CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
20 Ekim 2016
Çizgi roman kahramanı Superman, 2011 yılında, ABD Başkanının Ulusal Güvenlik Danışmanı Gabriel Wright‘a, “Amerikan politikasının aracı gibi görülmekten bıkıp usandığını” ifade ederek, ‘BM Genel Kurulunda yapacağı konuşmada, ABD vatandaşlığından ayrılacağını duyuracağını’ ifade edince ABD’de kıyamet kopmuştu. Çizgi romanın 900 numaralı sayısındaki bu iki karelik diyalog, ABD’de televizyon ve gazete haberlerine günlerce konu olacak kadar dikkat çekti, tartışıldı. Özellikle de, Superman’ı Amerikan kudretinin ve çelikleşmiş varlığının en önemli sembollerinden biri olarak göregelmiş Amerikan milliyetçi ve tutucu kesiminin yaşadığı şok çok büyüktü.
Superman 1938’de dünyaya ulaşıp mücadelesine başladığında sloganı, “adalet ve hakikat (truth and justice)” içindi. Sonraki yıllarda bu slogan, “hakikat, adalet ve hoşgörü (truth, tolerance and justice)” olarak değişti.
McCharty Amerikasındaki cadı avı sırasında ise ‘tolerans’ uçtu slogandan. Hoşgörünün yerine, ‘’Amerikan yaşam tarzı (American way)” yerleşti. Çünkü, yerli ve milli olmadığı yaftası yapıştırılana toleransın başa bela olduğu, bir avuç çılgın politikacı ve bürokratın herkesten ABD’ye sadakatini ve vatanseverliğini ispat etmesini istediği yıllardı. Koca Superman bile senatör McCharty’nin temsilciliğini yaptığı cadı avından ve ‘gayri milli’ damgası yemekten korkup iklime uymuştu. O gün bugündür de Superman’ın kavgasının sloganı, ‘’truth, justice and American way’’ şeklindedir. Her ne kadar aslen Kriptonlu olsa da işte bu slogan yüzünden, bütün kürede Superman bir Amerikalı olarak görülüyor. Hatta 2010 yılındaki bir sayısında İran’a gidip muhaliflerin barışçıl gösterilerine katıldığı için dönemin İran devlet başkanı Mahmut Ahmedinecat, süper kahramanı sert şekilde kınayacak ve Süperman’ı ‘Amerikan politikalarının taşeronu‘ olmakla suçlayacaktı. Bütün bunlar şaka gibi gelebilir ama fantezi ile gerçek arasındaki çizginin, özellikle de fanatik zihinlerde ne derece belirsizleştiği bir çağda yaşadığımızı gösteriyor bu bize…
İşte küreselleşen dünyada artan bu uluslararası tepkilerden bunalan Superman, çizgi romanın 900 numaralı sayısında Başkana iletilmek üzere Ulusal Güvenlik Danışmanına dert yakınırken, ‘‘Hakikat, Adalet ve Amerikan tarzı (Truth, Justice and the American Way) artık yeterli değil’’ diyordu.
Peki ne oldu da Superman, aniden Amerikan vatandaşlığından çıkmaya karar vermişti? Dahası neden sıkıntısını Amerikan kamuoyu ile paylaşmak yerine BM Genel Kurulunda konuşacaktı? Bütün bunlar ne anlama geliyordu?
Amerikan milliyetçi kesimlerine göre, herşey çok açıktı; ‘Onlar‘ yani ‘küresel lobiler‘ düğmeye basmış ve Amerika’ya savaş açmıştı. ABD artık, ‘onlara’ karşı tek başına direnmek durumundaydı.
Dünyayı kontrol eden ‘onlar’
‘Dünyanın birileri tarafından kapalı kapılar ardında kontrol edilip yönetildiği, ve meydana gelen her gelişmenin onların planlarının ürünü olduğu‘, küremizin en popüler komplo teorisi. Peki kim bu ‘birileri’?
‘Onlar işte..’
Biraz daha somt konuşanlar içinse ‘onlar’, yani ‘Amerikalılar‘…
Ama gelin görün ki, dünyanın geri kalanından en az yüz katı büyüklükte ve renklilikte bir, ’onlar’, ‘dış mihraklar’, ‘küresel güçler’, ‘gizli dünya hükümeti’ edebiyatı, sağcı Amerikan dünyasında da yer işgal eder. Sonuçta Eisenhower’ın bile komünist ajanı olduğuna inanabilen bir gelenekten gelen köklü bir paranoya dünyası bu.
Sağcı Amerikalıların ‘küresel güçler’ paranoyasının bir numaralı hedefi ise ‘Birleşmiş Milletler‘dir. Evet, dünya ülkelerinin çoğunda komplo teorilerinin, ”ABD’nin uluslararası politikadaki Truva atı gibi gördüğü” diye nitelendirdiği Birleşmiş Milletler, ABD’de ise ‘yabancı ülkelerin ABD’yi kontrol altına alma gizli ajandasının truva atı‘ olarak görülüyor.
Dünyalı komplo meraklılarına göre ABD Anayasasının başlangıç ifadesi olan ‘’We the People’’ ile BM Sözleşmesinin başlangıç cümlesi ‘’We the peoples’’, bir ‘s’ farkı dışında aynı olması tesadüf değil. Hem BM bütçesine en büyük kaynağı da ABD sağlıyor. Üstelik BM Genel Merkezi New York’ta. İşte bütün bu nedenlerle, BM’ye ‘’United Nations of America (Amerika Birleşik Milletleri)’’ diyenler bile var.
Ancak Amerika’daki paranoyak tutuculuğa göre ise, Birleşmiş Milletler, ‘küresel hükümet kurmak isteyen küresel lobinin, ABD’nin bağımsızlığını yok etmeye ve ABD’yi kendi dünya hükümetine bağlamaya çalışan legal kolu‘.
George W. Bush’ın Irak’ı işgal etmek için uluslarası dünyayı yanına çekmeye çalıştığı günlerde Birleşmiş Milletler’in bu işgale destek vermemesi, sağcı kesimlerde BM ve uluslararası toplum karşıtlığını iyice yaygınlaştırdı. Bush, ”küresel güçlere meydan okuyarak, dünyaya Amerikanın gücünü gösterdi” ve Irak’a girdi. Bu savaşın sonrası malum… Amerikalı olduğuna asla inanmadıkları, küresel güçlerin adamı gördükleri Obama’nın yönetiminin BM ile uyumlu çalışma politikası da bu kesim için ‘A ha! gördünüz işte!‘ gazı oldu.
Sağcı aktör Chuck Norris’in oğlunun yönettiği ve birkaç ay önce gösterime giren Amerigeddon filmi de bu paranoyaya dayanıyor. Filmde, başkent Washington DC’deki vatan hainleri, Birleşmiş Milletler ile işbirliği yaparak Amerika’yı içten yıkmaya çalışıyor. Dış güçler, EMP (elektromanyetik titreşim) kullanarak ABD’nin elektrik sistemini çökertiyor. Federal hükümet olağanüstü hal ilan ediyor ama nihayetinde ‘bireysel silah sahibi vatansever Amerikan vatandaşları’ gelip ülkeyi kurtarıyor. Bu paranoyak kesimlerin ABD’de anayasal bir hak olan silah taşıma hakkına, sık sık gerçekleşen kitlesel katliamalara karşı tedbir olarak bazı kısıtlamalar getirilmesi girişimlerini, ABD’ye savaş ilanı gibi görmeleri bundan. Geçtiğimiz aylarda Virginia’da bir otoyolda araba nakliye trının kasasındaki UN logolu zırhlı araçların fotoğrafı sosyal medyada hızla yayılmış ve Amerikalı sağcı kesimleri ayaklandırmıştı. Kısa süre sonra, bu araçların Virginia Danville’deki bir fabrikada üretilen ve dünyadaki BM misyonlarına yollanmak üzere en yakın limana nakledilen araçlar olduğu ortaya çıkmasına rağmen, ‘BM’nin ABD’yi işgal paniğinin’ sönmesi haftaları buldu.
Haziran 1992’de Rio de Janeiro`da yapılan ve “Yeryüzü Zirvesi” olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilen ve 21’nci yüzyılda çevre ve kalkınma sorunlarıyla başa çıkılmasına ve sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılmasına yönelik ilkeleri ve eylem alanlarını ortaya koyan ‘Gündem 21 (Agenda 21)’ adlı eylem planı ise, sağcı Amerikalıların, BM’nin ABD’nin egemenliğini yok edecek komplo teorilerinin en yaygın malzemesi durumunda. Gündem 21, gizli küresel hükümetin gizli eylem planı onlara göre…
Her ülkede olduğu gibi ABD’de de aşırı sağcı kesimi bir arada ve ayakta tutan esas motivasyon ‘korku’. Donald Trump da paranoya ve komplo teorileri ile bu korkuyu mümkün olduğunca canlı tutmaya çalışıyor. ‘Onlara karşı tek ve son şansınız benim’ temalı ‘korkutma’ politikası üzerine kurulu seçim kampanyasının başarısı da ne kadar geniş bir kesimi korkutmayı başardığıyla doğru orantılı olacak.
Bunun için de ‘fantastik öyküyü’ bozan, kitleleri gerçeklere uyandırma riski bulunan medyanın, akademinin, sanatın şeytanlaştırılması gerekiyor. ‘Dış mihraklar‘, ‘küreselci güçler‘ söylemli bu paranoyak zihniyetin en büyük düşmanının da, her hangi somut bir dış güç değil de, eleştirel medya, üniversiteler, Hollywood, tiyatro dünyası vs olması tesadüf değil. Ne Çin ne Rusya onlara göre ABD’ye tehdit değil, bu ‘küreselci Amerikalılar‘ asıl büyük tehdit. Cadı Avı dönemindeki ‘komünist Amerikalılar‘ın yerini ‘küreselci Amerikalılar‘ almış durumda. 1940’lı yıllardaki gibi, büyük resmi görüp, bu globalist yazarlara, gazetecilere, sanatçılara, akademisyenlere karşı harekete geçecek bir Kongre ve yargının hayalini kuruyorlar. Nitekim, Trump’ın müttefiklerinden Newt Gingrich, geçtiğimiz aylarda Fox News’de Senatör McCharty’nin ünlü ‘Gayri-Amerikan Faaliyetleri Araştırma Komitesi‘ni yeniden canlandırmanın vaktinin geldiğini’ bile savunabildi.
Trump’ın, 13 Ekim günü Florida’da yaptığı konuşma da bu zihin yapısına hitap ediyordu. Hillary Clinton’ın kampanyasının ‘küresel güçlerin gemisi’ olduğunu iddia etti ve ‘’Bu gemiyle ülkemize akın ediyorlar ve ülkemizin egemenliğini teslim almaya çalışıyorlar’’ dedi. 8 Kasım seçiminin basit bir 4 yıllık başkan seçimi olmadığını, ‘apokaliptik (ahirzaman mücadelesi)’ bir tercih olacağını söyledi. ‘’Biz yani milletin kendi yönetimini yeniden eline alıp almayacağına karar vereceği, uygarlığımız için tarihi bir kavşak’’ şeklinde nitelendirdi ve ekledi:
‘’Bu seçim, gerçek anlamıyla bağımsız bir ülke olacağımıza mı yoksa dış güçlerin kontrolünde bir muz cumhuriyeti mi olacağımıza karar vereceğiz’’.
Birleşmiş Milletler’in, tarihinde ilk kez bir ABD seçimi öncesi adaylardan biri aleyhine açıklama yapmasıyla da bu paranoya daha da derinleşti. BM İnsan Hakları Komiseri, ‘Trump’ın seçilmesinin dünyaya büyük tehdit olacağı‘ iddiasını kamuoyu önünde yüksek sesle paylaşmıştı.
‘Ağabey’den büyük ‘Amca’ var
Amerikan tutucu kesimlerinde BM paranoyasının temellerinden biri de 1960’lı yılların ortasında yayınlanmış bir televizyon dizisi. 1964 – 1968 yılları arasında NBC Televizyonunda yayınlanan ‘’The Man From U.N.C.L.E (U.N.C.L.E.’den Gelen Adamlar)’’ adlı televizyon dizisi, bu kesimlerde günümüze kadar ulaşan bir paranoyanın tohumlarını ekti.
Dizide, Manhattan’ın BM Genel Merkezinin de olduğu doğu yakasında yerleşik, gizli şekilde çalışan ve ajanları dünyanın her milletinden seçilmiş bir uluslararası örgüt olan U.N.C.L.E.’ın faaliyetleri anlatılıyor. Soğuk Savaşın en sert döneminde yayınlanan dizinin baş karakterleri Amerikalı Napoleon Solo ve Sovyet Illya Kuryakin.
Daha birinci bölümünün açılış sahnesinde, BM’nin Manhattan’ın doğu yakasındaki ünlü binası gösterilen dizinin adındaki U.N.C.L.E harfleri, ‘’United Network Command for Law and Enforcement, (Birleşmiş Ağ Komutanlığı Kolluk Gücü)’’ isminin baş harflerinden oluşuyor. ‘’Uncle’’ aynı zamanda İngilizce’de ‘amca’ demek. Amerikan politik literatüründe kısaca ‘amca’ diye de anılan ‘Sam Amca‘ya da, George Orwell’ın ‘ağabey’ine de selam gönderiliyor bu yönüyle… Her bölümünün sonunda, ‘dizinin çekimlerine katkılarından dolayı U.N.C.L.E.’a teşekkür ederiz‘ notunun çıkması da dizinin bir başka unutulmazı. Dizi, kendisinden esinlenen ve 2015 yılında gösterime giren ‘The Man From U.N.C.L.E.’ adlı sinema filmiyle yeniden hatırlanacaktı.
“Küresel güçler ABD’yi teslim alacak”
1990’lı yılların sonunda, Bill Clinton’un ‘’ABD’nin egemenliğini BM’e devreden bir antlaşmayı gizlice imzaladığı’’ yönündeki bir komplo teorisine Cumhuriyetçi Parti tabanında önemli bir kesim ciddi ciddi inandı ve tartıştı. Söz konusu iddiaya göre Clinton, bu gizli anlaşmayla, başkanlığı devrettikten sonra BM Genel Sekreteri olacaktı. Clinton 16 yıl sonra bile henüz BM Genel Sekreteri değil. Ama bu durum, aynı iddianın aynı kesimlerce, bu kez Obama için gündeme getirilmesine engel olmadı. Korku ve cehalet, bir önceki boşa çıkmış paranoyalarının farkında olmalarını bile engel oldu. Son bir yıldır bu kesimin dilinden düşmeyen Obama’nın BM genel sekreteri olacağı komplo teorisi de Clinton’ınki gibi boş çıktı. BM Genel Sekreterliğine Portekiz eski başbakanı seçildi.
Ancak şu haklarını teslim edelim ki, bu kesimler, en azından Superman’ın BM Genel Kuruluna hitap etmesini engellemeyi başardılar. Superman’ın 2011 Nisan ayındaki açıklamasından sonra fırtınalar kopunca, yayıncı DC Comics firması, “Bir önceki bölümdeki hikaye tek bölümlüktü. Devamı gelmeyecek. Superman, elmalı turta (apple pie) kadar Amerikalı kalmaya devam edecek” açıklaması yapmak zorunda kalacaktı.
İşte böylesi bir psikolojiye sahip bir kitleye yönelik seçim kampanyası da elbette ‘Superman’sız olmaz. Eylül ayında, Trump’ı Superman kılığında gösteren 15 metre yüksekliğindeki ‘SuperTrump’ dijital reklam panoları Times Square’de boy gösterdi. Superman’ın TV dizisi versiyonunda Superman’ı oynayan aktör Dean Cain‘in, Trump’ı desteklediğini açıklaması da Amerikan medyasında ‘Superman Trump’ı destekliyor‘ başlığıyla verildi. Aslında Cain, bugüne kadar Superman’ı canlandıran 11 aktörden biriydi sadece. Diğer Süperman’lardan böylesi bir destek söz konusu olmadı.
Hillary Clinton’ın kampanyası ise Trump’ın Superman’dan çok, Superman serisindeki anti-kahraman Lex Luthor ile ortak yönlerine dikkat çekiyor. Aslında onların bu bakışını destekleyecek çok ilginç bir ayrıntı daha var. DC Comics, 1986 yılında Superman’ın mücadelesini modern Amerika’yı yansıtacak şekilde güncellemek isteyince, Lex Luthor’un mesleğini ‘psikopat bir bilimadamı‘ yerine ‘zengin, hırslı ve narsist bir işadamı‘ olarak değiştirir. 1986’da yaratılan yeni Lex Luthor karakterinin ilham kaynağı ise o günlerde Yuppi kültürünün idolü Donald Trump’tan başkası değildir. Lex Luthor da onun gibi bütün firmalarına ve binalarına kendi adını yazar (LexCom, LexTel, Luthor Technologies, Luthor Industries vs). Lex Luthor da esin kaynağı gibi muazzam bir egoya sahiptir.
Ancak çizgi roman macerasının sonraki yıllarında bu kez Lex Luthor’un Trump’a ilham kaynağı olduğunu düşünmemize yol açacak bir şey olur. Superman’ın baş düşmanı, işadamı Lex Luthor politikaya girmeye karar verir ve 2000 yılında ABD başkanlığına bağımsız aday olur. Her iki partinin keskin kutuplaşmasında aradan sıyrılıp ABD Başkanı bile olur. 2001 yılında ABD başkanlığına başladıktan sonra ise sadece tek bir icraata yoğunlaşır: ABD ve dünya kamuoyunu Superman’a karşıt hale getirmek. Bunun için de küresel çapta bir kampanya başlatır. İnsanlığa karşı suçlar işlediğini iddia ettiği Superman’ı yakalayana veya yakalanmasına yardım edene 1 milyar dolar ödül koyar. Fakat dünyayı felaket sürüklediği başkanlığı kısa sürer. Kaçıp gizlenmek zorunda kalır.
Bazı sosyal bilim araştırmaları kitlelerin son dönemde, süper kahramanlardan çok anti-kahramanlara eğilimli hale geldiğini iddia ediyor. Yığınlar süper kahramanlardan çok anti kahramanlarla duygudaşlık yaşıyor. Trump da tıpkı Lex Luthor gibi, seçim kampanyası ile öfkeli olmayı, kırıcı olmayı, ırkçı olmayı, aşağılamayı, bütün başarısızlıkların sorumluluğunu ötekilere atmayı, meşru veya gayrimeşru ne şekilde olursa olsun kazanmayı kitleler için meşrulaştırıyor. Bu, alçalmayı ve kabullenmeyi yığınlar için ahlaki açıdan kolaylaştırıyor.
2011 yılında Superman’ın ABD vatandaşlığından çıkacağını açıkladığı hafta, Donald Trump’ın aylardır sürdürdüğü ‘Obama Kenya’da doğdu, doğuştan ABD vatandaşı değil‘ iddialı komplo teorisine karşı ABD Başkanı Barack Obama’nın Hawaii’de doğduğunu ispatlayan resmi doğum belgelerini kamuoyu ile paylaştığı haftaydı.
Bunun yanı sıra o hafta tartışılan bir konu daha vardı; Superman’ın ABD vatandaşlığından nasıl çıkacağı..? Çünkü Superman, aslen Kriptonluydu ve 1938’de ABD’ye ‘kaçak yoldan’ giren bir kaçak göçmendi. Superman’ın yayıncıları da o günlerdeki açıklamalarında, Super kahramanın, ‘Amerika’yı Amerika yapan göçmen kültürünün bir parçası olageldiğini‘ açıklıyacaklardı. Yani, Trump’ın ve destekçilerinin pek de hoşlanmadığı, savaş açtıkları bir kültürün…
Bütün bunlardan dolayı, ‘Superman bu seçimde kimi destekliyor‘ sorusu ilk duyulduğundaki kadar fantastik bir soru değil. Hele ki gerçek ile fantezinin, paranoya ile gerçek bilginin, doğru ile yalanın birbirine bugüne kadar görülmemiş derecede karıştığı 2016 başkanlık seçim kampanyası için hiç değil…
Her ne kadar Superman’ın bu seçimde kimden yana olduğunu söylemek güçse de, kimin başkanlığına kesinlikle karşı olacağı konusunda en azından bir tahmin yapmak o kadar güç değil… Ortamlarda ‘Superman’a övgüler dizen Amerikalıların sandıkta Lex Luthor’u tercih edip etmeyeceğini ise 8 Kasım akşamı öğreneceğiz.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz