60 yıldır doğal dünyayı gözlemleyen belgeselciden insanlığa uyarılar
AMERİKA BÜLTENİ (31 Ocak 2019)
David Attenborough, 60 yıllık meslek yaşamını doğayı tanımaya ve insanlığı bu konuda bilgilendirmeye adamış bir doğa belgeselcisi. Life (Yaşam) serisi, Mavi Gezegen, Planet Earth gibi artık klasikleşmiş bir çok önemli belgeselle sadece İngiltere’de değil bütün dünyada yüz milyonlarca insanın saygı duyduğu bir isim haline geldi.
Bu yıl Davos Dünya Ekonomi Forumunun Kristal Ödülü de, küresel iklim değişikliklerine karşı duyarlılık yaratmada ve doğal yaşamın korunması yolundaki mücadelesi nedeniyle David Attenborough’ya verildi.
Davos Forumunda, David Attenborough’nun konuşmacı olacağı oturumda ona sorular sorma görevini ise İngiltere’nin müstakbel kralı olan Cambridge Dükü Prens William üstlendi. Prens, yılların belgeselcisine, kişisel yaşamı, doğal yaşamın sorunları, gezegenimizin geleceği ve gençlere tavsiyeleri gibi konularda çok sayıda sordu.
İşte bu sıra dışı röportajda Sir David Attenborough’nun verdiği yanıtlardan ve Kristal Ödül sırasında yaptığı konuşmadan bazı alıntılar:
(1950’lerde belgeselciliğe başladığından beri doğal yaşamda meydana gelen değişim hakkında)
‘’O zamanlar doğal dünya hala keşfedilmemiş dünyaydı. Afrika’ya ilk gittiğimde harikalar ülkesi gibiydi. Başını çevirdiğin her yönde heyecan verici yeni bir şey görebiliyordun.
‘’İnsan nüfusu bugünkünün üçte biri kadardı. Adem ile Havva’nın olduğu cennette yaşamın nasıl bir şey olabileceği hakkında bir fikir oluşturabilecek bir his yaşıyordun.’’
”Ben dünyanın ‘holosen’ jeolojik evresini yaşadığı dönemde doğdum. İnsanlığa, tarım, yerleşik yaşam ve uygarlık kurma olacağı veren iklimsel istikrarın olduğu 12 bin yıllık bir dönem. Bu bir insanın ömrü süresi kadar kısa zamanda, benim yaşam sürecinde değişti. Bilim insanları artık ‘antroposen’ evresine, yani insanın dünyaya ve doğal yaşama şekil verebildiği evreye geçtiğimizi söylüyor.
(Doğal yaşam konusundaki belgesellerin bu kadar popüler olmasına şaşırıp şaşırmadığı hakkında)
‘’Dünyaya bu şekilde yepyeni ve hayranlık dolu bir gözle bakmayan bir çocuk doğmamıştır.
‘’Eğer, bu bakışı yitirirseniz, bütün evrendeki en büyük güzellik ve keyif kaynağını da yitirmiş olursunuz. Bu bakışın beslediği keyfin ve aydınlanmanın başka şeyle ikamesi olanaksızdır. Hayatın en büyük zevklerinden biridir bu…’’
(Teknolojik gelişmelerin film yapmaya etkileri konusunda)
‘’50 – 60 yıl önce İngiltere’de veya hatta Avrupa genelinde, hayatında canlı olarak armadillo veya karıncayiyen görmüş insan sayısı çok azdı. Aslında kamera göre karıncayiyen sayısı da çok ama çok azdı. Dolayısıyla, armadilloyu gösterdiğiniz sürece, çekiminiz ne kadar amatörce veya kalitesiz de olsa kimsenin umurunda değildi. İnsanlar çekim şeklinizle ilgilenmiyor armadilloyu izliyordu. Yani o günlerde doğa ile ilgili film çekmek görece kolaydı. Sadece hayvanları göstersen bile insanlar hayretler içinde kalıyordu.
‘’Şu andaki olanaklarımız inanılmaz. İstediğimiz her yere gidebiliyoruz. Okyanusun dibine de inebiliyoruz, uzaya da çıkabiliyoruz, insansız hava araçları veya helikopter kullanabiliyoruz. Dolayısıyla hızlandırabiliyoruz, yavaşlatabiliyoruz, karanlıkta film çekebiliyoruz… Doğal yaşam tarihin hiç bir döneminde, hiç bu kadar detaylıca insan gözüne görünmemişti.
”50 yıl önceki belgesellerimizi Britanya’nın güneyindeki birkaç milyon kişi izleyebiliyordu. Yakında gösterime girecek ‘Gezegenimiz (Our Planet)’ daha ilk gününde dünyanın bütün ülkelerinde yüzmilyonlarca insana ulaşacak. Ve bu belgeseli, internet bağlantısı olan herkes internetten de ücretsiz izleyebilecek.”
(İklim değişikliğine dikkat çekme çabaları hakkında)
‘’1960’larda, doğal yaşamın bir bölümünü mahvedebileceğimiz bir tehdidin varlığını düşünen pek kimse yoktu. İnsan türünün doğadaki bir türün soyunu kurutabileceği insanların üzerinde düşündüğü bir konu değildi. Bunun mümkün olduğuna inananlar bile çok istisnai bir olasılık olarak görüyorlardı.
”Ben çevre sorunlarının ciddiyetini ilk kez 1979’da doğal yaşamın tarihinin izini sürerken farketmeye başladım. Ancak o günlerde bile doğayı bütünüyle değiştirdiğimizin farkında değildim. 1999’da Mavi Gezegen’i yaparken, Mercan adalarının beyazlamasını kaydettik ama hala sorunun dehşet verici büyüklüğünü tam idrak eder durumda değildik.
‘’Artık, sadece bir türü değil, bütün doğal yaşamı imha edebilecek potansiyelde olduğumuzun farkındayız. Kazara bile bütün doğayı içindeki bütün canlılarla beraber mahvedebiliriz.
‘’Şimdi artık şehirlerde yaşayan insan sayısı kırsal kesimlerde yaşayan insan sayısından fazla. Bu aynı zamanda şu anlama da geliyor. İnsan türünün büyük çoğunluğu, farklı oranlarda da olsa, doğal yaşamın zenginliğiyle temastan yoksun.’’
(İklim değişikliğin ne kadar acil bir sorun olduğu hakkında)
‘’Bu aciliyet konusunda bir abartma söz konusu bile olamaz. Çünkü, insan türü olarak, o kadar kalabalık, o kadar güçlü ve o kadar kürenin her yerine nüfuz edebilir durumdayız ki… Türümüzün yıkım mekanizması o kadar cihanşümul ve o kadar korkutucu ki… Bütün ekosistemin kökünü, farkına bile varmadan kurutabiliriz.
‘’Tür olarak, yaptıklarımızın tehlikesinin farkına bir an önce varmamız gerekiyor. Örneğin, plastiklerimizin deniz ve okyanus yaşamında dehşet verici bir tahribat yaptığını biliyoruz. Ama bu tahribatın hangi boyutlara kadar uzandığını bile henüz tamamı ile bilmiyoruz.’’
(Dünya liderlerinin bu gidişata tepki vermekte geç kalmasının nedenleri hakkında)
‘’Kentsel yaşam ile doğal yaşam arasındaki bağdan dolayı… Sanayi devriminden beri insanın günlük yaşamı büyük ölçüde doğadan izole ve kendi alanını genişletiyor.
‘’Yaptıklarımızın, bize uzak olan doğada ne tür etkiler yarattığını bilmiyorduk. Ancak şimdi artık farkındayız ki neredeyse yaptığımız her şeyin doğada da bir yansıması, tekrarı ve sonuçları var.
‘’Bizim de parçası olduğumuz doğal dünya, oldukça kompleks ve birbirilyle son derece irtibatlı bir yapı. Bir parçasında yapmaya başladığınız tahribatın sonuçlarının nerede biteceğini asla bilemezsiniz. Bütün bağları yıkarsanız, aniden bütün doğal işleyiş çöker ve bir eko-kıyamet yaşarsınız.’’
(İklimsel bir katastrofi yaşanmasından kaçınma yolunda gençlerin neler yapabileceği hakkında)
‘’Şu gerçeğin mutlaka farkında olmamız lazım; Aldığımız her nefes, ağzımızdan giren her lokma bize doğrudan veya dolaylı doğal dünyadan geliyor. Yani doğayı tahrip ettiğimizde tür olarak kendimizi de tahrip ediyoruz. Doğanın bölünemez bir parçasıyız. Doğanın sadece güzelliği, enterasanlığı ve harikuladeliği değil söz konusu olan… İnsan yaşamının esası sağlıklı bir gezegene bağlıdır. Bunu kendi elimizle yıkma tehlikesinin eşiğindeyiz. Doğal yaşamı yok ediyoruz, onunla beraber kendi türümüzü de…’’
(Davos katılımcılarına mesaj olarak)
‘’Doğaya duyarlı olun. Ama duyarlılık yetmez. Ona hürmet edin.
‘’Doğal dünyanın geleceği şimdi elimizde. Bu sadece, doğayı kirletmeyelim mevzusu da değil. Parçası olduğumuz bu yapıya saygılı olmayı da artık öğrenmek zorundayız.
”İnsan türü olarak problem kaynağı olmak kadar problem çözmede de uzman bir türüz. Tek sorun bu probleme hala odaklanamamış olmamız. Temiz havası ve temiz suyu olan, sınırsız enerjiye ve deniz ürünü stokuna sahip bir gelecek kurmak elimizde. Bunun için küresel bir plana ihtiyacımız var. İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Bir Kalkınma ve Doğa Üzerine Yeni Bir Antlaşma konularında Birleşmiş Milletler 2 yıl içinde önemli kararlar alacak. Hep beraber hareket edersek antroposen evresinde sorunsuz bir yaşam oluşabilir. Önümüzdeki bir kaç yıl yapacaklarımız, türümüzün binlerce yılını derinden etkileyecek”
AMERİKA BÜLTENİ‘ni Twitter‘dan ve Facebook‘tan takip edebilirsiniz