Skip to content
Menu

Ariel Sharon’un ölümü ne anlama geliyor?

ariel-sharon

AMERİKA BÜLTENİ (11 Ocak 2014)

İsrail eski başbakanı Ariel Sharon 85 yaşında öldü. 4 Ocak 2006’dan beri bitkisel hayat yaşayan Sharon’un ölümü sürpriz olmamasına rağmen tartışmalı yaşam ve politik öyküsü nedeniyle dünya kamuoyunun ilgisini yeniden bölgeye çekti.

Ariel Sharon, kendisini İsrail’in kuruluşundan beri bütün savaşlarında savaşmış ‘’askeri bir kahraman’’ ve şahin bir politikacı olarak gören İsrailliler için de, çoğu onu bir ”savaş suçlusu” olarak  görseler de Araplar ve Müslümanlar için de ve bugüne kadarki en radikal barış projelerini hayata geçirmesiyle, Ortadoğu ve dünya politikası için de çok kilit bir isimdi.

Sharon’un askeri kariyeri İsrail’in kuruluşuna yol açan 1948 savaşı ile başladı. ‘Buldozer Arik’ lakabı verilen Sharon, 1956 Süveyş Kanalı savaşının kilit planlayıcı ve uygulayıcılarından biri oldu. Ve İsrail tarihinin en büyük askeri başarısı olan 1967’deki 6 Gün savaşının bir numaralı stratejisti olarak öne çıktı. 1973 yılında Mısır’ın sürpriz bir saldırı ile Süveyş Kanalı’nı yeniden ele geçirdiği Yom Kippur Savaşında ise ülkesinin bir numaralı askeri stratejistiydi.

Emekli olunca İsrail sağının ana partisi olan Likud Partisi’nden milletvekili seçildi ve ardından 1981 yılında İsrail Savunma Bakanı oldu. Bu görevdeyken 1982 yılındaki kanlı Lübnan Savaşı’nı yönetti. İsrail’in Beyrut’u işgali sırasında Hristiyan Falanjistlerin, Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarındaki kitlesel katliamlarına seyirci kalınca, Filistinliler ve Müslümanlar için bir nefret ismine dönüştü. Bu katliamı engellemek için gerekli adımları atmadığı için ilk defa İsrail’de de sert eleştirilere maruz kaldı. İsrail’de kurulan bir komisyon 1983’te Sharon’un Sabra ve Şatilla katliamlarında kusuru bulunduğu kararı verince Savunma Bakanlığı’ndan istifa etti.

Sharon, 2000 yılında Likud Partisinin lideri olarak yeniden İsrail politikasının en kilit ismi haline geldi. Bu dönemde Mescid-i Aksa’yı ziyaretiyle İkinci İntifada’nın başlamasına neden oldu. 2001- 2006 yılları arasındaki Başbakanlık dönemi ise İsrail politikasında derin kırılmalara yol açtı. Bir çok siyasi analiste göre Sharon, ülkenin kurucusu David Ben-Gurion’dan beri en etkili hükümet başkanı oldu.

1970’li, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca işgal altındaki topraklarda İsrail yerleşimciliğinin bir numaralı savunucusu olan Sharon, 2004 – 2006 arasında İsrail’i Gazze Şeridi’nden ve Batı Şeria’nın yarısından çekme kararını açıklayarak herkesi şok etti. Buralardaki Yahudi yerleşimci evlerini zorla boşalttırarak İsrail’de şahin kanadın büyük tepkisinin hedefi haline geldi. ‘’Bir zamanlar nasıl yerleşimciliğin milli menfaatimiz için gerekli olduğunu savunduysam bugün bu yerleşim yerlerini terketmenin de milli menfaatimiz için gerekli olduğunu savunuyorum’’ dedi. Likud içinde kendisine karşı başını Benjamin Netanyahu’nun çektiği parti içi muhalefet büyüyünce, 2005’te partisinden istifa ederek merkez çizgide Kadima (İleri) Partisini kurdu.  Ancak yine İsrail Başbakanlığını kazanacağına kesin gözüyle bakılan seçimlere sadece bir kaç ay varken 4 Ocak 2006 günü felç geçirdi. Yakın çalışma arkadaşları Sharon’un yeniden seçildikten sonra Gazze’nin yanı sıra Batı Şeria’nın büyük bölümününden de İsrail’i tamamen çekmeyi ve buralardaki yerleşimci yerlerini boşaltmayı planlandığını söyledi.

Militarist ve şahin bir eğilimden gelen Sharon, ironik şekilde, Filistinle ile barış konusuna bugüne kadar en radikal adımları atan Başbakan oldu. Aslında onu herkes için ‘sıradışı’ yapan da bu kompleks kimliğiydi. New York Daily News gazetesinden Richard Chesnoff, geçtiğimiz hafta bu konuda şunları yazdı:

‘’Ortadoğu liderlerinden ABD başkanlarına kadar bir çok liderin ajandalarının her zaman bir numaralı konusunu işgal eden Arap – İsrail çatışmasında çözümün ihtiyacı, bölgeye sık sık bu konuda ziyaret gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’den fazladır. Son yıllarda sık sık ‘kim kimi aldatıyor’ çekişmeleriyle gündem olan Barack Obama ve Bibi Netanyahu’dan da fazlasına ihtiyaç var. İsrail devletini resmen tanımaya yanaşmayan Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’tan veya 1967 sınırlarını ‘Auschwitz Sınırları’ olarak nitelendiren İsrail hükümet bakanlarından da fazlasına ihtiyaç var.

Sorunun çözümü için Ariel Sharon gibi halkından saygı gören ‘becerikli, kararlı ve samimi’ bir lidere ihtiyaç var. ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu barış görüşmeleri ekibinde yer alan Ortadoğu uzmanı David Makovsky şöyle diyor: ‘’Arap yetkililer yıllarca Sharon’u şeytanlaştırdı. Ancak bir yandan da Ortadoğu’da tek çözüm planı olan ve uygulayan adam olması nedeniyle saygı da duyuyorlardı. Sharon, İsrail tarafında ve karşı tarafta barışa sıfır inanç olduğunda bile bir takım atılabileceğinin farkındaydı. Statükonun artık taşınamaz olduğunun biliyordu. Çözüm için yeni modellere ihtiyaç var ve Sharon’un denklemdeki yeri de buydu.’’