Skip to content
Menu

Sıra dışı bir boks maçının anlattıkları

Muhammed Ali ve Beatles, 1964 yılında Miami'de.
Muhammed Ali ve Beatles grubu, 1964 yılında Miami’de. Henüz efsane olmadan hemen önceki günlerinde.

CEMAL TUNÇDEMİR 

17 Temmuz 2011

Sonradan her biri kendi alanında bir efsaneye dönüşecek, bir sporcunun, bir toplum liderinin, bir rock grubunun ve bir gazetecinin yolları, 25 Şubat 1964 günü Miami’de oynanan ve tarihin en ünlü boks maçlarından biri olacak bir boks maçı öncesinde kesiştiğinde hiçbiri yaşam öykülerinin dönüm noktasında olduğunun tam farkında değildi.

O günlerin dünya ağır sıklet boks şampiyonu olan 30’lu yaşlarındaki Sonny Liston’a Kentucky’li Cassius Clay adında 22 yaşındaki bir çömez meydan okuyordu. Boksta ünvan maçlarının büyük ilgi gördüğü yıllardı. New York Times gazetesi tecrübeli şampiyon Liston’un ünvanını bu heyecanlı gence kaptırmayacağına o kadar emindi ki, bu ünvan maçına ünlü boks yazarlarından birini gönderme gereği bile duymadı. Gazete yönetimi, kendilerine göre formalite bu maçı takip etme görevini gazetenin spor servisindeki 26 yaşındaki stajyer muhabir Robert Lipsyte’a verdi.

Lipsyte’nin, Miami’ye iner inmez ilk işi, spor editörünün verdiği tavsiyeye de uyarak, boks maçının yapılacağı salon ile en yakın hastane arasındaki en kestirme yolu tespit etmek oldu. Böylece, Lipsyte, gazetenin bu maçtan beklediği tek haber olan ‘genç Clay’ın nakavttan sonraki acil servis görüntülerini’ diğer gazetecilerden önce elde etmiş olacaktı.

Genç muhabir Lipsyte, kestirme yolu keşfettikten hemen sonra Clay’ın antrenman yaptığı, bugün Miami Beach içinde kalan 5th Street Spor Salonuna geldi. Tarih 18 Şubat 1964’tü. 25 Şubat’taki tarihi maça 7 gün vardı. Robert Lipsyte, spor salonun merdivenlerini çıkarken arkasında, hepsi aynı beyaz ceketten giymiş 4 gencin onu kenara iterek yukarı çıkmalarıyla sinirlenir. Canı çok sıkılan Lipstey, ‘’kim bu zibidiler?’’ diye sorar etraftakilere. ‘’Yeni bir İngiliz Rock grubu’’ derler, ‘’Beatles mı ne, işte öyle bişey… İlk Amerika turnelerindeler’’

‘’Kim ulan bu Beatles?’’

Beatles ile beraber İngiltere’den gelen gazeteciler, aslında farklı rock müzik yorumlarıyla gençler arasında hızla parlamakta olan bu yeni grubu, bütün dünyada tanınan şampiyon Sonny Liston ile fotoğraflamak istiyorlardı. Ancak ağır sıklet şampiyon Sonny Liston, ‘’Bu sisilerle fotoğraf motoğraf çekmem’’ deyip tersler. Gazeteciler ve Beatles da elleri mahkum, gelmişken boş dönmeyelim diye hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığı ve pek de bir gelecek görmedikleri genç Cassius Clay’ın antrenman salonuna gelirler.

Lipsyte, henüz spor salonuna gelmeyen Clay’ın soyunma odasında, laçka hareketleri, küfürleri, itiş kakışlarının ortasında kaldığı Beatles üyeleriyle tanışmasını şöyle anlatıyor:

‘’Kendimi tanıttım, beni taklit edip güldüler. John Lennon tokalaşırken kendisinin Ringo olduğunu söyledi. Sonra bana Paul’u tanıtırken de onun John olduğunu söyledi. Maçın sonucu hakkında ne düşündüklerini sordum. ‘Şampiyon Liston, yeni yetme Clay’ı maçın başında nakavt eder’ dediler. Sonra yeniden beni görmezden gelip kendi aralarında itiş kakışa başladılar. Ne zibidi çocuklar diye kendi içimden düşündüm.’’

Derken, kapı aniden açılır ve genç Cassius Clay heybetli bir şekilde içeri girer. ‘’Fotoğraflarda gördüğümden daha iri yarıydı, güzel bir teni vardı ve parıldıyordu’’ diye anlatıyor Lipsyte o anı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardır. Kendisine soyunma odasında adı Beatles olan bir müzik grubunun üyelerinin olduğu söylendiğinden olsa gerek, ‘’Merhaba Beatles’’ diye selamlar herkesi Clay. Yanlarından geçip giderken de, ‘’beraber turne yapalım sizinle, çok para kazanırız’’ diye takılır. Bu gencin heybeti ve özgüveni karşısında ne yapacağını şaşıran Beatles üyeleri, aniden Lipsyte’in deyimiyle ‘’anaokulu çocuğu’’ gibi olurlar. Sessizce, çalışacağı boks ringine kadar Clay’ın arkasından seyirtirler.

Lipsyte, birbirlerinden o gün haberdar olan Beatles ve Clay’ın birlikteliği için, “Bilmeseniz, önceden tanışıyorlardı ve bu buluşmada ne yapacaklarını önceden kararlaştırmışlar sanırdınız” diye hatırlıyor… Clay ile beraber ringe giren Beatles üyeleri, beraber şakalar yapmaya başlarlar. Yere diz çöküp ‘’beni dövme abi’’ der gibi yalvarıp, dualar ederler. Derken Clay, en uzun boylu Beatles olan Ringo’yu kaldırır, diğerlerini önüne tek sıra dizerek yumruk atar gibi yapar. Tabii Beatles üyeleri de bu farazi yumruğun şiddetiyle kafalarıyla domino etkisi olmuş gibi yapınca işte yukarıdaki, spor tarihinin en efsane fotoğraf karelerinden biri ortaya çıkar.

Beatles üyeleri ardından üst üste piramit yaparak Clay’ın çenesine ulaşmaya çalışırlar ve bir anda 4 Beatles ve Clay kahkahalara boğulunca üst üste devrilirler. Çok geçmeden Clay’ın adamları bu şımarık İngilizleri oradan postalayıp antrenmanı başlatır.

Muhabiri nakavt eden cevap

Antrenman sonrası, soyunma odasında gazetecilerin, ‘’bu maçta yenildikten sonra ne yapacaksın?’’ sorusu karşısında, cevap vermek yerine sıkıntıdan uyuyormuş gibi yapmış Clay. Derken Bostonlu bir gazetecinin sessizliği bozan, ‘’Bütün bu artistlikleri para için yapıyorsun, değil mi?’’ sorusu karşısında Clay gözlerini açar ve, ‘’Ben para kazanıyorum, dışarda patlamış mısır satan, içecek satan garibanlar para kazanıyor ve hepsinden önemlisi sana yazacak iş çıkıyor. Bak bu kış gününde gazeten seni sıcak Miami’ye gönderiyor bunun için, sen de kazanıyorsun’’ diye çıkışır.

Bostonlu muhabir, kroşe yemiş gibi bir ifadeyle bu beklemediği cevap karşısında suspus olurken genç muhabir Robert Lipsyte, ‘’İnşallah bu çocuk bu maçta kafasını dağıttırmaz da kariyeri biraz daha uzun olur. Takibe değer biri. Umarım tıpkı, Beatles adlı şu zirzop grup gibi, ateşböceği gibi bir yazlık şöhreti olmaz’’ diye düşündüğünü hatırlıyor.

Lipstey, dalgın dalgın bunları düşünürken, yanından geçen Clay’ın kendini dürtmesiyle bir anda kendine gelir. Clay, muhabir Lipsyte’in kulağına ağzını yaklaştırıp fısıltıyla, bana ilk okuduğumda kahkahalar attıran soruyu sorar: ‘’Seni, bugün o 4 hergeleyle soyunma odasında gördüm. Kimdi lan o gevşekler’’.

Boks tarihinin en dramatik haftası

Şimdi aranızda, ‘’O’nun adı ‘Muhammed Ali’, neden Cassius Clay diye yazıyorsun?’’ diye söylenenler olabilir. Tek sebebi var; bu hikayenin geçtiği haftaya kadar ismi Cassius Clay şeklindeydi de o yüzden… O hafta, hem Clay’ın adı hem de modern boks tarihinin tüm dengeleri değişti.

Politika, spor, din, ırk ve eğlence dünyası tek bir maçta bu kadar içiçe hiç geçmemişti ve bir daha hiç geçmeyecekti. Cassius Clay, o maça gelirken Nation of İslam adlı siyahi gruba katılmış ve adını da Cassius X yapmıştı ancak bunu henüz kamuoyu bilmiyordu. ‘’X’’ soyadı çok şey anlatıyor aslında. Zaten, maçı takiple görevli gazeteciler de çok geçmeden Amerikan medyasının o günlerde nefret/ilgi objesi olan Malcolm X’in de Cassius Clay’ı desteklemek için Miami’de olduğunu farketmekte gecikmeyecekti. Malcolm X’in Miami’deki varlığı maça bir anda din-ırk tartışmaları boyutu getirdi. Maç bu tartışmaların gölgesinde iptal noktasına gelince, organizatör Bill Faversham, Clay’a adeta yalvararak, Nation of İslam’a üye olduğunu maçtan önce açıklamamasını rica etti. Clay kabul etti.

‘Kendilerine para kazandıracak zencileri severler’

Lipsyte, Malcolm X’in Miami’de olduğunu bildiği halde maç gününe kadar kendisini görememiş. Ancak, 1 yıl önce Sonny Liston ile Floyd Patterson arasında oynanan maçtan çıktıktan sonra, Brooklyn’deki bir işçi eylemi sırasında gördüğü Malcolm X’in yanına yaklaşarak, ‘’Bu boks maçı size neyi sembolize ediyor?’’ diye sorduğunu hatırlıyor. ‘’Bu çok saçma bir soru!’’ diye çıkışmış Malcolm. Bunun üzerine, Nation of İslam’ın paramiliter gençlik ocağı olan Fruit of Islam üyesi 3 koyu renk takım elbiseli siyahi yardımcı paldır küldür Lipsyte’i kucaklayıp paketlemişler. Lipstey ite kaka götürülürken, Malcolm’a, ‘’bu dünyada tek saçma soru cevaplanmamış sorudur’’ diye bağırmış. Genç muhabirin bu sözü, Malcolm’un yüzüne bir tebessüm yaymış ve izin vermiş. Lipsyte, yeniden Malcolm’un yanına gelerek kendini tanıtınca Malcolm sorunun cevabını vermiş:

‘’Sporda final oynayan iki kişinin de siyah olmasından mutluyum. Ancak hiç şüphesiz istismar edilecekler ve asıl kaymağı sponsorlar yiyecek. Sadece kendilerine para kazandıracak zencinin sivrilmesine izin verirler.’’

Genç muhabir Lipsyte, spor muhabirliği kariyerinin başlangıç haberi olan Lipston – Patterson maçına Malcolm X’in bu demecini eklemeyi başarmasıyla New York Times editörlerinin dikkatini çekmiş ve işte o haberi sayesinde Miami’ye bir genç muhabir göndermek istediklerinde Lipsyte’yi göndermeye karar vermişler.

Miami’ye gelen bütün tecrübeli boks yazarları (boks yazarlığının gazetelerde ciddi kariyer olduğu günlerdir), ‘hevesli bir züppe’ gördükleri Clay yerine,  Sonny Liston’un kampına takılıyormuş. Genç Lipstey ise anlam veremediği bir içgüdüyle, ‘’I am the greatest (ben en büyüğüm)’’ diye demeç verip duran Cassius Clay’a takılı kalmış.

Sonraki günler, Clay ve Sonny Liston’un gazeteciler aracılığıyla küfürleştiği günlerdir.

Liston, küçümsediği Clay için, ‘’O i.ne, ben erkeğim’’ der. Clay ise rakibinin bu aşağılama çabasına, sonradan kariyerinin efsane sloganına dönüşecek karşılığı verir: ‘’Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım’’.

Clay’a maçta Linston’un yumruklarından nasıl kurtulacağı sorulunca da, ‘’gözlerinizin görmediğini elleriniz vuramaz’’ der.

25 Şubat 1964 gecesi boks tarihi yeniden yazıldı

Ve 25 Şubat 1964 gecesi boks tarihi yeniden yazıldı. Maçın başında bütün bahisler 1’e 7 oranında Sonny Liston’un kazanacağı yönündeydi. Ancak maçın başlamasıyla herşey değişti. Clay, gerçekten de ringde adeta kelebek gibi uçuyordu. Liston rakibini karşısına almakta bile zorlanırken Clay arı gibi sokmaya başladı. Üçüncü rauntta, Liston’un sol gözünün altını patlattı. Ve 7’nci rauntta kalçalarının üzerine yere çöken Liston, hakemin sayışına cevap veremeyerek nakavt olurken bütün bir boks dünyası da şoka giriyordu. Kimsenin gördüklerine inanamadığı bu anda Clay, önce basın tribünün önüne gelerek gazetecilere ‘’şimdi yiyin yazdıklarınızı!’’ diye bağırdı. Ardından yumruklarını havaya kaldırarak, haykıra haykıra ringi terk etti:

‘’Dünyayı salladım! Dünyayı salladım! Dünyayı salladım!’’

Lipsyte, o an, hayatının o gününe kadar ki en büyük zevkini yaşadığını anlatıyor. ‘Sonucu belli’ bir maça hasbelkader gönderilmiş bir muhabirken birkaç dakika içinde gazetesinin, tarihe tanıklık eden ismi olmuştur: ‘’Küçük Olivetti daktiloma parmaklarımın bir vuruşu vardı ki… Seksten daha iyiydi diyemem ama o derecedeydi…’’

Hızla haberi yazıp telgrafla gazeteye geçmiş ve o geceki baskıya yetiştirmiş. Lipsyte’in imzasının ilk kez, New York Times gazetesinin birinci sayfasında göründüğü haberdir bu…

Cassius değil artık, Muhammed Ali

Ertesi sabah Cassius Clay en genç dünya ağır sıklet boks şampiyonu olarak yeniden basının karşısındadır. Artık maçın tansiyonu geçmiştir ve bu kez nezaketle konuşur. Devirdiği Liston’a isterse yeni bir maç şansı verir ve kendisine meydan okuyacak herkesle ünvan maçına hazır olduğunu duyurur: ‘’Bütün istediğim, temiz beyefendi bir insan olmaktır.’’

Çok önemli birşey daha der Clay o toplantıda gazetecilere: ‘’Liston için gerçekten üzgünüm. Siz gazeteciler onu çok şişirdiniz, çok yükseğe çıkardınız. Şimdi o kadar yüksekten düşüyor ki…’’

Genç muhabir Lipsyte, bütün o ihtiyar kurt spor yazarlarının bu genç boksör hakkındaki düşüncelerinin değiştiği anın bu olduğunu aktarıyor.

Derken gazeteciler, ‘’Malcolm X ve Nation of İslam ile alakan nedir?’’ diye sorarlar. ‘’Bakın’’ der Clay ve ekler:

‘’Ormanda aslan aslanla, kaplan kaplanla, kırmızı kuşlar kırmızı kuşlarla gezer. Kendi türünden insanlarla gezmek insanın da doğasında vardır. İstenmediğim yerlerde olmak istemiyorum’’

Daha gazetelerin birinci sayfalarına ilk kez girdiği gün yaptığı ve kendisini bir daha birinci sayfaya sokmayabilecek bu riskli açıklama gazetecileri şok edecektir. Muhabirler birbirlerine bakıp şaşkınlıkla yeniden sorarlar:

‘’Yani Müslüman mı oldun?’’

‘’Siyah Müslümanların toplantılarına katılıyorum’’

Gazeteciler yine sorar: ‘’Peki gençliğin şampiyonu olarak sorumluluğun ne olacak?’’

22 yaşındaki taze dünya şampiyonunun hiç de eleştirilerden çekinecek gibi bir hali yoktur: ‘’Sizin benden olmamı istediğiniz kişi olamam. İstediğim kişi olmakta özgürüm’’.

Lipsyte, ‘’Bu sözler kulağımda, atletik özgürlük bildirgesi gibi çınladı. Bu genç boksürün ve hikayesinin efsaneye dönüşeceği hissi kalbimi kapladı. Ve ben bu hikayeyi tüm dünyaya duyuracaktım’’ diyor. Haklıydı, bu gencin cesareti efsaneye dönüşecekti ve Lipsyte bu efsanenin en önemli gazeteci kayıtçılarından biri olacaktı… Nitekim, 1978’de yayınladığı ilk kitabının adı ”Muhammed Ali Olma Özgürlüğü‘ydü.

Thrilla, a chilla and killa in Manila!

1964 Şubatındaki bu maçta bir araya gelen bu sıradışı isimler, yaşam ve kariyerlerindeki yükselişler ve düşüşlerin dönüm noktasını yaşadı.

Cassius Clay’ı ‘ateş böceği gibi yanıp sönecek kısa ömürlü bir şöhret’ sanan medya çok yanılmıştı. 1964 yılında, 22 yaşında, o güne kadarki  en genç insan olarak kazandığı ağır sıklet boks şampiyonu ünvanını sonraki yıllarda 2 kere daha kazandı. Yaklaşık 20 yıl boksun kralı oldu. Hayatında ilk yenilgisini ve tek nakavtını Muhammed Ali’nin yumruklarıyla yaşayan George Foreman, 1989 yılındaki bir röportajında o günleri anlatırken, ‘’Muhammed Ali, o kadar hızlıydı ki, ışığı söndürüp yatağına girdiğinde oda henüz kararmamış olur’’ diyecekti. Ringde uçması olay, yumrukları olay, sözleri olaydı artık. Birçok sözü hemen popüler kültür klişesine dönüşüyordu. Örneğin, 1975’te Joe Frazier’i yenmek için Filipinlerin başkenti Manila’ya gittiğinde söylediği, ‘’It’s gonna be thrilla, a chilla and killa, when I get the gorilla in Manila’’ cümlesi, şarkı sözlerinden filmlere kadar bir çok yerde hala karşımıza çıkar. Muhammed Ali, 1999 yılında yüzyıl biterken, kendisini tam 37 kez kapak yapan dünyanın en büyük spor dergisi Sports Illustrated ve BBC Sport başta olmak üzere bir çok spor otoritesi tarafından ‘20’nci Yüzyılın Sporcusu’ ilan edildi.

Malcolm X’i, bir nefret objesi olarak gören, unutulup gidecek basit bir ırkçı lider gibi sunan gazeteciler de yanılmıştı. Cassius Clay’ın adını Muhammed Ali yaptığı 1964 Mart ayında Malcolm X, İslam Milleti adlı ırkçı oluşumdan ayrıldığını duyurdu. Yani, Muhammed Ali’nin, İslam Milleti adlı oluşuma katılmasına neden olan Malcolm X, onun adını ‘Muhammed Ali’ olarak değiştirdiğini açıkladığı günlerde, bu ırkçı hareketten kopuyordu. Malcolm X, Clay’ın ilk şampiyonluğunu kazanmasından ve bu değişimi yaşamasından yaklaşık 1 sene sonra katledildiği 21 Şubat 1965’e kadar geçen yaklaşık 1 yıllık sürede, beyaz ırkçılığa karşı siyah ırkçısı reaksiyonerlikten, birlikte yaşama şampiyonu bir insan hakları ve özgürlük kahramanına dönüştü. Ömrünün son 11 ayında verdiği mesajlarla Amerikan siyahi hareketinin Martin Luther King ile birlikte sembollerinden birine dönüştü. O gün yüzüne bakmayan genç muhabirler, bugün Malcolm X ile olan anılarını, hayatlarının en önemli anları arasında anlatabiliyor.

Muhammed Ali’nin ise o Şubat günü, bir ay sonra Malcolm X ile bağının kopacağından haberi yoktu. İslam Milletinden koptuğu açıklamasından sonra Malcolm ile sadece bir kez Gana’nın başkenti Akra’da otel kapısında karşılaşacak, fakat, konuşmak isteyen Malcolm’a ”Elijah Muhammed’e yanlış yaptın’ diyerek, sonraki yıllarda ‘hayatımın en büyük pişmanlığı’ dediği şekilde bakmadan geçip gidecekti. Ali de Malcolm’dan 11 yıl sonra 1975 yılında ırkçı ‘İslam Milleti’ grubunu bırakacaktı.

O gün, hem muhabir Lipsyte’in, hem Muhammed Ali’nin ve hem de Sonny Liston’un ‘’züppe’’ deyip, küçümsediği 4 İngiliz genci ise müzik tarihinin gelmiş geçmiş en efsane grubuna dönüştüler. Amerika’daki ilk turnelerinde öylesine beraber fotoğraf çektirdikleri boksörün yüzyılın sporcusu ve bir küresel kahraman olacağından habersizdiler. Ne o hevesli genç boksör, ne o gün onlarla fotoğraf bile çektirmeyen şampiyon Linston ve ne de o gün onlarla uzun süre aynı ortamda olmasına rağmen fotoğraf çekme veya röportaj yapma ihtiyacı hissetmeyen genç gazeteci Lipsyte bu grubun, müzik tarihine kapanması zor bir parantez açacağından habersizdiler. Maçtan sadece iki ay sonra ABD’nin bir numaralı müzik listesi Billboard Hot 100 listesinde ilk 5 şarkı da dahil olmak üzere 12 şarkı Beatles’a aitti. Devasa bir şöhretin altında ezilmeyecek bir karaktere sahip olduklarını ispatladılar. İnsanlığa, dünyanın geri kalanına, haklara ve doğaya son derece duyarlı oldular. John Lennon, en zor zamanlarda bedel ödeme pahasına konuşmaktan ve aktivizmden vazgeçmedi. Örneğin New York’ta 1970’li yıllarda, Nixon’a ve Hoover’ın FBI’ına karşı destansı bir mücadele verecekti.

Ve, bu yazıdaki birçok anekdotu, bu yıl yayınlanan An Accidental Sportswriter (Kazara Spor Yazarı)’’ adlı hatıra kitabından aktardığım Robert Lipsyte de, Amerikan medyasının gelmiş geçmiş en önemli spor yazarlarından birine dönüştü. ‘’Nasıl olsa Sonny Liston, o züppe genci duman edecek’’ düşüncesiyle New York’ta kalan, Miami’ye gitmeyen anlı şanlı spor yazarları, fena yanılmıştı. Unutulup gitmekle ödediler bedelini…

O hafta, bir boks maçıyla yolları kesişen bu efsane isimler bize şunu öğretti:

Kendi gücüne, makamına, ünvanına güvenerek kimseyi küçümsemeyeceksin. Medyanın şişirmelerine gelmeyeceksin. Rakibini asla küçümsemeyeceksin. Halka yalakalık yapmayacaksın. Kendine ve topluma karşı dürüst olacaksın. Yeni üslupların, yeni tarzların ve gençlerin, zibidi sandıklarının, çapulcu gördüklerinin çığır açabilecekleri ve kendilerinden çok sonraki kuşakları bile etkileyebileceklerini unutmayacaksın.

Yoksa an gelir, yıldızın parladığı o an gelir, kelebek gibi uçan, arı gibi sokan yepyeni bir gerçeğin kroşesini yer, aniden nakavt olursun..!

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz