Skip to content
Menu

Cumhuriyetçi aday adaylarının 2. açıkoturumu: Kazananlar, kaybedenler…

rek-republican-debate

AMERİKA BÜLTENİ (17 Eylül 2015)

ABD’de iki partide de 2016 başkan adaylarını belirleyecek önseçim maratonunun başlamasına aylar kalırken Cumhuriyetçi Partili başkan aday adayları bir kez daha televizyon açıkoturumunda kozlarını paylaştı. Reagan Başkanlık Kütüphanesinde gerçekleştirilen ve CNN ekranlarından yayınlanan açıkoturumda da ilk açıkoturumda olduğu gibi birçok tartışma anketlerde liderliğini sürdüren emlak baronu Donald Trump etrafında döndü. Ancak buna rağmen ikinci açıkoturuma damga vuran aday bu kez Trump değil, partinin tek kadın başkan aday adayı olan işkadını Carly Fiorina oldu. Cleveland’taki ilk açıkoturumda popüler olmayan aday adayları ile yedek sahneyi paylaşan Fiorina, zorlayarak yer bulabildiği Reagan Kütüphanesindeki açıkoturumda bu kez ana sahnede olmanın avantajını iyi kullandı. Fiorina, açıkoturuma en hazırlıklı gelmiş aday görüntüsüyle, somut planları ve konuşma yeteneğiyle adaylık yarışının sürpriz isimlerinden biri olacağını gösterdi.

Yakın zaman öncesine kadar birçok gözlemcinin en şanslı isim gördüğü Jeb Bush ise, ilk açıkoturumda partilileri heyecanlandırmaktan uzak silik performansını tekrarlayarak adaylık şansı hakkındaki soru işaretlerini çoğalttı.

Yaklaşık 3 saat süren açıkoturumun Cumhuriyetçi Parti açısından belki de en sorunlu tarafı ise seçmenlerin, aday adaylarının başkan olurlarsa hangi sorunlara hangi somut politikalarla çözüm getirecekleri konusunda neredeyse hiçbir açıklama duyamamış olması oldu. Açıkoturum kuralı gereği herhangi bir sataşmaya karşı söz hakkı tanınması, hemen her sorudan sonra sataşmalara cevap zinciri oluşmasına ve bu da her defasında orijinal sorunun unutulup yanıtlanmamasına neden oldu.

Her hangi bir politik sorun şans bulup da konuşma gündemine kadar ulaştığındaysa yanıtlar herkesin duymayı bekleyeceği ezber klişelerden öteye gidemedi. Cumhuriyetçi Partili aday adaylarının İran ile nükleer antlaşmaya ve kısaca ‘Planned Parenthood’ diye anılan Amerika Aile Planlaması Federasyonu kurumuna karşı olduklarını duymak kimse için sürpriz değildi. Başkan Obama’nın etkin bir dış politikası olduğunu düşünmediklerini öğrenmek de… Ve elbette bir de herkes gibi IŞİD’e de çok karşılardı.

Gerçek bir politika tartışması, sadece Marco Rubio ve Christ Christie gibi partinin savaş şahinlerine yakın iki ismin, Irak Savaşından çıkarılacak dersler konusunda, ‘maceracı dış politika ve savaş kararlarına’ her biri kendine özgü sebeplerle karşı çıkan Rand Paul, Ben Carson, Donald Trump ile karşı karşıya geldiği dakikalarda oldu. Cumhuriyetçi Partideki en net ayrışmanın Irak Savaşı konusunda olduğu da böylece bir kez daha ortaya çıktı. Gazeteci Matt Ford’un, ‘’2016 başkanlık yarışı Irak Savaşını eleştiren bir Cumhuriyetçi başkan adayı ile Irak Savaşına oy vererek destek veren Hillary Clinton arasında olması ihtimali çok yüksek” tespitine değer katan bir andı bu.

Bir diğer dikkat çekici an ise, George W. Bush tarafından Yüksek Mahkeme başkanlığına atanan yargıç John Roberts’a yönelik eleştirilerde oldu. Roberts mahkemesinin, eşcinsel evliliğe ve Obama’nın sağlık sigortası reform paketine yeşil ışık yakması, partinin aşırı sağ kesiminde travmaya yol açmış durumda. Çay Partili tabana hitap eden aday adaylarından Ted Cruz, Roberts’ın W. Bush tarafından atanmasından hareketle, ortaya çıkan sonuçla Jeb Bush’u ilişkilendirmeye çalıştı. Jeb Bush’un gece boyunca en iyi performansı da bu noktada ortaya çıktı. Bush, Senatör Ted Cruz’u, Roberts’ın Yüksek Mahkeme üyeliğine atanmasına Senato’da oyuyla destek verdiğini açıklamak zorunda bıraktı.

Politik gözlemcilerin kafasının en çok karıştığı an ise ‘vergi politikası’ tartışması sırasında yaşandı. Birkaç Cumhuriyetçi aday açıkça ‘azalan oranlı vergilendirme sistemi’ni savundu. Arkansas eski valisi ve vaiz Mike Huckabee, ‘fair tax (adil vergi)’ dediği vergi sistemini, ‘üretime vergiden tamamen vazgeçmeliyiz’ diyerek savundu. Anketlerde ikinci sırada olan tek siyahi aday adayı Carson buna, ‘solcuların zenginlere vergi’ anlayışının versiyonu diyerek tepki gösterdi. En ilginci ise, partideki adaylık yarışını önde götüren Donald Trump’ın ‘solcuların zenginlere daha çok vergi’ anlayışını, bir Demokrat adaydan bile duyulmayacak açık ve vicdani şekilde savunması oldu.

Bu birkaç kısa politika tartışması, elbette ki kimsenin aklında kalmadı. Açıkoturumu izleyenler, çıkacak kavgaları izlemek için ekran başına geçmişti. Ve yeterince atışmaya tanık oldular. Peki kim kazandı? Kavgaların açık galibi Carly Fiorina’ydı. Trump, hakkında ‘Yüzüne bir bakın. Bu surata bakıp oy verilir mi?’ şeklinde konuşmasıyla büyük tepki topladığı kadın aday adayı ile ilk kez karşı karşıya geldi. Fiorina’nın bu konudaki yanıtı, Trump’ın her iki açıkoturumda da keyfinin kaçtığının çok açık görebildiğimiz tek an oldu. Fiorina, diğer bütün aday adayları politikalar konusunda genel-geçer ifadelerle konuşurken, nokta atışı somut kısa yanıtlar verebilen tek isim olarak da dikkat çekti.

Peki ya herkesin açıkoturumu gerçek izleme nedeni olan Trump? Kendisine sataşmanın bir bedeli olacağını bir kez daha sergiledi. Bütün adaylar ona sataştı veya dokundurmada bulundu ama Fiorina dışında hiçbir aday adayı gerçekten rahatsız edemedi. Dış politikadaki, ‘Kürtler(Kurds)’ ve İran’ın ‘Kudüs Ordusunu(Kuds)’ karıştıracak kadar cehaletine rağmen ikinci açıkoturumdan da yarıştaki liderliğini sarsacak bir yol kazasıyla çıkmamayı başardı. Bazı dış politika tezlerinin Barack Obama’nın 2008’deki yarış sırasında tezlerine benzerliği ilginçti.

Jeb Bush, üçüncü Bush başkanlığına inananları ümitlendirmekten yine uzak kaldı. En heyecan verici anı, kardeşi W. Bush’un Irak Savaşı politikasını savunurken, ‘Amerika’yı güvende tuttu’ sözüyle yaşattı. Salondan alkış alan bu söz, medyada aynı ilgiyi görmedi. Açıkoturumdan sonra birçok gözlemci, ‘Amerika’nın kendi topraklarında tarihinin en büyük terör saldırısına Bush döneminde yaşadığını hatırlatması’, Jeb Bush’un adaylığı kazanması halinde bu argümanı aynı rahatlıkla genel seçimde kullanamayacağını gösterdi. Atlantic dergisinin, Bush, babasının mı kardeşinin mi politikalarına sahip çıkacağı konusunda bir türlü karar verememenin sıkıntısını yaşıyor yönündeki tespitini de bu noktada kaydedelim.

Diğer aday adayları içinse vasat bir geceydi denebilir. Marco Rubio yer yer münazara yeteneğini gösterdi ama açık şekilde öne çıkaracak bir yaklaşım sergileyemedi. Liberteryan aday senatör Rand Paul ise Cleveland’taki performansından çok uzaktı. Aday adaylığı gündeme geldiğinde en şanslı isimlerden biri olarak nitelenen Wisconsin valisi Scott Walker ise, Politico gazetesinin ‘son şansı’ diye nitelediği bu açıkoturumda da oldukça silik bir performans sergileyerek adaylık şansı hakkındaki şüpheleri iyice derinleştirdi.

Açıkoturumdan akılda kalan diğer birkaç detay:

  •  10 dolarlık banknotta hangi kadının fotoğrafı yer almalı sorusuna Jeb Bush, İngiltere eski başbakanı Margaret Thatcher’ın adını vererek herkesi şaşırttı. Adayların çoğu Rosa Parks isminde mutabık kalırken, tek kadın aday Fiorina ise, ‘bu tür şeylerle tarih değiştirilmez. Kadınlar bu toplumda çoğunluktur. Toplumsal potansiyelimizin yarısıdır. Her bir kadının istediği yaşamı yaşama özgürlüğüne kavuşması çok daha önemlidir’ yanıtıyla dikkat çekti.
  • New Jersey valisi Christ Christie, Hillary Clinton’ın dışişleri bakanıyken e-mailleri için özel server kullanmasının soruşturulması gerektiğini savundu.
  • Küba kökenli Marco Rubio ve eşi Meksikalı olan Jeb Bush, seçim kampanyasında İspanyolca konuşulmasına da destek vererek, Trump’ın bu yöndeki eleştirilerine karşı çıktılar.
  • Jeb Bush, gençliğinde marihuana içtiğini ilk kez itiraf ederek açıkoturumda annesinden özür diledi. Rand Paul ise marihuananın tamamen serbest bırakılması gerektiğini savundu.