ABD başkanlık makamı nasıl doğdu?
CEMAL TUNÇDEMİR
Follow @CemalTdemir
19 Temmuz 2014
Dünyada halen yürürlükteki yazılı anayasaların en eskisi olan ABD Anayasası, yeni devletin çerçevesini belirledikleri için ‘framers (çerçeveciler)’ diye anılan 55 delegenin, Philadelphia’da 25 Mayıs 1787 gününden 17 Eylül 1787 gününe kadar 3 ay 23 gün süren toplantısı sonrası ortaya çıktı.
Amerikan Anayasası toplam 7 ana maddesi ve sonraki birkaç yılda eklenen 27 değişik maddesi (amendments) ile dünyanın en kısa anayasası aynı zamanda. 7 maddenin ilk üç maddesi, kuvvetler ayrılığı doktrinini kesin ve net hatlarla garanti altına alıyor.
Anayasa yapıcıların, Philadelphia Anayasa Kongresi’nde en fazla tartıştığı konulardan biri de, ‘yürütme erkinin’ tepesinde yer alacak makamın, ismi ve yetkileriydi.
Çünkü farklı arka planlardan gelen bu 55 adamın da en ortak korkusu yeni bir ‘monarşi’ye zemin hazırlamaktı. Hepsi, İngiliz Kralı 3. George’tan da onun keyfi icraatlar yapan valilerinden de çok çekmişlerdi. Bu nedenle de devletin 3 erkini düzenlerken devletin merkezine, yürütme organını değil, yasama organını yerleştirdiler. ‘Kongre’yi, yürütmenin başı olacak makama öncelediler. Amerikan Anayasası’nın birinci maddesinin yasamayı ve ikinci maddesinin yürütmeyi düzenlemesinin nedeni budur.
Connecticut delegelerinden Roger Sherman, yürütmenin başını oluşturacak makamın tek bir kişiye emanet edilmemesi gerektiğini savunanlardandı. ‘Kaç kişiyi bu göreve atayacağına Kongre karar versin’ teklifinde bulundu. New Jersey delegesi William Paterson da ‘yönetici’nin bir kaç kişiden oluşması gerektiğini savunuyordu. Virginia delegesi Edmund Randolph, yürütmenin başının tek kişiden oluşmasının kaçınılmaz şekilde monarşiye yol açacağını söyleyerek, farklı kolonilerden seçilecek 3 kişilik konsey önerdi. North Carolina delegesi Hugh Williamson da yürütmenin başının tek kişide toplanması halinde ‘seçilmiş kral’ gibi olacağını veya en azından kendini böyle hissetmemesinin mümkün olmadığını dile getirecek ve şöyle konuşacaktı:
‘’Bir kere seçildikten sonra kendisini ömür boyu devlet başında tutmanın yolunu araştırmaktan ve bunu sağladıktan sonra da halefinin, oğlu olmasını garantiye almaya çalışmaktan geri durmayacaktır.”
13 koloniden seçilen birer üyeden müteşekkil bir konseyin devleti yönetmesini de tartıştılar. Ancak Anayasa Kongresi’nin en aktif üyelerinden James Madison ve arkadaşları, yürütmenin başında bir komitenin olmasının işlevsiz olacağını, başarısızlıkta sorumluluğu kimsenin üstlenmeyeceği, komite üyelerinin farklı çıkarlar için mücadelesinin, yürütmenin başının her hangi bir icrai karar almasını engelleyeceği vb gerekçelerle, yürütmenin başında ‘tek bir kişi’ olması fikrini kabul ettirmeyi başardılar. Bunu oradaki 55 kişiye kabul ettirebilmelerinde hiç şüphesiz en etkili neden, kendisi de Anayasa Kongresi’ne Virginia delegesi olarak katılan George Washington’du. Çünkü eğer yürütmenin başı tek kişiden oluşacak olursa herkesin aklındaki tek isim oydu ve herkesin Washington’un o makama tiranlıktan uzak bir şekil vereceğine güveni tamdı.
Anayasa yapıcıların, başkanın en az 35 yaşında olması gerek şartını getirmelerinin nedeni de ‘hanedanlık’ oluşmasını engellemekti. O günün ortalama yaşam süresinde, çok az kişi oğlunun 35 yaşına geldiğini görecek kadar yaşıyordu. Yani devletin başına seçilecek kişi, bu anayasal engel nedeniyle yerine oğlunu getiremeyecekti.
Yürütmenin başında yer alacak tek kişinin nasıl seçileceği de uzun uzun tartışıldı. ”Halkın eğitimsiz olduğunu ve kolayca manipüle edilebileceğini” savunan delegeler Kongre’nin başkanı belirlemesi gerektiğini savunuyordu. Devletin başının doğrudan halk oyu ile belirlenmesi gerektiğini savunanlar da vardı. Bir ‘çoğunluk diktatörlüğü’ oluşması endişesi de tartışmalarda önemli yer tuttu. Çoğunluğun her zaman, evrensel hukuktan, herkesin hakkının gözetilmesinden veya farklı inançlardan olanların korunmasından yana olmayabileceği görüşü ağırlıktaydı. Sonuçta orta yol benimsendi ve ABD başkanının bugün artık sembolik hale gelen iki dereceli seçim yöntemi benimsendi. Yani, halk, tek görevi ABD başkanını seçmek olan meclisin (electoral college) üyelerini seçecek ve bu meclis de toplanıp ABD başkanını seçtikten sonra dağılacaktı.
Yürütmenin başı olacak kişinin ünvanı da günlerce tartışıldı. New York delegesi Alexander Hamilton, ‘’Governour of the United States’’ ünvanını önerdi. South Carolina delegesi John Rutledge, ‘His Excellency (Majesteleri)’ ünvanını önerdi. Ancak krallığı hatırlatan bu ünvanlar itibar görmedi.
‘President’ kelimesinin kökeni
Sonunda, 18’nci yüzyıl Amerikasında yaygın şekilde kullanılan ‘president’ kelimesinde karar kılındı. President sözcüğünün temeli olan Latince ‘praesidere’ kelimesi, ‘pre(ön) ve sedere (oturma) köklerinden geliyor. Ancak ‘önde oturan’ anlamına gelen 18’nci yüzyılın dünyasına göre mütevazı bu ünvan herkesi memnun etmedi. Anayasa Kongresi sırasında yurt dışı görevinde olduğu için bulunmayan John Adams, 1789’da yeni teşekkül eden Kongre’ye, ‘’kriket kulüplerinin, itfaiye kurumlarının bile bir ‘president’i var’’ diye yakınarak, devletin başındaki insana, ‘’devletin haşmetine yakışacak onurlu bir ünvan verilmesi gerektiği’’ önerisini getirecekti. James Madison yine sahneye çıkacak ve ‘’yönetici makamı ne kadar fazla mütevazı ne kadar daha fazla cumhuriyetçi olursa ulusal saygınlığımız o kadar büyük olur’’ diye karşı çıkacaktı bu öneriye. Thomas Jefferson’a yakın Senatör William Maclay ise Adams’ın devlet başkanına yüklediği anlamı, ‘putperestçe ve aptalca’ olarak nitelendirecekti. Adams’ın önerisi kimseden kabul görmedi. Adams, Washington’dan sonra, ‘haşmetmeab’ olmak yerine ABD’nin ikinci ‘president’i olabildi ancak.
Philadelphia Anayasa Kongresi’nden bir buçuk yıl sonra 14 Nisan 1789 günü, yeni Federal Kongre’nin genel sekreteri Charles Thomson, Washington’un Mount Vernon’daki evinin kapısını çaldı ve ona, 69 seçici delegenin her birinin oyunu alarak Amerika Birleşik Devletlerinin ilk başkanı seçildiğini tebliğ etti. Washington, yemin töreni için ABD’nin geçici ve aynı zamanda ilk başkenti olan New York’a davet edildi.
Washington, 8 yıllık başkanlığının ardından yeniden Mount Vernon’daki evine döndü ve iki yıl sıradan vatandaş olarak yaşadı. Kişisel tek hırsı, 19’ncu yüzyılı görmek içindi. Ancak 1799 yılının 14 Aralık günü, yeni yüzyıla sadece 17 gün kala hayatını kaybetti.
ABD başkanının gücü
ABD başkanının yetkilerinin sınırı, George Washington’dan Obama’ya kadar tartışılan bir konu olageldi. Bununla beraber kuvvetler ayrılığı veya ‘check and balance (denge ve kontrol)’ prensibi 200 küsur yıl sonra hala uygulanmakta. Başkan halkın iradesiyle belirleniyor ama Kongre de öyle… Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerini de halk seçiyor. Sisteme rota çizen Yüksek Mahkeme’nin üyeleri ise başkanın aday göstermesi ve Senato’nun onay vermesiyle belirleniyor. Kendi istekleriyle emekli olmazlarsa ‘ömür boyu’ için seçildiklerinden, Kongre’nin de Başkan’ın da etkisinden bağımsız karar alıyorlar. Yani ABD Başkanı’nın karşısında her şeyden önce Kongre ve Yüksek Mahkeme gibi iki önemli kontrol mekanizması var. İfade özgürlüğünün anayasal teminatıyla(First Amendment), medyasının ve üniversitelerinin dünyanın geri kalanına göre görece özgürlüğü de ayrı bir denetim mekanizması getiriyor… ABD Başkanının istediğini yapabilecek gücü yok.
İkinci Dünya Savaşı’nın kudretli orgenerali Dwight Eisenhower halefi olarak ABD Başkanı seçildiğinde Harry Truman’ın, ‘Zavallı Ike, Oval Ofis’e oturacak ve ordudaki alışkanlığıyla emirler yağdıracak ama emirlerinin hiçbiri yerine gelmeyecek. Ordudaki gücünü özleyecek’ diye takılması bundandı. ‘Başkanken bütün yaptığım, etrafımdaki insanlara, ben söylemesem bile kanunen yapmak zorunda oldukları şeyleri yapmalarını söylemekten ibaretti’ diye yakınacaktı Truman. Bill Clinton da bir keresinde, ‘’başkan olmak mezarlık bekçiliği gibi. Altınızda epey adam var ama kimse sizi dinlemiyor’’ şeklinde bir şakayla yakınacaktı.
Elbette ki ABD Başkanlığı Truman’ın veya Clinton’ın karikatürize ettiği kadar sembolik bir makam değil. Güçlü başkanlar veya kriz zamanlarında bu makamın gücünü Anayasal sınırları zorlayacak derecede artırdığı da vaki. Ancak, bugün, dünyanın en güçlü devletini yöneten ‘Başkan’ Obama’nın kendi devleti üzerindeki otoritesi, parlamenter sistemle yönetildiğini düşündüğümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının devlet üzerindeki otoritesinin yanına bile yaklaşamaz.
Obama’nın 6 yıldır süren başkanlığının en önemli yasal düzenlemesi olan sağlık sigortası reformunu (Obamacare), ABD Kongresi’nden geçirmesi 1,5 yılını aldı. O da Kongre’deki muhalefet ile uzlaşma antlaşmalarına uygun olarak reformun ilk halinden büyük tavizler vererek… Diğer önemli seçim vaadi olan göçmenlik reformu ise ilk denemesinde başarısız oldu. İkinci girişimi ise yıllardır Kongre’den kabul görebilmiş değil. Anayasa gereği, Obama’nın Büyükelçiliklerden bakanlıklara, federal kurumların yöneticilerinden federal yargıçlara kadar aday gösterdiği her isim ancak 100 sandalyeli Senato’dan onay alırsa ‘atanmış’ sayılıyor. Senato onaylamazsa, Başkanın atadığı kişi görevine başlayamıyor.
Obama, Kongre, bütçeyi onaylamakta direndiği için 2013 yılında devletin kapısına kepenk vurmak zorunda kaldığında, ‘’ABD Başkanının Kongre’ye doğru olanı yaptırma gücü yok. Amerikan halkının var’’ diye çaresizliğini itiraf edecekti. Kongre üyeleri ise milletvekili seçilmelerinde, ne ABD başkanına ne de Parti yönetimlerine muhtaç olmadıklarından ikisinden de özgür tavırlar alabiliyor. Örneğin Obama’nın desteklediği bir yasal düzenlemeye karşı Kongre’de mücadele edenler arasında kendi partisinden milletvekili veya Senatörler de olabiliyor.
Anayasa Kongresi çalışmalarını bitirdiği gün Benjamin Franklin, Philadelphia Kongre Binasından çıkarken Elizabeth Powel adlı kadın yolunu keser. Konuşmaya tanık olan Maryland delegesi James McHenry’nin aktardığına göre kadın sorar:
”Doktor Franklin, bu kongreden sonra neyimiz var artık, monarşi mi Cumhuriyet mi?’‘
”Cumhuriyet” der Benjamin Franklin ve ekler,
”Tabii eğer sahip çıkabilirseniz”
CEMAL TUNÇDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz