağdur ettiğinde, ‘’oh olsun sana, siz de zaten şöylesiniz, devlet düşmanısın, vatan hainisiniz, şu kökendensiniz, bu dindensiniz, dinsizsiniz, sapıksınız, vakti zamanında şöyle bir tutum almıştınız, şöyle bir laf etmiştiniz’’ çetelesini tutan sivillerin bolca bulunduğu bir iklimde ACLU gibi bir örgütün doğmasını beklemek belki de hayalcilik olur. Bir başkasına fiziki zarar vermese bile ifade özgürlüğünden yine de herkesin yararlanamayacağına, bırakın devletini, aydınlarının bile önemli bir kısmının inandığı bir ülke için biraz lüks bir öykü ACLU’nunki… Yine de ‘dünyada böyle şeyler de var’ bilinsin diye kayda geçsin istedim.
***
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz.