Skip to content
Menu

Birleşmiş Milletler, ‘Dünya Hükümeti’ne dönüşür mü?

stormtroopers

CEMAL TUNCDEMİR 

22 Eylül 2014

Büyük Güç (great power), etkisini küresel ölçekte hissettirme gücüne sahip devletler için kullanılan bir tabir. Bu güç, ekonomik, askeri, diplomatik ve yumuşak güçlerin etkisinin toplamından oluşur. Günümüz dünyasında ‘büyük güç (great power)’ statüsüne ‘resmen’ sahip 5 ülke var: ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa.

Tek başına ekonomik gücünüz sizi ‘büyük güç’ yapmaya yetmeyeceği gibi (örneğin dünyanın üçüncü ekonomisi Japonya), tek başına askeri gücünüz de size bu statüyü kazandırmaz(örneğin nükleer güç olan Hindistan).

Bu süper güçlerin dışında kalan ülkelere genel olarak ‘small powers(küçük güçler)’ denir. Bunlar da kendi aralarında, küresel güç olma hevesindeki orta ölçekli güçler, coğrafyasında iddialı bölge güçleri ve iddiasız küçük devletler diye ayrılır. Tarafı veya komşusu oldukları lokal bir kriz söz konusu değilse, kürenin diğer sorunları konusunda bu ülkelerin ne düşündüğü pek kimsenin umurunda olmaz.

Almanya’yı da artık fiili olarak ‘büyük güç’ sayan bazı teorisyenler var. Fakat yukarıda bahsettiğim ‘Büyük Güç’ statüsü sadece fiili bir durum değil. Viyana Kongresinde ya da Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde olduğu gibi hukuksal olarak da tanımlanmış bir statüden bahsediyorum.

Son 100 yılda küresel güçler dengesindeki iki büyük değişiklik de, iki büyük dünya savaşı sonrasında gerçekleşti. Günümüzün güçler dengesi İkinci Dünya Savaşının eseridir.

Birinci Dünya Savaşından sonra dünyanın süper güçleri, Versailles Antlaşması masasına galipler olarak oturan ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’ydı. Yirminci yüzyılın başında yükselen güç Almanya savaşta yenildi. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları ile Rus çarlığı da savaş bittiğinde tarih olmuştu.

Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan Milletler Cemiyeti’nin yöneticileri de o savaşın galipleriydi. Milletler Cemiyetinin komuta konseyinin 5 daimi üyesi, Birinci Dünya Savaşı galipleri olan ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’ydı.

Fakat sonraki yıllarda Almanya’da Nazizm ve İtalya’da faşizmin yükselişi ve Japonya’nın işgallerle yayılması yeni güç dengeleri dayatmaya başladı. Bu gerilim de 1939 yılında İkinci Dünya Savaşının başlamasına sebep oldu. Bu kez ittifak devletleri, Fransa, İngiltere, SSCB, ABD ve Çin’di. ‘Şer cephesi’ ise Almanya, İtalya ve Japonya’ydı. Savaşın hemen ardından Milletler Cemiyeti yerine bu kez Birleşmiş Milletler kuruldu. BM’nin komuta merkezi olan Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin de ikinci dünya savaşının galipleri, yani ABD, SSCB, Çin, İngiltere ve Fransa olması elbette yine tesadüf değildi.

İkinci Dünya Savaşından sonra politik literatüre bir de ‘süper güç’ kavramı girdi. Columbia Üniversitesi profesörü ve uluslararası ilişkiler teorisyeni William T.R. Fox, bu kavramı literatüre ilk kez kazandırdığı 1944 yılında dünyada üç adet ‘süper güç’ olduğuna inanıyordu: ABD, Birleşik Krallık ve SSCB. Ancak Birleşik Krallık(İngiltere), 1950’li yılların ortasında süper güç statüsünü kaybetti.

İkinci Dünya Savaşının mirası olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bugün 193 üyesi var. Ancak, bu 193 üyeli Genel Kurulun BM bütçesini onaylamak gibi birkaç karar dışında yaptırım gücüne sahip bir karar yetkisi yok. BM sistemini yöneten asıl organ BM Güvenlik Konseyi’dir. Çünkü, ambargo, uluslararası müdahale ve barış gücü tesis etme gibi icrai operasyonların tamamında nihai karar organı BM Güvenlik Konseyi’dir. 15 üyeli konseyin 10 üyesi, iki yıllığına seçilir. Bu 10 üyenin veto yetkisi yoktur. Konseyde kararların kabulü için 9 üyenin olumlu oyu gerekiyor. Ancak konseyin 5 daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dan tek birinin bile veto ettiği hiç bir karar geçemez. Diğer 10 üye emrivakiye uymaktan başka seçeneğe sahip değil.

Birlemiş Milletlerin ‘demokrasi özürlü’ olduğunu iddia edenlerin en büyük eleştiri noktası da bu. Ancak bu itirazın görmezden geldiği ya da farkında olmadığı konu şu: BM kuruluş sözleşmesiyle ‘demokratik’ bir kurum olduğunu iddia eden bir yapı değil. Böyle bir amacı da yoktu. BM’nin ikinci genel sekreteri Dag Hammarskjöld’, ‘’BM dünyayı cennete çevirmek için değil, dünya cehenneme dönmesin diye var’’ şeklinde konuşacaktı.

BM, İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerince, üçüncü bir dünya savaşı olmasın diye kuruldu. Beş büyük gücün, daimi ülke statüsü ve veto hakkı da başından beri var ve bunu sık sık kullana geldiler. Cezayir (1954–62), Süveyş (1956), Macaristan (1956), Vietnam (1946–75), Çin-Vietnam Savaşı (1979), Afganistan (1979–88), Panama (1989), Irak (2003) ve Gürcistan (2008) savaşlarının tamamında BM, beşli çeteden bir üyenin veto tehdidi nedeniyle, bu önemli krizlerde hiçbir ciddi etkinlik sergileyemedi. Güvenlik Konseyinde kabul edilen kritik kararların nerdeyse tamamı da konseyden önce 5 üyenin kapalı kapılar arkasında kendi aralarında yaptığı pazarlıklarla belirlenmiş kararlar. Bütün dış politika kararlarında olduğu gibi buradaki kararlarda da bu 5 ülkenin çıkarları, evrensel değer ve ilkelerden daha belirleyici olageldi. 1991’de petrol zengini Kuveyt için çok büyük bir aceleyle ‘insani müdahale’ kararı alabilen BMGK, 3 yıl sonra kimsenin pek de umurunda olmayan Ruanda’da milyonlar öldürülürken sadece seyretti ve kınadı.

Her ne kadar bu yapısı ve etkisizliği ile kimseyi memnun etmese de, yine de BM’nin varlığının yokluğundan daha hayırlı olduğu konusunda bir küresel mutabakat var. Nitekim kuruluşunda 56 olan üye sayısı bugün 193’e ulaşmış durumda. Doğal olarak BM’den beklentiler de 60 yıl öncekinden farklılaştı.

İletişim devrimi, küreselleşme, 60 yıllık deneyimler, değişen zihniyetler Birleşmiş Milletleri yeni bir statüye doğru zorluyor.

Peki bu yeni statü ne olacak? Bazılarının savunduğu gibi bir ‘küresel hükümet’e dönüşebilir mi?

Aslında BM’den demokratik bir işleyiş bekleyenler de, farkında olarak ya da olmayarak BM’ye bir tür ‘dünya hükümeti’ statüsü atfediyor. Ancak BM mevcut yapısıyla bir ‘dünya hükümeti’ değil bir uluslararası istişare ve işbirliği organı. Bütün uluslararası toplantılarda olduğu gibi de son sözü en güçlü konumdakiler söylüyor.

Dünya hükümeti’ birçok kişinin tüylerini diken diken eden bir ifade. Ancak, bazı analistlere göre beğensek de beğenmesek de ‘küresel hükümet’, insanlığın gidişatı açısından er ya da geç kaçınılmaz olarak varılacak bir politik menzil. Buna inanan birçok teorisyen ve grup da var. Bunlardan biri de Dünya Federalizmi Hareketi. WFM üyelerinden Dieter Heinrich, mevcut BM yapısında Güvenlik Konseyi’nin küresel bir hükümeti temsil edemeyeceğini belirtirken, buna, küresel yasama – yürütme – yargı erklerinin üçünün de konseyde toplanmış olmasını gerekçe gösteriyor.

Küresel hükümetçiler, dünyanın dört bir tarafının her gün katlanarak karmaşıklaşan ilişki ağına dikkat çekiyor. Artık, bir virüs salgını, bir doğal afetin etkileri, ekonomik bir darboğaz, bölgesel bir savaşın sonuçları, kısa sürede kürenin her yerini etkiliyor.

Küresel ısınma, çevre kirliliği, gıda ve su kıtlığı, açlık, eğitimsizlik, sağlık sorunları, nükleer tehdit gibi küresel müdahale, küresel işbirliği gerektiren birçok konu da çabası… Sonuçta bütün dünyanın, sadece ‘kararlaştırmakla’ kalmayıp ‘uygulanabilir’ güçte kararları demokratik işleyişle alacağı küresel bir platforma ihtiyaç olduğunu savunuyorlar.

Küresel milletvekilliği

Aslında BM sistemi de, Güvenlik Konseyine rağmen bu yönde bir gelişme trendi içinde. 2002 yılında Roma Sözleşmesi ile resmen kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Güvenlik Konseyi otokrasisine küresel ölçekte en büyük meydan okuma oldu. George W. Bush yönetimi, Amerikan vatandaşlarının muaf tutulacağı garantisi vermemesi üzerine, Clinton yönetimi döneminde atılan ABD imzasını çekti. Barack Obama yönetimi mahkeme ile yeniden ilişki kurdu ancak henüz yeniden imza atmış değil. Çin de mahkemenin kurulmasına neden olan Roma Sözleşmesini imzalamayan ülkeler arasında. Ancak bu güçlü dirence rağmen halen 121 devlet imza atarak mahkemeyi tanımış durumda. Bu beynelmilel mahkemenin soruşturma, yaptırım ve ceza yetkisinin bütün kürede tanınması, gerçek bir küresel hükümetin ilk adımı olabilir.

Birleşmiş Milletler sisteminde gelecek için konuşulan, tartışılan reform planlarından biri de bir ‘dünya parlamentosu’nun oluşturulması. BM Parlamenterler Meclisi (United Nations Parliamentary Assembly) kurulması için ciddi bir kampanya yürüten ve 270 küresel NGO ile 140 ülkeden 700 parlamenterin desteklediği kısaca CEUNPA diye bilinen bir grup da oluşmuş durumda. CEUNPA ve bu fikre katılan birçok entelektüel, diplomat, yazar ve politikacı küresel parlamentonun öncelikle BM Genel Kurulu’nun bir alt organı gibi kurulmasını ve ardından bir küresel parlamentoya evrilmesini hedefliyor. Dünya Parlamentosu üyelerinin, üye ülkelerin parlamentolarında yapılacak seçimle ya da üye ülkelerde yapılacak halk seçimiyle doğrudan belirlenmesi gibi alternatifler konuşuluyor. Bir nevi küresel milletvekilliği yani.

Ve nihayet, misyonu halen ‘barışı koruma’ ile sınırlı BM Barış Gücü’nün yetkisinin ‘barış tesis etme’ yönünde genişletilerek küresel kolluk gücüne dönüştürülmesi de bir başka tartışma. BM Güvenlik Konseyi gündeminde, Ruanda’daki gibi soykırımları oluşmadan önleyebilmek için, askerleri mevcut GK üyesi ülkelerden oluşacak Hızlı Müdahale Gücü kurulması reformu önerisi de var.

Hiç şüphesiz bunlar, gerçekleşmesi halinde küresel politik düzeni sil baştan değiştirebilecek radikal reformlar. Bununla beraber küresel düzende bu denli radikal değişiklikler maalesef şimdiye kadar kendiliğinden gerçekleşmedi. Milletler Cemiyeti varlığını Birinci Dünya Savaşına ve Birlemiş Milletler de İkinci Dünya Savaşına borçlu. O yüzden bazı analistlere göre küresel ölçekli yeni bir savaş veya virüs salgını, kıtlık, nükleer patlama veya çok büyük ölçekli bir küresel ekonomik çöküntü gibi bir global felaket olmadan böylesi bir dünya düzeninin yaşama geçme olasılığı az.

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz.

Dünya, 5’ten büyük müdür?