CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
10 Şubat 2015
Süreli günlükler, 1600’lü yıllarda İngiltere’deki kahvehanelerde ilk kez satılmaya başlandıklarında, kendilerine biçtikleri misyon, araştırmacılıktı. ‘Parliament Scout’ 1643 yılında yayına başladığında gazeteciliğe yeni bir boyut getirecekti: Sadece kendisine ulaşan haberlerle yetinmeyecek, artık yeni gelişmeleri (news) araştırıp, keşfetmek için gerekli her türlü çabayı da sergileyecekti. Bir sonraki yıl ‘Spie’ adlı gazete yayına başladığında okuyucularına, ‘Krallık’ta dönen dolapları ve iç mücadelelerdeki hile hurdayı keşfedip okurlarımza sunmayı planlıyoruz. Bunun için de kendimizi saklayarak(undercover) çalışacağız’ sözü veriyordu.
Gazetelerin, Anglo-Saxon sistemlerinde ‘anayasal özgürlük garantisi’ kazanmalarında, bu iklimlerdeki gazetelerin bu erken dönem araştırmacı doğalarının etkisi büyüktür. Spie ve Scout gibi gazeteler, tarihte ilk kez devletin iç işleyişine ışık tutarak, hükümet işlerinde yönetilenlerce de görülebilir bir şeffalığa yol açıyordu. Gazeteler ortaya çıkmadan önce, saraylarda olan biteni, sadece, ‘içeri alınma ayrıcalığı lutfedilmişler’ bilebiliyordu. Halkın, kralları hakkında duyduğu herşey ya sokağa kadar inebilecek düzeyde önemsiz dedikodulara ya da, halka davulcularla okunan fermanlara dayanıyordu. Ancak, gazetelerin ortaya çıkmasıyla, kasıtlı sızdırılmış dedikodular veya resmi fermanlardakinin aksine, sarayda ‘gerçekten olup bitenler’i ahali öğrenmeye başladı. Gazeteciliği, yöneticilerle yönetilenler arasındaki diğer iletişim araçlarından ayıran şey, devlete dönük bu araştırmacı sorgulayıcı fonksiyonu oldu. ABD Anayasası’nın en önde gelen mimarlarından ve ülkenin 4. başkanı James Madison, gazeteciliğin bu fonksiyonundan dolayı, basın özgürlüğünü, ‘özgürlük kalesinin surları’na benzetti.
Amerikan literatüründe bu fonksiyona ‘watchdog’ deniyor. Kültür farklılığı algısı olmasa pekala bire bir çeviriyle ‘bekçi köpeği’ de diyebiliriz. Peki neyin bekçiliği? Anayasa ve yasayla, iktidara sunulan güç ve yetkilerin toplum adına bekçiliği. Çünkü, bunların suistimali bir ülke ve toplum için her zaman en yaşamsal tehdittir.
Her muktedir veya her iktidar adayı, gazeteciliğin bekçilik fonksiyonuna, James Madison gibi bakmayacaktı elbette. Gazetecilik geliştikçe, muktedirlerle veya devlet aygıtıyla gazetecilik arasındaki çatışmalar da gelişti.
ABD’de bir çok kez bu gerilim mahkemelik oldu ve bir çoğunda Yüksek Mahkeme, ‘watchdog’ fonksiyonunun vazgeçilmezliğine vurgu yaparak basın özgürlüğü lehine içtihatlarda bulundu. ABD Yüksek Mahkemesi, Pulitzer ile Başkan Roosevelt’i karşı karşıya getiren, ‘yolsuzluk haberlerine yayın yasağı‘nı yok sayarken de, 1931’de Minnesota eyaletinin ‘fitneci ve skandal yayıncılığı yasaklama’ kararını iptal ederken de, gazeteciliğin devlet gücünün suistimaline karşı bekçilik fonksiyonunu biraz daha tahkim etti.
ABD devriminden 200 yıl sonra New York Times ile ABD Devleti, Vietnam Savaşı ile ilgili gizli Pentagon Belgeleri’nin yayınının durdurulması konusunda mahkemelik olduğunda ABD Yüksek Mahkemesi, basının ‘devlet bekçiliği’ fonksiyonuna muazzam bir katkı daha yaptı, ve devlet sırrı gerekçesiyle, belgelerin yayınlanmasının durdurulamayacağına hükmetti. Lehte oy karar yazısını kaleme alan Yüksek Mahkeme’nin 34 yıllık üyesi yargıç Hugo Black, içtihat gerekçesinde şöyle yazdı:
Kurucu Babalarımız, Anayasa’nın birinci ek maddesi ile özgür basını koruma altına aldılar ki, demokrasimizin özü için bu çok önemli fonksiyonunu yerine getirebilsin. Basın, yönetenlere değil, yönetilenlere hizmet için vardır. Devletin basını sansür gücü (censor) yok edildi ki, basın devleti sertçe eleştirebilme (censure) gücüne sonsuza kadar sahip olsun. Basın, devletin içindeki sırları ortaya çıkarabilsin ve böylece halkı bilgilendirebilsin diye, anayasal koruma altındadır. Sadece özgür ve baskı altında olmayan bir basın, devlet içindeki usulsüzlük ve yolsuzlukları etkin şekilde deşifre edebilir. (…) ‘Güvenlik’ kelimesi, Anayasa’nın birinci maddesi ile garanti altına alınmış basın ve ifade özgürlüğünü lağvetmeye yetmeyecek, müphem ve geniş bir kavramdır’’.
ABD’de 1960 ve 1970’li yıllarda bu anlayışın yürüttüğü kampanya ile ‘millet’, devlete karşı bir kazanıma daha sahip oldu: Enformasyon Özgürlüğü Yasası. Bizdeki oldukça yetersiz taklidinin adıyla ‘bilgi edinme yasası’… Basına ve yurttaşlara, devletin harcamaları, devlet içindeki karar, işlem ve rakamlarla ilgili bilgi ve belgelere ulaşma adına çok hayati bir olanak sunarak gerçek bir ‘ileri demokrasi’ örneği sergiledi bu yasa.
Günümüzde de küre üzerindeki gazetecilerin çoğu, medyanın en önemli iki fonksiyonunun, ‘halkı bilgilendirmek’ ve ‘bekçilik’ olduğuna inanıyor. Pew Araştırma şirketinin yaptığı bir araştırmaya katılan her 10 kişiden 9’u, ‘’politikacıların, yapmamaları gereken şeyleri yapmamalarının” en önemli sebebinin gazeteciler olduğuna inandığını ortaya koydu.
Chicago’lu gazeteci ve komedyen Finley Peter Dunne, gazeteciliğin, ‘bekçilik fonksiyonu’ prensibini, ‘’rahatsızları rahatlatma, rahatları rahatsız etme’’ şeklinde yarı şaka bir şekilde formüle ediyor. Elbette ki gazetecilik üzerine araştırmalar yapan enstitütü ve eğitim kurumları, ‘bekçilik’ fonksiyonunun, basitçe ‘rahatlatma ve rahatsız etme güdülerine’ indirgenmesine çok sıcak bakmıyor. Onlara göre bu fonksiyonun esası, toplumun çoğunluğunu, bir tiranlığın eline düşmeye karşı, korumak için, azınlıktaki muktedirleri yakından ve sürekli gözetlemedir. Böylece sadece, iktidarın kullanım şeklini şeffaflaştırmakla kalmayıp, bir yandan da toplumu bu gücün potansiyeli ve yapabilecekleri hakkında bilgili ve uyanık tutmak amaçlanır.
Bağımsız sorgulayıcı gazetecilik, bir toplumun, devletin hiçbir yerinde, devletini ve kendisini yutacak bir karanlığın oluşmasına fırsat vermemek için sahip olduğu yegane feneridir. Toplum, bu en büyük gücünden feragat ettiği zaman artık onun için karanlık bir gelecek kaçınılmazdır.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz
ABD’de kamu görevlileri neden ‘yayın yoluyla hakaret davası’ açamıyor?