“Tatil geldiği zaman
Ağlarım ben inan
Gidiyorsun işte
Arkana bakmadan
Nasıl geçer bu yaz
Ne olur bana yaz
Sen sen sen
Sen bir ömre bedel
Yok yok yok
Gitme gitme gel
Eylülde gel.”
Sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı bu Alpay parçasını bilmeyenemiz yoktur. Peki bestecisi?
Asıl adı Henry Markaryan. Malatya kökenli, tehcirde önce Lübnan’a sonra Fransa’ya yerleşmiş Ermeni bir ailenin yedi çocuğundan biri olarak 1926’da Valance’ta doğdu. İçe kapanık, hassas bir yapısı vardı. Ders çalışmak yerine şiirle ve müzikle zaman geçiryordu. Liseyi bitiremedi. Babasının Ortadoğu yemekleri yapan dükkanında çalışmaya başladıysa da bu iş ona göre değildi. O müzisyen olmak istiyordu. Hayalini herçekleştirmek için 22 yaşında Paris’in yolunu tuttu. Bir süre yakalandığı bir hastalık yüzünden ölüm kalım mücadelesi verdikten sonra bestelerini satmak için kapı kapı dolaştı. Ancak “yeteneğini kimse farketmeyince” kendi müzik evini kurdu. Ona memleketinin adını koydu: “Malatya”. Sahne ismi olarak da daha kolay söylenen “Marc Aryan”ı kullanmaya başladı. Bu arada gece gündüz çalışarak müzik bilgisini geliştirdi.
Onun için şans rüzgarı 60’ların başlarında esmeye başladı. 9 dil konuşabilen Aryan’ın albümleri artık çıkar çıkmaz liste başı oluyor, yalnız Fransa, Belçika değil, Doğu Avrupa, Ortadoğu, Güney Amerika ve Quebec’te de tanınıyordu. 1968’deki doğu turnesindeki Rusya konserinde stadı 60 bin kişi doldurdu.
Fakat onun kalbinde hep ailesinden özlemle dinlediği ülkenin özel bir yeri vardı. 1966 ve 1969’da Türkiye’ye geldi. Burada “İstanbul’da” albümünü çıkardı. Eylül’de gel (Qu’un peu d’amour), Dünya dönüyor/Atlı Karınca (Volage Volage), Moda Yolu (Ma Loulou), Yalancısın (Si J’etais Sur), Kimdir bu sevgili (Un Petit Slow), Dinle Yavrucuğum (Tu es une Petite Fille) gibi bir çok parçasını Fecri Ebcioğlu’nun sözleriyle tanıyoruz. Kendine özgü Türkçesiyle söylediği parçalar o kadar sevildi ki Ajda Pekkan bile onun aksanını taklit etti.
Sanatçı 1985’de kalp krizinden öldüğünde geride yalnızca 200’e yakın eser değil, müziğin büyüsüyle Paris-İstanbul-Erivan üzerinde kurduğu sevgi ve dostluk köprüsünü de bıraktı.
“İstanbul, düşünürüm sık sık camilerini
ve gökyüzüne uzanan minarelerini..
İstanbul, düşlerim, sık sık Boğaz’ın mavi sularını
Orada, bir yüz, sevilen bir yüz yansır.
İstanbul, İstanbul, bıraktım kollarına
Temiz kalpli bir kız İstanbul İstanbul
Sevdiğim bir çocuk,
Şiir kadar güzel,
İri siyah gözlü
Akşam karanlığına benzer.
İstanbul, neden hayat sevenleri ayırır?
İstanbul, sevenler arasında
Neden dağlar, okyanuslar vardır?
İstanbul, İstanbul susadım
Onun öpüşlerine,
İpek cildine.
Açım onun bakışlarına.
İsterim onu yeniden görmek,
Kalbime bir parça mutluluk saçar diye.
Biliyorum, bir gün,
Üstümde kristal göğün,
Eli elimde, içim aşkla dolu,
O’na diyeceğim ki:”
Aşkım, iyi akşamlar”.
Her akşam çıkacağız.
Yine şarkılar ve danslar olacak.
Olacak yine bin sevinç
Ve bütün dostlar,
Boğaz’ın güzel restoranlarına
Gideceğiz rakı içmeye.”
diyor hemşehrimiz “İstanbul” adlı parçasında..