(NOT: Bu yazı, yazarın Tempo Travel dergisinin 2018 Sonbahar sayısında yayınlanan ‘Kızılderili Ülkesi’ yazısından derlenmiştir)
CEMAL TUNÇDEMİR
Güney Dakota’nın Rapid City kentine Nebraska yönünden yaklaşırken uzaktan, ‘He Sapa Wakan’ı, yani her şeyin kalbini görmemle kalbimin ritmi de hızlanıyor. Black Hills’e, Kızılderili Ülkesinin kutsal topraklarına nihayet ulaşmak, yaşamımın en özel heyecanlarından birine dönüşüyor…
‘Black Hills’, 2200 metre yüksekliğiyle Kara Geyik zirvesi ile etrafındaki ormanlık tepeler, güneşli çayırlar, göller, dereler, bizon ve geyik sürüleriyle, hayal edebileceklerimizden çok fazlasını sunuyor.
Black Hills adı, buranın Lakota dilindeki adı olan ‘Paha Sapa’nın yaklaşık bir çevirisi. ‘Kara Tepeler‘ veya Karadağlar anlamına geliyor. Büyüleyici bir coğrafyanın bu isimle anılmasının sebebi, ormanlarla kaplı dağ ve tepelerin uzaktan bakıldığında karanlık görünmesi… O karanlık görünümün içinde ise her mevsim aydınlık ve renkli bir güzellik, acıyla dolu bir geçmiş ve belki de tarihin en büyük keşiflerinden birine yol verecek bir gelecek yatıyor…
Karadağlarda en yoğun duyacağınız ses ise sessizliğin sesi. Kızılderililere göre bu sessizlik, ehil olmayanların duyamayacağı ilahi bir şarkı aslında. Lakotaların yaratılış teorisine göre, bu ilahi sessizlik şarkısının her bir bölümü, büyük yaratılış sırasında evrenin ayrı birer köşesine çalındı. Burası, yani Ha Sapa ise, bütün evrende, bu sessizlik şarkısının tamamını birden dinleyebileceğiniz tek yer.
Kızılderili Ülkesinin, Wyoming, Nebraska ve Güney Dakota üçgenine yakın bir coğrafyaya yayılmış kutsal topraklarının ortasında, Custer yolunda, çam ağaçlarından yayılan ağır ponderosa kokusunun sindiği bir ahşap kabinde, yaratılışın sessizlik şarkısını dinlemeye çalışıyorum. Fakat, türümüzün ya sonu gelmez bir merak ve yenilik arayışı, ya doyulmaz bir açgözlülük ve haydutluk, ya da dizginlenemez bir özgürlük arayışı ile Eski Dünya’dan kopup gelmiş ruhunun, binlerce yıl doğanın kendisine sunduğuyla yetinebilmiş sadık ruhuyla, bu ormanlık dağlar etrafında çarpıştığı son 200 yılın trajik uğultularını da duymaktan kurtulamıyorum…
Karadağların iki yüzü var, Kızılderili Ülkesinin iki ayrı öyküsünü anlatan… Öykünün biri, Karadağların güney yakasındaki Rushmore Dağına kazınmış. ABD başkanları Washington, Jefferson, T. Roosevelt ve Lincoln’un, Rushmore Dağının kayalık yamacında 20’nci yüzyılın ilk yarısından beri kazılı yüzleri, filmler, televizyonlar sayesinde bu coğrafyayı hiç görmeyenlerce bile biliniyor.
Karadağların, western filmlerinin klişelerinde kaybolmuş, unutulmaya terk edilmiş diğer yüzünü ise Rushmore’un yaklaşık 30 kilometre kadar güney batısındaki Thunderhead dağının yamacına kazınan heykel temsil ediyor. 1948’den beri kayalıklara kazınan ama 70 yıl sonra hala tamamlanamamış Çılgın At (Crazy Horse) heykeli, bitmemiş bir öykünün, kapanmamış bir yaranın da anlatıcısı…
Gerçek adı ile Çasunke Witkó (Atı Çılgın Adam), 19’ncu yüzyılın ortalarında, Lakotaların, topraklarını ve yaşam tarzını, öncü beyaz yerleşimcilere karşı koruma yolunda federal devlet ile savaşındaki efsane liderlerinden biri. ABD Federal hükümeti ile Sioux (Siyu) kabileleri arasında reis Kızıl Bulut Savaşlarından sonra imzalanan 1868 Laramie Kalesi anlaşması, Güney Dakota’nın batısının yarısını, Karadağlar da dahil olmak üzere ‘Büyük Siyu Yurdu’ olarak tanımlıyor ve kabul ediyordu. Anlaşmaya, 1874 yılında Karadağlarda altın bulununcaya kadar iki taraf da uydu. Altın bulunduğu haberi kısa sürede Avrupa kökenli yerleşimciler arasında yayıldı ve buraya büyük bir Altına Hücum akını yaşandı. Federal devlet, Kızılderililerden, Karadağlar bölgesini 25 bin dolara satın almaya kalktı. Fort Laramie anlaşmasına göre, satış ancak kabile üyelerinin yüzde 75’inin onayı ile mümkün olabilirdi. Ancak imzalayan üye sayısı yüzde 10’da kaldı.
Anlaşmadaki açık hükme rağmen ABD hükumetinin burayı satın alınmış kabul edip Siyuları Karadağlar’dan göçe zorlaması, Çılgın At ve Oturan Boğa’nın liderliğindeki Büyük Siyu Savaşlarını başlattı. Yaklaşık iki yıl süren bu savaş sırasında, Siyu ve Şayenlerden oluşan Kızılderili ittifakı, 25 Haziran 1876 günü Yellowstone ve Karadağlar arasında bulunan Little Bighorn vadisinde, altın madencilerini koruyan Yarbay George Custer komutasındaki süvari birliğini ağır bir hezimete uğrattı. Savaşta, Custer dahil 270 asker öldürüldü. ABD Kongresi bunun üzerine Siyu kabilelerinin tamamına ‘Ya Sat Ya da Açlıktan Öleceksin’ adı verilen ambargo uygulamaya başladı. Çılgın At, reis Kızıl Bulut’un çağrısı ve kabilesinin düştüğü zor durum nedeniyle 1877 Mayıs ayında federal birliklere teslim oldu. Bir kaç ay sonra da ‘kaçmaya çalışıyordu’ gerekçesiyle öldürüldü.
Siyu Savaşları sırasında Karadağlara kurulan ve sonraki yüzyıl boyunca yaklaşık 600 kilometrelik tünel uzunluğuna ulaşarak Batı yarım kürenin en büyük ve en derin madenine dönüşen Homestake altın madeninden, 2002’de kapanıncaya kadarki 126 yıl boyunca 1,2 milyon kilogramdan fazla altın çıkarıldı.
Karadağların hukuksal statüsü bugün hala Kızılderili yönetimleri ile federal devlet arasında bir uzlaşmazlık konusu olarak kalmaya devam ediyor. ABD Kongresinde 1980 yılına kadar iki kez buranın Lakotalara iadesi yasa teklifi gündeme geldi ama oy çokluğuyla reddedildi. ABD Yüksek Mahkemesi ise 1980 yılında federal hükümetin, Karadağlar’a 1877’deki hukuksuz el koymasının tazminatı olarak 9 Siyu kabilesine 105 milyon dolar ödeme yapmasına hükmetti. Yüksek Mahkeme kararında, ‘tarihimizde bundan daha onursuz bir anlaşma ihlali bulmak zordur’ denildi. Ancak Siyular tıpkı 150 yıl önce dedelerinin yaptığı gibi mahkemenin hükmettiği bu parayı da reddediyor. Onlara göre Karadağlar kutsal bir bölge ve asla bir para alışverişine konu olamaz. Günümüzde Karadağlar çevresindeki Lakotalar, ABD toplumunun en yoksul kesimleri arasında yer aldıkları halde, Hazine Bakanlığınca adlarına açılmış hesapta, bugün faizi ile beraber 1,3 milyar dolara ulaşmış halde gelip almalarını bekleyen paraya yine de dokunmuyorlar. Çünkü Lakotaların inancına göre buradaki aidiyet iddiası, Avrupa kökenlinin baktığı gibi bir ‘arazi sahipliği’ iddiası değil. Onlar tanrı Inyan Kara’nın kendini yaratılış için kurban ettiği bu yerin sonsuza kadar kutsallığına inanıyor. Burası, yıldızların ruhlarından kopup gelmiş kökleriyle irtibat kurabildikleri tek yer.
Karadağların 1 saat kadar doğusunda, peri bacalarından, erozyon ve rüzgarın ürkütücü şekiller verdiği kızıl tepelere, müthiş hayvan çeşitliliğine kadar vahşi coğrafyası ile ‘Badlands’ uzanıyor.
Interstate 90 otoyolundan, ABD’nin belki de en ünlü yol kenarı işletmesi olan Wall Drug’ın yakınlarından güneye çıkınca girilen Badlands Loop manzara yolu, bu yabani coğrafyada insan uygarlığına ait tek şey.
Lakota dilindeki adı ‘Mako Sika (Berbat Arazi)’ olan Badlands’ın güneyi, Oglala Lakotalarının yurduna da giriş yeri. Resmi adıyla Pine Ridge Kızılderili Rezervasyon Bölgesine…
Delaware ve Rhode Island eyaletlerinin toplamından büyük yüzölçümü ve 30 bine yakın nüfusuyla Pine Ridge Lakota yurdu, ABD’deki en büyük ikinci Kızılderili Rezervasyonu. ABD ortalamasının çok üzerindeki alkolizm ve işsizlik oranı ile Pine Ridge, bugün dünya medyasında ülkedeki bütün Kızılderililerin alkolik ve evsiz gibi algılanmasına yol açan haber klişelerinin neredeyse tek referansı konumunda. Yine, Kızılderili tarihinin en acı tablolarından birini oluşturan 1890 yılındaki Wounded Knee katliamına sahne olan Yaralı Diz Deresi de, Pine Ridge Rezervasyonunu, Karadağlar etrafındaki öykünün en acı sahnelerinden biri haline getiriyor. Yasaklanmasına rağmen Hayalet Dansı yapmakta ısrar eden Lakatoları vazgeçirmek için bazı kabile liderlerini tutuklamaya karar verildi. Tutuklamaya direnen reis Oturan Boğa’nın bu sırada öldürülmesinden sonra lideri olduğu Hunkpapa aşiretinden kabilesinden 230’u erkek 120’si kadın ve çocuklardan oluşan bir grup, korkuyla, reis Benekli Geyik’in olduğu rezervasyona gitmek için yola çıktı. Yaralı Diz deresinde askerlerce durdurulan grubun silahları toplandıktan sonra, içlerinden birinin kendilerine ateş ettiği gerekçesiyle yaylım ateşine tutuldu. 300’e yakın Lakota yerlisinin öldürüldüğü bu katliam, bugüne kadar kapanmayan bir yara açtı. Yüzlerce filme, şarkıya, şiire, kitaba konu oldu. Wounded Knee kasabası, 1973 yılı başında 200 kadar Lakota tarafından işgal edildi ve 71 gün boyunca aktivistlerin kontrolünde kaldı. Marlon Brando, 1973 yılında Baba filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandığı açıklandığında, Hollywood’un Kızılderililere karşı ayrımcı bakışını protesto ve Wounded Knee aktivistlerine destek amacıyla Oscar sahnesine çıkmayacak ve ödülü reddedecekti. Brando’nun yerine Küçük Tüy adlı Apaçi yerlisi bir kadının, Apaçi kabilesine ait kıyafetleriyle sahneye gelerek ünlü aktörün Wounded Knee’de olanlara ilişkin konuşmasını okuması, Yaralı Diz aktivistlerine medya sessizliğini de kıracaktı.
Karadağların doğal alanı içinde değil ama biraz kuzey batısında yer alan Standing Rock Siyu Rezervasyonu ve onun güneyindeki Şayen rezervasyonu ile batıda Wyoming içinde yer alan Arapaholara ait Wind River Rezervasyonu da, Pine Ridge ile beraber Karadağların bekçiliğini yapmaya devam eden diğer üç rezervasyon…
Karadağların hiç şüphesiz en eski sakinleri ise hayvanlar. Yolların özellikle de dere kenarları ve çayırlardan geçen kesimlerinde trafiğin bir bizon veya geyik sürüsünce kesilmesi sıkça yaşanabiliyor. Sadece burada değil, Wyoming’de Nebraska’da, Dakotalarda sıkça yabani at sürüleriyle karşılaşmak da mümkün.
Arabanın camından koşu halindeki bir at sürüsünü izlerken bir zamanlar buralarda atları üstünde dolaşan Kızılderili kabilelerini hayal ediyorum. Derken, at üstünde gururla ilerleyen Kızılderili savaşçı görüntüsünün kadim bir görüntü değil, Avrupalılar aracılığı ile oluşmuş modern bir görüntü olduğunu hatırlıyorum.
Avrupa kökenliler, Yeni Dünyayı keşfedip buraya akın ettiğinde, kıta yerlilerini en fazla ürküten iki yönleri vardı; Yüzlerinin kıllı olması (sakal) ve atları… Aslında Arkeolojik bulgular, Yeni Dünyada atların milyonlarca yıl boyunca koşturduğunu ama 15 bin yıl kadar önce develerle birlikte henüz bilinmeyen bir nedenle aniden yok olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla İspanyol kaşifler 16’ncı yüzyılda Avrupadan getirdikleri atları Yeni Dünyada sürmeye başladıklarında, Kızılderililer ilk kez at görecek ve insan taşıyan bu ‘canavarlar’ karşısında dehşete düşeceklerdi. Fakat zamanla onlar da bazen çalarak bazen de satın alarak at edinmeye başladılar. 1700’lü yıllarda 30 yıllık bir süreçte atlar, Mississippi’nin bütün batısında yayıldı. Buffalo başta olmak üzere avlanmayı kolaylaştırması at sahibi kabilelerin yaşam tarzını kökten değiştirdi ve diğer düşman kabilelere karşı üstünlük kurmalarını sağladı.
Otomobilin keşfiyle birlikte atın değeri de hızla düştü. Beslenme maliyetlerinden kaçınmak için yabana bırakılan atlar bugün Wyoming’de, Idaho’da, Texas’ın batı kesimlerinde büyük yabani at sürülerinin oluşmasına neden olmuş durumda. Kızılderililer ise 20’nci yüzyılda atın yerini tutacak şeyi keşfetmekte gecikmediler; Motorsiklet.
Karadağlara Ağustos ayında yönelecekler, bölgeye giden bütün yollarda bazen sayısı binlere ulaşan devasa motorsikletli gruplarıyla karşılaşmanın şaşkınlığını yaşayabilir. 1938 yılında, Rapid City’nin kuzeyindeki Sturgis kasabasında bir grup Kızılderili Motorsikletlinin başlattığı etkinliğe, artık her yıl Ağustos ayında ABD’nin her yerinden bir milyonu aşan motorsikletli katılıyor. Yüzlerce yıl at kişnemeleriyle inleyen Rapid City ovası, Deadwood yamacı, Kara Şahin tepesi veya Şayen Geçidi artık motorsiklet motorlarının gürlemeleriyle yankılanıyor.
Sturgis’ten, Karadağların kuzey sınırı boyunca batıya yöneldiğinizde karşınıza Sundance kasabası çıkar. Adını 1970’li yıllara kadar yasak olan Kızılderili Güneş Dansından alıyor kasaba. Biz burayı western filmlerine de konu olan Sundance Kid ve Butch Cassidy çetesi ile tanıdık daha çok. Kasaba, hemen kuzeyindeki 386 metre yüksekliğinde dev bir kaya olan ”Şeytan Kulesi” ile de Karadağlar ziyaretçilerinin uğrak noktalarından biri. Kızılderili mitolojisine göre, ayılardan kaçarken yaralanan üç küçük kızın Yüce Ruh’a dua etmeleri sonunda, ayılardan kurtulmaları için bulundukları zemin Yüce Ruh tarafından yerden yükseltildi. O gün bugündür bazı kabilelerin hacı olma mekanları burası…
Bölgedeki hemen her yerli kabile farklı bir isimle anıyor burayı. İngilizce metinlerdeki Devils Tower ismi ise önce bir tercüme hatasının ardından da bir gramer hatasının ürünü.
Sundance’dan doğu yönüne, yeniden Karadağlar içine yönelince, Altına Hücum çağından günümüze hatıra Deadwood kasabasına ulaşırsınız.
Calamity Jane’in, Vahşi Bill’in kasabası, bugün hala poker oynanan ‘saloon’ları, neredeyse hala 150 yıl önceki mimari yapısıyla yabancıları ağırlıyor. Dünyada ‘Kızılderili’ denince çoğu kişinin aklına gelen ilk şey olan 1990 yapımı Kurtlarla Dans filminin de çekildiği bölge burası. Filmin başrol oyuncusu Kevin Costner daha sonra kasabanın hemen çıkışına, ‘Tatanka; Bizon’un Öyküsü‘ adlı bir de heykel yaptırdı.
Ama Deadwood’a asıl uğrama nedenimiz bu değil… Aradığımız şey, Deadwood’un hemen batı çıkışındaki kayalık zeminin kilometrelerce altında… 2002’de kapanan Homestake Altın Madeninin bir kısmına son yıllarda Sanford Yeraltı Araştırma Merkezi (SURF) laboratuvarı yerleşmiş durumda. Yerin 1,5 kilometre altındaki bu laboratuvarda birkaç yıldır dünyanın her yerinden bilim insanı, evrenin en büyük gizemini, ‘karanlık madde’yi çözmeye çalışıyor. Evrenin yüzde 90’ını oluşturan karanlık maddenin niteliğini bilmiyoruz. Bir türlü tespit edemiyoruz, çünkü atomlardan oluşmuyor. Ama galaksilerin, yıldızların yörüngelerine kütle çekim etkisi nedeniyle varlığını biliyoruz.
Homestake Madeninin 1500 metre derinliğinde, 260 metreküp su dolu bir tankın içine yerleştirilmiş yine sıvı halde ksenon dolu bir başka tankın bizi karanlık madde ile tanıştırabileceği ümidi var. Çok az radyoaktif izotopa sahip olmasıyla oldukça saf bir element olan ksenon ile dolu bu tankın içinden atomik ölçeklerde tek bir parçacık bile geçtiğinde ışık üretiyor. Bu ışıklar süper hassas sensorlar aracılığıyla toplanıp, karanlık maddeye ilişkin bir iz aranıyor.
Laboratuvar ile yer yüzü arasındaki 1,5 kilometrelik kaya kütlesi, ksenon tankına, başta güneş olmak üzere uzaydan gelen kozmik radyasyona karşı zırh oluyor. Bu da Karadağların altındaki LUX tankını, hem, belki saniyede milyarlarca parçacığı içimizden geçen karanlık maddenin, normal madde ile bir etkileşim anını yakalama umudunun merkezi haline getiriyor hem de dünyanın en sessiz ortamı haline…
Lakotaların yaratılış söylencesi bir kez daha yankılanıyor beynimde… Karadağlar, evrenin her yerinde bir parçası çalınan sessizlik şarkısının tamamını dinleyebileceğimiz ilk yer olacak belki de…
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz