Amerikan tarihinin istifa eden ilk ve tek başkanı: Nixon
CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
8 Ağustos 2014
23 Haziran 1972 günü dünyanın en önemli karar odası olan Beyaz Saray Oval Ofis’te iki adam fısıldar tonda bir planı konuşuyordu. ABD Başkanı Richard Nixon ve müsteşarı Bob Haldeman, FBI’ın, Washington DC’de bir iş hanına girerken yakalanan 5 ‘hırsızla’ ilgili başlattığı bir soruşturmanın kendilerine uzanmasını nasıl bertaraf edebileceklerini tartışıyorlardı. Haldeman, Başkan Nixon’a CIA’yi devreye sokma önerisinde bulundu. Plana göre CIA, konunun ‘ulusal güvenliği ilgilendiren alanlara uzandığını’ gerekçe göstererek soruşturmayı FBI’dan alacak ve sonra da CIA savsaklayarak bu soruşturmayı sonuçsuz bırakacaktı. Soruşturmanın bu haliyle devam ederse kendisine ulaşacağından emin olan Nixon, Haldeman’a derhal bu planı yerine getirmesi talimatı verdi. İşte bu çok kritik karar, sadece Nixon’u ABD tarihinin istifa etmek zorunda kalan ilk başkanı yapmakla kalmayıp, Nixon yönetiminin bir çok üst düzey isminin ‘adaleti engelleme’ suçuyla cezaya mahkum olup hapse girecekleri 2 yıllık Watergate Skandalı sürecinin de başlangıç noktası olacaktı.
Aslında bu, Nixon’un başkanlık yetkilerini istismarının ilk örneği değildi. 1971 yılında Daniel Ellsberg adlı askeri analistin New York Times’a sızdırdığı ve Vietnam Savaşı sürecinde Amerikan halkına yapılan bütün resmi açıklamaların yalan olduğunu ispatlayan Pentagon Belgeleri’nden sonra, Beyaz Saray’da gizli bir çalışma grubu kurmuştu. Tarihe ‘White House Plumbers’ (hükümet sırlarının dışarı sızmasını engellemekle görevli hükümet adamlarına ‘plumber’ deniyor) olarak geçen bu yasal zemini olmayan gizli çalışma grubunun ilk görevi Ellsberg’e ‘karakter suikasti’ yapmak oldu. Ellsberg’in kamuoyunda ciddiye alınmasını engellemek için saygınlığını zedeleyecek haberler üretip, psikolojik operasyonlar icra ettiler. Aralarında CIA’den ve değişik güvenlilk birimlerinden elemanların da olduğu çete, Ellsberg’in psikiyatristinin ofisine gizlice girip kişisel sağlık dosyasını çaldı.
Nixon’un bu yasadışı çalışma grubunun kullanmaya başladığı Küba kökenli 5 sağcı militan, Watergate adlı iş hanı içindeki Demokrat Parti merkezine dinleyici yerleştirmek için gizlice grmeye çalışırken 17 Haziran 1972 günü yakalanmıştı. İşte Nixon ve Haldeman’ın Oval Ofis’teki kritik görüşmesi, henüz kamuoyunun basit bir hırsızlık girişimi olarak bildiği bu olayın gerçekleşmesinden 6 gün sonra gerçekleşiyordu. Yakalanan 5 kişiden birinin, Nixon’un seçim kampanyasında da resmen çalışan bir görevli olması, FBI, ABD kamuoyu, medya ve ABD Kongresi’nin bu ‘hırsızlık’ olayının üzerine dikkatlice ve yoğun şekilde eğilmesine neden oldu. Amerikan medyası ve kamuoyunun oluşturduğu baskı Beyaz Saray’dan orkestra edilen yolsuzluk ve yasadışılığı örtme girişimini boşa çıkardı. Özellikle Washington Post gazetesinden Bob Woodward ve Carl Bernstein’in, ‘Başkan’ın Tüm Adamları’ romanına ve aynı adlı filme konu olan gazeteciliği skandalları art arda ortaya çıkardı. Woodward ve Bernstein’in en önemli haber kaynağı ise ikilinin ‘Derin Gırtlak’ adını verdiği üst düzey bir devlet görevlisiydi. Amerikan kamuoyunun on yıllarca kim olabileceği hakkında spekülasyon yürüttüğü ‘Derin Gırtlak’ın, 33 yıl sonra 2005 yılında, dönemin FBI Başkan Yardımcısı Mark Felt olduğu itiraf edilecekti.
Watergate skandalının başlamasından 4,5 ay sonra 1972 Kasım ayında yapılan başkanlık seçiminden Nixon tarihi bir zaferle çıkacaktı. Seçimden elde ettiği güçle cüretini daha da artırdı Nixon. Ve 20 Ekim 1973 günü, Amerikan siyasi literatürüne ‘Cumartesi Gecesi Katliamı’ olarak geçen bir toplu görevden alma girişimi gerçekleştirdi. Watergate soruşturmasını yürüten özel savcı Archibald Cox’ı görevden almasını istediği Adalet Bakanı Elliot Richardson bunu reddedince Nixon istifasını istedi ve o da istifa etti. Nixon aynı hukuk dışı isteği bu kez Bakan Yardımcısı William Ruckelshaus’a yöneltti. Ancak Ruckelshaus da reddetti. Nixon, ondan da istifasını istedi. Bütün gün Adalet Bakanlığı’nda savcı Cox’u görevden alacak bir adam araştıran Nixon, ancak bakanlık müşavirlerinden Robert Bork’a bunu yaptırabildi. Bork bu etik dışı işleminin bedelini yaşamı boyunca ödedi. Hatta yıllar sonra 1980’lerde Reagan tarafından mahkeme üyesi olarak atanmak istediğinde, Kongre’nin ve kamuoyunun tepkisi üzerine Reagan, Bork’un adaylığını geri çekecekti.
Nixon’un yargıya bu müdahalesi Kongre’de ve Amerikan kamuoyunda kendisine yönelik büyük bir tepki dalgasına neden oldu. Üstelik soruşturmanın tevdi edildiği yeni savcı da soruşturmayı daraltıp söndürmek yerine, tıpkı selefi savcı gibi Nixon yönetimine doğru genişletti. Nihayet 1 Mart 1974’te mahkeme Nixon yönetiminden ilk grubun suçlu olduğuna hükmetti. Bu sırada, bir yardımcısının itirafıyla Beyaz Saray’da Oval Ofis’teki bütün konuşmalara ilişkin ses kayıtları olduğu ortaya çıktı. Nixon, mahkemenin istediği Beyaz Saray ses kayıtlarını, devlet sırrı oldukları gerekçesiyle vermeyi reddetti. Konu ABD Yüksek Mahkemesi’nin önüne geldi. Daha kısa süre önce Nixon tarafından Yüksek Mahkeme’ye atanan Başkan William Rehnquist de dâhil 9 üye oy birliğiyle tapelerin ilgili mahkemeye verilmesine hükmetti. Çoğu bugün YouTube paylaşım sitesinden de dinlenebilecek tapelerle, Nixon yönetiminin, hem Watergate skandalını örtbas etmek için yaptıkları konuşmaların yanı sıra FBI, CIA ve Amerikan vergi polisi IRS’in birçok imkânını Demokrat muhalefetin ve şüphelendikleri herkesin, aktivistlerin, gazetecilerin, politikacıların açıklarını aramak ve onları baskı altına almak için kullandıkları ortaya çıktı.
Bu tapelerin ifşası, 1974 yazında Nixon yönetimi için artık yolun sonuna gelindiğini işaret ediyordu. Bazı tapeler, başından beri olan bitenden hiç haberi olmadığını iddia eden Nixon’un da yalan söylediğini ortaya koydu. Örneğin 1971 tarihli bir tapede, o zaman ulusal güvenlik danışmanı olan Henry Kissinger ve iki danışmanı ile konuşmakta olan Nixon, Brookings Institution adlı düşünce kuruluşunda olduğu haberini aldığı bazı Vietnam bombalamalarıyla ilgili bazı belgelerinin kendisine getirilmesini emrediyor: ‘’Allah belalarını versin, gerekirse kasalarını havaya uçurun ve o lanet dosyayı bana getirin!’’. Konuşmasının devamında, bunun, ‘hırsızlık süsü verilerek yapılmasını’ istiyor.
Daha 8 ay önce ABD halkından görülmemiş bir seçim zaferiyle ikinci kez Beyaz Saray’ın anahtarını alan Nixon’un itibarı tapeler medyada yayınlandıkça yerlerde sürünmeye başladı. O günlerde, meşhur, ‘ben sahtekâr değilim (I’m not a crook)’ konuşmasını yaptı. Ancak artık hiç inandırıcılığı kalmamıştı. Temsilciler Meclisi ve Senato tarafından azledileceğinin nerdeyse kesin olduğunu anlayan Nixon, 9 Ağustos 1974’te istifa etmek zorunda kaldı. Nixon yönetiminden 43 kişi yargılandı. Çoğu yıllarca hapis yattı. Nixon ise hapse girmekten halefi Gerald Ford’un başkanlık af yetkisini kullanmasıyla kurtuldu.
Nixon ortaya çıkan onca delile ve itirafa rağmen hâlâ ‘düşmanlarının komplosu’ndan söz etmeye devam etti. ABD Başkanı olarak ve Amerikan halkından aldığı yetkiyle dilediğini yapabileceği düşüncesindeydi. 1977 yılında David Frost ile röportajında, “Bir şeyi Başkan yaparsa artık bu o işin yasa dışı olmadığı anlamına gelir” iddiasında bile bulundu. 1978 yılında Watergate skandalı sırasındaki yalanları hatırlatıldığında, “Yalan konuşmadım. Sadece söylediklerimin doğru olmadığı sonradan ortaya çıktı” diyecekti. Bütün politik kariyeri boyunca, yalan konuşmanın gereklilik olduğuna inanıyordu. Bir politikacıya, “Yalan söylemeyi bilmiyorsun. Yalan söyleyemiyorsan asla başarılı olamazsın” tavsiyesi ünlüydü.
Öldüğü 29 Nisan 1994’e kadar, Amerikan medyasında alay konusu olacak tuhaflıklarla dikkatleri üzerine çekip yeniden siyasi saygınlık kazanmaya çalıştı. Ancak asla başarılı olamadı.
Kendisine her muhalefeti düşmanlık olarak gördü
Gazeteci Elizabeth Drew, 2014 Mayıs ayında The Atlantic dergisinde yayımlanan yazısında, Nixon’un en ölümcül hatasının, hayatının her yerinde, her aşamasında düşman arayışı olduğunu, dahası ‘muhalefet kavramı ile düşman kavramını hepten karıştırması’ olduğunu yazıyor. Bir politikasına veya kararına muhalefet edeni, farklı görüşte bir insandan çok düşman gibi görüyordu. Tuhaf karakterli, gerçekte kimseye güvenemeyen yalnız bir insandı. Doğal olarak has dairesini de verdiği, hukuk dışı takip, örtbas, manipülasyon, kara propaganda emirlerini yerine getirebilecek insanlardan oluşturdu. 1994’te öldüğünde gazeteci Hunter Thompson, The Atlantic’e ‘O Bir Sahtekârdı’ başlıklı bir yazı yazdı. Nixon’u, ‘yalancı ve tehlikeli bir düşman, bir Amerikan politik canavarı’ olarak nitelendiren Thompson şöyle yazacaktı:
“Bir eliyle sizinle tokalaşırken, aynı anda diğer eliyle arkadan sizi bıçaklayabilirdi. Arkadaşlarına yalan söyledi, kendisine güvenen ailesine ihanet etti. Kendisini hapisten kurtaran Ford’a bile. Cennet ve cehennem inancı çok derin olan Gerald Ford, en yakın golf arkadaşına defalarca, ‘biliyorum Nixon’u affettiğim için cehenneme gideceğim’ dedi.”
Nixon’un ‘kâğıt üstünde, insanı ona oy verdirecek kadar çok etkileyici ve iyi gözüktüğüne’ dikkat çeken Thompson, “Gerçek Nixon’u yakından tanımak şoka edici ve çoğu zaman acı verici bir deneyimdi.” diyor. Demokrat Partili politikacı Adlai Stevenson daha 1956 yılında, “Bu adamın yüzünde birçok maskesi var. Kimse Nixon’un gerçek yüzünü gördüğünü söyleyemez.” diyecekti. 1960 başkanlık seçimindeki rakibi John F. Kennedy de, “Taşıdığım sorumluluğun farkında mısınız? Bugün, Beyaz Saray ile Nixon arasına girebilecek tek kişi benim.” diye konuşacaktı.
İşsiz güçsüz yoksul bir genç olmaktan 40 yaşında, Beyaz Saray’a ABD Başkan Yardımcısı olarak taşınması arasında sadece 6 yıl vardı. Garry Wills’in ifadesiyle, 30’lu yaşlarına girerken tek bir kamu görevine seçilmemişti ama 30’lu yaşlarından çıkarken ABD Başkan Yardımcısıydı. Kalbi ağzına kadar nefret, benliği ABD başkanı olma arzusuyla doluydu. Baş döndürücü yükselişinin temel sebebi ise, 1940’larda Senatör McCharty’nin ABD Kongresi’nde kurduğu ‘Amerikan Karşıtı İşleri Araştırma Komitesi’ndeki performansıydı.
Nixon’u anlatan birçok biyografi kitabı, seçim kazanmak için yapamayacağı şey, ülkesine ödetmeyeceği bedel olmadığına dikkat çekiyor. Seymour Hersh’in ‘Gücün Bedeli: Beyaz Saray’daki Kissinger’ adlı kitabında belgelediğine göre, Nixon ve daha sonra kabinesine dışişleri bakanı olarak alacağı ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger, 1968’de başkanlık seçimine günler kala, sırf seçimi kazanabilmek için, dönemin başkanı Lyndon Johnson’un Vietnam Savaşı’nı bitirme çabasını dinamitleyerek savaşın devam etmesine yol açtılar. Nixon, meydanlarda Johnson’ın savaşı bitirme kararına destek nutukları atarken, seçim kampanyasının yöneticisi John Mitchell (daha sonra Adalet Bakanı olacak ve Watergate skandalından sonra hapse girecekti), Güney Vietnam Devlet Başkanı NguyenvanThieu üzerinde baskı kurarak, Thieu’nun, ABD Başkanlık seçimine 2 gün kala Paris’teki barış görüşmelerine katılmayacağını açıklamasını sağlayacaktı. Bu açıklama, Vietnam Savaşı’nın büyüyerek devam etmesine neden olurken, Başkan Johnson’ı ve Demokratların başkan adayı Hubert Humphrey’i oldukça zor durumda bırakacak ve Nixon az bir farkla ABD’nin yeni başkanı seçilecekti. Nixon ve Kissinger’ın bu çabasıyla uzayan Vietnam Savaşı 20 binden fazla Amerikan askeri ile milyonlarca Güneydoğu Asyalının daha ölmesine neden olacaktı. Üstelik kampanyası boyunca Vietnam savaşının bitmesi gerektiğini savunan Nixon, başkanlığının daha ilk aylarında Kamboçya’yı da bombalayarak savaşı daha da yayacaktı.
‘Sessiz çoğunluğun sesiyim’ iddiası
Nixon, 1968 yılındaki başkanlık seçim kampanyasında, ‘‘şehirlerdeki savaş karşıtı marjinal solcuların, kriminal protestocuların ve yoksulluk karşıtı eylemler yapan solcuların baskısı altında bunalmış olan ‘unutulmuş Amerikalılar’ ile ‘temsilcisi olmayanlar’ın sesi olduğunu’’ ileri sürdü. Daha sonra, siyasi literatüre geçecek ‘silent majority (sessiz çoğunluk)’ kavramını da ilk kullanan Nixon’du. 1970’li yılların başında Nixon’un müsteşarı Haldeman, başkanın politik danışman heyetinden, ‘sessiz çoğunluğu harekete geçirecek’ bir eylem planı geliştirmelerini isteyecekti.
Sessiz Çoğunluk adlı bir sözde sivil ittifakın başlattığı sözde sivil toplum hareketi, 50 eyalette Nixon lehine ve Vietnam Savaşı karşıtları aleyhine mitingler düzenleyecekti. 1972 başkanlık seçiminde, Demokrat Parti tabanına da, ABD’nin yeni çoğunluğuna katılmaları çağrısı yapacaktı. Nixon’un, Demokrat Parti’yi birkaç büyük kozmopolit kentin, marjinal kesimlerin ve elitlerin partisi olarak gösterme propagandası 1972 başkanlık seçiminde işe yarayacak ve ona dev bir seçim başarısı getirecekti.
‘Medya düşmandır’
Nixon’un en önemli özelliklerinden biri de medyaya karşı duyduğu derin nefretti. Yardımcılarına, ‘Medya düşmandır’ sözünü sık sık tekrarlıyordu. James MacGregor Burns’ın, “JFK’den İkinci Bush’a Başkanların Liderliği” kitabında aktardığına göre daha Beyaz Saray’daki ilk akşamı müsteşarı Haldeman’a, ‘Etrafıma bir duvar örmeliyim’ diyecekti. Seleflerinin aksine medyayı kendisi takip etmedi. Danışmanlarının onun ilgi dünyasına ve politik ihtiyaçlarına göre filtreleyerek seçtiği rafine yazıları okudu sadece ve bu yazılara dayanarak yönetim içinde veya dışında var olduğunu iddia ettiği düşmanlarına karşı mücadele stratejilerini belirledi.
Nixon yönetimi, icraatlarını sorgulayan gazeteci ve televizyoncuları kovdurmak için sık sık medyaya baskı yaptı. Önde gelen bütün gazetecileri, yönetime karşı yaklaşımlarına göre fişlediler. Watergate Davası sırasında danışman John Dean, ellerinde bir ‘düşman listesi’ olduğunu itiraf etti. Beyaz Saray, önce bunun, resmî yemek ve toplantılara medyadan kimlerin davet edilip edilmeyeceğinin listesi olduğunu savundu. Ancak kimsenin inandırıcı bulmadığı bu savunmadan sonradan vazgeçildi. Zaten Beyaz Saray tapeleri, Nixon’un kızdığı birçok gazetecinin telefonlarının dinlenmesi emrini verdiğini ortaya koydu.
Nixon’un paranoyası, Oval Ofis de dâhil Beyaz Saray’da çalıştığı her yere gizli ses kayıt sistemleri kurdurmasına yol açacaktı. Etrafındakilere güvenmiyordu. Bütün hukuksuzlukları beraber işlediklerini ispatlayabilecek şantaj malzemeleriyle, sadakatlerini sağlamayı amaçlıyordu. Ancak bu kayıtlar, Watergate skandalı patlayınca dönüp kendisini vurmuştu. Nixon’un bir danışmanının, gizli dinleme sistemi ve ses kayıt arşivini itiraf etmesi mahkemenin gidişatını değiştirdi. Hukuksuzluğun üstüne gözü pek şekilde giden Hâkim John Sirica, Beyaz Saray’dan bu dinleme tapelerini mahkemeye iletmesini istedi.
Nixon, başkanın anayasal imtiyazlarını gerekçe göstererek bu karara karşı çıktı. Sirica’nın, “başkanlığın hangi imtiyazının, bu makamı işgal eden kişiye yasa dışı bir işlemle ilgili delilleri saklama yetkisi verdiği” yönündeki sorgusuna ABD Yüksek Mahkemesi de hak verince Nixon tapeleri mahkemeye vermek zorunda kalacaktı. Yayımlanan her ses kaydı Amerikan kamuoyunda büyük bir şok dalgasına neden olacaktı. ABD Başkanı seçtikleri kişinin, yüzeysel küfürlü dili, paranoyak zihin yapısı, perde arkası sahtekârlıkları büyük şaşkınlık meydana getirecekti.
Art arda çıkan ve bazılarının içeriği on yıllar sonra kamuoyuna yansıyan tapelerdeki ilginç detaylardan biri ise, Amerikan halkının on yıllarca merak ettiği ‘derin gırtlak’ kodlu kişinin Mark Felt olduğunu Nixon’un daha başında öğrendiğiydi. 19 Ekim 1972 tarihinde Oval Ofis’teki sohbetlerinin tapesinde, müsteşarı Haldeman’ın Nixon’a, FBI’daki kendilerine yakın sağlam bir kaynağın, medyaya içeriden bilgi sızdıran isim olarak FBI Başkan Yardımcısı Mark Felt’i işaret ettiğini söylediği duyuluyor. Nixon’un ettiği küfürlerden çok kızdığı anlaşılıyor ama kısa sürede sakinleşerek, Felt’in kovulamayacak kadar çok şey bildiğini söylediği duyuluyor.
Nixon, bazı tapeleri mahkemeye vermek yerine yaktırdı. Bazı tapelerin mahkemeye gönderilmek yerine yakıldığı ortaya çıkınca, aldığı ilacın etkisi altında bu emri verdiğini savunacaktı. Ünlü biyografi yazarı Anthony Summers’ın “Gücün Kibri: Richard Nixon’un Gizli Dünyası” kitabında aktardığına göre Nixon, ruh hâli değiştiren Dilantin adlı ilacı sürekli kullandığı için Savunma Bakanı James Schlesinger, ordu komutanlarına, Beyaz Saray’dan gelecek her emri Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’ndan mutlaka onaylatma talimatı vermişti.
Tek sırdaşı FBI başkanıydı
Nixon ABD Başkanı olduğunda George Will’den ve 1924’ten beri kurumu yöneten şaibeli FBI Başkanı Edgar J. Hoover’dan başka arkadaşı yoktu. Sırdaşı Edgar J. Hoover’ın 1972 Mayıs’ında ölmesiyle Nixon’un düşüşü de başladı aslında. Eğer Watergate skandalı patladığında Hoover hâlâ FBI’ın başında olsaydı Nixon skandaldan çok kolayca sıyrılmayı başarabilecekti. Sırdaşı Hoover’ın yokluğunda yardımsız ve yapayalnızdı. Hoover’ın Washington DC’deki politikacı ve bürokrat herkes hakkındaki gizli fotoğraf, dinleme, fişleme ve şantaj arşivine artık erişememesi onun için büyük bir zaafiyet oldu.
Gazeteci Hunter Thompson’a göre ise Nixon döneminin 4 sembol ismi vardı: Nixon’ın kendisi, sonradan rüşvet aldığı ortaya çıkınca istifa eden yardımcısı Spiro Agnew, FBI Başkanı Edgar J. Hoover ve Henry Kissinger. Gazeteci Thompson’un ifadesiyle Nixon, ‘kendi yuvasına pisleyen adamın klasik örneği’ oldu. Tarihe, aday olduğu bütün koltukları kazanmayı beceren başarılı bir politikacı, Soğuk Savaş’ta tarihî bir dönüşüm yapan lider olarak geçeceğine, paranoya, kibir ve hırsının kurbanı bir başkan, bir sahtekâr ve demokrasinin çok kötü bir örneği olarak geçti.
Bir defasında bir yardımcısına politik söylemlerindeki yalan ve zikzakları savunurken, “Seçmen, kendisine söylenenleri çok çabuk unutur’’ demişti. Ancak, seçmen unutsa da tarih unutmuyordu işte.
Tarihin hafızasına, Nixon’un istifasından bir gün sonra 10 Ağustos 1974, başkan yardımcısı Gerald Ford’un ABD başkanlığı görevini devralma töreninde söylediği sözler kazındı:
‘’Sevgili vatandaşlarım, uzunca süredir devam eden ulusal kabusumuz sona erdi. Anayasamız artık yine işler durumda’’
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz
Richard Nixon İle İlgili Diğer Bazı Yazılar