ABD tarihinin en kötü Kongresi mi?
112’nci ABD Kongresi, Amerikan tarihinin en kötü kongresi olmaya aday. Sık sık federal devleti kepenk kapatmaya çok yaklaştıran suni krizleri, demagojileri ve pizzayı sebze olarak ilan eden ABD Kongresi, tarihinin en itibarsız dönemini yaşıyor. Uzun yıllardır Washington’u yakından takip eden deneyimli gazeteci Norman Ornstein, Temmuz ayında Foreign Policy dergisinde ‘’Worst. Congress. Ever’’ başlıklı çok ses getiren bir yazı kaleme aldı.
Ardından Ekim ayında CBS ve New York Times işbirliğiyle yapılan ankette, Amerikan demokrasisinin kalbi olan Kongre’nin Amerikan halkı nezdinde popülaritesinin yüzde 9 olduğu ortaya çıktı. WashingtonPost’un yayınladığı karşılaştırma tablosu çok fazla söze gerek bırakmıyor; ABD’nin komünizme dönmesi gerektiği fikrinin popülaritesi yüzde 11, Meksika Körfezindeki büyük çevre felaketine neden olduğu zaman BP’nin popülaritesi en fazla yüzde 16’ya düşmüş, sebep oldukları büyük ekonomik felakete rağmen bankaların popülaritesi bile yüzde 23 seviyesinde. Ve hatta her Amerikalının en hazzetmediği federal kurum olan IRS’in (Federal Gelir Vergisi Dairesi) popülaritesi bile yüzde 40.
Son 20 yılda artan partizanlık nedeniyle Kongre’nin itibarının azaldığı bir sır değildi. Peki 2011’de ne oldu da, bir zamanlar dünyaya demokrasinin en güzel örneği olarak gösterilen Kongre’nin bu itibarı dibe vurdu?
Cumhuriyetçilerin garip şovlarının yasama faaliyetinin önüne geçmesi
Cumhuriyetçi Partinin 2010’da Temsilciler Meclisinde çoğunluğu ele geçirmesi ve bu çoğunluğun da çoğunluğunu, yasa üretmekten çok Obama yönetimine iş yaptırmamaya hatta gerekirse Amerikan yönetimini başarısız kılmaya azimli tutuculardan oluşması önemli rol oynadı. Ekonomi, sağlık, eğitim ve dış politikada çözüm arayışını bir kenara bırakınca, halka yağcılık kabul edilecek popülist şovlara yöneldiler.
Daha Ocak ayında, Temsilciler Meclisinde topluca Amerikan Anayasasını okuma eylemi gerçekleştirdiler. 135 Miletvekilinin hiçbir anlamı olmayan bu saçma eyleminin, Amerikalı vergi mükelleflerine maliyeti 1,1 milyon dolar oldu. Birçok acil yasa tasarısının görüşülmeyi beklediği yoğunlukta Temsilciler Meclisi geçtiğimiz Kasım ayında günlerini ABD’nin ulusal sloganı olan ‘’In God We Trust’’ mottosunun yeniden ilanını için karar tasarısı oylamalarına harcadı. Güya Obama’nın bir konuşmasında, “E Pluribus Unum” (Latince, ‘’çoklukta birlik’’) sloganını kullanmasına cevap olmak için bu hareketi gerçekleştirdiler. “E Pluribus Unum” 1956’da yerini ‘Tanrıya Güveniyoruz’a bırakıncaya kadar ABD’nin milli sloganıydı. Demokrat milletvekillerinden 8’i hariç hiçbiri bu kültürel savaş komedisine katılmadı. Dahası ne Obama’nın ne de Demokratların ABD’nin milli sloganını değiştirmek gibi bir amaçları bile yoktu. Chicago Tribune’den Eric Zorn, lafı eğip bükmeyip doğruca ortaya koydu: ‘’Bu sloganı değiştirmek için kimsenin tek bir çabası bile yokken, ucuz politik şovlara Tanrının adını istismar etmek, dindarlık mı yoksa tanrıya asıl hakaretin kendisi mi?’’
Obama başarısız olsun da isterse ABD yıkılsın
Aslında 112’nci Kongre’nin sloganı bu olmalı. Tek bir gün bile Obama yönetiminin başarılı olmasını ABD’nin her hangi bir sorununu çözmesini istemediler. Partizanlıkta ABD tarihinin görmediği zirveyi yaşayanların kendilerini ‘patriot’, karşılarındakini ‘Amerikan değerleri düşmanı’ ilan etmesi de ayrıca ironik. Cumhuriyetçilerin partizanlığı taşıdığı boyut Amerikalı komedyenlere bol bol malzeme sağladı. Örneğin Kongre, Obama yönetiminin kamu okullarında çocukların sağlığını korumak için getirdiği gıda yönetmeliğini engelledi. Yönetim, çocuklar, pizza yerine sebze tüketsin isterken, Temsilciler Meclisi, pizzadaki salçaya işaret ederek, pizzayı sebze olarak değerlendirdi. Demokrat Partili Oregon Milletvekili Earl Blumenauer, Twitter’dan, ‘’Kongre’de tasarıları The Onion gazetesi mi hazırlıyor tanrı aşkına!’’ diye isyan etti bu saçmalığa.
Philadelphia Inquirer gazetesi ise, başyazısından Cumhuriyetçileri bu saçmalığa iten gerçeği deşifre etti: Çocuklarda obezliği engellemek için okul kantinlerinde patates kızartması türünden yiyeceklere getirilecek kısıtlama, ABD çapında kantinlere bu yiyecekleri sağlayan dev gıda firmalarının tekerine çomak sokuyordu. Bu firmaların, Cumhuriyetçilerin seçim kampanyalarının destekçileri olduğunu söylemeye gerek var mı? Çocukların sağlığını bile siyasi ikballerine kurban edebilen bu adamlar, muhafazakarlık ve aile değerlerini savunma bayrağını da kimseye bırakmıyor.
Hakeza, S&P ABD’nin kredi notunu tarihte ilk kez düşürdüğünde de buna sebep olan Cumhuriyetçi Kongre üyeleri, ülkeleri adına üzülmek yerine sevinçlerini gizlemediler.
Amerikan halkının aksine Kongre üyeleri zenginleştikçe zenginleşiyor
Son analizler ABD Kongre üyelerinin, 2008 krizinden sonra oldukça yüksek oranda zenginleşmeye başladığını ortaya koyuyor. New York Times gazetesinden Eric Lichtblau’nun önceki gün yayınlanan araştırma haberi büyük ses getirdi. NYT, Kongre üyelerinin büyük bölümünün, Wall Street’i İşgal Et hareketinin yüzde 1 diye tanımladığı kesimden olduğuna vurgu yapyor. Kongre’de tam 250 adet dolar milyoneri var. Kongre’nin servet ortalaması 913 bin dolar. 1984 yılında bu ortalama 280 bin dolardı. ABD Kongre üyelerinin servetlerinin toplamı 2 milyar doları geçiyor. Etik kontrolün azalması, şaibeli şekilde, yükselecek hisselere yapılan yatırımlar, karlı arazi yatırımları, vergi yasalarını kendi varlıklarına zarar vermesini engellemeleri ve hatta çok zengin eşlerle evlilik gibi nedenleri var bugünkü Milletvekilllerinin servetlerinin… Kongre’nin ortalama servet büyüklüğü 2008 – 2011 arasında yüzde 25 arttı. Aynı dönemde Amerikan halkının ortalama servet büyüklüğü ise tarihte olmadığı kadar geriledi.
Bütün bu yüksek gelire rağmen Kongre son 3 yıldır 365 günün sadece 137’sinde çalıştı.
Kongre seçimden önce fakirin, seçimden sonra zenginin sorunlarını konuşuyor
Tabii ki Kongre üyelerinin ‘zenginlere düşkünlüğünün’ tek sebebi, kendilerinin de zengin sınıfı içinde olması değil. Kampanya bağış gelirleri de önemli. İstatistikler yalan söylemez. ABD’deki tüm federal seçimlerin yüzde 84’ünde en fazla kampanya bağışı toplayan aday kazanıyor. 2008 seçiminde Kongre üyeleri 5 milyar dolar seçim kampanyası harcaması yaptı. Bu rakam 2012’de en az 8 milyar dolar olacak. Kongre yasa zamanları zenginlere çalışıyor, zenginler seçim zamanı Kongre’ye çalışıyor. Bu döngü hiç bozulmuyor. 1964’ten beri ‘yeniden seçilme’ oranı hiç yüzde 85’in altına düşmedi.
Yazar Peter Schweizer, yakın zamanda yayınlanan kitabında, Kongre’nin arka planına ilişkin kasvet verici gerçekleri sıralıyor. Bir örnek ne demek istediğimizi anlatır:
Dönemin ABD Hazine Bakanı Hank Paulson ve FED Başkanı Ben Bernanke 16 Eylül 2008 günü Kongre üyeleri ile kapalı ve gizli bir toplantı yaparak, finansal sistemin çökmek üzere olduğunu söylediler. Ertesi gün Kongre üyeleri, ABD’yi finansal felaketten kurtaracak adımlar yerine, piyasalardaki paralarının akıbeti için mücadele etti. Kayıtlara göre, Senatör Dick Durbin 17 Eylül günü 74 bin 715 dolarlık, 18 Eylül günü de 42 bin dolarlık hisse senedini sattı. Jim Moran, 17 Eylül günü 90 ayrı şirketteki hisselerini sattı. Senatör Sheldon Whitehouse, 17-24 Eylül tarihleri arasında 250 bin dolarlık hisse senedi sattı. Milletvekili Spencer Bachus daha ileri giderek 16 Eylül toplantısının ertesi gününden itibaren piyasaların düşeceğine dair büyük bahis oynadı ve onbinlerce dolar kazandı. Senatör John Kerry, büyük bankalara devlet yardımının kapalı kapılar ardında konuşulduğu Ekim ve Kasım aylarında 350 bin dolarlık Bank of America hissesi ve 550 bin dolarlık Citibank hissesi satın aldı.
Sanırım bu kadar yeter.