New Hampshire izlenimleri: Sessiz sedasız önseçim ne anlatıyor?
Cemal T. Demir
Medyanın New Hampshire haberleriyle dolu olmasına bakıp, ‘’bu nasıl sessizlik’’ diyeceksiniz. Açıkçası medyadaki hava ile New Hampshire’daki hava birbirinden çok farklı.
ABD iç politikasını her zaman çok yakından takip eden çok değerli ağabeyim Dr. Halil Mutlu ile beraber, Cumhuriyetçi Partinin 2012 başkan adaylığının ikinci kritik önseçimini New Hampshire’da takip ettik. Bu, New Hampshire’da takip ettiğim ikinci önseçimdi. Daha önce 2008 yılında Barack Obama ile Hillary Clinton arasındaki tarihi yarışı izlemek üzere eyaletin en büyük kenti Manchester, başkenti Concord ve Massachusetts etkisinden en uzak kenti Nashua’da Hillary Clinton ve Barack Obama’yı takip etmiştik. Gazeteci dostum Sezai Kalaycı ile beraber 2008’deki tarihi yarışı takip eden tek Türk gazeteciler olmuştuk. Gördüğüm kadarıyla Türk medyası bu yıl da seçimi ajanslardan takip etmeyi tercih etti.
2008’de Demokratlarda Hillary Clinton ve Barack Obama çekişirken, Cumhuriyetçilerde de John McCain ile Mitt Romney New Hampshire için mücadele veriyordu. Manchester’ın ana caddesi Elm Strett panayır havasındaydı. Sokaklar, kafeler, barlar dünyanın her yerinden gelmiş gazeteciler ya da ABD’nin her yerinden gelmiş politika ‘junkie’leriyle doluydu. İki partiye mensup Amerikalılar dışında, davalarına dikkat çekmeye çalışan savaş karşıtlarından çevrecilere, kadın hakları savunucularından kürtaj karşıtlarına, İsrail karşıtı Ortodoks Yahudilerden silah taşıma hakkı savunucularına kadar farklı sosyal gruplar da seslerini duyurabilmek için New Hampshire’a kamp kurmuştu.
Bu yıl ise, önseçimin medya karargahının kurulduğu Radisson Hotel ve çevresi dışında, bırakın eyalet çapında, seçim karargahlarının kurulduğu kentte bile bir önseçim havası yakalamak zor. Elm Street üzerine kurulmuş birkaç aday bürosu dışında Manchester’ın günlük ritminin (ya da sessizliğinin) dışındaki tek hareketlilik, Radisson Hotel’in karşısındaki Veterans Memorial Veteran Park’ı ‘’işgal’’ eden Wall Street karşıtı ‘’Occcupy New Hampshire Primary’’ hareketi mensuplarıydı.
Her zamanki canlılığı, şiddete yüz vermeyen barışçı muhalefeti ve elbette birbirinden yaratıcı pankart ve dövizleriyle, ‘’Occupy Hareketi’’ gelip geçici birkaç aylık bir heves olmadığını her fırsatta gösteriyor.
‘’Occupy’’ çadırları arasında dolaşırken, bir araç konvoyunda kornalar ve sloganlarla ‘işgalcilere’ destek tezahüratları duyunca, o yöne yöneliyorum. Karşıma çıkan beni yanıltmıyor. Cumhuriyetçi başkan aday adayı Texas milletvekili Ron Paul’un destekçisi gençlerin içinde olduğu bir grup. 3 yıl öncesine kadar Ron Paul’un liderliğini yaptığı Libertaryan hareketi ile Occupy’cıların çoğunluğunun mensup olduğu sol hareketleri birarada görmek imkansızdı. Ancak özellikle Wall Street Karşıtı işgal hareketi başladıktan sonra, sistem karşıtı bu iki taban hareketi arasında bence ileride çok konuşulacak bir birlikteliğin temelleri atıldı. Sol ve çevreci grupların yıllardır ‘doğal başkan adayı’ Ralph Nader, kendisini, Barack Obama da dahil 2012 başkanlık seçiminde heyecanlandıran tek ismin Ron Paul olduğunu çekinmeden söyledi. Libertaryan hareketin de söylemindeki değişiklik dikkat çekici. Doğrudan serbest piyasa vurguları çok fazla şerh içeren flu bir söyleme dönüşmüş. Bunun yerini ise, Anayasa, hukuk, özgürlük ve savaş karşıtlığı almış durumda. Libertaryan hareket artık sadece FED’e değil Wall Street’e, bankalara, borsa manipülasyonlarına da karşı bir söylem içinde.
Ron Paul: ”Evet biz çok tehlikeliyiz!”
Sonuçların açıklanmasından hemen sonra konuşmasını dinlemek üzere ilk gittiğimiz aday da doğal olarak New Hampshire önseçiminin gerçek galibi Ron Paul oluyor. Küçük bir bina olmasına rağmen, medya dinleyici ilgisi en üst seviyede. Yaş ortalaması Cumhuriyetçi Parti yaşa ortalamasının çok altında. Cumhuriyetçi Parti tabanının ‘geleceği’, bugünkü ihtiyarlardan oldukça farklı bir bakışa sahip. Bu geçler de en az yaşlılar kadar vatanseverler. Ülkelerini çok seviyorlar. Ellerinde Amerikan bayrakları var. Ancak, Paul ülke kaynaklarının savaşlarda tarumar edildiğini söyledikçe, savaşa karşı çıktıkça, Anayasal değerleri hatırlattıkça, ‘’Anayasa devleti sınırlandırmak için vardır. Bireyi ve sosyal hayata şekil vermek için değil’’ dedikçe salonu büyük bir coşku ve tezahürat kaplıyor. Ron Paul’un ‘savaş karşıtı’ dış politika anlayışı hakkında Huntsman dışındaki diğer bütün adayların tek kullandığı kelime ‘çok tehlikeli’. Ron Paul ise, ‘’asıl, mevcut adayların savunduğu politikaların ABD’yi tehlikeye attığını’’ vurguladıktan sonra, ‘’Evet, biz çok tehlikeyiliz. Biz Statüko için büyük tehlike arzediyoruz’’ diyerek geceye damga vuruyor. Ana akım medya bile gecenin yıldızının ve ilham verici konuşmanın Ron Paul’a ait olduğunu teslim ediyor.
Ron Paul’un konuşmasını beklerken televizyondan Mitt Romney’i izliyoruz. Romney, nerdeyse haftalardır söylediği şeylerin aynısını içeren ve dinleyen herkeste samimiyetsiz intibaı uyandıran plastik ‘’vatan millet Mississippi’’ konuşmasını yapıyor. Her ne kadar New Hampshire’da yüzde 39 oy alsa da, birçok analist, ‘’Evet NH’ı Romney kazandı, ama’’ diye başlıyor analizine. Bu ‘ama’nın nedeni ise, diğer adayların aksine Romney’nin New Hampshire’da tam 5 yıldır kampanya yürütmesine ve Iowa’yı bile kazanmasına rağmen aylar önceki anketlerden bile çok daha düşük oy alması. Evini de eyalete taşıyan Romney, Massachusetts valiliği yapmış olmanın avantajını da kullandı. Ancak yıllar süren kampanyaya, akıtılan milyonlarca dolara rağmen oy oranının yüzde 39’da kalması, Cumhuriyetçi Parti içindeki derin ‘ABR’ı bir kez daha ortaya koyuyor.
ABR hareketi Romney’i yutar mı?
ABR, yani ‘’Anybody but Romney (Romney olmasın da kim olursa olsun)’’. Bu hissiyata sahip neredeyse yüzde 60’lık bir kesim var. Ana akım medyanın durmaksızın ‘’Cumhuriyetçilerin Obama’yı yenecek tek aday Romney’i seçmekten başka çareleri yok’’ analizleriyle partilileri adeta baskı altına alması da parti içinde sıkıntıyı artırıyor.
Jon Huntsman’ın karargahında tanıştığımız ve kampanya yetkilisi sandığımız bir kişinin İsveç milletekili Gustav Blix olduğunu öğrenince çok şaşırıyoruz. Kampanya yetkilisi olmadığını gönüllüsü olduğunu özenle vurguluyor. Türk gazeteciler olduğumuzu öğrendiğinde ise ilk tepkisi, İsveç – Türkiye dostluk grubu üyesi olduğunu söylemek oluyor ve ardından, ‘’Hükümetin reform çabalarını destekliyorum ancak, son zamanlarda çok fazla gazetecinin tutuklanması beni bir parça endişelendiriyor’’ diyor. Türkiye hakkındaki çelişkili ruh halini Avrupa Birliği konusunda hevesin kaybolmasından bahsettiğinde de gösteriyor. Bir yandan Türkiye’nin Avrupa Birliği konusunu ağırdan almaya başladığını söylüyor ancak hemen ardından, bunda bazı kudretli Avrupa liderlerin Türkiye’yi gerçekte birlikte istememelerinin de rol oynadığını teslim ediyor.
Ancak bizim gündemimiz daha çok Cumhuriyetçi Partideki yarış ve bu nedenle Blix’e izlenimlerini soruyoruz. Huntsman’ın ne kadar farklı bir politikacı olduğunu vurgulayarak, İsveçli bir parlamenter grubuyla beraber, Amerikan sağında dolayısıyla da Avrupa merkez sağında yeni bir dönüşüm yaratma potansiyeli olduğuna inandıkları Huntsman’a destek vermek için New Hampshire’e geldiklerini belirtiyor.
Obama’ya karşı kazanabilecek tek adayın Huntsman olduğunu iddia eden Blix, adaylığı Mitt Romney’nin kazanması halinde Obama’nın 2008’dekinden daha kolay bir seçim zaferi kazanacağını savunuyor ve oran bile veriyor: ‘’Obama yüzde 40’a 60 kazanır’’ .
Blix, parti içindeki ‘’ABR’’ havasının zamanla Romney’e tek gerçek alternatif olan Huntsman etrafında bir kenetlenme yaratabileceği görüşünde: ‘’Bu önseçimde kaybetse bile Huntsman 2016’nın şimdiden en ciddi adayı. Ron Paul’un ise başarılı sonuçlara rağmen adaylığı kazanması mümkün değil’’
Huntsman’ın karargahı olan restoranda, Halil ağabeyin bir başka köşede konuştuğu bir Huntsman kampanya yetkilisi ise, seçim öncesi Huntsman’ı yüzde 20’lerde gösteren haberlerin arkasında Romney’nin kampanyası olduğunu iddia ediyor: ‘’Bizi çok yüksek göstererek hem kendi tabanlarını hareketlendirdiler hem de bizi ‘beklentilerinin altında oy almış’ gibi göstererek, kazandığımız zaferi yenilgi gibi göstermek için psikolojik zemin hazırladılar’’.
Newt Gingrich’in kampanya karargahında ise, daha sessiz bir kalabalıkla karşılaşyoruz. Kalabalığın yarısını medya mensuplarının oluşturduğunu söylemek abartı olmaz. Şunu açıkça görüyoruz. Mitt Romney’e karşı maddi gücü en yüksek kampanya hala Newt Gingrich’e ait. Bunu kiraladıkları salonlardan, yaptıkları organizasyonun kalitesinden bile anlamak mümkün. Ancak parası olan bu kampanya Iowa’da maruz kaldığı negatif kampanya ile coşkusunu ve kalabalıklarını yitirmiş durumda. Bunun kızgınlığını Newt Gingrich de hala görmek mümkün.
Gingrich, kalabalıklara yeniden muhtaç. Belki de bu aralar tek bir desteğin bile önemini varmış olmalı ki, yanımdan geçerken beni de seçmen sanarak benim de elimi sıkıyor. ‘’Desteğim’’ için teşekkür ediyor.
Iowa’nın yıldızı Rick Santorum ise 60 ayını Iowa’da harcadığı için yeni geldiği New Hampshire’da pek birşey beklemediğini gösteriyor. Santorum ile bütün gün boyunca sadece bir kez medya merkezine gelip ABC’de canlı yayına katıldığı zaman karşılaşıyoruz. Iowa’nın yıldızı bu formalite seçimi atlatıp, 21 Ocak’ta yeni bir şov yapmak istediği South Carolina’ya gidiyor aynı gün.
Iowa’nın sosyal muhafazakar ve Evanjelik yoğunluklu Cumhuriyetçi tabanının aksine New Hampshire Cumhuriyetçileri ‘fiscal’ muhafazakarlığı öne çıkaran seküler bir tabana sahip. Gay evlilik tartışması, kürtaj, aile değerleri gibi konular burda destek kazandırmıyor. New Hampshire Cumhuriyetçileri için en önemli konular vergi kesintisi, kamusal harcamaların azaltılması gibi konular.
Iowa ve New Hampshire’ın ABD başkanının kim olacağının belirlenmesinde bu sıradışı güçlerine karşı tepki her geçen yıl daha da büyüyor. Geleneksel olarak ilk önseçim eyaletleri olan Iowa ve New Hampshire, birçok adayı öne çıkarırken birçok adayın yarıştan çekilmesine neden oluyor. Oysa bu iki eyaletin toplam nüfusu ABD nüfusunun çok azını oluşturduğu gibi ABD nüfus yapısının yansıması olmaktan çok uzaklar. Iowa’nın yüzde 90’ı beyaz Amerikalılardan oluşurken New Hampshire’da bu oran yüzde 95’e çıkıyor. Dolayısıyla ‘gerçek bir seçim’ konusunda fikir vermekten çok uzak bu iki eyalet.
Kazanarak tarih yazan Romney, kaybederek de tarih yazabilir
Mitt Romney, bu iki eyaleti de kazanmayı başaran ilk ‘başkan olmayan’ Cumhuriyetçi aday olarak tarihe geçti. Üstelik şu anda seçim takvimi de ondan yana. 21 Ocak’ta South Carolina’da çok ağır bir yenilgi almazsa 31 Ocak’taki Florida rahat kazanabileceği bir önseçim. Ardından Nevada ‘caucus’u var ki Nevada Utah’tan sonra ikinci Mormon eyaleti. Bu eyaletteki Cumhuriyetçi tabanının büyük bölümü Mormon ve bu kilisenin mensupları, tarihi bir şans yakalamış Mormon adaya için çok aktif olacaklardır. Nevada’dan sonra ise, Romney’nin babasının bir zamanlar valiliğini yaptığı ve Romney’nin kendisinin de doğduğu eyalet olan Michigan seçimi var.
Yani Cumhuriyetçi Partideki gerçek yarış ancak Michigan önseçiminden sonra başlayabilir. Soru şu ki, o zamana kadar Romney’nin oluşturduğu medya rüzgarına ve büyük bütçeli kampanyaya karşı mücadele edecek güce sahip bir alternatif var mı? Gingrich de, Huntsman da, Santorum da, şu anda Romney’i yenmekten çok, ‘’dökülenler döküldükten sonra’’ kalan tek alternatif olmanın mücadelesini veriyor. Santorum, bunun için gerekli seçmen yüzdesine, Gingrihc ‘paraya’ ve Huntsman ‘politikaya’ sahip olduğuna inandığı için de önümüzdeki 4 önseçimde de yenilselere, bu 3 adayın çekilmesi zor görünüyor.
Tabandaki huzursuzluğa, Romney’e karşı şu anda adaylar arasında bölüşüldüğü için çok farkedilmeyen yaygın tepkiye bakılırsa, New Hampshire’daki tarihi zaferine rağmen Romney’nin adaylığı garanti değil. Romney’nin, ‘’Iowa ve New Hampshire’ı kazanmasına rağmen, adaylığı kaybeden ilk Cumhuriyetçi aday’’ olarak tarihe geçmesi de mümkün…
Manchester’da bindiğimiz taksinin şoförüne Halil ağabey, ‘oy kullanıp kullanmadığını’ soruyor. ‘’Kullanmadım’’ diyor ve ekliyor: ‘’Samimi olmak gerekirse hangisinin kazanacağı artık umurumda bile değil. Kim kazansa farketmeyecek. Hepsi kendi parasının kendi kişisel kariyerinin derdinde adamlar. Politikanın sorunu kimim aday olacağında değil, daha derin’’.
New Hampshire’da ‘sorunun derinliğini’ net şekilde hissedebiliyorsunuz. Birçok barın kafenin açık televizyonlarında bile önseçim haberleri veren kanallar yerine başka kanallar açık. İzleyenler ise ülkenin kaderini değiştirecek bir siyasi mücadeleden çok, kimin kazanacağınını merak ettikleri bir pop star yarışması izler havasında
Dört yıl sonra 2016’da yeni bir ‘tarihi’ önseçimde yeniden gelmek üzere Manchester’dan ayrılıyoruz. Artık ‘South Carolina’yı konuşmanın vaktidir.