Skip to content
Menu

Özgürlükçüler neyi savunuyor?

esitlik

CEMAL TUNÇDEMİR

20 Ağustos 2015

ABD iç politikasının en keskin fay hatlarından birini ‘kürtaj’ tartışması oluşturur. Tartışmanın bir tarafında tahmin edileceği üzere, devletin kürtajı tamamen yasaklamasını isteyen bir kısım siyasi motivasyonlu tutucular yer alır. Kürtaj karşıtları sözde yaşamı savundukları iddiasıyla kendilerine ‘pro-life(yaşam yanlısı)’ derler. Ancak, kürtaj karşıtlarının karşısında, yani tartışmanın diğer tarafında kürtaj taraftarları yer almaz. ABD’de veya dünyanın her hangi bir yerinde ‘kürtaj güzeldir, destekleyelim, gençleri özendirelim’ diyen kimse yok zaten. Kürtaj, kimsenin kimse için isteyebileceği bir şey değil.

Peki öyleyse, kürtaj karşıtlarının karşısındaki grubun derdi ne?

Savunmaları şu: Kürtaj, anne ile doktoru arasında kişiden kişiye, gebelikten gebeliğe, vakadan vakaya değişen boyutları olan son derece mahrem bir konudur. Bedeni söz konusu olan kadın ve doktoru dışında kimsenin, hele hele devletin bu konuya müdahil olmaya yetkisi yoktur. Kürtajın ‘devletçe’ genel geçer kaba bir yasağa’ tabi tutulmasına karşı çıkanlar işte bu yüzden kendilerine, ‘pro-abortion (kürtaj savunucusu)’ demiyor,  ‘pro-choice (özgür seçim yanlısı)’ diyor. Devletin girmemesi gereken bir alana girmesine kapı aralanmasınadır temel itirazları… Asla kürtaj yaptırmayacak, konu felsefi veya sosyal platformda tartışıldığında kürtaja şiddetle karşı çıkan çok sayıda kadın da, tartışma hukuksal ve politik zeminde (devletin müdahale yetkisi alanında) olduğunda ‘pro-choice’ tarafındadır. Amerikan hukuk yaratıcıları da bu görüştedir. ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1973 tarihli ‘Roe vs. Wade’ adlı içtihadından beri, eyalet kongreleri, devlet gücünün, kadın ile doktoru arasına girmesine izin verecek düzenlemeler yapamıyor. Genel geçer bir yasak kararı çıkaramıyor.

Eşcinsel evlilik tartışmasındaki ayrışma da kürtaj tartışmasındaki ayrışmaya benziyor. ABD’deki veya diğer gelişmiş toplumlardaki ‘eşcinsel evlilik’ tartışmasının bir tarafında homoseksüeller, diğer tarafında ise heteroseksüeller veya bir tarafında ‘eşcinsel evlilikle aile kurulur’ diyenler, diğer tarafında ‘hayır kurulmaz’ diyenler yok. Sosyal platformlarda bu saflaşma ve tartışma elbette var ama hukuksal alandaki tartışma ve ayrışma bu değil…

Eşcinsellerin haklarını savunanların çoğu eşcinsel olmayan insanlar. Bu kişilerin en öncelikli endişesi de, eşcinsel arkadaşlarının takdirini kazanmak değil, devletin, yurttaşlarının yaşamında karışma yetkisi olmadığı alanlara karışması… Devletin, sizin -asla benimsemeyeceğiniz bile olsa- bir yaşam tarzına, bir kimliğe müdahalesini, onu tanımlamasını veya kısıtlamasını desteklediğinizde, sizinki de dahil bütün yaşam tarzları ve kimliklere müdahalesine, tanımlamasına ve kısıtlamasına da bir meşruiyet yaratmış olursunuz. Gelişmiş toplumlarda, aydınların ve medyanın önemli bir kısmı devlete böylesi bir güç vermenin vehametini farkedebilecek donanımda. Az gelişmiş toplumlarda ise her kimlik devletin sadece kendi kimliği ile ilişkisine odaklıdır ve özgürlüğü de bu ilişki üzerinden okur.

İşte bu nedenle, ABD Yüksek Mahkemesinin, Haziran ayında açıkladığı, eşcinsel evliliğin devlet otoritelerince tanınmasını zorunlu kılan tarihi kararındaki mantık, mahkemenin kürtaj tartışmasına yaklaşımının tutarlı bir devamı oldu. Yani, Türkiye’de medyanın iddia ettiği gibi ‘Yüksek Mahkeme eşcinsel evliliği onayladı’ diye bir şey yok. Peki ya mahkeme ne yaptı? Evliliği resmileştirmede devletin, vatandaşları arasında ayrımcılık yapamayacağına hükmetti. Çünkü ABD Yüksek Mahkemesi bir ‘moral’, ‘dini’, ‘ahlaki’ otorite değil. Mahkeme başkanı Roberts’ın da belirttiği gibi neyin doğru neyin yanlış, neyin meşru neyin gayrimeşru olduğunu belirleme yetkisi de hakkı da yok. Devletin hangi kararlarının anayasal ilke ve haklara uygun, hangilerinin aykırı olduğunu tespitle yükümlü. Örneğin, Yüksek Mahkemenin aldığı karar, kiliselere, eşcinsel evlilik nikahı kıyma zorunluluğu getirmiyor. Buna inancınız izin vermiyorsa böyle bir nikah kıymama hakkınız var. Ama mahkeme kararı, federal veya eyalet resmi kurumlarının yani devletin, eşcinsel evlilik yapan çiftlerin, bu evlilik sözleşmelerini, geleneksel evlilik sözleşmesi gibi tanımasını zorunlu kılıyor.

Peki eşcinseller devletin kendi evliliklerini ‘meşru’ ilan etmesinin peşinde değilse niye bu konuyu bu kadar önemli görüyordu? Evliliğe, ‘müessese’ denmesi tesadüf değil. Evlilik, her dini inancın veya sosyal geleneğin kendince özel anlamlar yükleyebileceği anlamının ötesinde aynı zamanda, resmi işlemlerde sonuçlar doğuran resmi bir sözleşmedir. Türkiye toplumunda sayısı nedir bilmiyorum ama Batı ülkelerinde, on yıllardır aynı evde yaşayan, ortak hayatları olan, fiili mal birliğine sahip yüzbinlerce eşcinsel çift var. Bu insanlar, nerdeyse bütün hayatlarını paylaştıkları, ortak hayat kurdukları kişilere miraslarını bırakamamaları, yasal mal birliği oluşturamamaları, yabancı uyruklu eşlerine vize alamamaları, en muhtaç oldukları günde hastanede refakatçi olamamaları gibi aklımıza bile gelmeyen yığınla haksızlığa maruz ola geldiler. İşte ABD Yüksek Mahkemesi diyor ki, ‘devletin’, bu kişilerin yaşam tarzına, subjektif moral gerekçelerle karışma yetkisi yok. Devlet, bütün yurttaşlarının özel yaşam kararları ve hakları gibi bu yurttaşlarının da özel yaşam kararları ve haklarına da saygı duymak zorunda.

Türkiye’de geçtiğimiz günlerde Yargıtay’ın, diğer ibadethaneler gibi elektrik borcunu ödemeyen Cemevi’ne icra kararını bozmasına bir de bu açıdan bakmak lazım. Peşinen belirteyim Yargıtay, alt mahkemenin kararını, her ne kadar açık ayrımcılık ve haksızlığı engelleme gerekçesiyle değil de sadece AİHM kararına atıfla bozsa da, olumludur. Ama medyanın bu kararı, ‘Yargıtay noktayı koydu: Cemevi ibadethanedir’ veya ‘Yargıtay, Cemevi’nin ibadethane olduğunu onayladı’ şeklinde sunması çok büyük yanlıştır. Bu başlıklar, bizim iliklerimize kadar işleyen çarpık ‘devlet’ algımızın bir göstergesinden başka bir şey değil. Yargıtay’ın veya her hangi bir devlet kurumunun, neresinin ibadethane olduğunu belirleme veya ilan yetkisi olamaz. Yargıtay moral, manevi bir makam değil. Laik devlette böyle bir şey de sözkonusu olamaz. Dolayısıyla doğru başlık, ‘Yargıtay, Cemevine devlet ayrımcılığını durdurdu’ şeklinde olmalıydı. İki başlık arasında, iki dünya kadar fark var. Yargıtay’ın aksi kararı Cemevi’ni ibadethane olmaktan çıkaramazdı. Sadece ayrımcılığı sürdürmüş olacaktı.

Dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. Sivil haklar ve eşitlik söz konusu olduğunda kamusal alanda tek bir ayrışma vardır: Devlet karşısında özgürlüğü, eşitliği ve hakları, amasız fakatsız herkes için savunanlar bir yanda; bunları sadece kendisine benzeyenler, kendisi gibi yaşayanlar, kendisi gibi düşünenler, kendi politik yandaşları, kendi din veya mezhebinden olanlar için savunanlar diğer yanda… Başkalarının özel yaşamlarına, etnik, dinsel, cinsel kimliklerine devlet müdahalesi, kısıtlama, ayrımcılık istemek kimse için demokratik ve insani bir hak değildir. İstisnasız her zaman zorbalık ve zalimliktir. Bu zorbalığın laneti de, bir gün aynı devlet gücünün gelip size de aynı müdahaleyi yapacak olmasının kaçınılmazlığıdır.

Bir toplum bu ayrımı ne kadar erken öğrenirse o kadar huzur bulur. Bu ayrımı yapmayı öğrenemeyen toplumlar, güce oynayanların, güçle oynayanların oyuncağı olmaktan hiçbir zaman kurtulamaz. İsterse o güç sahipleri kendi kimliğinden olsun…

Bir insan ve toplumda ahlaki çürümeyi hiçbir şey, kendinden olmayana zulüm ve ayrımcılığa rıza göstermesi kadar hızlı sağlayamaz.