Seks şantajlarıyla 8 Amerikan başkanını eskiten FBI Başkanı
CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
(12 Kasım 2011)
‘’Hangi devlette bir bürokrat elindeki seks dosyaları nedeniyle tam 48 yıl boyunca o ülkenin istihbarat ve güvenlik kurumunun başında kalabilir?’’ diye sorulsa, çoğu kişinin aklına bir üçüncü dünya diktatörlüğü gelir. Oysa kahramanımız, dünyanın en güçlü demokrasisinde 20’nci yüzyılda yaşadı. Bugünlerde Clint Eastwood’un yönettiği ”J. Edgar” filminde, Leonardo DiCaprio’nun canlandırmasıyla yeniden gündeme oturan bu kişi, FBI’ı tam 48 yıl boyunca yöneten J. Edgar Hoover.
Esas oğlanın hikayesine geçmeden önce, bir dekor çizeyim; Washington’da seks ve politika her zaman için gayrı resmi gündemin ilk sıralarında yer alan bir konu. Bu gerçeğe sadece, gazete haberlerinde değil, Amerikan politikacılara ait okuduğum her biyografi ya da yakın tarih kitabında da tanık oldum. Amerikalı bazı gazeteciler Wahington için “dünyasının seks başkenti” tabirini kullanıyor ama biraz farklı ülkelerin tarihini okumuş herkes bilir ki, dünyadaki bütün başkentler, “özel amaçlı saunaların”, sadece üyelerin girebildiği “özel genelevlerin”, “kulüplerin”, “görevli” orospuların dolu olduğu şehirlerdir. Hal böyle olunca da başkentlerde sık sık seks skandalları yaşanır. Kasedi ortaya çıkan devlet görevlileri de olur, ilişkileri ortaya çıkan devlet başkanları da… Ama bu foto-kaset endüstrisinin boyutları ve derinliği kamuoyuna pek yansımaz. Yani, “Organize işler! Her zaman…”
Washington DC’yi çeviren Interstate 495 çevre oto yoluna “Capital Beltway” de denir. “Belt” çevreleyen ya da “kemer” demek. Kennedy suikastını araştıran Warren Komisyonunun raporunun açılış cümlesinde yer aldığından beri, Amerikan politik medya jargonunda bu çevre otoyolundan içeri kalan kısma, yani gerçek başkente “Inside the Beltway” denir. Bu kemerin içinde, başkan, bakanlar, senatörler, temsilciler meclisi üyeleri, generaller, lobiciler, think tank profesyonelleri ve bir de orospular görev yapar. Siz Amerikan komedi ustalarının bu “kemer” isimlendirmesinden yıllardır ne tür dokundurmalar çıkardıklarını artık tahmin edersiniz.
Kahramanımız J. Edgar Hoover, Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın kurucusu ve ilk başkanı. FBI’ın kurulmadan önceki hali olan Soruşturma Bürosunun ise 1924 yılından itibaren 6’ncı ve son başkanı. Hoover’ın ABD iç güvenlik örgütünün başına geçtiği sene 1924. Peki emeklilik tarihi? O yok işte. 1972 yılında hayatını kaybettiğinde hala FBI başkanıydı. Tam 48 yıl. Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati kurumlarından birinin başında ne tutabilir?
Hoover, Calvin Coolidge ABD başkanıyken göreve başlıyor ve sonraki başkanlar Herbert Hoover, Franklin D. Roosevelt, Henry Truman, Dwight Eisenhower, John F. Kennedy, Lyndon Johnson ve Richard Nixon döneminde bile hala FBI Başkanı olarak devam ediyor. Ta ki, 77 yaşındayken 2 Mayıs 1972 yılında yüksek tansiyondan hayatını kaybedinceye kadar.
Soruyu ağır çekimde bir daha izleyelim: Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati güvenlik kurumlarından birinin başında ne tutabilir? Bunun resmi bir açıklaması yok. Ama herkesin bildiği gayrıresmi bir sırrı var: şantaj. Özel olarak ise ‘seks dosyaları’.
Birçok yakın tarih araştırmacısı ve gazeteci Edgar Hoover’ın “tarihin en büyük dosyacılarından biri” olduğunda müttefik. Bir tarihçi, Hoover için, “hakkında dosya sahibi olmadığı kimseyle buluşmazdı” diyor. ABD Başkanı Truman 12 Mayıs 1945 günü yazdığı notta, Hoover’ın ve ekibinin “başları sıkıştığında kullanmak için herkes hakkında seks dosyası ve şantaj malzemesi biriktirmesinden” yakınmış ve ‘’böyle giderse bizim de Gestapomuz olacak’’ demiş. ABD’de yayınlanmış birçok biyografide Hoover’ın şantajları konusunda anlatılan yığınla hatırayı bulabilirsiniz. Ben sizin için Columbia Üniversitesinde medya ve politka ilişkisi konusunda doktora dersleri veren David Eisenbach’ın geçtiğimiz Mart ayında yayınlanan “The Beltway Unbuckled” adlı muhteşem çalışmasından bir anekdotu seçiyorum…
1963 yazında, Senato Araştırma Komisyonu, Doğu Alman göçmeni bir fahişe olan Ellen Rometsch adı etrafında, ABD başkanı John F. Kennedy’nin belki de koltuğunu kaybetmesine yol açabilecek bir soruşturma başlatır. Bir Batı Alman subayının karısı olarak Washington’a gelen Rometsch sıradan bir fahişe değildi. KGB adına casusluk yaptığında şüpheleniliyordu. Rometsch kısa zamanda, Washington’da politikacıların, bürokratların takıldığı Quorum Club’ın en üst düzey müşterilere giden birkaç kadınından biri oldu. Çapkınlıklarıyla ünlü Kennedy kardeşler de çok geçmeden Rometsch’in ağına düşmüştü. Kulübü işleten ise, başkan yardımcısı olmasına rağmen Kennedy’den hiç hazzetmeyen Lyndon Johnson’a yakınlığıyla bilinen Bobby Baker’dı. Baker’ın resmi tek görevi Senato çoğunluk lideri sekreterliğiydi. Ancak görünürde kamu görevlisi olan bu adam Washington’un en zenginlerinden biriydi. Daha sonra bazı soruşturmalarda mafya ile işbirliği içinde olduğu vesaire de ortaya çıktı ama şimdi bu bizim mevzumuz değil, Oliver Stone ilgilensin.
Baker, fahişe Rometsch’i başkana tanıştıran isim. O dönem Washington’unda bir tür Monica Lewinsky skandalı patlamak üzeredir. Üstelik konu Des Moines Register gazetesinde de üstü kapalı şekilde gündeme gelmiş ve isim verilmeden “çok üst düzey” müşterilerden bahsedilmiştir. Ayrıca Rometsch’in yanı sıra Maria Novotny ve Suzy Chang gibi komünist ülke göçmeni iki fahişe daha skandalın parçasıdır. Bu iki fahişenin birkaç ay önce İngiliz Savaş Bakanı John Prufumo’nun başını yakan seks skandalının da kahramanları olması ise tabloyu Başkan John F. Kennedy ile kardeşi Adalet Bakanı Robert F. Kennedy için daha vahim hale getirmekte.
İşte, Kennedy kardeşler yüzmeleri imkansız bir denize düştüklerini görünce, 2 yıldır kovabilmek için formül aradıkları yılana, yani FBI Başkanı J. Edgar Hoover’a sarılmaktan başka çare bulamazlar.
Kennedy’ler özel olarak görüştükleri Hoover’a, başlarındaki belayı anlatarak, Senato komisyonunun soruşturmasını “bir şekilde” durdurmasını istediler. Kennedy kardeşlerin ise bilmedikleri birşey vardı. Hoover zaten olan biten herşeyi başından beri biliyordu ve skandalı Des Moines Register gazetesinden Clark Mollenhoff‘a sızdıran da Hoover’ın ta kendisiydi.
Bu arada, “Kennedy’ler, bir bürokratın hangi yetkiyle Senato soruşturmasını durdurabileğini düşündüler ki?” diye düşünmüyorsunuzdur artık umarım. Elbette yetki ile değil, “illegal dosyaların gücü adına!” durdurabilirdi.
Hoover, Kennedy kardeşlerin kendisinden nasıl bir yardım istediğini çok iyi anladı ama iki şartla bu yardımı sunacaktı:
1 – Görevden alınması bir daha asla gündeme gelmeyecekti.
2 – Martin Luher King’i teknik takibe almasına FBI’dan sorumlu Adalet Bakanı Robert Kennedy karışmayacaktı.
Kennedy’ler çaresiz şartları kabul edince, Hoover Senato’da iki partinin liderleri olan Demokrat senatör Mike Mansfield ve Cumhuriyetçi senatör Everett Dirksen ile Mansfield’in evinde 3’lü bir toplantı yaptı. Toplantıda ne konuşulduğu resmen hiç açıklanmadı ama tarihçilere göre Hoover, senato liderlerine onlarca senator hakkında elinde tuttuğu malzemelerden özet bir sunum yaparak, Senato’nun Başkan Kennedy’nin seks hayatı hakkında soruşturma kararı alması halinde “Washington’da kimsenin güvende olmayacağını” söyledi.
Bu etkileyici prezantasyondan sadece birkaç saat sonra, Senato araştırma komisyonu Rometsch skandalı konusunda soruşturmaya gerek olmadığını açıkladı. Kennedy azledilmeye kadar gidecek bir skandaldan kurtulmuştu. Belgeselci David Eisenbach’ın anlattığına göre, Kennedy birkaç gün sonra arkadaşı gazeteci Ben Bradlee ile bu konu hakkında konuşurken, “Hoover’ın senatörler hakkında sahip olduğu kirli bilginin büyüklüğünü bilsen şaşkına dönerdin” demiş.
Kennedy’den izni ‘kopartan’ Hoover, aynı hafta Martin Luther King’in bütün yaşam alanlarına dinleme cihazlarını kurmuştu bile. Ta ki 5 yıl sonra 4 Nisan 1968 günü Martin Luther King, sayın faili meçhulun kurşunlarıyla 39 yaşında bu dünyaya veda edinceye kadar…
Elbette hikayenin bu kısmına başkan olan John Kennedy şahit olamadı. Anketlerdeki yüksek halk desteği, görevden alınmasına yol açabilecek Ellen Rometsch skandalının tarih olması ve 1 sene sonraki seçimde zaferin çantada keklik gözükmesinin rahatlığıyla 22 Kasım 1963 sabahı Dallas’a geldiğinde kendisini karşılayanlar arasında sayın faili meçhul de vardı. Tarih Başkan Kennedy için de o sabah Dallas’ta durdu. Kardeşi Robert Kennedy ise hikayenin, Martin Luther King’den sadece 2 ay sonrasına kadar olan kısmını görebildi. California önseçimini kazanıp başkanlık yoluna tam gaz girdiğinin ertesi günü, 6 Haziran 1968’de yine sayın faili meçhul tarafından öldürüldü.
24 yaşında istihbarat müdürü oldu
Git-gel başınızı ağrıtıyorum ama mevzuyu dar alandan çıkarabilmek için acilen geriye, 1924 yılına dönmemiz lazım. ABD’nin federal iç güvenlik biriminin 29 yaşındaki bir gence emanet edildiği tarihe. Aslında 5 yıl daha geriye gidip Hoover’ın 24 yaşında Adalet Bakanlığı İstihbarat şubesi müdürlüğüne getirildiği 1919’a kadar gidecektim lakin, “ama sen de çok gittin” demenizden korktum. Yani, 29 yaşında Soruşturma Bürosunun başına getirildiğinde 7 yıllık kurum tecrübesi zaten vardı.
Muhalif herkesi “komünistlikten” , “vatan hainliğinden”, ya içeri tıkan ya da ipe götüren 1917 – 1927 arası 10 yıllık döneme Amerikan siyasi literatüründe “red scare” dönemi deniyor. Ben, -birinci “bu kış komünizm gelecek” – dönemi diyorum buna. İkincisi ise, 1945 – 1955 arası yani McCharty döneminde çekildi bu filmin. İlkindeki gibi ikincisinde de başrolde yine Hoover vardı. 1924 – 1935 yılları arasında 11 yıl Soruşturma Bürosu’nu yöneten Hoover, adamlarına silah taşıma, operasyon yapma ve tutuklama yetkisi verilmesi talebiyle Kongre’nin kapısını çaldı. 1935 yılında Kongre bu talebi yasalaştırdı ve Soruşturma Bürosunun adı Federal Soruşturma Bürosu (FBI) oldu. Hoover da FBI’ın ilk başkanı olarak atandı.
Fişlemenin altın çağını başlatan kişi
Hoover’ın, “şantaj dosyalarını arşivleme” alışkanlığı ve uzmanlığını öğrendiği yer ise maalesef bir kütüphane. Hukuk eğitimi aldığı yıllarda Kongre Kütüphanesi’nde yarı zamanlı çalışıyordu. Milyonlarca kitap içinde aranan kitabı çabucak bulmaya yarayan katalog sistemini, Soruşturma Bürosunun başına geçer geçmez uygulamaya koydu. 20’nci yüzyıl “fişlemenin altın çağı” ise bunu Hoover’a borçluyuz. Herkesi fişlemeye başladı. Birkaç yıl içinde tam 450 bin ‘vatan haini’, biyografik bilgileriyle fişlenmişti bile. Zira Hoover’a göre, “herkes hakkındaki her bilgi önemliydi ve bir bilgi kırıntısının bile işe yarayabileceği bir gün gelebilirdi”.
10 Mayıs 1924 günü, yani Soruşturma Bürosunun başına geldiği gün bütün adamlarını, başkent Washington DC’de ne kadar önemli kişi varsa onları takibe gönderdi. Emir açıktı: “Bana herkesin açığını bulun”. Bu çalışma yöntemine uyanlar kurumda kaldı gerisi tasfiye edildi. Sonuçta elde ettiği açıklara güvenerek, “gidersem başkentteki herkesi yanımda götürürüm” diyebilen bir adam oldu ve bundan dolayı da on yıllarca kimse ona karışamadı. Geçen yıl (2008) ortaya çıkan ses kaydında Başkan Nixon, 1972 yılında kendinden önceki 7 başkan gibi Hoover’dan nasıl kurtulabilirim diye epey uğraştıktan sonra vazgeçtiğini itiraf ediyordu. Hoover’ın, tepesinde bulundukları piramidi tutan bir noktada mevzilendiğini ifade eden Nixon, “Ordan çekersek hepimizi de beraber götürür” diyordu.
Etme bulma dünyası…
Ancak, başkanları bile korkutan bir güce sahip olan Hoover’ı da korkutmayı başaran bir güç vardı: Mafya. Peki nasıl oluyordu da başkanların bile dokunmaktan çekindiği “devlet içindeki devlete”, mafya “posta” koyabilmişti? Hoover herkesi nasıl süt dökmüş kediye çevirdiyse öyle: seks şantajı ile. Kısa bir ‘flash-back’ten sonra devam edeceğim.
Edgar Hoover, 1920’lerin sonunda dikkatini çeken kendinden 5 yaş genç FBI memuru Clyde Tolson‘u 1930 yılında yardımcısı yapmıştı. Hoover, 1972 yılında öldüğünde Tolson hala FBI Başkan yardımcısıydı. FBI Başkanı Hoover ile yardımcısı Tolson’un meslektaşlığı tarihte örneği bulunmayan bir “yakınlığa” sahip olunca dikkat çekti. İkisi de hayatı boyunca bekar kalan Hoover ve Tolson on yıllar boyunca hafta içi hergün öğle yemeğini Washington’daki ünlü Mayflower Hotel‘de beraber yediler. Çarşamba akşamları Tolson’un evinde, Cuma akşamları Hoover’ın evinde akşam yemeği yiyor, cumartesi günleri ise at yarışı seyretmeye gidiyorlardı. Tam 41 yıl bu düzende yaşadılar. Washington Post muhabiri, hergün aynı vakitte Mayflower Hotel‘de öğle yemeği yemeye gelen çifti görmek için otele nasıl gittiklerini, “Hayvanat bahçesi ziyaret eder gibi gidip ikilinin yemek yiyişini seyrediyorduk” şeklinde anlatıyor. Yakınlıkları bununla sınırlı değildi elbette. İkili gece kulüplerine beraber takılıyor özel partilere beraber katılıyordu. Tatile bile beraber çıkıyorlardı. Ve hatta Hoover 1972 yılında öldüğünde mirasını yardımcısı Tolson’a bırakacaktı. Tolson, hayatının geri kalan 3 yılını Hoover’ın kendine miras kalan evinde geçirdi. Öldüğünde de Kongre Mezarlığında Hoover’ın birkaç metre yakınındaki mezara konuldu. Mezarda bile ayrılmayan ikili, FBI içinde, “J. Edna and Mother Tolson” lakabıyla anılıyordu. Kendisi de eşcinsel olan ünlü gazeteci Truman Capote ise ikili için “Johnny and Clyde” lakabını kullanıyordu.
Hoover’ın seksüel tercihi daha ilk yıllarından itibaren dikkat çekmeye başladı. Ama gerçek şu ki Hoover ölünceye kadar kimse bunu açık açık konuşmaya yazmaya cesaret edemedi. Çünkü herkes gazeteci Ray Tucker‘ın başına gelenleri biliyordu. 19 Ağustos 1933 günü Collier’s Magazine‘de yayınlanan özel dosya haberinde Tucker ilk kez Hoover’ın cinsel kimliği hakkında imalarda bulundu. Ancak dergi daha yayınlanmadan muhabir Tucker’ın bütün özel hayatı kamuoyunun gözleri önüne serilmişti bile. Time dergisi de bir keresinde biraz da mahcup bir çekingenlikte, “Hoover yanında bir kadınla hiç görülmüyor. Sıklıkla Clyde Tolson olmak üzere hep erkeklerle bir arada” diye yazmış. Hoover’ın özel hayatını yazan gazetecinin iç çamaşırının renginin bile mahremiyeti kalmazdı.
Bir diğer ilginç nokta ise, kadın elbisesi içindeyken çekilmiş fotoğrafları olduğu dillere düşen, gay grup seks partilerine katıldığının tanıkları olan Hoover’ın gaylere karşı sert tutumuydu. Amerikan gay hareketinin temsilcileri, Hoover’ın bu yaklaşımını “kendinden nefret” psikolojisi olarak nitelendiriyorlar.
Şimdi bu ‘flashback’ten konuya geri döneyim. İlk defa, New York Post ve New York Daliy News gazetelerinde uzun yıllar muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan gazeteci Pete Hamill‘in mafyadan görüştüğü bazı kilit isimlere dayanarak ortaya çıkardığı şayia şuydu: 20’nci yüzyıldaki en büyük Amerikan mafya babalarından biri olan Meyer Lansky, “Hoover ve Tolson’un tatillerinde bir plajda seks yaparken çekilmiş fotoğraflarını elinde tutuyordu“. Mafyanın güçlü ismi Lansky, İtalyan mafyasındaki birkaç ortağıyla beraber, kumardan fuhuşa kadar birçok kara sektörü kontrol ediyordu. Las Vegas’ı Las Vegas yapanların başında geliyordu Lansky.
İşte, on yıllarca herkesin aklını kemiren “Nasıl olur da en basit muhalif yazarın bile nefes alamadığı iklimde, mafya babaları bu kadar rahat hareket ediyordu?” sorusunun yanıtının da bu fotoğraflar olduğu kaydediliyor. Her şey karışan Hoover, 40 yıllık saltanatı boyunca mafyaya ciddi anlamda hiç karışmadı. 1930’ların başında Midwest’te bazı mafya babaları tutuklandı ve hatta öldürülenler oldu ama bu Chicago’daki FBI başkanı Melvin Purvis tarafından yürütülen kişisel inisiyatifli bir mücadeleydi. Ki, Hoover, FBI’ın üç numaralı adamı haline gelen Purvis’i kısa zamanda kurumdan ayrılmaya zorladı. Purvis kısa süre sonra da, bir mafya babasını öldürdüğü silahıyla “intihar” etti.
Gerçek şu ki, Hoover döneminde FBI tarafından sonuçlandırılan tek bir dişe dokunur mafya dosyası olmadı. 1959 yılında Hoover’a bağlı 489 FBI ajanı “vatan haini” aydın ve politikacıları takiple görevliyken, başkenti sarıp sarmalamış yolsuzluk ve mafyayı takiple görevli sadece 4 ajan vardı. FBI’ın ancak Hoover öldükten sonra yoğun şekilde mafyanın üzerine gitmesi de bu konudaki şüpheyi artırıyor.
Eski FBI ajanı Arthur Murtagh, 1990 yılındaki bir röportajında, Hoover’ın organizasyon yeteneği ile ülkenin iki unsurunu diktatörce yönetmeyi başardığını itiraf ediyordu. Murtagh’a göre bunlardan biri ‘FBI‘dı diğeri ‘Amerikan halkının beyni’ydi. Halkı, yıkıcıların devleti ele geçirmekte olduğuna inandırarak korkutmayı başarmıştı zira. Eski FBI ajanlarından Joseph Schott, “Sola Dönüş Yok” başlıklı otobiyografisinde Hoover’dan her gün talimat notları aldıklarını anlatırken artık gülebileceğimiz bir otoriterlik örneğini aktarıyor:
Birgün, Hoover kendisine gelen bir bilgi notunun kenarına “sınıra dikkat” diye not düşüp geri iade ediyor. FBI’da kimse “niye?” diye soramıyor. Ve tam bir hafta FBI birçok güvenlik unsurunu da harekete geçirerek Kanada ve Meksika sınırlarında devriye yapıyor. Bu ağır ve maliyetli görev bir şekilde Hoover’a aktarıldığında ise gerçek ortaya çıkıyor. Hoover, kendisine iletilen notta, yazının, kağıdın çerçevenin dışına taşmasına kızdığı için “sınıra dikkat” notu düşmüş meğerse.
Hoover öldüğünde “hayat sırdaşı” Clyde Tolson’ın günlerce FBI’da dosya imha etmekle uğraştığı iddia edilir. Tolson’un imha ettiği dosyalardan en önemlileri politikacılar hakkında olanlardı. Senatörler hakkında 883 dosya ile milletvekilleri hakkındaki 722 dosyanın içeriklerini kimse öğrenemedi.
Hoover tam 48 yıl Washington DC’nin derin gücüydü. Paranoyak bir psikolojinin devletin hayati kurumlarının başına geçtiğinde nelere yol açabileceğinin en ibretli örneği oldu. Döneminde, aralarında, Kennedy, Martin Luther King, Malcolm X gibi etkili liderlerin de olduğu onlarca kilit isim faili meçhul kurbanı oldu. Mafya ve yolsuzluk ise altın çağını yaşadı. Biraz 20’nci yüzyıl tarihi okuyan herkes bilir ki, bir ülkede faili meçhuller gerçekleşip, insan hakları ihlalleri, düşünce ve ifade hürriyeti üzerinde baskı artıyorsa, kesinlikle yolsuzluk ve mafya da o dönemde zirveye çıkıyor.
Bu ruh halindeki adamların, kendisi gibi düşünmeyen herkesi, yabancı ajanı görmesi hukuki değil psikolojik bir sorun. Hoover’ın aşırı milliyetçi tutucu kimliği de aslında ibretlik. Mafya Küba’dan Las Vegas’a New York’tan Florida’ya özgürce cirit atarken, halkın çıkarını savunan ya da savaşlara karşı çıkan aydınlarla, gazetecilerle, politikacılarla uğraşan bu zihniyet, en büyük zararı yine ülkesine veriyordu. New York Times gazetesinin 1970 yılında yayınladığı bir mektupta enfes şekilde ifade edildiği gibi, “Bay Hoover eğer Milattan Sonra ilk 50 yıl içinde Filistin topraklarında dünyaya gelseydi, Nasıralı adam ve 11 arkadaşını, yıkıcı faaliyetlerinden dolayı takibe alırdı.”
Hoover’dan geriye kalan bazı dosyaları 1974 yılında gördükten sonra dönemin Adalet Bakanı Laurence Silberman şu demeci verecekti: “J. Edgar Hoover, adeta pislik toplayan bir kanalizasyon gibiymiş. Artık inanıyorum ki kendisi tarihimizin en kötü kamu görevlisiydi“.
Washington’daki FBI binasının adı hala Edgar Hoover. Demokrat Partili Senato Çoğunluk Lideri Harry Reid bir süredir senatör arkadaşlarıyla beraber bu binanın isminin artık değiştirilmesi için mücadele veriyor.
Bugünlerde ABD’de bazı demokrat kalemlerin, vicdanlı insanların ve üst düzey hukukçuların da sık sık vurguladıkları gibi bir devlete ve topluma en büyük zararları en büyük kötülükleri devletin derinliklerinde karanlıklarında oturan etik ve evrensel değer yoksunu “yetkililer” verir. Ülke güvenliğine en büyük tehdit de bu tür resmi görevlilerden gelir. Hukuk, herşeyden önce bu en büyük tehdide karşı vardır.
J. Edgar Hoover, ‘devlet nasıl devlet olmaktan çıkar?’ sorusunun en eksiksiz yanıtlarından biridir.
TWITTER: CemalTdemir
İLGİLİ BAZI İÇERİKLER