Skip to content
Menu

New York halk kütüphanesinin iki bekçisi

CEMAL TUNÇDEMİR
21 Haziran 2018

Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, New York’tan uzakta olduğum zamanlarda eksikliğini en fazla hissettiğim şey açık ara ile ‘halk kütüphaneleri’. En fazla özlediğim kütüphanelerden biri ise New York Halk Kütüphanesinin Beşinci Caddedeki tarihi binası. Hani şu ‘The Day After Tomorrow’ adlı felaket filminde kahramanlarımızın sığındığı, büyük bir felaketin ardından uygarlığın ve yaşamın yeniden yoluna devam ettiği mekan. Bu kütüphanenin arka avlusundaki Bryant Park’ın altı, yeryüzündeki en muhteşem kitap koleksiyonlarından birine sahiptir. Milyonlarca kitaptan oluşan bir dağın üstündeymişcesine okumanın yazmanın ayrı bir enerjisi var…

İşte bu kültürel açıdan çok önemli binaya, iki aslan heykeli bekçilik yapar. Kütüphanenin Beşinci Cadde’ye bakan ana kapısının kuzey ve güney merdiven uçlarında yer alan bu iki aslandan birisinin adı Patience ve diğerinin adı Fortitude.

Patience ‘sabır’, ‘tahammül’ gibi anlamlara geliyor. Fortitude ise ‘metanet’, ‘sebat’, ‘cesaret’ gibi anlamlara geliyor. Heykeltraş Edward Clark Potter’ın (ki kendisi Madison Avenue’de Morgan Kütüphanesinin önündeki iki aslanın da heykeltraşıdır) maharetli ellerinden çıkan bu iki aslan, ilk zamanlar çok ilgi görmese de bugün kentin açık ara en sevilen iki anıtı konumunda.

Kütüphane inşa edilirken dönemin ABD Başkanı Teddy Roosevelt, muktedirlere özgü, ‘ben her şeyin iyisini bilirim’ cüretiyle, ‘’Aslan olur mu hiç, iki tane bizon heykeli olsun. Bizim coğrafyamızı sembolize eden hayvanlar olsun’’ isteğinde bulunur. Bu muktedir cüretin cahili olduğu şey, efsanevi İskenderiye kütüphanesinden, Roma ve sonra da Londra’nın kütüphanelerine kadar bir gelenek olarak hep iki aslan heykelinin ‘kütüphane’nin bekçiliği yaptığıydı. Yani, New York Kütüphanesi, kapısına iki aslan koyarak, kültür evrenindeki tarihi devamlılığın günümüzdeki meşale taşıyıcısı olduğunu ilan ediyordu.

Bilgi’ sadece soyut fikirler değil, o fikirlerin kayıtlı olduğu maddi materyallerdir de… İnsanlığın en kutsal hazinesi budur. Tek bir materyalin tek bir atomu yok olsa, onda kayıtlı paha biçilmez bilgi de yok olabilir. Bu nedenle de bu mekanlar her zaman, en güçlülerin, yani aslanların koruması altında olmalıdır. Bu sembolizmden dolayı belki de iki aslanın başlangıçtaki isimleri de ‘Leo Astor’ ve ‘Leo Lenox’ şeklindeydi. Yani kütüphaneyi kuran mütevelli heyetinin ve kentin en önemli iki zengini, John Jacob Astor ve James Lenox’un isimleri verilmişti. Belediye başkanı Fiorello LaGuardia döneminde bu isimler, kentin motivasyonuna katkı yapmak amacıyla ‘Patience’ ve ‘Fortitude’ şeklinde değiştirilecekti.

Elbette ki kütüphanenin ayakta durmak için güçlülere ihtiyacı var. Ancak, bir kütüphane olarak kalabilmesi için de onlardan da bağımsız olması gerek. Nitekim 1970’li yıllarda şehir ekonomisi çöktüğünde kütüphane de bundan oldukça olumsuz etkilenecekti. Zenginlere bağımlı kalmak da kütüphaneyi halktan uzaklaştıracaktı.

İşte bundan dolayı da 1981’de New York Halk Kütüphanesinin başkanı olan Vartan Gregorian, bu muhteşem kurumun ikinci kurucusu gibi görülüyor. Ermeni kökenli bir göçmen çocuğu olarak Yeni Dünya’ya çocuk yaşta gelen Gregorian, kütüphanenin başkanı olduğu 8 yılda, burayı yeniden bilginin, entelektüel ve demokratik sarayı haline getirdi. Bir keresinde New Yorker dergisine, ‘’Biz kütüphane olarak dünyaya ayna tutuyoruz. Aptallıklarına da bilgeliğine de…Yığınlara da hizmet ediyoruz, bireylere de’’ diye konuşacaktı. Gregorian, akademik yaşamına özlemini yenemeyerek, 1989’da üniversiteye geri döndüğünde, yenilenmiş binaları, bağışlarla şişmiş bütçesi, niteliği ve niceliği artmış kütüphane kadrosu, muazzam zenginliğe ulaşmış koleksiyonu nedeniyle arkasında büyük bir minnettarlıkla onu uğurlayan bir kent ve kütüphaneci ordusu bırakacaktı.

Amerikan deneyiminin en büyük başarılarından biri, üniversite, kütüphane ve sanatı destekleyen çok güçlü bir sivil toplum geleneği oluşturabilmesidir. Alexis de Tocqueville, yaklaşık 200 yıl önce kaleme aldığı Amerika’da Demokrasi adlı klasik eserinde, ‘’Bir demokratik toplumun sağlığı, sivil yurttaşlarca sergilenen performansın kalitesi ile ölçülür’’ gözleminde bulunacaktı. Kentin zenginleri Astor ve Lenox da kişisel kütüphanelerini birleştirip, kente bu devasa kurumu kazandırarak paha biçilmez bir katkıda bulunacaktı. O günden beri de New York halk kütüphane sisteminin, yeni binalarından, restorasyonlarına ve en önemlisi koleksiyonunun geliştirilmesine kadar maliyetini çok büyük oranda hayırsever yurttaşlar üstleniyor. Belediye veya vergi mükellefleri değil…

İşte bu bağımsızlık, kütüphanenin, ABD Başkanının ‘kapısında bizon heykeli olsun’ ısrarına direnme gücü de veren şey. Ve yine kütüphanenin koleksiyonun, devletin ve politik liderlerin kafasındaki okuma listelerin çok ötesinde olmasının da sigortası…

Bu gelenek New York ile de sınırlı değil. ABD, bir kütüphaneler ülkesi. Sadece üyelerine değil herkese açık kütüphanelere ‘public library (halk kütüphanesi)’ deniyor. Pew Araştırma Merkezinin verilerine göre Amerikan nüfusunun üçte biri halk kütüphanelerinden yüksek oranda yararlanıyor. Yani, 100 milyondan fazla Amerikalı haftada en az bir kez mahalle kütüphanesine uğruyor veya kütüphaneden kitap, dergi, DVD ve benzeri materyaller kiralıyor.

Bir örnek vermem gerekirse, 2014’te sadece New York şehrinde, New York halk kütüphanelerinden yararlanan kullanıcı sayısı 37 milyon oldu. Bu kullanıcı sayısı, şehirdeki bütün müzelerin, hayvanat bahçelerinin, konser ve tiyatro salonlarının ziyaretçileri ile bütün spor dallarındaki bir yıllık toplam tribün seyircisi sayısının toplamından bile daha fazla. Dahası, New York Halk Kütüphaneleri sistemi 90 küsur şubesiyle sadece Manhattan, Bronx ve Staten Island’ta var. Yani, Brooklyn ve Queens’in yüzlerce şubelik kütüphane sistemleri bu çarpıcı sayıya dahil bile değil.

New York’un neredeyse tamamında ‘yürüme mesafesinde’ ulaşabileceğiniz bir halk kütüphanesi mutlaka var.

Peki ne yapıyor New Yorklular bu kütüphanelerde?

Kitapların gölgesinde şekillenen bir yaşam tarzı var. Yetişkinler için dil ve beceri kursları, bilgisayar ve yazılım kursları, çocuklar için eğlenceli vakit geçirerek öğrenebilecekleri özel programlar, öğrenciler için araştırma imkanları, gazete ve dergileri okuma ve elbette en büyük amaç; son çıkanlar da dahil kitap ve bilgisayar ürünlerini ücretsiz kiralama olanağı…

Ücretsiz hizmet veren halk kütüphaneleri, New York’un ‘insan sermayesi sistemi’nin can damarıdır. İşte bu kütüphaneler sayesinde New York’un en ücra en yoksul semtleri bile, 100 yıldır çok sayıda entelektüel, sanatçı, akademisyen, yazar, bilim insanı ve gazeteci yetiştirdi. Fırsat eşitliği yolunda çok önemli bir boşluğu dolduruyor kütüphaneler.

New York Times gazetesinden Jim Dwyer’ın verdiği örnekte olduğu gibi:

“1933 yılında birgün, Yidişçe konuşulan bir göçmen evinde yaşayan 12 yaşında bir erkek çocuğu Brooklyn’in Williamsburg semtindeki bir halk kütüphanesine girdi. Edebiyat raflarını taradı. Onlarca yıl sonra, ‘eğer para ödemek zorunda olsaydım Şekspir’in eserlerini asla okuyamamış olacaktım’ diyecekti. New York’un parklarında yaz klasiği olan Park’ta Şekspir oyunları geleneğinin başlatıcısı ve halk tiyatrolarının kurucusu Joe Papp’tı o çocuk.”

Pew araştırmasının çarpıcı bir başka sonucu ise kütüphaneyle bu yüksek etkileşimdeki insanların davranışları… Kütüphaneleri sıkça kullananlar büyük ölçüde mahallelerindeki komşuları tanıyan insanlar. Müzeleri ziyaret oranları ve spor karşılaşmalarına gitme oranları da kütüphane kullanıcısı olmayanlara oranla hayli yüksek. Bu 100 milyon insanın yaygın bir ortak özelliği daha var; Çok büyük çoğunlukla daha açık fikirli insanlar. Tutucu, ırkçı ve önyargılı değiller.

Çünkü bu kütüphaneler, sadece insan ile bilgiyi buluşturmuyor, insan ile insanı da buluşturuyor. Diyalogun güvenli mekanları oluyor. Farklı etnik, politik, dini, sosyal kimliklerden insanlar aynı fiziksel ortamda bir araya geliyor. Bu da onları, öteki kimliklerin duygularına da özelliklerine de daha aşina hale getiriyor. Bilmediği tanımadığı kimliklerden korkusunun düzeyini düşürüyor.

Kütüphaneler sadece ‘gençlerin ödevlerini yapabileceği’ bir yer değil. Elbette ki ödev de yapılabiliyor ama bundan daha önemli olarak gençlerin kafasını, gözünü, ufkunu da açabilecekleri bir yer. Resmi açıklamaların, aile önyargılarının, mahalle kabullerinin ötesine, farklı fikirlere aşina hale geldikleri de bir yer.

Aslan ‘Tahammül’, bir yönüyle buna bekçilik yapıyor. Mahallendeki kütüphanede, senin mahallenin geleneğine, resmi görüşüne, düşüncelerine, inançlarına uymayan veya aykırı kitapların bulunmasına da tahammül edeceksin.

Halk kütüphanelerine, hangi kitapların, hangi gazetelerin alınacağına ‘devlet’ veya bir resmi otorite karar vermiyor. Bu Amerikan halk kütüphaneleri sistemini, dünyadaki bir çok ‘halk kütüphanesi’ sisteminden ayıran temel özelliklerden biri. Bir çok otoriter rejimde, otorite, sadece halkın kıraat etmesini istediği kitapların, gazetelerin, dergilerin kütüphanelerde yer almasına izin veriyor. Sadece onaylı yazarların eserlerine erişim olanağı sunuyor. Bu da devlet eliyle, kültüre, öldürücü bir müdahaleden başka bir şey değil. Örneğin ABD’deki onbinlerce halk kütüphanesine hangi kitapların alınacağına tek bir otorite karar verecek olsaydı, aynı otorite, hangi yazarın kitabının daha kitap mağazası raflarında bile yer almadan onbinlerce ‘satmasına’ da karar verme gücü kazanacaktı. Bu da yazarları, o otoritenin istemediği düşünceleri yazamayan, konuşamayan, ileriki aşamalarda ise o otoritenin istediklerini yazan konuşan papağanlara dönüştürecekti. Bu bir otorite için kısa vadeli bir kazanım olabilir ama bir ülke ve ulus içinse kuşaklar boyunca tamir edilemeyecek korkunç bir kültürel kuraklık demektir. Toplumsal bir intihardır.

Bu yüzden de ülkedeki her kütüphanenin kendi, ‘koleksiyon geliştirme’ uzmanı var. Ve bu uzman bir yandan ülkede yayınlanan talebi yüksek son kitapları, filmleri, albümleri bir yandan da kütüphanenin bulunduğu semtteki insanların siparişlerini aldırarak koleksiyona katar. Bir kitap okumak istiyorsanız, ücretsiz olarak sipariş etmeniz yeterli. Onlar kitabı bulup getirdiklerinde size haber veriyor. Bu isterse ABD başkanını öfkeden çılgına çeviren bir kitap olsun. Dolayısıyla her kütüphane raflarındaki yoğunlukla, nasıl bir sosyal çevreye sahip olduğunun aynası da olur. Örneğin yolu tesadüfen Queens’teki Sunnyside halk kütüphanesinde düşen biri, İngilizce dışı dillerdeki kitap raflarındaki Türkçe kitap yoğunluğundan, o semtte çokça Türk yaşadığı sonucuna kolaylıkla varabilir.

Patience’ ve ‘Fortitude’, sebat ve tahammülle New York’un ve halk kütüphanelerinin ruhunun bekçiliğini yapmaya devam ediyor. Şehrin iki gözbebeği konumundalar… Örneğin, 1975’te temizlendiklerinde binlerce New Yorklu bu tarihi an için toplanacaktı. New York Yankees beyzbol takımı, şampiyon olduğunda, takım halinde bu iki aslanın önünden geçerek şampiyonluğunu kutluyor.

Bizden farklı olanların yazdıkları, kanaatlerimize aykırı bilgileri olan, doğru bildiğimizi yanlışlayan düşünceler içeren kitaplara da tahammül ve entelektüel özgürlükte kale gibi sebatkar olmak bir mekanı ‘kütüphane’ yapar. Bilmediğini de okuma şansına sahiptir böylesi talihli sosyal iklimlerin insanları… Talihsiz iklimlerin insanları ise sadece otoritenin doğru bildiklerini, peşin yargılarını pekiştireni kıraat edebilir. Herkes sadece bildiğini okur oralarda…

CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’da takip edebilirsiniz