Skip to content
Menu

Sürekli yanlış hatırlayan bir başkan

CEMAL TUNÇDEMİR

30 Mart 2019

Dean Martin, 1965 yılında NBC kanalında yayınlanan programının bir bölümünde geçmişte çok sayıda filmde beraber rol aldığı efsane aktör Jimmy Stewart’ı konuk eder. Hollywood’un efsane isimlerinden biri olan Stewart, ilk aktörlük işinin ikinci günü başarısız bulunarak işten çıkarıldığını anlatınca herkes gibi Dean Martin de şok olur. Martin buna tepki olarak, hemen Stewart’ın oynadığı bir çok önemli filmi sayarken, Margaret Sullavan ile başrollerini paylaştığı 1940 tarihli ‘Ölümcül Fırtına’ filmini de anar.

Bunun üzerine Stewart, bu film etrafında, insanın olmamış bir şeyi, çıkarı gerektirdiğinde nasıl olmuş gibi hatırlayabildiğini çarpıcı şekilde gösteren bir anısını paylaşır.

‘’Biliyorsun Dean, işimiz gereği bizim çoğu zaman gerçeklerle pek işimiz olmaz’’ diye söze girer Stewart ve devam eder: 

‘’Ölümcül Fırtına’nın son sahnesinde ben keskin bir yamaçtan aşağıya kayakla hızla iniyorum, Margaret Sullavan’ı kolundan yakalıyorum ve onun bir başka keskin yamaçtan güvenli şekilde kaymasını sağlıyorum. Film ikimizin gün batımına doğru kaydığı bu sahne ile bitiyor.

Film gösterime girdikten kısa süre sonra rastladığım bir izleyici bana, ‘Filmi izledim. Tehlikeli yamaçtan aşağı kayışınız muhteşemdi. Çok başarılıydınız’ dedi. Ben de, ‘’hayır, hayır, o kayak yapan dublörümdü. Ben o sahnede gerçekte hiç kaymadım’’ yanıtı verdim. Ancak bir yandan da bu sahneyi yeniden düşünmeye başladım.

Yaklaşık 3 ay sonra insanlar hala film hakkında konuşuyordu. O sıralar bir başka seyircim daha bana, ‘Margaret Sullavan ile filmini seyrettim. Bence harika kayak yapıyorsun’ dedi. Benim tepkim bu kez, “Evet ama hepsini ben kaymadım, sadece bir kısmında kayan kişi bendim” şeklinde oldu. Görüyor musun nasıl seni içine çekiyor bu şey… 

Derken birkaç yıl önce bu kez televizyonda gösterildi film. Birkaç gün sonra denk geldiğim bir izleyicim bana, “Televizyonda filmi izledim. Kayak sahnesi harikaydı. Müthiş kayıyorsunuz?” dedi. Benim yanıtım bu kez, “Evet, kaymayı daha çocuk yaşta öğrendim. Çocukken öğrendiğiniz bir şeyi asla unutmuyorsunuz” şeklinde oldu. 

Ve biliyor musun Dean, o kayak sahnesinin, en azından bir kısmında olsun, benim kaymadığıma inanmak artık bana çok imkansız geliyor.”

2015 yılında yaşamını yitiren New York Times köşe yazarı David Carr‘ın, 2008 yılında yayınlanan ‘The Night of the Gun’ adlı otobiyografisi, ‘hatıra’ türünün geleneksel yaklaşımını alt üst etmesiyle büyük yankı yapacaktı. 

Yaşamının önemli bir bölümünü uyuşturucu bağımlısı olarak geçiren Carr’ın, o sefil yaşamından sıyrılıp, ülke kültürel yaşamına damga vuran etkili bir köşe yazarına dönüşmesinin çok ilginç bir öyküsü olacağı herkesçe kolayca tahmin edilebilirdi. Ama kitap çok daha fazlasını sunuyordu. Çünkü Carr, kendi hatıralarını ‘kendisi hatırladığı şekilde’ yazmamıştı. Bunun yerine, objektif bir gazeteci, bağımsız bir muhabir gibi bakmıştı anılarına. Her anısını, bir gazetecinin haberin taraflarından görüş almak zorunda olması gibi, anısında geçen kişilerin de o anıyı hatırlama şekillerine uyarak yazmıştı. Kitabını yazdığı üç yıl boyunca, her hatırasının, eski karısı veya sevgilileri de dahil 60 tanığına ve tarafına bizzat ulaşıp onların da gözünden dinleyip, anıların geçtiği yerlere gidip, tutuklanma kayıtlarına kadar resmi arşivleri inceleyip yeniden yazmıştı. Övündüğü birçok anısı, Carr’ı da çok şaşırtacak şekilde sıklıkla rahatsız edici, aynı sıklıkla komik bir hal almıştı.

Örneğin, bir arkadaşının, Carr’ın kafasına silah dayadığı gecenin anısı… 

1987 yılında, Minneapolis’te çalıştığı gazeteden kovulduğu o günün kokain ve alkolle bulanıklaşmış akşamında, en iyi arkadaşı ile hararetli tartışmasını, bir gazeteci gibi yeniden araştırdığında, o geceye dair sonraki hayatı boyunca hatırladığı şeyin yanlış olduğunu şaşkınlıkla öğrenecekti. Meğer o gece arkadaşı değil, Carr, silahını çekerek arkadaşının kafasına dayamıştır.   

Kendi biyografisini tamamen kendi hatırladığı gibi yazsaydı, ikiz kızlarını tek başına büyüten, başlangıçta sefil ve yoksul bir yaşamları olsa da bir noktadan sonra onları müreffeh bir yaşama kavuşturan fedakar baba portresi ortaya çıkardı. Gerçekleri araştırdığında bu hatıraların yanı sıra, uyuşturucu satmak için gitmesi gerektiğinde ikiz kızlarını soğuk bir arabanın içinde kapalı bırakmakta tereddüt etmeyen, eski karısı ve en az iki kız arkadaşına şiddet uygulayan bir erkek olduğu gerçeğini de keşfediyordu. 

David Carr’ın anı kitabının neden olduğu, ‘hatıralarımız ne kadar gerçek?’ ve ‘otobiyografilere ne kadar güvenebiliriz’ tartışmaları haftalarca sürmüştü.    

İşte bu tartışma, son yıllarda bu kez kültür ve edebiyat alanında değil de politik kulvardan gelen bir provokasyonla yeniden alevlenmiş durumda. 

Sorun şu; Amerikan devlet başkanı mütemadiyen yanlış hatırlıyor. Kendisinin geçmişte yaptıklarını yanlış hatırlıyor. Muhaliflerinin geçmişte yaptıklarını yanlış hatırlıyor. ABD tarihinde olan biten her şeyi yanlış hatırlıyor. Ve bütün bunları o kadar sıklıkla yapıyor ki… Washington Post gazetesinin veri tespit uzmanlarının Trump’ın başkanlığının ilk 700 gününde tespit ettiği ‘yanlış hatıra’ sayısı 7000’den fazla. Üstelik bunların çoğunun gerçek dışı olduğunu anlamak için uzman olmak da gerekmiyor, basit bir Google araması bile yetiyor.

Örneğin, Trump’ın, 11 Eylül saldırısının olduğu gün binlerce Arap ve Müslümanın New Jersey’de kutlama yaptığını televizyonda seyrettiğine ilişkin anısı. ABD’nin bütün televizyon arşivi ve polis kayıtları taranmasına rağmen değil New Jersey’de ABD’nin hiçbir yerinde bu şekilde bir sevinç gösterisi asla tespit edilemedi.  

Örneğin Trump, kendi geçmişine baktığında son derece parlak bir öğrencilik hayatı hatırlıyor. Ancak, bu başarılı öğrenciliğe ait tek bir belgesi ve tanığı bile yok.  

Ülkede iyi giden her şey ile bir şekilde kişisel geçmişi arasında bir irtibat kuruyor. Ülkede yanlış giden her şeyin solcu muhaliflerden kaynaklandığına dair bir şeyler hatırlıyor. Kendi geçmişine dair olumsuz tek bir hatırası bile yok.   

Örneğin, birkaç hafta önce ordu mensuplarına hitap ettiği bir konuşmada, kendisinden önceki 10 yılda asker maaşlarına hiç zam yapılmadığını iddia ederek kendi yönetiminin büyük bir zam yaptığını söyledi. “Arkadaşlarım bana gelip, bari yüzde 3 veya 4 gibi küçük bir zam yapalım dediler, ben ise, hayır dedim, yüzde 10 hatta yüzde 10’dan fazla olsun, dedim” diye anlatıyor. Oysa gerçek şuydu; ABD’de son 35 yıldır istisnasız her yıl, askerlerin maaşlarına zam yapıldı. Dahası, Trump’ın başkanlığının ilk iki yılında 2018 ve 2019 zamları ise bırakın yüzde 10’u geçmeyi, sırasıyla yüzde 2,4 ve yüzde 2,6 oranlarında olmuştu.

Bir devlet başkanı, nasıl bu kadar yanlışı, hem de doğrusunu birinci elden bilen insanlara, ordu mensuplarına hitaben sıralayabilir?

Bir devlet başkanı nasıl bu kadar yanlış hatırlayabilir?     

Aslında, geçmişimiz, hatıralarımız, başarılarımız, kimliğimiz, dışarıdan nasıl göründüğümüz hakkındaki yanılgı hepimizin belli dozlarda açık olduğu bir psikolojik sorun. Hayatımızla ilgili gerçek şu ki, hatıralarımızla, gerçekler çok az bire bir uyuşur. Komedyen Steven Wright’ın, “tertemiz bir vicdan çoğunlukla oldukça zayıf bir hafızanın işaretidir” şakası da bu gerçeğe dikkat çeker. 

Kanada’da yapılan bir deneysel araştırmada, uzmanlar, bir çok yetişkini, çocukken hava balonuyla gezerken gösteren bir de montaj fotoğraf hazırlar. Ve bu fotoğraf o yetişkinlerin gerçek çocukluk fotoğraflarının arasında karıştırılır. Çocuklukla ilgili bir araştırma çerçevesinde olduğu iddiasıyla yetişkinlerle beraber o fotoğraflar tek tek incelenirken sıra araştırmacıların araya karıştırdığı sahte fotoğrafa da gelir. Yetişkinlerin yarıdan fazlası, fotoğrafı ilk kez görmelerine rağmen, çocukken o balon gezisine çıktıklarından hiç şüphe etmez ve fotoğraftaki o anı ‘hatırlar’. 

Dünyada hafıza üzerine en uzman isimlerden biri olan California Üniversitesi psikoloji profesörü Elizabeth Loftus, Trump’ın sahtelik dolu bir anısı etrafındaki tartışmalar sırasında bir konferansında, “Birisinin size geçmişe ait bir olayı buna çok tutkulu şekilde, detaylar vererek anlatması, o olayın gerçekten olduğu anlamına gelmez” diye konuşacaktı.  

Lotus, İskoçya’da yaptığı TED konuşmasında çalışma alanını şöyle anlatacaktı:

“Birisiyle her tanışmamda sıra ne iş yaptığımızı sormaya gelip de ‘hafıza üzerine çalışıyorum’ dediğimde, insanlar hemen unutkanlıklarını veya fazlasıyla unutkan bir yakınlarının sorununu gündeme getiriyor. Ben her defasında onlara açıklamak zorunda kalıyorum. Benim hafıza ile ilgili çalışma alanım insanların unutması değil, tam tersine, hatırlamaları. Olmamış bir şeyi olmuş gibi, yapmadıkları bir şeyi yapmış gibi veya bir şeyi gerçekte olduğundan farklı olmuş gibi hatırlamalarını… Ben gerçek dışı hatıraları inceliyorum.”

Elizabeth Loftus, hafızanın, görüntüleri, olayları, bilgileri kaydeden bir kayıt cihazı gibi düşünüldüğünü ama onlarca yıldır süren çalışmaların, bunun doğru olmadığını gösterdiğini belirtiyor:

“Hafıza, inşa edilebilir değişken bir yapı. Bu yönüyle, Wikipedia sayfası gibi. Çok rahatlıkla müdahil olup içeriğini değiştirebilirsiniz. Ama tabii ki başkaları da aynı şeyi yapabilir” 

Yani, sizi etkileyen güçlü biri, hatıranızı eşitleyip, yanlış hatırlamaya başlamanıza neden olabilir. Loftus, yaptıkları deneysel bir çalışmada, baskı altında insanlara hatıralarını değiştirtebileceklerini gördüklerini, bu deneklerin, yaşamadıkları bir olayı yaşamış gibi hatırlamaya başlattıklarını tespit ettiklerini de aktarıyor.     

Loftus, politik haberler söz konusu olduğunda, hepimizin, geçmişteki olayları, bugün taraftarlığımıza uygun şekilde hatırlayabileceğimize de dikkat çekiyor.

Örneğin, Loftus ve ekibi, Obama ve George W. Bush’un sahte iki fotoğrafını, politikaya yakından ilgili bir grup katılımcıya gösterirler bir deney sırasında. Solcuların çoğu, Bush’un Katrina Kasırgası olurken beyzbol yıldızı Roger Clemens ile Texas’taki çiftliğinde tatil yaptığı anı hatırladığını iddia eder. Muhafazakarlar ise Obama’nın İran’ın o dönemdeki tartışmalı devlet başkanı Ahmedinecat ile buluştuğu o anı hatırladıklarına emindir. Ancak iki fotoğraf da sahtedir ve o iki buluşma da hiçbir zaman olmamıştır.  

Loftus, Washington Post gazetesine bir demecinde de Trump’ın New Jersey hikayesininin de bilinçli bir yalan olmadığını düşündüğünü belirterek, ‘öyle olmasını arzuladığı için hafızasının da o yönde bir sahte hatıra ürettiğiyle’ açıklıyor.  

Peki eğer hepimizin, yalan yanlış olduğunun bile farkında olmadığımızı çokça hatıramız varsa, Trump vakasını ciddi bir sorun hale getiren ne? Neden bunca piskolog, psikayatrist ve uzman Trump’ın yanlış hatırlaması konusunda bu kadar çok uyarıda bulunuyor? 

İki sebepten;

Öncelikle, ülkenin bir numaralı koltuğunda oturması ve bu sahte hatıralara dayalı olarak politikalar üretip, kararlar alması nedeniyle. Yani sıradan bir kahvehane müdaviminin arkadaşından dinlediği bir anıyı, üçüncü kişilere kendi anısı gibi anlatması gibi zararsız bir durum söz konusu değil. 

Ülkenin sorunlarını çözmekten çok başkanın psikolojisini tatmin etmeye yönelik bu karar ve politikalarla, ülke her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir sürece ilerleyebilir. Çünkü, hafıza, sandığımızın aksine, geçmişimizle ilgili bir işleyiş değil. Vermekte olduğumuz, vereceğimiz kararlara etkisiyle geleceğimize dönük bir işleyiştir. Eksik ve kusurlarını hatırlayamayan, geleceği de doğru öngöremez. Yalan hatıralar üzerine kurulu bir geçmiş algısına kapılan, yalan vaatler üzerine kurulu bir geleceğe de kolayca inanmaya başlar. Gerçekliği ve gerçeklerin önemini algılamaktan yoksun birinin, ‘şahane gidiyoruz’ , ‘tarihimizin en harikasıyız’, ‘Amerika’yı yeniden ihtişamlı yapıyorum’ açıklamaların peşinden ülkeyi topluca bir uçuruma sürüklemesi de fazlasıyla mümkün.  

Uzmanlar açısından Trump vakasını tehlikeli hale getiren ikinci sebep, Trump’ın, yanlış hatırlıyor olabileceğini asla kabullenmemesi. Çoğu politikacı, kendisine gerçek hatırlatıldığında bunu dikkate alır. Örneğin, Obama ile başkan adaylığı mücadelesi verdiği 2008 yılında anlattığı Bosna anısıyla herkesi şok eden Hillary Clinton…

Hillary Clinton, first lady olarak yanında kızı Chelsea olduğu halde 1996 yılında Bosna Hersek’in Tuzla kentine inmelerinden kısa süre sonra sniper ateşine hedef olduklarını ve korunmak için kaçışmak zorunda kaldıklarını anlatmıştı. Ancak bu açıklamadan saatler sonra ortaya çıkan haber videoları, Tuzla’da o gün son derece sorunsuz bir karşılama töreni yaşadıklarını gösteriyordu. 

Hillary Clinton bu videolar ortaya çıktıktan sonra utanç içinde basının önüne tekrar çıktı ve şu açıklamayı yaptı;

“Açık ki hafızam beni yanıltmış ve tamamıyla yanlış hatırlamışım. Bu da, belki bazılarınızı şaşırtacak ama, benim de sıradan bir insan olduğumu ispatlıyor.”

Donald Trump ise söz konusu ‘binlerce Arap New Jersey’de kutlama yaptı’ iddiasından sonra ABC kanalında George Stephanopolous’un, ‘acaba o gün Filistin’deki kutlamayı hafızanız New Jersey diye yanlış hatırlıyor olabilir mi?’ ısrarına rağmen en ufak bir tereddüt bile duymadan diretecekti;

Hayır, televizyonlar yayınladı ve ben gözlerimle gördüm. Dünya Ticaret Merkezi binaları yıkılırken New Jersey’de onlar da sevinç içinde kutlama yapıyordu.”

Trump böylece, insanların kendi kifayetsizliklerini göremeyecek kadar kifayetsiz olmalarını açıklayan Dunning Kruger sendromunun tipik bir vakası olduğunu da bir kez daha ispatlıyor. Bu psikolojik engele sahip bir karakterin böylesi politik ve toplumsal olarak yaşamsal kararlar alma mevkiinde olması ise ülkede akıl ve vicdan sahibi herkes için ürkütücü bir durum…  

Ve en kötüsü; Trump, milyonlarca muhafazakarın anılarını da yeniden şekillendiriyor. Örneğin, şimdi artık, Trumpçı muhafazakarların çoğu da binlerce Arabın 11 Eylül günü binalar yıkılırken nehrin hemen karşı tarafındaki New Jersey’de sevinç kutlaması yaptığını ‘’hatırlıyor’’.

Hepsi bundan çok emin. Televizyonda görmüşler…  

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz