CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
11 Aralık 2014
Anna adlı Varşovalı bir genç kız, 1980’lerin başındaki o soğuk aralık sabahı uyandığında, her zaman yaptığı gibi hemen radyosuna koştu ve çok sevdiği “Saatte 60 Dakika’’ adlı programı dinlemek hevesiyle açtı. O günlerde 17 yaşında olan Anna, bu komedi programının, Polonyalıların kamusal alanda konuşabileceği şeylerin limitini zorlayıp yükseltmesinden büyük keyif alıyordu.
Bir kaç yıl önce başlayan program, Dayanışma Sendikası’nın yükselişi ile beraber her geçen gün daha muhalif bir yayın çizgisine kayıyordu. ‘’devlet karşıtlığının bilimsel tedavisini araştıran ahmak doktor’’ gibi radyo tiyatroları gençlerden büyük ilgi görüyordu. Düşündükleri ama korkudan kamusal alanda söylemediklerleri şeyleri radyodan duyunca, yalnız olmadıklarının farkına varıyorlardı. Anna Semborska, 2000 yılındaki bir röportajında, ‘’Eğer böyle şeyler radyoda söylenebiliyorsa o zaman özgürüz gibi hissediyorduk’’ diye anlatıyor o günlerdeki duygularını.
Fakat, 13 Aralık 1981 sabahı, Anna radyosunu açtığında kötü bir süprizle karşılaştı. Radyodan ses gelmiyordu. Sadece cızırtı vardı. Hemen başka istasyona geçti, ardından bir diğerine, hiçbirinden ses yoktu. Bir arkadaşını arayıp ona sormak istedi fakat telefon da çalışmıyordu. Ne olduğunu düşünürken, annesi onu pencereden dışarı bakmaya çağırdı. Sokaklar tanklarla dolmuştu. Jaruzelski yönetimi sıkıyönetim ilan etmişti. Dayanışma Sendikası yasadışı ilan edilmişti. Medyaya ve her türlü iletişim aracına kısıtlama konmuştu. Polonya’nın kısa özgürleşme deneyimi acı şekilde sona ermişti.
Oysa, Wojciech Jaruzelski, aynı yılın başında, 11 Şubat 1981’de ülkenin başbakanı olduğunda, Dayanışma’nın lideri Lech Walesa ve diğer sivil toplum liderlerini başbakanlığa davet ederek, onları da dahil edeceği bir ulusal koalisyon hükümeti kurma niyetinde olduğunu söylemişti. Ama bunun bir oyalama vaadi olduğu ve daha o toplantısını yaparken bile gerçek niyetinin, en kısa sürede Dayanışma’yı dağıtmak, her türlü özgürlüğü askıya almak olduğu ise yıllar sonra öğrenilebilecekti. Tıpkı, aynı yılın Eylül ayındaki bir toplantıda yardımcılarına, Dayanışma Sendikası’nı kapatıp sıkıyönetim ilan etmek için bir mazaret üretmeleri talimatı verdiğini de Polonyalıların yıllar sonra öğrenecek olması gibi…
Ve Jaruzelski nihayet hazır olduğunu düşündüğü, 13 Aralık 1981 sabahı, ‘’Dayanışma Sendikası’nın kendisine bir darbe hazırlığı içinde olduğu’’ iddiasıyla, kendisi sıkıyönetim adı altında bir darbe yaptı. Birkaç ay önce, 2014 yılının Mayıs ayında ölen Jaruzelski, o günlerdeki, ‘Dayanışma bana darbe hazırlığındaydı’ iddiasının yalan olduğunu sonradan kabul etti ama onun yerine sürekli başka yalanlar uydurdu. Bunlardan biri de ‘Sovyetler Polonya’yı işgal etmesin diye sıkıyönetim ilan ettim’ şeklindeydi. Ancak, bu iddiasını da dönemin hem Polonya Komünist Partisi yöneticileri hem de Sovyet yöneticileri yalanlayacaktı.
Bununla beraber Jaruzelski’nin 13 Aralık 1981 sabahı ülkede sıkıyönetim ilan etmesinin ardından yaşanan bazı sıradışı hareketlenmeler, bu kez her şeyin farklı gelişeceğinin, Polonya halkının totaliter bir anlayışla kolayca idare edilemeyeceğinin adeta habercisiydi. Örneğin, neredeyse her evde köpek beslenen Swidnik adlı küçük bir şehrin sakinleri, sıkıyönetim ilanından birkaç gün sonra bir akşam saat tam 19:30’da köpeklerini dışarı gezdirmeye çıkardılar. Saat 19:30, devlet televizyonunda ana haber bülteninin başladığı saatti. Sonraki her akşam saat tam 19:30’da Swidnik’te yaşayan hemen herkes evinden çıkarak, şehrin merkezindeki küçük parkta köpek gezdirmeye başladılar. Her gün düzenli yapılan sessiz bir protestoya dönüştü ve hızla yayıldı bu. Mesaj şuydu: ‘’Devletin yalanlarını izlemeyi reddediyoruz. Jaruzelski’nin yalanlarını dinlemeyi reddediyoruz’’.
Aynı günlerde liman şehri Gdansk’ta ise buna benzer sessizlikte bir, ‘ekran karartma’ protestosu başladı. Herkes evindeki televizyonunu, ekranı dışarı bakacak şekilde penceresinin kenarına yerleştirdi. Hem birbirlerine yalnız olmadıklarını gösteriyor hem de rejime şu mesajı veriyorlardı:
‘’Biz de sizi izlemeyi reddediyoruz. Sizin haber diye anlattığınız masallarınıza inanmıyoruz.’’
Otoritenin haber ve gündem oluşturma tekeline karşı, medya tarihinin en görkemli yeraltı medya direnişlerinden biri de böyle başladı. Aktivistler, bağımsız gazeteciler, video kameralarıyla ülkeyi dolaşıyor ve kendi belgesel haberlerini hazırlıyordu. Ve bu video kasetler, kiliselerin, apartmanların ve bazı sosyal merkezlerin bodrum katlarında halka izlettiriliyordu.
Sıkı yönetim rejiminde her şeyi devlet tekeline aldıklarını sanan Polonya otoriterliğinin rahatlığı, ülkede, sivil itaatsizlikle bir ‘Polonya kamuoyu’ oluştuğunu farketmesine kadar sürdü. Rejimin etki gücünden bağımsız bir kamuoyu oluştuğunu farkettiğinde 1983 yılında sıkıyönetimi kısmen kaldırmak zorunda kalan rejim, itaatsiz bağımsız gazetecilerin oluşturduğu bu kamuoyunu anlayıp manipüle edebilmek için bir kaç enstitü ve çalışma grubu bile oluşturdu. Ancak, otoriter bir rejimin, özgürlüklerinin gasp edildiğinin bir kere farkına varabilmiş güçlü bir kamuoyuna, özgürlüklerin gaspını artık makul ve meşru gösterebilme imkanı yoktu. Jaruzelski’nin kudretli iktidarı, birkaç yıl içinde çözüldü ve çöktü. Dayanışma Sendikası’nın lideri 1989’da ülkenin devlet başkanlığına seçildi. Jaruzelski, sıkıyönetim ilanı ve başında olduğu rejimin yıllarca yaptıkları için özür dileyen bir konuşma yaptı. 20’nci yüzyılda ülkelerini savaşlara, maceralara, kaoslara, karanlıklara, diktalara sürükleyen bütün despotlarla aynı mazerete sığınarak; ‘Ne yaptıysam ülkem için yaptım‘.
Anna Semborska’nın, Swidnik ve Gdansk sakinlerinin bu sessiz ama etkili direnişine ilişkin bilgiler, dünyanın her yerinde devlete karşı basın özgürlüğünü savunan ve kendine Duyarlı Gazeteciler Komitesi adını veren bir grup gazetecinin, 1997 yılında Harvard Üniversitesi’nde düzenledikleri forumda paylaşıldı.
Forumdaki tartışmalarda geriye dönülüp bakıldığında şu görüldü; Polonya’da özgürlük mücadelesini politik direnişten bile önce aslında, rejimin haberleri yayınlanırken köpek gezdirmeye çıkarak, televizyonunu pencereye taşıyarak, yani diktatörü muhatap olarak almaktan vazgeçerek onu sansürleyen sıradan halk başlatmıştı.
Bir despotun dengesini bozacak, otoritesini sarsabilecek en etkili şey, dikkate alınmamasıdır. İnsanların onu ve başlattığı tartışmaları ciddiye almayı, dinlemeyi, gündem yapmayı bırakmasıdır. Söylediği, söyleyeceği her şeyin, tartışılmasını istediği her konunun sessizlik duvarına çarpıp boşlukta yankı yapmasıdır. Konuşulmasını, tartışılmasını, gündeme gelmesini istemediği, her bilgi ve haberin ise ısrarla konuşulması, sorulması, tartışılması ve herkese ulaşmasıdır.
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz